DEVAM: 7- BİR ŞEY İÇİN
YEMİN EDİP ONDAN BAŞKA BİR şEYİ DAHA HAYIRLI GÖREN KİMSE (NİN NE YAPACAĞINI
BEYAN EDEN HADİSLER) BABI
حَدَّثَنَا
مُحَمَّد بن
أبي عمر
العدني. حَدَّثَنَا
سفيان بن
عيينة.
حَدَّثَنَا
أبو الوعراء
عمرو بن عمرو،
عن عمه أبي
الأحوص عوف بن
مالك الجشمي،
عن أبيه؛
قَالَ:
- قلت يَا
رَسُولَ
اللَّه!
يأتيني ابن عمي
فأحلف أن لا
أعطيه ولا
أصله. قَالَ
((كفر عن يمينك)).
Mâlik el-Cüşemî
(r.a.)'den; Şöyle demiştir: (Bir defa ben): —Yâ Resûlallah amucam oğlu yanıma
gelir (= bana ihtiyacı olur), ben de ona (bir şey) vermemeye ve ona sila-ı rahm
etmemeye yemin ederim, dedim. O, buyurdu ki: «Yemininin kefaretini öde.»
Diğer tahric:
Nesai
AÇIKLAMA: Ebu Musa el-Eş'ari'nin ismi Abdullah bin Kays'tır.
Bu zat Eş'ariler adı ile meşhur büyük bir kabiledendir. Yemen tarafında bulunan
bu kabilenin ilk reisi Sebe sülalesinden Üded oğlu Nabat'dır. Bu adamın vücudu
anneden kıllı olduğu için, kendisine, kıllı manasını ifade eden Eş'ar lakabı
verilmiştir.
Hadiste geçen
"Raht" kelimesini, küçük bir cemaat, diye terceme ettim. Bu kelimenin
asıl manası 3 veya 7'den 10'a kadar insan topluluğudur.
Zevd kelimesi:
Üçten ona veya yediye kadar yahut ikiden dokuza kadar deve sürüsü, demektir.
Ekseriyetle dişi develer anlamında kullanılır. Burada, dişi deve manasında
kullanılmıştır.
Ebu Musa ve
onun kabilesinden olan arkadaşları, Tebuk seferine çıkılmak üzere hazırlık
yapılırken, ihtiyaç duydukIarı develerin temini için Resul-i Ekrem (s.a.v.)'e
müracaat etmişlerdir.
Tebuk seferi,
Resul-i Ekrem (s.a.v.)'ın bizzat katıldığı en son savaş seferidir. Hicretin
dokuzuncu yılı Recep ayında bu sefere çıkıldığı rivayet olunmuştur. Bu sefere
Tebuk gazvesi ve Usra (güçlük) gazvesi de denilir. Tebuk, Hicaz'ın kuzey
tarafında bulunan bir şehirdir. Bu gün Ürdün'den kara yolu ile Hicaz'a gidenler
bu şehirden geçerler.
Bu seferde
savaş yapılmadı. Çünkü Roma İmparatorluğu'nun Şam'da büyük bir ordu hazırladığı
ve bazı Arap kabilelerinin de onlarla birleştiği, bu büyük ordunun Medine-i
Münevvere'ye yürümeye hazırlandığı haberi alınınca Resul-i Ekrem (s.a.v.)
onlara karşı çıkmak üzere hazırlandı ve bu sefere çıkıldı. Nihayet Tebuk'a
kadar gidildi. Alınan haberin gerçek olmadığı anlaşılınca geri dönüldü. Bu
sefer çok güç ve çeşitli olaylarla geçen ve birtakım şer'i hükümlerin
konulması, bazı ayetlerin inmesi ile sonuçlanan önemli bir seferdir. Geniş
bilgi siyer kitaplarında.
Hadisin
manasına dönelim: Ebu Musa ve arkadaşlarının vaki müracaatları üzerine, Resul-i
Ekrem (s.a.v.), kendilerine deve veremeyeceğine yemin etmiş. Sonra da gelen
develerden müellifin rivayetine göre üç tanesini onlara vermiştir. Eş'ariler
develeri alıp oradan ayrıIdıktan sonra, Resul-İ Ekrem (s.a.v.)'in ettiği yemini
unuttuğu için onlara deve verdiğini zannederek endişelenmişler ve başlarına
büyük zararların geleceğinden korkarak derhal geri dönüp yemin durumunu Resul-i
Ekrem (s.a.v.)'e arzetmişlerdir. Resul-i Ekrem (s.a.v.) onlara:
''Sizi ben
bindirmedim, Allah bindirdi.'' buyurmuştur. Bu buyruğun izahı hakkında Nevevi:
Yani kulların fiillerinin yaratıcısı Allah'tır Maziri demiş ki: Bunun manası
şöyledir: Sizi bindireceğim develeri Allah verdi. Eğer Allah vermeseydi, sizi
bindireceğim deve benim yanımda yoktu. Kadı da demiş ki: Muhtemelen Allah Teala
onları bindirmek için vahiy indirmiştir, diye bilgi verir.
Resul-i Ekrem
(s.a.v.) daha sonra: ''Vallahi ben bir şey için yemin edip sonra o şeyden başka
bir şeyin daha hayırlı olduğunu bildiğim de inşaaIlah, şüphesiz yeminimin
kefaretini öderim ve daha hayırlı olan işi işlerim.'' buyurmuştur. Ravi hadisin
son kısmının böyle olduğu veya şöyle olduğu hususunda. tereddüt ettiğini ifade
etmiş ve bu tereddüdünü belirtmek için; Veya Resul-i Ekrem (s.a.v.) şöyle
buyurdu, demiştir: ''... Daha hayırlı olanı işlerim ve yeminimin kefaretini
öderim." Ravinin tereddüt ettiği
nokta şudur; Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in kefareti ödemek ve daha hayırlı olan işi
işlemekle ilgili iki cümleden hangisini önce ve hangisini sonra kullandığında
tereddüdü vardır.
Bazı
rivayetlerde kefaret ödemekle ilgili cümle öncedir, bazı rivayetlerde ise, bu
cümle diğer cümleden sonradır. El-Maziri'nin dediği gibi bu iki cümleden
birisinin önce, diğerinin sonra olması pek önemli değildir. Çünkü iki cümle
arasında bulunan atıf edatı "Vav"dır. Bu edat sıralamayı ifade etmez.
Yani önce kefaret ödenir, ondan sonra yemin bozdurulur, veya önce yemin
bozdurulur, sonra kefaret ödenir, diye bir mana "Vav" edatından
çıkarılmaz. Kefaret ödemek için üç durum vardır: Yeminden önce kefaret ödemek,
alimlerin ittifakı ile caiz değildir. Yemin edilip bozdurulduktan sonra kefaret
ödemek ise alimlerin ittifakı ile caizdir. Yeminden sonra ve henüz yemin
bozdurulmamış iken kefaret ödemenin caizliği hususunda alimler ihtiIaf
etmişlerdir.
Nevevi şöyle
der: "Bu babta rivayet olunan hadislerden anlaşılıyor ki: Bir şeyi yapmak
veya bir işi işlememek için yemin eden bir kimsenin yeminini bozması, yeminine
bağlı kalmasından daha hayırlı ise yeminini bozması müstehabtır. Ve yeminini
bozunca kefaret ödemesi gerekir. Bu hususta alimler ittifak halindedir. Keza
yemin bozdurulmadan kefaret ödemenin vacib olmadığı hususunda da ilim ehli
ittifak etmişlerdir. Diğer taraftan, yemin etmeden önce kefaretin ödenemiyeceği
ve kefareti ödemenin, yemini bozduktan sonraya bırakılabileceği hakkında da
ittifak vardır. Fakat yemin edildikten sonra ve henüz yemin bozdurulmamış iken
kefaretin ödenmesinin caizliği hususunda alimler ihtilaf etmişlerdir:
1. Malik ,
Şaffii. Evzai. Sevri ve on dört sahabi ile Tabiilerden bir kaç cemaat yemin
edildikten sonra ve henüz bozdurulmamış iken kefaretin ödenmesinin caizliğine
hükmetmişlerdir. Alimlerin cumhurunun kavli de budur. Bunlara göre kefareti
ödemeyi yemini bozduktan sonraya bırakmak müstehabtır. Şafii; Yemin kefareti
oruç olarak ödendiği takdirde bunu yemini bozduktan sonraya bırakmak gerekir,
demekle bunu istisna etmiştir. Gerekçe olarak da şöyle demiştir; Oruç bedeni
bir ibadettir, vaktinden önce ödenemez. Farz namaz ve Ramazan orucu için vaktin
girmesi şarttır. Bu da böyledir. Bunun vakti ise yemini bozduktan sonra girer.
Ama yemin kefareti mal olarak ödenirse, yemin bozmadan önce de ödenebilir.
Nasıl ki; mali bir ibadet olan zekat, vaktinden önce çıkarılabilirse ..
2. Ebu Hanife,
onun arkadaşları ve Malikiler'den Eşheb; Yemin kefareti hiç bir suretle yemini
bozmadan önce ödenemez, demişlerdir. Cumhürun delili bu hadislerin zahiri ve
zekatın vaktinden önce ödenmesinin caizliğine kıyaslamaktır.
Hadisin
metninde geçen "Züra" kelimesi "Zirve"nin çoğuludur. Zirve,
her şeyin en yüksek kısmıdır. Burada develerin hörgüçleri kasdedilmiştir.
Buradaki rivayette Eş'ariler'e üç deve verildiği bildirilmiştir. Bazı
rivayetlerde beş deve verildiği ifade edilmiştir. Rivayetler arasında ihtilaf
söz konusu değildir. Çünkü üç devenin verilmiş olması bundan fazla
verilmediğini gerektirmez. Bir rivayetteki fazlalık makbuldür."
[Nevevi'den naklen verilen bilgi burada bitti.]
Adiy (r.a.)'ın
hadisini Müslim ve Nesaİ. de rivayet etmişlerdir. Bu hadisin metni bir önceki
metinde de geçtiği için ayrı bir izahı gerekmez.
Malik
el-Cüsemi'nin hadisini Nesai de rivayet etmiştir. Nesai'deki rivayet daha
uzundur ve mealen şöyledir: Malik şöyle demiştir: "Ya Resulallah! Nasıl
davranacağımı bana bildir. Benim bir amcam oğlu var. Ben kendisine gidip bir
şey istediğim zaman bana vermez ve sıla-ı rahim etmez. Sonra bana muhtaç olur
ve gelip benden bir şey ister. Ben de ona (bir şey) vermemeye ve sıla-ı rahim
etmemeye yemin ettim. Resul-İ Ekrem (s.a.v.), daha hayırlı olanı yapmamı ve
yeminimin kefaretini ödememi emretti."
Malik bin NadIa
el-Cüşemi (r.a.) sahabidir. Ravisi oğlu Avf'dır. Dört sünen sahibleri onun
hadislerini rivayet etmişlerdir Buhari de Ef'alu'l-İbad'da onun hadislerini
rivayet etmiştir. Hulılsa Sa.h, 368