SÜNEN İBN-İ MACE

Bablar Konular Numaralar

KİTABU’L-KEFFARAT

<< 2109 >>

DEVAM: 7- BİR ŞEY İÇİN YEMİN EDİP ONDAN BAŞKA BİR şEYİ DAHA HAYIRLI GÖREN KİMSE (NİN NE YAPACAĞINI BEYAN EDEN HADİSLER) BABI

 

حَدَّثَنَا مُحَمَّد بن أبي عمر العدني. حَدَّثَنَا سفيان بن عيينة. حَدَّثَنَا أبو الوعراء عمرو بن عمرو، عن عمه أبي الأحوص عوف بن مالك الجشمي، عن أبيه؛ قَالَ:

 - قلت يَا رَسُولَ اللَّه! يأتيني ابن عمي فأحلف أن لا أعطيه ولا أصله. قَالَ ((كفر عن يمينك)).

 

Mâlik el-Cüşemî (r.a.)'den; Şöyle demiştir: (Bir defa ben): —Yâ Resûlallah amucam oğlu yanıma gelir (= bana ihtiyacı olur), ben de ona (bir şey) vermemeye ve ona sila-ı rahm etmemeye yemin ederim, dedim. O, buyurdu ki: «Yemininin kefaretini öde.»

 

 

Diğer tahric: Nesai

 

AÇIKLAMA: Ebu Musa el-Eş'ari'nin ismi Abdullah bin Kays'tır. Bu zat Eş'ariler adı ile meşhur büyük bir kabiledendir. Yemen tarafında bulunan bu kabilenin ilk reisi Sebe sülalesinden Üded oğlu Nabat'dır. Bu adamın vücudu anneden kıllı olduğu için, kendisine, kıllı manasını ifade eden Eş'ar lakabı verilmiştir.

 

Hadiste geçen "Raht" kelimesini, küçük bir cemaat, diye terceme ettim. Bu kelimenin asıl manası 3 veya 7'den 10'a kadar insan topluluğudur.

 

Zevd kelimesi: Üçten ona veya yediye kadar yahut ikiden dokuza kadar deve sürüsü, demektir. Ekseriyetle dişi develer anlamında kullanılır. Burada, dişi deve manasında kullanılmıştır.

 

Ebu Musa ve onun kabilesinden olan arkadaşları, Tebuk seferine çıkılmak üzere hazırlık yapılırken, ihtiyaç duydukIarı develerin temini için Resul-i Ekrem (s.a.v.)'e müracaat etmişlerdir.

 

Tebuk seferi, Resul-i Ekrem (s.a.v.)'ın bizzat katıldığı en son savaş seferidir. Hicretin dokuzuncu yılı Recep ayında bu sefere çıkıldığı rivayet olunmuştur. Bu sefere Tebuk gazvesi ve Usra (güçlük) gazvesi de denilir. Tebuk, Hicaz'ın kuzey tarafında bulunan bir şehirdir. Bu gün Ürdün'den kara yolu ile Hicaz'a gidenler bu şehirden geçerler.

 

Bu seferde savaş yapılmadı. Çünkü Roma İmparatorluğu'nun Şam'da büyük bir ordu hazırladığı ve bazı Arap kabilelerinin de onlarla birleştiği, bu büyük ordunun Medine-i Münevvere'ye yürümeye hazırlandığı haberi alınınca Resul-i Ekrem (s.a.v.) onlara karşı çıkmak üzere hazırlandı ve bu sefere çıkıldı. Nihayet Tebuk'a kadar gidildi. Alınan haberin gerçek olmadığı anlaşılınca geri dönüldü. Bu sefer çok güç ve çeşitli olaylarla geçen ve birtakım şer'i hükümlerin konulması, bazı ayetlerin inmesi ile sonuçlanan önemli bir seferdir. Geniş bilgi siyer kitaplarında.

 

Hadisin manasına dönelim: Ebu Musa ve arkadaşlarının vaki müracaatları üzerine, Resul-i Ekrem (s.a.v.), kendilerine deve veremeyeceğine yemin etmiş. Sonra da gelen develerden müellifin rivayetine göre üç tanesini onlara vermiştir. Eş'ariler develeri alıp oradan ayrıIdıktan sonra, Resul-İ Ekrem (s.a.v.)'in ettiği yemini unuttuğu için onlara deve verdiğini zannederek endişelenmişler ve başlarına büyük zararların geleceğinden korkarak derhal geri dönüp yemin durumunu Resul-i Ekrem (s.a.v.)'e arzetmişlerdir. Resul-i Ekrem (s.a.v.) onlara:

''Sizi ben bindirmedim, Allah bindirdi.'' buyurmuştur. Bu buyruğun izahı hakkında Nevevi: Yani kulların fiillerinin yaratıcısı Allah'tır Maziri demiş ki: Bunun manası şöyledir: Sizi bindireceğim develeri Allah verdi. Eğer Allah vermeseydi, sizi bindireceğim deve benim yanımda yoktu. Kadı da demiş ki: Muhtemelen Allah Teala onları bindirmek için vahiy indirmiştir, diye bilgi verir.

Resul-i Ekrem (s.a.v.) daha sonra: ''Vallahi ben bir şey için yemin edip sonra o şeyden başka bir şeyin daha hayırlı olduğunu bildiğim de inşaaIlah, şüphesiz yeminimin kefaretini öderim ve daha hayırlı olan işi işlerim.'' buyurmuştur. Ravi hadisin son kısmının böyle olduğu veya şöyle olduğu hususunda. tereddüt ettiğini ifade etmiş ve bu tereddüdünü belirtmek için; Veya Resul-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu, demiştir: ''... Daha hayırlı olanı işlerim ve yeminimin kefaretini öderim."  Ravinin tereddüt ettiği nokta şudur; Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in kefareti ödemek ve daha hayırlı olan işi işlemekle ilgili iki cümleden hangisini önce ve hangisini sonra kullandığında tereddüdü vardır.

 

Bazı rivayetlerde kefaret ödemekle ilgili cümle öncedir, bazı rivayetlerde ise, bu cümle diğer cümleden sonradır. El-Maziri'nin dediği gibi bu iki cümleden birisinin önce, diğerinin sonra olması pek önemli değildir. Çünkü iki cümle arasında bulunan atıf edatı "Vav"dır. Bu edat sıralamayı ifade etmez. Yani önce kefaret ödenir, ondan sonra yemin bozdurulur, veya önce yemin bozdurulur, sonra kefaret ödenir, diye bir mana "Vav" edatından çıkarılmaz. Kefaret ödemek için üç durum vardır: Yeminden önce kefaret ödemek, alimlerin ittifakı ile caiz değildir. Yemin edilip bozdurulduktan sonra kefaret ödemek ise alimlerin ittifakı ile caizdir. Yeminden sonra ve henüz yemin bozdurulmamış iken kefaret ödemenin caizliği hususunda alimler ihtiIaf etmişlerdir.

 

Nevevi şöyle der: "Bu babta rivayet olunan hadislerden anlaşılıyor ki: Bir şeyi yapmak veya bir işi işlememek için yemin eden bir kimsenin yeminini bozması, yeminine bağlı kalmasından daha hayırlı ise yeminini bozması müstehabtır. Ve yeminini bozunca kefaret ödemesi gerekir. Bu hususta alimler ittifak halindedir. Keza yemin bozdurulmadan kefaret ödemenin vacib olmadığı hususunda da ilim ehli ittifak etmişlerdir. Diğer taraftan, yemin etmeden önce kefaretin ödenemiyeceği ve kefareti ödemenin, yemini bozduktan sonraya bırakılabileceği hakkında da ittifak vardır. Fakat yemin edildikten sonra ve henüz yemin bozdurulmamış iken kefaretin ödenmesinin caizliği hususunda alimler ihtilaf etmişlerdir:

 

1. Malik , Şaffii. Evzai. Sevri ve on dört sahabi ile Tabiilerden bir kaç cemaat yemin edildikten sonra ve henüz bozdurulmamış iken kefaretin ödenmesinin caizliğine hükmetmişlerdir. Alimlerin cumhurunun kavli de budur. Bunlara göre kefareti ödemeyi yemini bozduktan sonraya bırakmak müstehabtır. Şafii; Yemin kefareti oruç olarak ödendiği takdirde bunu yemini bozduktan sonraya bırakmak gerekir, demekle bunu istisna etmiştir. Gerekçe olarak da şöyle demiştir; Oruç bedeni bir ibadettir, vaktinden önce ödenemez. Farz namaz ve Ramazan orucu için vaktin girmesi şarttır. Bu da böyledir. Bunun vakti ise yemini bozduktan sonra girer. Ama yemin kefareti mal olarak ödenirse, yemin bozmadan önce de ödenebilir. Nasıl ki; mali bir ibadet olan zekat, vaktinden önce çıkarılabilirse ..

 

2. Ebu Hanife, onun arkadaşları ve Malikiler'den Eşheb; Yemin kefareti hiç bir suretle yemini bozmadan önce ödenemez, demişlerdir. Cumhürun delili bu hadislerin zahiri ve zekatın vaktinden önce ödenmesinin caizliğine kıyaslamaktır.

 

Hadisin metninde geçen "Züra" kelimesi "Zirve"nin çoğuludur. Zirve, her şeyin en yüksek kısmıdır. Burada develerin hörgüçleri kasdedilmiştir. Buradaki rivayette Eş'ariler'e üç deve verildiği bildirilmiştir. Bazı rivayetlerde beş deve verildiği ifade edilmiştir. Rivayetler arasında ihtilaf söz konusu değildir. Çünkü üç devenin verilmiş olması bundan fazla verilmediğini gerektirmez. Bir rivayetteki fazlalık makbuldür." [Nevevi'den naklen verilen bilgi burada bitti.]

 

Adiy (r.a.)'ın hadisini Müslim ve Nesaİ. de rivayet etmişlerdir. Bu hadisin metni bir önceki metinde de geçtiği için ayrı bir izahı gerekmez.

 

Malik el-Cüsemi'nin hadisini Nesai de rivayet etmiştir. Nesai'deki rivayet daha uzundur ve mealen şöyledir: Malik şöyle demiştir: "Ya Resulallah! Nasıl davranacağımı bana bildir. Benim bir amcam oğlu var. Ben kendisine gidip bir şey istediğim zaman bana vermez ve sıla-ı rahim etmez. Sonra bana muhtaç olur ve gelip benden bir şey ister. Ben de ona (bir şey) vermemeye ve sıla-ı rahim etmemeye yemin ettim. Resul-İ Ekrem (s.a.v.), daha hayırlı olanı yapmamı ve yeminimin kefaretini ödememi emretti."

 

Malik bin NadIa el-Cüşemi (r.a.) sahabidir. Ravisi oğlu Avf'dır. Dört sünen sahibleri onun hadislerini rivayet etmişlerdir Buhari de Ef'alu'l-İbad'da onun hadislerini rivayet etmiştir. Hulılsa Sa.h, 368