SÜNEN İBN-İ MACE

Bablar Konular Numaralar

KİTABU’L-CİHAD

<< 2858 >>

DEVAM: 38- DEVLET BAŞKANININ (SAVAŞA GİDEN MÜCAHİDLERE) TAVSİYESİ, BABI

 

حدّثنا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى. حدّثنا مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُفَ الْفِرْياَبِيُّ. حدّثنا سُفْياَنُ عَنْ عَلْقَمَةَ بْنُ مَرْثَدٍ، عَنِ ابْنِ بُرَيْدَةَ، عَنْ أَبِيِهِ؛  قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا أَمَّرَ رَجُلاً عَلَى سَرِيةٍ، أَوْصَاهُ فِي خَاصَّةِ نَفْسِهِ بِتَقْوَى اللهِ، وَمَنْ مَعَهُ مِنَ الْمُسْلِمِنَ خَيْراً.  فَقَالَ ((اغْزُول بِاسْمِ اللهِ، وَفِي سَبِيلِ اللهِ. قَاتِلوُوا مَنْ كَفَرَ بِاللهِ. اغْزُوا وَلاَ تَغْدِرُوا، وَلاَ تَغُلُّوا، وَلاَ تَمْثُلُوا وَلاَ تَقْتُلُوا وَلِيداً. وَإِذَا أَنْتَ لَقِيتَ عَدُوَّكَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ فَادْعُهُمْ إِلَى إِحْدَى ثَلاَثِ خِلاَلٍ، أَوْ خِصَالٍ. فَأَيَّتُهُنَّ أَجَابُوكَ إِلَيْهاَ، فَاقْبَلْ مِنْهُمْ وَكُفَّ عَنْهُمْ. ادْعُهُمْ إِلَى الإِسْلاَمِ. فَإِنْ أَجَابُوكَ فَاقْبَلْ مِنْهُمْ وَكُفَّ عَنْهُمْ. ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى التَّحَوُّلِ مِنْ دَارِهِمْ إِلَى دَارِ الْمُهَاجِرِينَ. وَأَخْبِرْهُمْ، إِنْ فَعَلُوا ذلِك، أَنَّ لَهُمْ مَا لِلْمُهَاجِرِيِنَ، وَأَنَّ عَلَيْهِمْ مَا عَلَى بْمُهَاجِرِينَ، وَإِنْ أَبَوْا فَأَخْبِرْهُمْ أَنَّهُمْ يَكُونُونَ كَأَعْرَابِ الْمُسْلِمِينَ، يَجْري عَلَيْهِمْ حُكْمُ اللهِ يَجْري عَلَى الْمُؤمِنيِنَ. وَلاَ يَكُنُ لَهُمْ فِي الْفْيءِ وَالْغَنِيِمَة شَيْءٌ. إِلاَّ أَنْ يُجَهِدُوا مَعَ الْمُسْلِمِينَ. فَإِنْ هُمْ أَبَوْا، فَاسْتَعِنْ بِاللهِ عَلَيْهِمْ وَقَاتِلْهُمْ.

وَإِنْ حَاصَرْتَ حِصْناً، فَأَرَادُوك أِنْ تَجْعَلَ لَهُمْ ذِمَّةَ اللهِ وَذِمَّةَ نَبيِّكَ، فَلاَ تَجْعَلْ بَهُمْ ذِمَّةَ اللهِ وَلاَذِمَّةَ نَبيِّكَ. وَلكِنِ اجْعَلْ لَهُمْ ذِمَّتَكَ وَذِمَّةَ أَبيِكَ، وَذِمَّةَ أَصْحَابِكَ، فَإِنَّكُمْ ، إِنْ تُخْفِرُوا ذِمّتَكُمْ وَذِمَّةَ آبَائِكُمْ، أَهْوَنُ عَلَيْكُمْ مِنْ أَنْ تُخْفِرُوا ذِمَّةَ اللهِ وَذِمَّةَ رَسُوِلِهِ. وَإِنْ حَاصَرْتَ حِصْناً فَأَرَادُوكَ أَنْ يَنْزلُوا عَلَى حُكْمِ اللهِ. وَلِكنْ أَنْزِلْهُمْ عَلَى حُكْمِكَ. فَإِنَّكَ لاَ تَدْرِي أَتصِيبُ فِيهِمْ حُكْمِ اللهِ أَمْ لاَ))

 قَالَ عَلْقَمَةُ: فَحَدَّثتُ بِهِ مُقَاتِلَ بْنَ حَبَّانَ،

 فَقَالَ: حَدَّثَنِي مُسْلِمُ بْنُ هَيْضَمٍ، عَنِ النُّعْمَانِ ابْنِ مُقَرِّنٍ، عَنِ النَّبيِّ صلى الله عليه وسلم، مَثْلَ ذلِكَ.

 

Büreyde (bin el-Husayb) (r.a.)'den; Şöyle demiştir: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir seriyye (askerî müfreze) başına bir adamı kumandan olarak tâyin ettiği zaman adama kendi nefsi hakkında Allah'tan sakınmayı ve beraberindeki müslümanlar hakkında hayrı (yâni iyi davranmayı) tavsiye buyurduktan sonra şöyle buyururdu:

 

(Ey mücâhidler) Allah'ın isminden yardım dileyerek, Allah yolunda cihâd ediniz. Allah'ı inkâr edenlerle muharebe ediniz. Savaşınız. Fakat ahdinizi bozmayınız, ganimet malında hiyânet etmeyiniz, düşmanın vücûdundan parça, organ kesmeyiniz ve çocukları öldürmeyiniz.

 

(Ey kumandan!) Müşriklerden olan düşmanlarına vardığın zaman onları şu üç hasletten (seçenekten) birisini seçmeye davet et. Bunlardan hangisine icabet ederlerse sen onlardan kabul et ve onlardan vazgeç. (O üç haslet şunlardır: Birincisi) Sen onları İslâmiyet'e çağır. Eğer müslüman olmaya icabet ederlerse (bunu) onlardan kabul et ve onlara dokunma. Sonra onları kendi yurtlarından Muhacirlerin yurduna (yâni Medine-i Münevvere'ye) göç etmeye çağır ve onlara şu durumu bildir: Eğer bunu yaparlarsa (yâni Medîne-i Münevvere'ye yerleşirlerse) muhacirler için olan (sevab ve ganimet malı gibi) şeyler onlar için de vardır ve (buna karşılık) muhacirler üzerindeki (savaşa gitmek gibi) yükümlülük onların üstünde de vardır. Şayet (Medine-i Münevvere'ye yerleşmekten) imtina ederlerse onlara şu durumu bildir: (Bu takdirde) onlar müslümanların bedevileri gibi olurlar, mu'minlere uygulanan (namaz, zekât, kısas ve diyet gibi) Allah'ın hükmü onlara da tatbik edilir ve müslümanlarla beraber cihâd etmeleri hâli dışında onlara fey'  ve ganimet de hiç bir şey (hak) olmaz. Eğer onlar müslümanlık dînine girmekten imtina ederlerse (ikinci haslet olarak) cizye vermeyi onlardan iste. Şayet yaparlarsa, onlardan kabul et ve onlardan vazgeç. Eğer onlar imtina ederlerse (üçüncü haslet olarak muharebe için) onlar aleyhine Allah'tan yardım dile ve onlarla savaş. Sen bir kaleyi muhasara eder ve kale'dekiler senden kendileri için Allah ahdini ve Peygamberinin ahdini isterler ise sakın onlara Allah'ın ahdini ve Peygamberinin ahdini verme. Ve lâkin onlara kendi ahdini, babanın ahdini ve arkadaşlarının ahdini ver. Çünkü şüphesiz sizlerin kendi ahdinizi ve babalarınızın ahdini bozmanız Allah'ın ahdini ve Resulünün ahdini bozmanızdan sizin için ehvendir. Eğer sen bir kale'yi muhasara eder de kale'dekiler Allah'ın hükmüne uymayı senden isterlerse, sakın onlara Allah'ın hükmünü uygulamayı kabullenme ve lâkin onlara kendi hükmünü uygula.. Çünkü sen onlar hakkında Allah'ın hükmüne isabet edip etmiyeceğini şüphesiz bilemezsin.

 

(Ravi) Alkama demiştir ki: Ben bu hadisi Mukatil bin Hayyan'a naklettim. Bunun üzerine Mukatil dedi ki: Müslim bin Heysam bana bunun mislini en-Numan bin Mukarrin (r.a.) aracılığıyla Peygamber (s.a.v.)'den rivayet etti."

 

 

AÇIKLAMA:     Safvan (r.a.)'ın hadisi Zevaid türündendir.

Büreyde (r.a.)'ın hadisi Müslim, Tirmizi . Nesai ve Ebu Davud tarafından da rivayet edilmiştir.

 

Her iki hadiste geçen; Ip = "Temsülii" fiili; Ip = "Tümessilii" şeklinde de rivayet edilmiştir. Bu iki okunuş arasında mana pa: kımından bir fark yoktur. Bu iki fiilin kökü olan "Müsle" bir canlının bir tarafını kesmek suretiyle tazib ve işkence yapmak, maktulün burun, kulak, tenasül uzvu gibi bir tarafını kesmekle cesedini bozmak manasına gelir. Her iki hadiste düşmanın bu şekilde tazibi, cesedinin tahribi, onlara verilen ahdi bozmak, ganimet malını çalmak ve savaşamayacak yaştaki küçük çocukları öldürmek fiilleri yasak kılınıyor.

 

Hattabi "Müsle" sözcüğü ile ilgili olarak özetle şöyle der: "Müsle, bir kimseyi öldürmeden önce veya sonra azalarını kesmek ve cesedini bozmak süretiyle tazib etmektir. Adamın burnunu veya kulağını kesmek, gözünü çıkarmak ve buna benzer bir organını veya herhangi bir tarafını kesmek Müsle'dir. Hadisler kafiri öldürmeden önce veya sonra böyle tazib etmeyi yasaklamıştır. Ancak bir müslümanı bu şekilde tazib eden kafire misilleme yapılır ve bunu yapmak caizdir, yasağın dışında kalır. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'in çobanlarına bu nevi tazibi yapan mürtedIere ayni ceza verildi. Keza müslüman katil, bir müslümanı öldürmeden önce böyle tazib etmiş ise yani mesela elini bilekten kestikten sonra öldürmüş ise katile ayni şekilde misilleme yapılır."

 

Seriyye: Daha önce de defalarca belirttiğim gibi yaklaşık dörtyüz kişilik süvari müfreze veya ordudan ayrılıp düşmana baskın yaptıktan sonra orduya iltihak eden askeri müfreze anlamlarına gelir. Burada birinci mana kasdedilmiştir.

 

Her iki hadis düşmana müsle yapmayı, ahdi bozmayı, ganimet malını çalmayı ve savaşmayan çocukları öldürmeyi yasaklar. Nevevi, ahdi bozmak, ganimet malını çalmak, savaşmayan çocukları öldürmek fiillerinin haramlığı ve gereksiz yere müsle yapmanın mekruhluğu husüsunda icma bulunduğunu nakleder.

 

Büreyde (r.a.)'ın hadisi, devlet başkanının kumandanlara ve maiyetindeki mücahidlere takva üzerinde olmalan, kumandanın mücahidlere iyi davranması için tavsiyede bulunmasının müstehablığına delalet eder. Keza Reisin mücahidlerin savaşta ihtiyaç duyacaklan şeyleri, kendilerine vacib helal, haram, mekruh ve müstehab olan şeyleri öğretmesinin müstehablığına da delalet eder.

 

Bu hadise göre İslam ordusu savaşa gittiği zaman düşmanı önce müslüman olmaya davet eder. Düşman bunu kabul etmezse cizye ismi verilen vergiyi ödemeye davet eder. Şayet düşman bunu da kabul etmezse o zaman İslam ordusu muharebe gereği habersiz baskın düzenlemek dahil her taktiği kullanabilir.

 

Düşmanı baskınla tehdid etmeden ansızın hücum ve saldırıda bulunmanın caiz olup olmadığı yolunda üç görüş vardır: En sahih olan görüşe göre İslam dininden haberdar olan düşmanı önce müslüman olmaya davet etmek müstehabtır. Dinimizden habersiz ise hücumdan önce İslam'a davet etmek vacibtir. Nafi Mevla İbn-i Ömer, Hasan-i Basri, Sevri, el-Leys, Şafii, Ebu Sevr, İbnü'l-Münzir ve Cumhur böyle hükmetmişler. İbnü'l-Münzir: ilim ehlinin ekserisinin kavli budur, demiştir. Nevevi: Sahih hadisler bu görüş ve hükmü te'yid eder, demiştir. Nevevi "Cihad" kitabının başında bu konuda geniş bilgi vermiş ve diğer iki görüşü de zikretmiştir. Diğer iki görüşü zayıf sayıldığı için buraya aktarmaya gerek görmüyorum.

 

Büreyde (r.a.) de bu hadiste Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in bir askeri müfrezeyi savaşa gönderdiği zaman kumandana verdiği talimatta düşmanı önce müslüman olmaya davet etmeyi emrettiğini rivayet eder.

,

Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in savaşa gönderdiği kumandanlara verdiği talimatta düşmana gösterilen üç seçenekle ilgili parağrafların özlü izahına geçelim:

 

1. Düşmanı müslüman olmaya davet etmektir. Düşman bunu kabul ettiği takdirde mesele kalmamış olur. Artık onların can ve mal emniyeti garanti altındadır. Onlar yurtlarından Medine-i Münevver e' ye gidip yerleşmek veya yurtlarında ikamet etmeye devam etmek hususunda serbest bırakılmakla beraber bu iki şıktan hangisini tereih ederlerse yararları ve yükümlükleri bildirilir: Şöyle ki: Onlar müslümanlığı kabul edince Medine-i Münevvere'ye yerleşmeye davet edilir. Bu davet ve çağrı müstehabtır. Eğer bu çağrıya uyarlarsa kendilerinden önce Medine' ye hicret etmiş olan muhaeirler gibi ganimet malından fey' yani muharebe yapılmaksızın fethedilen yerlerden alınan maldan ve diğer maddi ve manevi kazançlardan istifade edecekler. Diğer taraftan muhaeirlerin yükümlü oldukları görevler onlara da yüklenir. Bu görev gerektiğinde savaşa katılmak, düşmana baskın düzenlemektir. Hattabi bu görevin cihad olduğunu belirterek: Yani savaşa çağırıldıkları takdirde geri kalınamaz. Muhaeirler savaşa katılmak mecburiyetinde idiler. Fakat bedevi Arablar savaşa çağırıldıkları zaman buna icabet etmek mecburiyetinde değillerdi. Davete icabet edenler gidip savaşır ve düşmandan alınan mallardan kendisine düşen hisseyi alırlardı. Savaşa gitmeyen bedevi ganimet ve fey'den bir şey alamazdı. Buna karşılık, savaşa katılmadığı için de kınanmaz, günahkar sayılmazdı. Ancak mücahidlerin sayısının savaş için yeterli olması şarttır. Aksi takdirde bedeviler çağırıldıkları savaşa katılmak mecburiyetindedir, der.

 

Bu parağrafta geçen "Darü'l-Hicre" sözü ile Medine-i Münevvere kasdedilmiştir. Avnü'l-Mabiid yazarının beyanına göre Mekke fethinden önceki dönemde Medine-i Münevvere'ye hicret etmenin İslam'ın rükünlerinden olduğunu söyleyenler vardır. Yine ayni müellifin beyanına göre Hattabi muhacirler hakkında özetle şu bilgiyi vermiştir:

"Muhacirler, Allah yolunda ve İslamiyet uğrunda vatanlarını terkedip Medine-i Münevvere'ye göçeden ve muhtelif kabileler ve kavimlerden oluşan bir topluluktu. Muhacirlerin ekseri sinin geçimini sağlayacak bir gelirleri yoktu. Medine - i M ün e v ver e' de bunların ekserisinin ne ziraatı ne de hayvanı vardı. Resiilullah (s.a.v.) hayatta iken ganimetten bunları yararlandırırdı. Bedevi Arablar, yani köylerde ikamet eden Arablara gelince; bunlardan savaşa katılanlar ganimetten hisselerini alıp evlerine dönerlerdi. Katılmayanlara ganimetten bir şey yoktu."

 

Düşman müslüman olmayı kabul etmekle beraber Medine-i Münevvere'ye yerleşmeyi kabul etmeyip yurdunda kalmayı tercih ettiği takdirde kendilerine şu durum bildirilecek: Onlar diğer bedevi müslümanlar gibi namaz, zekat, oruç ve hac gibi iba'detlerle mükelleftir. Suç işlemeleri halinde ise İslam dinine göre cezalandırılırlar. Canimet ve benzeri gelirlerden yararlanmaları ise onların savaşa katılmalarına bağlıdır. Cihada katılanlan bundan yararlanır, katılmayanı yararlanmaz.

 

2. Düşmanın müslüman olmayı kabul etmediği takdirde Cizye denilen vergiyi ödemeye davet edilmesidir. Düşman bu teklifi kabul ettiği takdirde savaş açılmayacak ve alınan cizye her yıl düzenli bir şekilde tahsil edilecektir.

 

Nevevi bu nokta ile ilgili olarak özetle şu bilgiyi verir: "Cizyenin her çeşit kafirden alınmasının caizliğine hükmeden Malik, Evzai ve onların görüşünde olanlar bu hadisi de delil göstermişlerdir. Bu gruba göre kafirler Arab olsun, başka milJetlerden olsun, Hristiyan ve Yahudi gibi Ehl-i kitab olsun, Mecusi olsun başka çeşit kafirlerden olsun hepsi bu hükme tabidir. Ebu Han i fe' ye göre cizye bütün kafirlerden alınır, Ancak Arabların müşriklerinden ve mecusilerinden alınmaz. Şafii'ye göre ise cizye yalnız ehIi kitab ve mecusilerden alınır. Bunlar Arab olsun, başka milletten olsun fark etmez. Diğer kafirlerden alınamaz.

 

ALINACAK CİZYE MİKTARI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLER

 

Nevevi sözüne devamla bu husus hakkında da şöyle der: Alimler cizye mikdan hakkında ihtilaf etmişler:

 

1. Ebu Hanife, Küfe'nin diğer alimleri ve Ahmed'e göre cizye zengin için kırk sekiz, orta halli için yirmidört ve fakir için oniki dirhemdir.

 

2. Şafii'ye göre cizyenin en azı yılda bir dinar altındır. En çoğu ise anlaşmaya bağlıdır. Cizyenin en azı olan bir dinar husüsunda zengin kafir ile fakir kafir arasında bir fark yoktur.

 

3. Malik'e göre altını bulunan kafir dört dinar altın ve gümüşü bulunan kafir kırk dirhem gümüş cizye verecek." (Nevevi'nin sözü bitti.)

 

3. Düşman müslüman olmayı kabul etmediği gibi cizye ödeme işini de kabullenmediği takdirde savaş açmaktır.

Hadisin bundan sonraki kısmı bir kale'yi muhasara etmek halinde düşmanın ahid ve misak istemesiyle ilgilidir. Bu parağrafta geçen Zimmet ahid ve misak manasınadır. Bu parağrafta düşman Allah ve Resül (s.a.v.)'ın ahdini istediği takdirde bunun kabul edilmemesi, fakat kumandanın kendi şahsı, babası ve askerleri adına ahi d vermesi talimatı verilmekte ve gerekçesi açıklanmaktadır: Gerekçenin özeti şudur: Allah ve Resülü adına verilen teminatı ve ahdi bozmak ağırdır. Kumandan ve asker adına verilen ahdi bozmak nisbeten ehvendir. Bu parağraftaki yasak tenzihen mekruhluk manasınadır. Yasağın hikmeti ise şudur: Kumandan düşmana Allah ve Resülü'nün ahdini verir. Sonra bu ahdin önemini ve hakkını kavrayamayan bazı askerler ahde aykırı davranabilir.

Hadisin son kısmında da muhasara altına alınan düşman kendileri hakkında Allah'ın hükmünün uygulanmasını kumandandan istedikleri takdirde bunun kabul edilmemesi ve fakat kumandanın hükmünün uygulanması talimatı verilmekte ve bu talimatın gerekçesi beyan edilmektedir. Gerekçe şudur: Kumandan düşman hakkında bir hüküm verdiği zaman bunun Allah'ın hükmüne uygunluğunu kesin olarak bilemez. Şu halde Allah'ın hükmüdür, diye düşman hakkında uygulanacak hüküm de bir yanılma vukü bulursa bir isabetsizlik ve hata işlenebilir. Nevevi: Bu parağraftaki yasak, tenzihen mekruhluk ve ihtiyat içindir, der. Çünkü ehil ve liyakatlı bir müctehid dini bir konuda olanca gücüyle ictihad ettiği takdirde onun vardığı hüküm Allah katındaki hükme uygun düşmese bile müctehid vebal altına girmiş olmaz. Bilakis ictihadından dolayı sevab kazanmış olur.

Nevevi: Bu hadis her müctehidin, yaptığı ictihadda mutlaka isabetli karar verdiği söylenemez, diyen alimler için bir delildir. Yani bir konu hakkında muhtelif ictihadlar yapıldığı zaman bunlardan birisi Allah katındaki hükme uygun olur ve diğerleri uygun olmaz, diyen alimler için bu hadis bir delil sayılır. Bütün ictihadlar isabetli ve Allah katındaki hükme uygundur, diyen alimler ise bu hadise şöyle cevab verirler: Yani, Ey kumandan! Sen düşman hakkında bir hüküm verdiğin zaman senin bu hükümde yanıldığına dair bana Allah tarafından bir vahyin gelmesi mümkün ve muhtemeldir. Bu itibarla onlar hakkında hüküm verirken kendi hükmünü ver, Allah adına hüküm verme. Bu durum Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in dönemine mahsustur. O'nun vefatından sonra böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü müctehidin verdiği hüküm de yanıldığına dair bir vahyin gelmesi söz konusu değildir. Bu nedenle her müctehid yaptığı ictihadda isabetli karar vermiş sayılır.