DEVAM: 38- DEVLET
BAŞKANININ (SAVAŞA GİDEN MÜCAHİDLERE) TAVSİYESİ, BABI
حدّثنا
مُحَمَّدُ
بْنُ يَحْيَى.
حدّثنا مُحَمَّدُ
بْنُ يُوسُفَ
الْفِرْياَبِيُّ.
حدّثنا
سُفْياَنُ
عَنْ
عَلْقَمَةَ
بْنُ مَرْثَدٍ،
عَنِ ابْنِ
بُرَيْدَةَ،
عَنْ
أَبِيِهِ؛ قَالَ:
كَانَ
رَسُولُ
اللهِ صلى
الله عليه
وسلم إِذَا
أَمَّرَ
رَجُلاً
عَلَى سَرِيةٍ،
أَوْصَاهُ
فِي خَاصَّةِ
نَفْسِهِ بِتَقْوَى
اللهِ،
وَمَنْ
مَعَهُ مِنَ
الْمُسْلِمِنَ
خَيْراً. فَقَالَ
((اغْزُول
بِاسْمِ
اللهِ، وَفِي
سَبِيلِ
اللهِ.
قَاتِلوُوا
مَنْ كَفَرَ
بِاللهِ.
اغْزُوا
وَلاَ
تَغْدِرُوا،
وَلاَ تَغُلُّوا،
وَلاَ
تَمْثُلُوا
وَلاَ
تَقْتُلُوا
وَلِيداً.
وَإِذَا
أَنْتَ
لَقِيتَ
عَدُوَّكَ
مِنَ
الْمُشْرِكِينَ
فَادْعُهُمْ
إِلَى
إِحْدَى
ثَلاَثِ
خِلاَلٍ،
أَوْ خِصَالٍ.
فَأَيَّتُهُنَّ
أَجَابُوكَ
إِلَيْهاَ،
فَاقْبَلْ
مِنْهُمْ
وَكُفَّ
عَنْهُمْ.
ادْعُهُمْ
إِلَى الإِسْلاَمِ.
فَإِنْ
أَجَابُوكَ
فَاقْبَلْ مِنْهُمْ
وَكُفَّ
عَنْهُمْ.
ثُمَّ
ادْعُهُمْ
إِلَى
التَّحَوُّلِ
مِنْ
دَارِهِمْ
إِلَى دَارِ
الْمُهَاجِرِينَ.
وَأَخْبِرْهُمْ،
إِنْ
فَعَلُوا ذلِك،
أَنَّ لَهُمْ
مَا
لِلْمُهَاجِرِيِنَ،
وَأَنَّ
عَلَيْهِمْ
مَا عَلَى
بْمُهَاجِرِينَ،
وَإِنْ
أَبَوْا
فَأَخْبِرْهُمْ
أَنَّهُمْ
يَكُونُونَ
كَأَعْرَابِ
الْمُسْلِمِينَ،
يَجْري
عَلَيْهِمْ
حُكْمُ اللهِ
يَجْري عَلَى
الْمُؤمِنيِنَ.
وَلاَ يَكُنُ
لَهُمْ فِي
الْفْيءِ
وَالْغَنِيِمَة
شَيْءٌ.
إِلاَّ أَنْ
يُجَهِدُوا
مَعَ
الْمُسْلِمِينَ.
فَإِنْ هُمْ أَبَوْا،
فَاسْتَعِنْ
بِاللهِ
عَلَيْهِمْ وَقَاتِلْهُمْ.
وَإِنْ
حَاصَرْتَ
حِصْناً،
فَأَرَادُوك
أِنْ
تَجْعَلَ
لَهُمْ
ذِمَّةَ
اللهِ وَذِمَّةَ
نَبيِّكَ،
فَلاَ
تَجْعَلْ
بَهُمْ ذِمَّةَ
اللهِ
وَلاَذِمَّةَ
نَبيِّكَ.
وَلكِنِ اجْعَلْ
لَهُمْ
ذِمَّتَكَ
وَذِمَّةَ
أَبيِكَ،
وَذِمَّةَ
أَصْحَابِكَ،
فَإِنَّكُمْ ،
إِنْ
تُخْفِرُوا
ذِمّتَكُمْ
وَذِمَّةَ آبَائِكُمْ،
أَهْوَنُ
عَلَيْكُمْ
مِنْ أَنْ
تُخْفِرُوا
ذِمَّةَ
اللهِ
وَذِمَّةَ
رَسُوِلِهِ.
وَإِنْ حَاصَرْتَ
حِصْناً
فَأَرَادُوكَ
أَنْ يَنْزلُوا
عَلَى حُكْمِ
اللهِ.
وَلِكنْ
أَنْزِلْهُمْ
عَلَى
حُكْمِكَ.
فَإِنَّكَ
لاَ تَدْرِي
أَتصِيبُ
فِيهِمْ
حُكْمِ اللهِ
أَمْ لاَ))
قَالَ
عَلْقَمَةُ:
فَحَدَّثتُ
بِهِ مُقَاتِلَ
بْنَ
حَبَّانَ،
فَقَالَ:
حَدَّثَنِي
مُسْلِمُ بْنُ
هَيْضَمٍ،
عَنِ
النُّعْمَانِ
ابْنِ مُقَرِّنٍ،
عَنِ
النَّبيِّ
صلى الله عليه
وسلم، مَثْلَ
ذلِكَ.
Büreyde (bin
el-Husayb) (r.a.)'den; Şöyle demiştir: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
bir seriyye (askerî müfreze) başına bir adamı kumandan olarak tâyin ettiği
zaman adama kendi nefsi hakkında Allah'tan sakınmayı ve beraberindeki
müslümanlar hakkında hayrı (yâni iyi davranmayı) tavsiye buyurduktan sonra
şöyle buyururdu:
(Ey mücâhidler)
Allah'ın isminden yardım dileyerek, Allah yolunda cihâd ediniz. Allah'ı inkâr
edenlerle muharebe ediniz. Savaşınız. Fakat ahdinizi bozmayınız, ganimet
malında hiyânet etmeyiniz, düşmanın vücûdundan parça, organ kesmeyiniz ve
çocukları öldürmeyiniz.
(Ey kumandan!)
Müşriklerden olan düşmanlarına vardığın zaman onları şu üç hasletten
(seçenekten) birisini seçmeye davet et. Bunlardan hangisine icabet ederlerse
sen onlardan kabul et ve onlardan vazgeç. (O üç haslet şunlardır: Birincisi)
Sen onları İslâmiyet'e çağır. Eğer müslüman olmaya icabet ederlerse (bunu)
onlardan kabul et ve onlara dokunma. Sonra onları kendi yurtlarından
Muhacirlerin yurduna (yâni Medine-i Münevvere'ye) göç etmeye çağır ve onlara şu
durumu bildir: Eğer bunu yaparlarsa (yâni Medîne-i Münevvere'ye yerleşirlerse)
muhacirler için olan (sevab ve ganimet malı gibi) şeyler onlar için de vardır
ve (buna karşılık) muhacirler üzerindeki (savaşa gitmek gibi) yükümlülük
onların üstünde de vardır. Şayet (Medine-i Münevvere'ye yerleşmekten) imtina
ederlerse onlara şu durumu bildir: (Bu takdirde) onlar müslümanların bedevileri
gibi olurlar, mu'minlere uygulanan (namaz, zekât, kısas ve diyet gibi) Allah'ın
hükmü onlara da tatbik edilir ve müslümanlarla beraber cihâd etmeleri hâli
dışında onlara fey' ve ganimet de hiç
bir şey (hak) olmaz. Eğer onlar müslümanlık dînine girmekten imtina ederlerse
(ikinci haslet olarak) cizye vermeyi onlardan iste. Şayet yaparlarsa, onlardan
kabul et ve onlardan vazgeç. Eğer onlar imtina ederlerse (üçüncü haslet olarak
muharebe için) onlar aleyhine Allah'tan yardım dile ve onlarla savaş. Sen bir
kaleyi muhasara eder ve kale'dekiler senden kendileri için Allah ahdini ve
Peygamberinin ahdini isterler ise sakın onlara Allah'ın ahdini ve Peygamberinin
ahdini verme. Ve lâkin onlara kendi ahdini, babanın ahdini ve arkadaşlarının
ahdini ver. Çünkü şüphesiz sizlerin kendi ahdinizi ve babalarınızın ahdini
bozmanız Allah'ın ahdini ve Resulünün ahdini bozmanızdan sizin için ehvendir.
Eğer sen bir kale'yi muhasara eder de kale'dekiler Allah'ın hükmüne uymayı
senden isterlerse, sakın onlara Allah'ın hükmünü uygulamayı kabullenme ve lâkin
onlara kendi hükmünü uygula.. Çünkü sen onlar hakkında Allah'ın hükmüne isabet
edip etmiyeceğini şüphesiz bilemezsin.
(Ravi) Alkama
demiştir ki: Ben bu hadisi Mukatil bin Hayyan'a naklettim. Bunun üzerine
Mukatil dedi ki: Müslim bin Heysam bana bunun mislini en-Numan bin Mukarrin
(r.a.) aracılığıyla Peygamber (s.a.v.)'den rivayet etti."
AÇIKLAMA: Safvan (r.a.)'ın hadisi Zevaid türündendir.
Büreyde
(r.a.)'ın hadisi Müslim, Tirmizi . Nesai ve Ebu Davud tarafından da rivayet
edilmiştir.
Her iki hadiste
geçen; Ip = "Temsülii" fiili; Ip = "Tümessilii" şeklinde de
rivayet edilmiştir. Bu iki okunuş arasında mana pa: kımından bir fark yoktur.
Bu iki fiilin kökü olan "Müsle" bir canlının bir tarafını kesmek
suretiyle tazib ve işkence yapmak, maktulün burun, kulak, tenasül uzvu gibi bir
tarafını kesmekle cesedini bozmak manasına gelir. Her iki hadiste düşmanın bu
şekilde tazibi, cesedinin tahribi, onlara verilen ahdi bozmak, ganimet malını
çalmak ve savaşamayacak yaştaki küçük çocukları öldürmek fiilleri yasak
kılınıyor.
Hattabi
"Müsle" sözcüğü ile ilgili olarak özetle şöyle der: "Müsle, bir
kimseyi öldürmeden önce veya sonra azalarını kesmek ve cesedini bozmak
süretiyle tazib etmektir. Adamın burnunu veya kulağını kesmek, gözünü çıkarmak
ve buna benzer bir organını veya herhangi bir tarafını kesmek Müsle'dir.
Hadisler kafiri öldürmeden önce veya sonra böyle tazib etmeyi yasaklamıştır.
Ancak bir müslümanı bu şekilde tazib eden kafire misilleme yapılır ve bunu
yapmak caizdir, yasağın dışında kalır. Çünkü Peygamber (s.a.v.)'in çobanlarına
bu nevi tazibi yapan mürtedIere ayni ceza verildi. Keza müslüman katil, bir
müslümanı öldürmeden önce böyle tazib etmiş ise yani mesela elini bilekten
kestikten sonra öldürmüş ise katile ayni şekilde misilleme yapılır."
Seriyye: Daha
önce de defalarca belirttiğim gibi yaklaşık dörtyüz kişilik süvari müfreze veya
ordudan ayrılıp düşmana baskın yaptıktan sonra orduya iltihak eden askeri
müfreze anlamlarına gelir. Burada birinci mana kasdedilmiştir.
Her iki hadis
düşmana müsle yapmayı, ahdi bozmayı, ganimet malını çalmayı ve savaşmayan
çocukları öldürmeyi yasaklar. Nevevi, ahdi bozmak, ganimet malını çalmak,
savaşmayan çocukları öldürmek fiillerinin haramlığı ve gereksiz yere müsle
yapmanın mekruhluğu husüsunda icma bulunduğunu nakleder.
Büreyde
(r.a.)'ın hadisi, devlet başkanının kumandanlara ve maiyetindeki mücahidlere
takva üzerinde olmalan, kumandanın mücahidlere iyi davranması için tavsiyede bulunmasının
müstehablığına delalet eder. Keza Reisin mücahidlerin savaşta ihtiyaç
duyacaklan şeyleri, kendilerine vacib helal, haram, mekruh ve müstehab olan
şeyleri öğretmesinin müstehablığına da delalet eder.
Bu hadise göre
İslam ordusu savaşa gittiği zaman düşmanı önce müslüman olmaya davet eder.
Düşman bunu kabul etmezse cizye ismi verilen vergiyi ödemeye davet eder. Şayet
düşman bunu da kabul etmezse o zaman İslam ordusu muharebe gereği habersiz
baskın düzenlemek dahil her taktiği kullanabilir.
Düşmanı
baskınla tehdid etmeden ansızın hücum ve saldırıda bulunmanın caiz olup
olmadığı yolunda üç görüş vardır: En sahih olan görüşe göre İslam dininden
haberdar olan düşmanı önce müslüman olmaya davet etmek müstehabtır. Dinimizden
habersiz ise hücumdan önce İslam'a davet etmek vacibtir. Nafi Mevla İbn-i Ömer,
Hasan-i Basri, Sevri, el-Leys, Şafii, Ebu Sevr, İbnü'l-Münzir ve Cumhur böyle
hükmetmişler. İbnü'l-Münzir: ilim ehlinin ekserisinin kavli budur, demiştir.
Nevevi: Sahih hadisler bu görüş ve hükmü te'yid eder, demiştir. Nevevi
"Cihad" kitabının başında bu konuda geniş bilgi vermiş ve diğer iki
görüşü de zikretmiştir. Diğer iki görüşü zayıf sayıldığı için buraya aktarmaya
gerek görmüyorum.
Büreyde (r.a.)
de bu hadiste Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in bir askeri müfrezeyi savaşa gönderdiği
zaman kumandana verdiği talimatta düşmanı önce müslüman olmaya davet etmeyi
emrettiğini rivayet eder.
,
Resul-i Ekrem
(s.a.v.)'in savaşa gönderdiği kumandanlara verdiği talimatta düşmana gösterilen
üç seçenekle ilgili parağrafların özlü izahına geçelim:
1. Düşmanı
müslüman olmaya davet etmektir. Düşman bunu kabul ettiği takdirde mesele
kalmamış olur. Artık onların can ve mal emniyeti garanti altındadır. Onlar
yurtlarından Medine-i Münevver e' ye gidip yerleşmek veya yurtlarında ikamet
etmeye devam etmek hususunda serbest bırakılmakla beraber bu iki şıktan
hangisini tereih ederlerse yararları ve yükümlükleri bildirilir: Şöyle ki:
Onlar müslümanlığı kabul edince Medine-i Münevvere'ye yerleşmeye davet edilir.
Bu davet ve çağrı müstehabtır. Eğer bu çağrıya uyarlarsa kendilerinden önce
Medine' ye hicret etmiş olan muhaeirler gibi ganimet malından fey' yani
muharebe yapılmaksızın fethedilen yerlerden alınan maldan ve diğer maddi ve
manevi kazançlardan istifade edecekler. Diğer taraftan muhaeirlerin yükümlü
oldukları görevler onlara da yüklenir. Bu görev gerektiğinde savaşa katılmak,
düşmana baskın düzenlemektir. Hattabi bu görevin cihad olduğunu belirterek:
Yani savaşa çağırıldıkları takdirde geri kalınamaz. Muhaeirler savaşa katılmak
mecburiyetinde idiler. Fakat bedevi Arablar savaşa çağırıldıkları zaman buna
icabet etmek mecburiyetinde değillerdi. Davete icabet edenler gidip savaşır ve
düşmandan alınan mallardan kendisine düşen hisseyi alırlardı. Savaşa gitmeyen
bedevi ganimet ve fey'den bir şey alamazdı. Buna karşılık, savaşa katılmadığı
için de kınanmaz, günahkar sayılmazdı. Ancak mücahidlerin sayısının savaş için
yeterli olması şarttır. Aksi takdirde bedeviler çağırıldıkları savaşa katılmak
mecburiyetindedir, der.
Bu parağrafta
geçen "Darü'l-Hicre" sözü ile Medine-i Münevvere kasdedilmiştir.
Avnü'l-Mabiid yazarının beyanına göre Mekke fethinden önceki dönemde Medine-i
Münevvere'ye hicret etmenin İslam'ın rükünlerinden olduğunu söyleyenler vardır.
Yine ayni müellifin beyanına göre Hattabi muhacirler hakkında özetle şu bilgiyi
vermiştir:
"Muhacirler,
Allah yolunda ve İslamiyet uğrunda vatanlarını terkedip Medine-i Münevvere'ye
göçeden ve muhtelif kabileler ve kavimlerden oluşan bir topluluktu.
Muhacirlerin ekseri sinin geçimini sağlayacak bir gelirleri yoktu. Medine - i M
ün e v ver e' de bunların ekserisinin ne ziraatı ne de hayvanı vardı.
Resiilullah (s.a.v.) hayatta iken ganimetten bunları yararlandırırdı. Bedevi
Arablar, yani köylerde ikamet eden Arablara gelince; bunlardan savaşa
katılanlar ganimetten hisselerini alıp evlerine dönerlerdi. Katılmayanlara
ganimetten bir şey yoktu."
Düşman müslüman
olmayı kabul etmekle beraber Medine-i Münevvere'ye yerleşmeyi kabul etmeyip
yurdunda kalmayı tercih ettiği takdirde kendilerine şu durum bildirilecek:
Onlar diğer bedevi müslümanlar gibi namaz, zekat, oruç ve hac gibi iba'detlerle
mükelleftir. Suç işlemeleri halinde ise İslam dinine göre cezalandırılırlar.
Canimet ve benzeri gelirlerden yararlanmaları ise onların savaşa katılmalarına bağlıdır.
Cihada katılanlan bundan yararlanır, katılmayanı yararlanmaz.
2. Düşmanın
müslüman olmayı kabul etmediği takdirde Cizye denilen vergiyi ödemeye davet
edilmesidir. Düşman bu teklifi kabul ettiği takdirde savaş açılmayacak ve
alınan cizye her yıl düzenli bir şekilde tahsil edilecektir.
Nevevi bu nokta
ile ilgili olarak özetle şu bilgiyi verir: "Cizyenin her çeşit kafirden
alınmasının caizliğine hükmeden Malik, Evzai ve onların görüşünde olanlar bu
hadisi de delil göstermişlerdir. Bu gruba göre kafirler Arab olsun, başka
milJetlerden olsun, Hristiyan ve Yahudi gibi Ehl-i kitab olsun, Mecusi olsun
başka çeşit kafirlerden olsun hepsi bu hükme tabidir. Ebu Han i fe' ye göre
cizye bütün kafirlerden alınır, Ancak Arabların müşriklerinden ve mecusilerinden
alınmaz. Şafii'ye göre ise cizye yalnız ehIi kitab ve mecusilerden alınır.
Bunlar Arab olsun, başka milletten olsun fark etmez. Diğer kafirlerden
alınamaz.
ALINACAK CİZYE
MİKTARI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLER
Nevevi sözüne
devamla bu husus hakkında da şöyle der: Alimler cizye mikdan hakkında ihtilaf
etmişler:
1. Ebu Hanife,
Küfe'nin diğer alimleri ve Ahmed'e göre cizye zengin için kırk sekiz, orta
halli için yirmidört ve fakir için oniki dirhemdir.
2. Şafii'ye
göre cizyenin en azı yılda bir dinar altındır. En çoğu ise anlaşmaya bağlıdır.
Cizyenin en azı olan bir dinar husüsunda zengin kafir ile fakir kafir arasında
bir fark yoktur.
3. Malik'e göre
altını bulunan kafir dört dinar altın ve gümüşü bulunan kafir kırk dirhem gümüş
cizye verecek." (Nevevi'nin sözü bitti.)
3. Düşman
müslüman olmayı kabul etmediği gibi cizye ödeme işini de kabullenmediği
takdirde savaş açmaktır.
Hadisin bundan
sonraki kısmı bir kale'yi muhasara etmek halinde düşmanın ahid ve misak
istemesiyle ilgilidir. Bu parağrafta geçen Zimmet ahid ve misak manasınadır. Bu
parağrafta düşman Allah ve Resül (s.a.v.)'ın ahdini istediği takdirde bunun
kabul edilmemesi, fakat kumandanın kendi şahsı, babası ve askerleri adına ahi d
vermesi talimatı verilmekte ve gerekçesi açıklanmaktadır: Gerekçenin özeti
şudur: Allah ve Resülü adına verilen teminatı ve ahdi bozmak ağırdır. Kumandan
ve asker adına verilen ahdi bozmak nisbeten ehvendir. Bu parağraftaki yasak
tenzihen mekruhluk manasınadır. Yasağın hikmeti ise şudur: Kumandan düşmana
Allah ve Resülü'nün ahdini verir. Sonra bu ahdin önemini ve hakkını
kavrayamayan bazı askerler ahde aykırı davranabilir.
Hadisin son
kısmında da muhasara altına alınan düşman kendileri hakkında Allah'ın hükmünün
uygulanmasını kumandandan istedikleri takdirde bunun kabul edilmemesi ve fakat
kumandanın hükmünün uygulanması talimatı verilmekte ve bu talimatın gerekçesi
beyan edilmektedir. Gerekçe şudur: Kumandan düşman hakkında bir hüküm verdiği
zaman bunun Allah'ın hükmüne uygunluğunu kesin olarak bilemez. Şu halde
Allah'ın hükmüdür, diye düşman hakkında uygulanacak hüküm de bir yanılma vukü
bulursa bir isabetsizlik ve hata işlenebilir. Nevevi: Bu parağraftaki yasak,
tenzihen mekruhluk ve ihtiyat içindir, der. Çünkü ehil ve liyakatlı bir
müctehid dini bir konuda olanca gücüyle ictihad ettiği takdirde onun vardığı
hüküm Allah katındaki hükme uygun düşmese bile müctehid vebal altına girmiş
olmaz. Bilakis ictihadından dolayı sevab kazanmış olur.
Nevevi: Bu
hadis her müctehidin, yaptığı ictihadda mutlaka isabetli karar verdiği
söylenemez, diyen alimler için bir delildir. Yani bir konu hakkında muhtelif
ictihadlar yapıldığı zaman bunlardan birisi Allah katındaki hükme uygun olur ve
diğerleri uygun olmaz, diyen alimler için bu hadis bir delil sayılır. Bütün
ictihadlar isabetli ve Allah katındaki hükme uygundur, diyen alimler ise bu
hadise şöyle cevab verirler: Yani, Ey kumandan! Sen düşman hakkında bir hüküm
verdiğin zaman senin bu hükümde yanıldığına dair bana Allah tarafından bir
vahyin gelmesi mümkün ve muhtemeldir. Bu itibarla onlar hakkında hüküm verirken
kendi hükmünü ver, Allah adına hüküm verme. Bu durum Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in
dönemine mahsustur. O'nun vefatından sonra böyle bir durum söz konusu değildir.
Çünkü müctehidin verdiği hüküm de yanıldığına dair bir vahyin gelmesi söz
konusu değildir. Bu nedenle her müctehid yaptığı ictihadda isabetli karar
vermiş sayılır.