DEVAM: 23- BELA
(MUSİBET VE SIKINTILARA) KARŞI SABRETMEK BABI
حدّثنا
الْحُسَيْنُ
بْنُ
الْحَسَنِ
الْمَرْوَزِيُّ.
حدّثنا ابْنُ
أَبِي
عَدِيٍّ. حَ وَحَدَّثَنَا
إِبْرَاهِيمُ
ابْنُ
سَعِيدٍ الْجَوْهَرِيُّ.
حدّثنا
عَبْدُ
الْوَهَّابِ
بْنُ عَطَاءٍ،
قَالاَ:
حدّثنا
رَاشدٌ أَبُو
مُحَمَّدٍ الْحِمَّانِيُّ
عَنْ شَهْرِ
بْنِ حَوْشَبٍ،
عَنْ أُمُّ
الدَّرْدَاءِ،
عَنْ أَبِي الدَّرْدَاءِ؛
قَالَ:
أَوْصَانِي
خَلِيلِي، صلى
الله عليه
وسلم : ((أَنْ
لاَ تُشْرِكْ
بِاللهِ شَيْئاً،
وَإِنْ
قطِّعْتَ
وَحُرِّقْتَ.
وَلاَ تَتْرُكْ
صلاةْ
مَكْتُوَبةً،
مُعَتَمِّداً،
فَمَنْ
تَرَكَهَا،
مُتَعَمِّداً،
فَقَدْ
بَرِئَتْ
مِنْهُ
الذِّمَّة.
وَلاَ تَشْرَبِ
الْخَمَرَ،
فَإِنَّهَا
مَفْتَاحُ كُلِّ
شَرٍّ)).
في الزوائد:
إسناده حسن.
شهر مختلف
فيه.
Ebu'd-Derda (r.a.)'den
rivayet edildiğine göre; şöyle demiştir: Dostum Resulullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
bana şu tavsiyede bulundu: «Param-parça edilsen ve
(ateşte) yakılsan bile Allah'a hiçbir şeyi ortak etme ve hiç bir farz namaz'ı
bile bile bırakma. Çünkü kim bir farz namazi kasıtlı olarak (yani unutmak gibi şer'i mazeret olmaksızın) bırakırsa zimmet (yani ilahi teminat) kendisinden uzaklaşmış olur. İçki de içme, çünkü
içki her şerrin anahtarıdır.»
Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi hasen'dir. Ravi Şehr hakkında ihtilaf olmuştur.
AÇIKLAMA: İman tadını, halavetini
ve lezzetini bulmaya vesile olan üç haslet, hadiste durumları belirtilen üç
kişideki hasletlerdir. Bunlaro tekrar ele alalım,
Hasletlerin;
Birincisi: Herhargi bir adamı sırf Allah için sevmektir. Yani o sevgi
dünya ile ilgili herhangi bir maksadla değildir.
Yahya bin Muaz: Allah yolunda ve O'nun için olan
hakiki sevgi, sevilen adamın iyi davranması, sevene iyilik etmesi ve ikramda
bulunmasıyla fazlalaşmaz ve sevilen adamdan cefa görmekle de eksilmez,
demiştir.
Evet mu'min, imanlı olduğu,
Allah'a kulluk ettiği, emirlerine boyun eğerek yasaklarından kaçındığı ve Allah
mu'minlerin birbirlerini sevmelerini emrettiği için
sevilmelidir. Bu sevgi ne kendisinden menfaat sağlandığı veya sağlanması
beklendiğinden dolayı fazlalaşır, ne de bir sıkıntı veya eziyet verdiğinden
dolayı azalır.
İkincisi: Allah
ve Resulünü her şeyden fazla sevmektir. el-Hafız'ın
beyanına göre el-Beyzavi: Buradaki sevgiden maksad nefsin sevmesi değil aklın sevmesidir. Akıl, nefsin
hoşuna gitmese bile faydalı, lüzumlu ve sakıncasız olanı tercih eder ki, bu
tercih işine aklın sevmesi denilir. Mesela hasta adam tabiatı itibariyle ilaç
almaktan hoşlanmaz. Nefsi ilaç almak istemez, bilakis tiksinir. Fakat hastanın
aklı kendisini ilaç almaya sevkeder. İşte aklın ilaç
almayı gerekli görmesi ve hastanın buna eğilmesi akli bir tercih ve sevgiden
dolayı meydana gelir. Aklı başında olan bir mu'min düşündüğü zaman Allah'ın faydasız şeyleri
emretmediğini, emirlerinde mutlaka bir takım hikmetler, faydalar, kazançlar ve
kurtuluş bulunduğunu, keza yasakladığı şeylerin mutlaka zararlı oldUğunu anlar ve aklı nefse hoş gelmeyen ilacı almayı
tercih ettiği gibi ilahi emirleri yerine getirmeyi ve yasaklardan uzak durmayı
tercih eder ve nefis bu şekilde uydu haline gelir. Mu'min
Allah'a bu şekilde itaat etmekle de aklından kaynaklanan bir lezzet ve zevk
duyar. Çünkü akla dayalı zevk ve lezzet, izlenen yolun en hayırlı ve en
kazançlı yol oldugunu idrak etmektir, demiştir.
ALLAH SEVGİSİ İKi KıSıMDA MÜTALAA OLUNUR
Farz olan
sevgi, ilahi emirleri yerine getirmeye ve günahlardan sakınmaya, kaderde olan
şeylere rıza göstermeye vesile olan muhabbettir. Şu halde haram bir şey işleyen
veya farz olan bir şeyi ihmal eden bir kimse nefsinin arzusuna uyarak nefsini
tatmin etmeyi ilahi rızaya tercih ettiği için Allah'ı sevmekte kusurlu sayılır.
Hatta. mübah olan şeylere ölçüsüz dalmak bile gaflete
yol açacağından dolayı Allah sevgisine gölge düşürebilir.
Mendub olan sevgi; kulun nafile ibadetlere yönelmesi, bu
tür ibadetlere düşkünlüğü ve şüpheli şeylerden kaçınmasıdır. Böyle olan mu'minlerin sayısı pek azdır.
Resul-i Ekrem
(s.a.v.)'i sevmek de böyledir.
Resul-i Ekrem
(s.a.v.)'i sevmek; O'nun sünnetini, yolunu prensiplerini sevmek, emirlerini
yerine getirmek ve hoşlanmadığı şeylerden uzak durmakla gerçekleşir.
Üçüncüsü i Diri
diri ateşe atilmayı küfre
gitmeye tercih etmektir. Yani bir mu'mine: Sen ya
küfre gideceksin, müslümanlıktan çıkacaksın veya diri
diri ateşe atılacaksın, diye baskı, tehdid ve işkence yapılması karşısında bile; küfre
gitmektense ateşte yakılmayı tercih etmesi, ateşte yakılmanın küfre gitmekten
fazla sevimli olması durumudur.
Hadiste, bu üç
vasfı taşıyan mu'minin iman tadını, halavetini bulduğu belirtilmektedir.
Halaveti Tatlılık, demektir. Bu itibarla bundan maksad, bu seviyeye gelen mu'minin
ibadetlerin zevkine, lezzetine erişmesi, Allah rızası uğrunda meşakkat ve sıkıntilara sabır ve tahammül etmesi ve bu hali, dünyalık
olan şeylere tercih etmesidir.
Nevevi, iman halavetini ve
tadını bu şekilde açıkladıktan sonra: Kulun Rabbini sevmesi; O'na itaatkar
olması ve muhalefet etmemesi ile gerçekleşir. Resul-i Ekrem (s.a.v.)'i sevmek
de böyledir.
Yukarıdaki yani
Ebu'd-Derda (r.a.)'ın hadisi Zevaid türündendir. Bu
hadiste de dini hususlar için sabır ve tahammül etmenin gerekliliği, namazı
ihmal etmenin vebalinin büyüklüğü ve içkinin her kötülüğün başı olduğu
belirtilmektedir.
Bu hadiste bir
farz namazı taammüden bırakan bir kimsenin zimmet, yani ilahi teminattan
uzaklaştığı beyan buyurulmuştur. Zimmet ve ilahi
teminattan maksad; Kelime-i Şehadet
getirip namazlarını usulüne uygun olarak eda eden ve zekatını
veren insanların can ve mallarının teminat altında olduğuna dair hadisle sabit
ilahi garantidir. Çünkü bu hadiste insanlar anılan duruma gelinceye kadar
onlarla savaşmanın emredildiği bildirilmektedir. 71 ve 72 nolu
hadisler bu konuya dair gelen hadislerdendir. Bu itibarla unutmak, bayılmak
gibi şer'i bir mazeret yok iken, bile bile bir farz
namazı terkeden bir kimse, anılan hadislerIe
verilmiş olan Zimmeti, yani ilahi güvence ve teminatı yitirmiş sayılır.