ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BAKARA

283

وَإِن كُنتُمْ عَلَى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُواْ كَاتِباً فَرِهَانٌ مَّقْبُوضَةٌ فَإِنْ أَمِنَ بَعْضُكُم بَعْضاً فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ أَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّهَ رَبَّهُ وَلاَ تَكْتُمُواْ الشَّهَادَةَ وَمَن يَكْتُمْهَا فَإِنَّهُ آثِمٌ قَلْبُهُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ

 

283- Şayet bir yolculukta olup da katip bulamazsanız alacağınız rehinler (de yeter). Eğer biriniz diğerine güvenirse kendisine güvenilen kişi emanetini eksiksiz ödesin. Rabbi olan Allah'tan korksun. Şahitliği de gizlemeyin. Kim. onu gizlerse muhakkak onun kalbi günahkardır. Allah yaptıklarınızı çok iyi bilendir.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yirmidört başlık halinde sunacağız:

 

1- Bu Ayetin Önceki Ayetle ilişkisi:

2- Yolculukta ve ikamet Halinde Rehin Bırakmak:

3- Yazacak Katip ve Yazma Araçları Bulunmazsa:

4- "Rehin" Kelimesiyle ilgili Açıklamalar:

5- Rehinin Anlamı ve Mahiyeti:

6- Rehin Herhangi Bir Şekilde Mürtehinin Elinden Çıkıp Rahinin Eline Geçerse:

7- Sözlü Rehin Akdi Yapmakla Birlikte Fiilen Rehin Kabzedilmezse:

8- Rehnin Mürtehin Tarafından Kabzedilmesi:

9- Yed-i Eminde Bırakılan Rehin Kaybolursa:

10- Müşaın Rehni:

11- Alacağın Rehin Olması:

12- Rehinden Faydalanma:

13- Rehnin Alıkonulup Çözülmemesi:

14- Rehnin Alıkonulması Gelirleri ve Masrafları ile ilgili Rivayetler:

15- Rehindeki Artış:

16- Borcu Serveti Kadar Olanın Rehin Bırakması:

17- Biri Diğerine Emanet Bırakırsa:

18- Emanet:

19- Şahitlik Gizlenmesin:

20- Şahitler Birden Çok Olursa Şahitlik Etmenin Hükmü:

21- Şahitliği Gizleyen Günahkardır:

22- Allah'ın Emir ve Hükümleri insanların Lehinedir:

23- iyi ve Kötü Yanlarıyla Borç:

24- Allah'ın Yazışma, Şahit Tutma, Rehin Almaya Dair Emirleri, Malların Korunup Artırılması için Kat'i Bir Emir Manasınadır:

 

1- Bu Ayetin Önceki Ayetle ilişkisi:

 

Yüce Allah, malların ve Allah'a itaatin korunması maslahatına binaen şahit tutmaya, yazı yazmaya teşviki sözkonusu ettikten sonra yazmayı engelleyen birtakım özür hallerini zikretmekte ve bu haller için rehni öngörmektedir. Çoğunlukla mazeret teşkil eden hallerden birisi olan yolculuk halini sözkonusu etmektedir.

 

Özellikle gazaların çokluğu sebebiyle o dönemlerde yolculuk daha fazla idi. Her bir mazeret de mana bakımından bunun kapsamına girer. Nice vakitler vardır ki, ikamet halinde de yazacak kimse bulmak mümkün olmayabilir. İnsanların meşgul oldukları zamanlar ve gece vakitleri gibi.

 

Aynı şekilde borçlunun yükümlülüğünü yerine getiremeyeceğinden korkmak da rehin istemeyi gerektiren bir özürdür. Peygamber (s.a.v.) da kendisine arpa borç vermesini istediği bir yahudiye zırhını rehin bırakmıştı. Çünkü bu adam: Muhammed benim malımı alıp götürmek istiyor demişti. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştu: "Yalan söylemiştir. Şüphesiz ki ben yeryüzünde de eminim, gökyüzünde de eminim. Eğer bana güvenip verseydi elbette borcunu eksiksiz öderdim. Ona zırhımı alıp götürün.'' Rasülullah (s.a.v.) biraz sonra açıklanacağı üzere zırhı rehin olduğu halde vefat etmişti.

 

2- Yolculukta ve ikamet Halinde Rehin Bırakmak:

 

İlim adamlarından büyük bir topluluk der ki: Yolculukta rehin Allah tarafından indirilen Kur'an-ı Kerim'in nassı gereğidir. İkamette ise Rasülullah (s.a.v.)'ın sünneti ile sabittir. Bu doğrudur.

 

Biz rehinin ikamet halinde ayetin manası ile caiz görüldüğünü açıklamış bulunuyoruz. Çünkü ikamet halinde de birtakım özürler sözkonusu olabilir. İkamet halinde rehnin yasak olduğu Mücahid, ed-Dahhak ve Davüd'dan başka kimseden rivayet edilmiş değildir. Bunlar bunu söylerken ayet-i kerimeye dayanırlar. Halbuki ayet-i kerimede buna dair bir delil yoktur. Çünkü bu buyruklar her ne kadar şart hükmünde ise de bundan kastedilen çoğunlukla rastgelinen hallerdir. Ayet-i kerimede rehnin yolculuk halinde sözkonusu edilmesi yolculuk dışında yasak olduğu anlamına gelmez. Buhari, Müslim ve başkalarında Aişe (r. anha)'dan Peygamber (s.a.v.)'ın bir yahudiden belli bir vadeye yiyecek satın aldığını ve ona karşılık demirden bir zırhını rehin bıraktığı rivayet edilmektedir. Bu hadisi ayrıca Nesai, İbn Abbas yoluyla gelen rivayette nakletmiştir. İbn Abbas dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) vefat ettiğinde onun zırhı bir yahudinin yanında aile halkı için aldığı otuz sa'lık bir arpa karşılığında rehin idi.

 

3- Yazacak Katip ve Yazma Araçları Bulunmazsa:

 

Yüce Allah'ın: "katip bulamazsanız" buyruğunu cumhur yazacak adam anlamında "Katip" diye okumuşlardır. İbn Abbas, Ubey, Mücahid, ed-Dahhak, İkrime ve Ebu'l-Aliye ise "Yazacak şey bulamazsanız" diye okumuşlardır.

 

Ebu Bekr el-Enbari der ki: Mücahid bunu açıklayarak şöyle demiştir: Bu anlamı yolculuklarda eğer mürekkep bulamazsanız, anlamındadır.

 

İbn Abbas'tan da "Yazıcılar" diye rivayet edilmiştir.

 

en-Nehhas der ki: Böyle bir kıraat şaz bir kıraattir. Umumun kıraati buna muhaliftir. Zaten umumun kıraati dışına çıkıp da tenkid edilecek tarafı bulunmayan kıraat pek azdır. Sözün akışı "katip" şeklinde olmasını gerektirmektedir. Çünkü Yüce Allah bundan önce: "Aranızda bir katip adaletle yazsın" (el-Bakara, 282) diye buyurmaktadır.

 

"Küttab: Yazıcılar, katipler" ise bir topluluğun olmasını gerektirmektedir.

İbn Atiyye der ki: Küttab: Katipler kıraati her bir olayın bir katibi olması bakımından güzel ve uygun bir kıraattir. Burada topluluğa: Eğer yazıcılar, katipler bulamazsanız .. denilmektedir. el-Mehdevi', Ebu'I-Aliye'den bu kelimeyi "Kitaplar" diye okumuş olduğunu rivayet etmektedir. Bu da "kitap: yazılı belge"nin çoğuludur ve karşılaşılan ve yazıya geçirilmesi gereken olayların çeşitli olması açısından böyle okunabilir.

 

Ubey ve İbn Abbas'ın "Küttab: Yazıcılar, katipler" diye okuması ile ilgili olarak da en-Nehhas ve Mekki şöyle demiştir: Bu kelime "katip" kelimesinin çoğuludur. Tekil olan "kaim: ayakta duran" kelimesinin çoğulunun "kuvvam" şeklinde gelmesi gibi. Mekki der ki: Anlamı da şudur: Şayet, mürekkep, kalem ve kağıt bulunmazsa ...

 

Katibin olmayışı, uygun herhangi bir yazı aracının bulunmaması halinde sözkonusudur. Yine katibin olmayışı, kitabın (yazılı belgenin) da olmaması sonucunu verir. O bakımdan her iki kıraat de güzel olmakla birlikte; Mushafın hattı açısından durum farklıdır. (Yani cumhurun kıraatini uygun göstermektedir).

 

4- "Rehin" Kelimesiyle ilgili Açıklamalar:

 

Yüce Allah'ın: "Alacağınız rehinler" buyruğunu Ebu Amr ve İbn Kesir (...) şeklinde "ra" ve "he" harfleri ötreli olarak okumuşlardır. "He" harfini hafif (sakin) okudukları da onlardan rivayet edilmiştir. et-Taberi der ki: Bazıları "re" ve "he" harfi ötreli şekildeki okuyuşunun, (ayet-i kerimedeki başka kıraatlerde:  (...) in çoğulu olduğunu söylemişlerdir. O vakit bu cem'ul cem'dir. (Yani çoğulun da çoğuludur). Bunu ez-Zeccac, el-Ferra'dan nakletmektedir.

 

el-Mehdevi der ki: "Rehineler" buyruğu mübtedadır. Haberi ise hazfedilmiştir. Yani alıkonulacak rehineler bunun için yeterlidir.

 

en-Nehhas der ki: Asım b. Ebi'n-Nucud ise "he" harfi sakin olarak (...) şeklinde okumuştur. Bu okuyuş, Mekke halkından da rivayet edilmektedir. Bu konuda uygun şekil, (...) şeklidir. Nitekim (...): Katır katırlar, koç koçlar gibi. (...) kelimesinin ise (...) kelimesinin çoğulu olması gerekiyor. (...): Kitap, kitaplar gibi. Bunun (...) ın çoğulu olduğu da söylenmiştir. (...): Tavan tavanlar, boğaz boğazlar ve benzerleri.

 

"He" harfi sakin olarak (...) kelimesinde ise, ötrenin ağırlığı sebebiyle hazfedilmiş olması dolayısıyla izahı mümkündür. Bunun (...) in çoğulu olduğu da söylenmiştir. (...): İnce bir ok ve bunun çoğulu olarak (...): İnce oklar gibi. Ancak birincisi daha uygundur. Çünkü birincisi sıfat değildir. Bu ise burada sıfattır.

 

Ebu Ali el-Farisi der ki: (...) kelimesinin en az sayıyı ifade etmek üzere kırık çoğulunun yapıldığını bilmiyorum. Eğer böyle bir çoğul yapılsa kıyasen bunun (...) vezninde gelmesi gerekirdi. (...): Köpek köpekler gibi. Sanki burada onlar az ile yetinmiş ve çoğa ihtiyaç duymamış gibidirler. Tıpkı şu sözlerinde çokluk için kullanılan yapısı ile yetinip azlık için kullanılan kelime yapısına gerek duymayışları gibi: (...): üç tane ayak bağı gibi. Bazen de azlık bildiren çoğul yapısı ile yetinir ve çokluk bildiren yapıya gerek duymazlar. (...): Yular, yularlar gibi. Buna göre (...): Rehin kelimesi iki şekilde çoğul yapılabilir. Bunlar da (...) kalıplarıdır.

 

el-Ahfeş der ki: (...) kalıbındaki kelimelerin çoğulunun (...) şeklinde gelmesi hem çirkindir, hem de az ve istisnaidir.

 

Yine el-Ahfeş der ki: (...) kelimesinin (...) kelimesinin çoğulu olması da mümkündür. Adeta o (...) kelimesinin (...) şeklinde çoğul yapıyor; daha sonra da (...) şeklinde çoğul yapıyor gibidir. Tıpkı (...): Yatak yataklar, gibi.

 

5- Rehinin Anlamı ve Mahiyeti:

 

Aynın, hak karşılığında sağlam bir belge olmak üzere alıkonulması ve bu hakkın borçludan alınmasının imkansız olması halinde, bu hakkın o aynın yahut da menfaatlerinin semeninden karşılanması maksadıyla alıkonulmasıdır.

 

İlim adamları rehni böylece tarif etmişlerdir. Arapların dilinde ise rehin devamlılık ve süreklilik anlamındadır. İbn Side der ki: Bir şeyi rehin etmek onu devam ettirmek demektir. Rehnin, devam etmek anlamına geldiği sözlerden birisi de şairin şu beyitidir: "Ekmek ve et onlar için devamlıdır (rahin) Bir de bardağı taşıp dökülen şarap."

 

el-Cevherı der ki: Birşeyin rehnolması, onun devam etmesi demektir. "Onlara yiyeceği ve içeceği rehnettim" o şeyi onlara devamlı verdim, anlamındadır. İşte buna: Rahin yiyecek (devamlı gelen yiyecek), denilir. Rahin, sabit demektir. Yine bu kelime, zayıf deve ve insanlar hakkında da kullanılır:

 

Şair der ki: "Sen benim bedenimi sıskalaşmış, zayıflamış, gevşemiş görsen de Şunu bil ki erkeklerin şanı şerefi şişmanlıkla değildir."

 

İbn Atiyye der ki: Bir belge anlamını ihtiva eden rehin anlamına gelen "rehn"den: (...) şeklinde gelir.

 

Bunu bazıları nakletmiştir. Ebu Ali der ki: (...) tabiri pahalılık, aşırılık hakkında, karz ve satış hakkında ise (...) kullanılır. Ebu Zeyd der ki: (...): Onu pahalı satmak istedim, demektir. Bu sadece pahalılık hakkında kullanılır. Şair bir dişi deveyi anlatırken şöyle demektedir: "Ona verilen dinarların yüksekçe bir paha olduğu 'İdi bir deve ...

 

'İd, Mehra b. Haydanoğullarına mensup bir koldur. Mehralıların develeri ise üstün soylulukları ile nitelenirler.

 

ez-Zeccac da der ki: Rehn hakkında (...) tabirleri kullanılır.

İbnu'l-A'rabı ve el-Ahfeş de böyle demiştir: Abdullah b. Hemmam es-Selüli der ki:

"Onların tırnaklarından korkunca Kendimi kurtardım ve Malik'i onlara rehin bıraktım."

 

Sa'leb der ki: Bütün raviler (...): Rehin bıraktım, şeklinde rivayet ederler; (...) şeklinde de kullanılabilir.

 

Ancak el-Esmai bu beyitteki bu kelimeyi (...) şeklinde istikbal ifade eden bir fiili mazi fiile atfetmesi şeklinde rivayet etmiş ve bunu arapların şu deyimine benzetmiştir: (...) Kalktım ve yüzüne tokat vuracağım. Bu da güzel bir yoldur. Çünkü buradaki "vav" hal "vav"ıdır. O burada "tokatlayacağım" kelimesini birinci fiile hal yapmıştır. Yani onun yüzünü tokatlayarak kalktım, demek olur. Yani (beyitin ikinci mısraının anlamı) Malik'i onların yanında ikamet eder bıraktım, şeklinde olur.

 

Çünkü: (-erhente'ş-şey'-) değil, (-rehentuh-) denilir. (...): Dilimi şuna karşılık rehnettim, denilirse de (...) denilmez. İbnu's-Sikkıt der ki: Burda (...): Borç verdim anlamındadır.

 

Mürtehin, rehin alan kimsedir. Alınan şeye de merhun ve rehin denilir. Dişisi "rehine" diye gelir. (...): Filan kişi ile şu şey karşılığında murahane yaptım: Kazanan o mükafatı almak üzere yarıştım, anlamındadır. (...): Ona karşılık oğlumu irhan ettim, yani onlarla giriştiğim bir müsabakada mükafat olarak onu bıraktım, demektir.

 

Rehine tekildir, çoğulu rehain gelir. Bütün bu bilgiler el-Cevherı'den alınmıştır.

, ,

İbn Atiyye der ki: Satışta ve karzda: (...) denileceğinde görüş ayrılığı yoktur. Daha sonra bu mastar rehin olarak verilen şeye ad oldu. O bakımdan (...): Bir rehin bıraktım, dediğin gibi (...): Kumaşı rehin bıraktım, da denilir.

 

6- Rehin Herhangi Bir Şekilde Mürtehinin Elinden Çıkıp Rahinin Eline Geçerse:

 

Ebu Ali dedi ki: Rehin sabit olmak ve devamlılık anlamına geldiğinden dolayı fukahaya göre rehin, herhangi bir şekilde mürtehinin elinden çıkıp rahinin eline geçecek olursa, rehin batıl olur. Çünkü mürtehinin seçtiği sebebin dışına çıkmış olmaktadır.

 

Derim ki: Mezhebimizdeki muteber görüşe göre; rehin mürtehinin isteğiyle ne zaman rahine geri dönerse, rehin batıl olur. Ebu Hanife de bu görüştedir. Ancak o şöyle der: Şayet rehin bir ariye veya bir vedia olarak gelecek olursa batıl olmaz. Şafii de der ki: Rehinin, rahinin eline mutlak olarak geri dönmesi önceki kabzın hükmünü iptal etmez.

 

Bizim delilimiz: "Alacağınız rehinler" buyruğudur. Burada rehin alanın (kabzedenin) elinden çıktığı takdirde kelime anlamı itibariyle ayet-i kerimedeki bu lafzın onun hakkında kullanılması uygun düşmez. Dolayısıyla hükmün de onun hakkında uygunluğu sözkonusu olmaz. Bu da açıkça görülen bir konudur.

 

7- Sözlü Rehin Akdi Yapmakla Birlikte Fiilen Rehin Kabzedilmezse:

 

Sözlü olarak birisine rehin bıraksa, fakat fiilen o rehni kabzetmesi için vermezse bu, herhangi bir hükmü gerektirmez. Çünkü Yüce Allah: "Alacağınız rehinler" diye buyurmaktadır. Şafii der ki: Şanı Yüce Allah, hükmü ancak kabz ile nitelenmiş bir rehine bağlı olarak zikretmiştir. Bu nitelik bulunmadığı takdirde, hükmün de bulunmaması icabeder. Bu ise oldukça açık bir husustur.

 

Malikiler ise şöyle demektedir: Rehin akid ile bağlayıcıdır. Ve rahin mürtehinin onu eline geçirebilmesi için rehni vermeye mecbur tutulur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır; "Akidlerinizi tastamam yerine getirin iz " (el-Maide, 1) Bu da bir akiddir. Yine Yüce Allah; "Ahidlere bağlı kalınız" (İsra, 34) diye buyurmaktadır. Bu da bir ahiddir. Peygamber (s.a.v.) da: "Mü'minler şartlarının yanındadır (yerine getirirler)" diye buyurmaktadır. Bu da bir şarttır.

 

Bundan dolayı bize göre kabz, rehnin faydasının tamamlanması hususunda bir şarttır. İkisine (Ebu Yusuf, Muhammed'e) göre ise lüzum (bağlayıcılığı) ve sıhhati için bir şarttır.

 

8- Rehnin Mürtehin Tarafından Kabzedilmesi:

 

Yüce Allah'ın; "Alacağınız. (kabzedilen anlamına: makbuda)" buyruğu, mürtehinin rehni alıp alıkoymasını gerektirir. Herkes mürtehinin kabzının sıhhatini icma ile kabul eder. Aynı şekilde mürtehinin kabzının sahih olacağını da kabul etmişlerdir. Şu kadar var ki yanında rehnin bırakılacağı adil kimsenin kabzı hususunda görüş ayrılığı vardır. Malik, bütün arkadaşları ve ilim adamlarının cumhuru der ki: Adil bir kimsenin kabzı da kabzdır. İbn Ebi Leyla, Katade, el-Hakem ve Ata ise: Bu kabz değildir, derler. Mürtehinin yanında olmadıkça rehin kabzedilmiş olmaz. Onların görüşüne göre bu kabz, bir ta abbüddür. Fakat anlam itibariyle cumhurun görüşü daha sahihtir. Çünkü rehin adaletli bir kimsenin yanına ulaştığı takdirde, hem sözlük anlamı itibariyle, hem de gerçek manası itibariyle kabzedilmiş olur. Çünkü adaletli bir kimse hak sahibinin vekili ve vekil konumundadır. Bu da açıkça görülen bir husustur.

 

9- Yed-i Eminde Bırakılan Rehin Kaybolursa:

 

Rehin adaletli bir kimsenin elinde bırakılır ve kaybolursa mürtehin de tazminatını ödemez; rehni yanında bıraktığı kimse de tazminat ödemez. Çünkü mürtehinin elinde tazminatını ödemesini gerektiren birşey yoktur. Rehnin elinde bırakıldığı kimse ise emin kimsedir. Emin (güvenilen) kişi ise tazminat ödemez.

 

10- Müşaın Rehni:

 

Yüce Allah: "Alacağınız" diye buyurduğundan dolayı ilim adamlarımız da şöyle demiştir: Bu buyruğun-zahiri ve mutlak ifadesi, müşaın rehnedilmesini caiz kılmaktadır. Ebu Hanife ve arkadaşları bunu kabul etmezler. Onlara göre evin üçte birini, kölenin veya kılıcın yarısını rehin bırakması caiz değildir. Daha sonra şöyle derler: İki kişinin bir kişiden ortaklaşa alacakları bir malları bulunsa o kişi de alacaklı iki kişiye borcu karşılığında bir arazi rehin bırakacak olursa alacaklılar bunu kabzettikleri takdirde bu caizdir. İbnu'l-Münzir der ki: Bu ise müşaın rehnine cevaz vermektir. Çünkü onlardan her birisinin evin (arazinin) yarısına mürtehin olması (rehin alması) sözkonusudur. İbnu'l-Münzir der ki: Satışı caiz olduğu gibi müşaın rehnedilmesi de caizdir.

 

11- Alacağın Rehin Olması:

 

Bizim ilim adamlarımıza göre başkasının zimmetindeki alacağın rehin olması caizdir. Çünkü bu -bunu kabul etmeyenlerin görüşüne hilafen- kabz edilmiştir. Mesela: Akidleşen iki kişiden birisinin ötekinden bir alacağı varsa (yeni akid dolayısıyla kendisinin meydana gelen borcu karşılığında) alacağını rehin bırakır.

 

İbn Huveyzimendad der ki: Satılması caiz olan her bir malın rehnedilmesi de caizdir. İşte bu illet dolayısıyla alacağın rehin olmasını caiz görmekteyiz. Çünkü onun satılması da caizdir. Diğer taraftan bu kendisi ile vesika (belgeleme)nin gerçekleşeceği bir maldır. O bakımdan rehin olması da -var olan bir mala kıyas yoluyla- caizdir.

 

Bunu kabul etmeyenler ise şöyle derler: Çünkü bunun karşı tarafa kabzettirilmesi gerçekleşmemektedir. Kabz ise rehnin lüzumu (bağlayıcı olması için) bir şarttır. Çünkü vadenin gelmesi esnasında alacak olan hakkın ondan tahsil edilmesi kaçınılmaz birşeydir. Bu hakkın tahsil edilmesi ise mal oluşundan mümkün olur. Aynından değiL. Deyn'de (alacakta) ise bu düşünülemez.

 

12- Rehinden Faydalanma:

 

Buhari, Ebu Hureyre (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Binek rehin bırakıldığı takdirde yapılan masraf karşılığında ona binilir. Rehin bırakıldığı takdirde ona yapılan masraf karşılığında sağımlık hayvanın sütü içilir. Binenin ve içenin de masrafını karşılaması gerekir.'' Bu hadisi Ebu Davüd da rivayet etmiş olup her iki yerde de "sütünü içer" yerine "sütünü sağar" demiştir.

 

el-Hattabi der ki: Bu müphem bir ifadedir. Bizzat lafzın kendisinde kimin bineceği ve sütü kimin sağacağı beyan edilmemiştir. Bu kişi acaba rehin bırakan (rahin) mıdır, rehin alan (mürtehin) mıdır yoksa rehnin elinde bırakıldığı adil (güvenilir) bir kimse midir?

 

Derim ki: Bu husus iki hadiste beyan ve tefsir edilmiştir. Bunlar dolayısıyla da bu hususta ilim adamları arasında görüş ayrılığı vardır.

 

Darakutni, Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Binek hayvanı rehin olduğu takdirde mürtehinin ona yem vermesi görevidir. Sağmal hayvanın da sütü içilir. Onun sütünü içenin de masrafını karşılamak görevidir." (Darakutni, III, 34)

 

Bu hadisi, Ahmed b. Ali b. el-Ala 'dan şöylece rivayet etmektedir: Bize Ziyad b. Eyyub anlattı. Bize Huşeym anlattı, bize Zekeriyya eş-Şabi'den o Ebu Hureyre'den rivayetle anlattı. Aynı zamanda bu, Ahmed ve İshak'ın da görüşüdür: Mürtehin (rehin alan) masrafı miktarınca rehinden sütünü sağarak sırtına binerek faydalanabilir.

 

Ebu Sevr der ki: Şayet onun masrafını karşılayan rahin ise mürtehin ondan faydalanamaz. Eğer rahin ona masraf yapmayıp ve bunu mürtehinin elinde bırakırsa, mürtehin de ona masraf yaparak binek hayvanına binebilir, köleyi hizmetinde kullanabilir. el-Evzai ve el-Leys de böyle demişlerdir.

 

İkinci hadis-i şerifi de yine Darakutni rivayet etmiştir. İsnadı hakkında tenkid vardır. Buna dair açıklama da gelecektir. Hadis-i şerif İsmail b. Ayyaş'tan, o İbn Ebi Zi'b'den, o ez-Zühri'den, o el-Makburi'den, o Ebu Hureyre 'den dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Rehin (borç vaktinde ödenmedi diye) alıkonulmaz. Onun faydası da masrafı da rehin sahibine aittir."(Darakutni, III, 33)

 

Bu Şafii, eş-Şa'bi ve İbn Sirin'in görüşüdür. Aynı zamanda Malik ve arkadaşlarının görüşüdür. Şafii der ki: Rehnin menfaati rehin bakan (rahin)edir. Masrafı da ona aittir. Mürtehin ise belge olsun diye koruma dışında rehninden hiçbir yolla faydalanamaz.

el-Hattabi der ki: Bu, bu konudaki görüşlerin en uygun ve en sahih olanıdır. Bunun delili ise Peygamber (s.a.v.)'ın şu buyruğudur: "Rehin onu rehin bırakan kimseden alıkonulamaz. Onun faydası da ona aittir, masrafı da ona aittir." (Darakutni, III, 33) el-Hattabi der ki: Hz. Peygamber'in: "Sahibinden alıkonulamaz" buyruğu sahibinin ondan yararlanması engellenemez, demektir.

 

Derim ki: Bu şekliyle zaten açık bir ifade olarak gelmiştir. Dolayısıyla te'vile de gerek yoktur. Tahavi de der ki: Bu engelleme faizin mübah olduğu, arkasından menfaat getiren borcun yasaklanmadığı, birşeye karşılık -eşit olmasalar dahi- bir başka şeyin olmasının yasaklanmadığı zamanda idi. Bundan sonra faiz haram kılındı. ümmet icma ile şunu kabul etmişlerdir: Rehin bırakılan cariye ile rahinin ilişki kurması caiz değildir. Aynı şekilde o cariyenin rahine hizmeti de caiz değildir. eş-Şa'bi der ki: Rahin rehinden herhangi bir şekilde faydalanamaz. İşte bu eş-Şa'bi hadisi hem rivayet ediyor hem de ona muhalif fetva veriyor. Ona göre bunun caiz olabilmesi ancak hadisin mensuh olması halinde sözkonusudur.

 

İbn Abdi'l-Berr der ki: Rehin bırakılan hayvanın sütünün ve ona binmenin rahinin hakkı olduğunu (fukaha) icma ile kabul etmişlerdir. Mürtehinin sağmal hayvanın sütünü sağması ise ya rahinin izniyle olur veya onun izni olmadan olur. Şayet o izin vermeden sağmışsa İbn Ömer'in Peygamber (s.a.v.)'dan naklettiği hadiste şöyle denilmektedir: "Hiçbir kimse bir başkasına ait davarı onun izniyle olmadıkça sağmasın." İşte bu, buna muhalif kanaatleri reddetmekte ve bunun aksini ifade eden hadislerin neshedildiğini gerektirmektedir. Eğer sahibinin izniyle hayvanı sağmışsa, bilinmeyenin satışının ve gararın haram kılınması, yanında olmayanı satmanın ve henüz yapılmamış olanın satılmasının haram olduğu üzerinde icma ile kabul edilen esaslar, bunu da reddetmektedir. Çünkü bütün bunlar faizin haram kılındığını belirten buyruk indirilmeden önce idi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

İbn Huveyzimendad der ki: Eğer mürtehin (rehin alan), rehinden yararlanmayı şart koşarsa, bunun iki hali sözkonusudur. Şayet rehin karz dolayısıyla olmuşsa caiz değildir. Eğer alışveriş yahut icare dolayısıyla alınmış ise caizdir. Çünkü o takdirde o malı, tesbit edilen bedel ve belli bir süre rehin bırakılan şeyin menfaati karşılığında satmış olur. Adeta bu aynı zamanda bir satış ve bir icare gibi olur. Karzda bunun caiz olmayışına gelince; çünkü o takdirde bu, arkasından menfaat getiren bir karz olur. Diğer taraftan karzın asıl konusu Allah'a bir yakınlık olması için verilmesidir. Ona bir menfaat katılacak olursa bu, cinste bir fazlalığı gerektirir. Bu ise faiz olur.

 

13- Rehnin Alıkonulup Çözülmemesi:

 

Rehnin çözülmeyip alıkonulması (ğalak) caiz değildir. Bu ise mürtehinin, eğer vadesi geldiği vakit hakkını getirmediği takdirde alacağı olan hak mukabilinde rehnin kendisine ait olacağını şart koşmasıdır. Bu, cahiliyye dönemi uygulamalarındandır. Peygamber (s.a.v.) bunu: "Rehin alıkonulmaz" buyruğu ile iptal etmiştir. Biz bunu bu şekilde haber olmak üzere "kaf" harfini ötreli olarak tesbit ettik. Yani rehin herhangi bir şekilde alıkonulmaz, demektir. Rehin çözülmediği takdirde mürtehinin elinde kaldı, çözülmedi, anlamında (...) denilir. Şair de der ki: "Ey komşumuz! Bir araya gelen ayrılır Olaylara rehin olan kimse bundan kurtulmaz."

 

Züheyr de der ki: "Senden asla çözülmeyecek bir rehin ile ayrıldı Veda gününde artık rehin çözülmez bir hal almıştır."

 

14- Rehnin Alıkonulması Gelirleri ve Masrafları ile ilgili Rivayetler:

 

Darakutni rivayet ediyor. Süfyan b. Uyeyne, Ziyad b. Sa'd'dan, o ezZühri'den, o Said b. el-Müseyyeb'den o Ebu Hureyre'den Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Rehin alıkonulup engellenmez. Geliri de ona (rehin sahibine)dır, masrafı da ona aittir." Ziyad b. Sa'd, sika hafızlardan birisidir ve bu hasen bir isnaddır. (Darakutni, III, 32)  Bunu ayrıca Malik, İbn Şihab'dan o Said b. Müseyyeb'den mürsel olarak Resulullah (s.a.v.)'tan: "Rehin engellenmez" diye rivayet etmiştir.

 

Ebu Ömer dedi ki: Bildiğim kadarıyla Muvatta'ı Malik'ten rivayet eden bu hadisi böylece rivayet etmiştir. Bundan tek istisna Ma'n b. İsa'dır, o bu hadisi vasfetmiştir. Ma'n ise sika bir ravidir. Şu kadar var ki ben bunda hatanın, Ali b. Abdulhamid el-Gadairi'nin, Mücahid b. Musa'dan onun Ma'n b. İsa'dan yaptığı rivayette olacağından korkarım. Bu hadiste Ebu Abdullah Amrus, el-Ebheri'den senediyle: "Geliri de onadıl', masrafı da ona aittir" fazlalığını kaydeder. Bu lafzın merfu olarak rivayet edilmesinde ise raviler ihtilaf etmişlerdir. Bunu İbn Ebi Zi'b, Ma'mer ve başkaları merfu olarak rivayet etmişlerdir. İbn Ömer de bunu rivayet eder ve der ki: Yunus dedi ki: İbn Şihab dedi ki:

 

Said b. el-Müseyyeb şöyle derdi: Rehin rehin aldığı kimseden olup onun geliri de onadıl', masrafı da ona aittir. İbn Şihab'ın bildirdiğine göre bu Said'in sözüdür. Peygamber (s.a.v.)'dan nakledilmiş değildir. Ancak Ma'mer, bunu İbn Şihab'dan merfu olarak zikretmektedir. Ma'mer ise İbn Şihab hususunda insanlar arasında en sağlam ravidir. Bunu merfu olarak rivayet etmek hususunda Yahya b. Ebi Uneyse de ona tabi olmuştur. Fakat Yahya pek kuvvetli değildir.

 

Nakil ilmini bilenlere göre bu hadis, aslında mürseldir. Pek çok cihetten mevsul olarak rivayet edilse dahi onlar bu cihetlerin illetli olduğunu söylerler. Bununla birlikte bu hadis hiçbir kimse tarafından te'vilinde ve anlamında ihtilaf etseler dahi, merfu olarak rivayet edilmez. Darakutni de bunu İsmail b. Ayyaş'tan, o İbn Ebi Zi'b'den, o ez-Zühri'den, o Said'den, o Ebu Hureyre'den merfu olarak rivayet etmektedir. Ebu Ömer dedi ki: İsmail, İbn Ebi Zi'b'den hadis işitmemiştir. O bunu Abbad b. Kesir'den o İbn Ebi Zi'b yoluyla işitmiştir. Onlara (hadis alimlerine) göre Abbad zayıftır, onun rivayeti delil gösterilmez. Yine onlara göre İsmail, eğer kendi beldesi halkından başkalarından hadis rivayet edecek olursa, hadisi makbul olan bir kimse değildir. Şayet Şamlılardan hadis naklederse hadisi doğrudur. Eğer Medine alimlerinden ve başkalarından hadis rivayet edecek olursa rivayet ettiği hadiste pek çok hata ve ızdırap vardır.

 

15- Rehindeki Artış:

 

Eğer şişmanlamak gibi ayırdedilemiyor ise veya yavndamak gibi nesil olursa -ki hurma ağacının fidanı da bu kabildendir- rehnin kapsamına girer. Bunun dışında kalan gelir, meyve, süt, yün gibi şeyler ise şart koşulmadıkça rehnin kapsamına girmez. Aralarındaki fark da şudur: Yavrular zekatta anne lere tabidir. Ancak Yün, süt ağaçların meyvesi böyle değildir. Çünkü bunlar zekatta annelere tabi değildir. onların şekline de benzememektedir, onların anlamını da ihtiva etmemektedir, varlıkları da onlarla birlikte olmaya bağlı değildir. O bakımdan bunlar kendi hükümlerine tabi olurlar. Yavruların hilafına aslın hükmüne tabi olmazlar. Bunun doğru olanını en iyi bilen Allah'tır.

 

16- Borcu Serveti Kadar Olanın Rehin Bırakması:

 

Borçları malını kuşatmış kimsenin rehni, iflas etmediği sürece caizdir. Mürtehin diğer alacaklılara göre rehin üzerinde daha bir hak sahibi olur. Bunu Malik ve bir topluluk söylemiştir. Malik'ten buna muhalif görüş de rivayet edilmiştir. Bu görüşü aynı zamanda Abdulaziz b. Ebi Seleme de benimsemiştir. Buna göre alacaklılar o rehinde rehin alanla birlikte ortaktırlar. Ancak bu görüş birşey ifade etmez. Çünkü hacr altına alınmayan kimsenin alım-satım kabilinden tasarrufları bütün hallerinde sahihtir. Alacaklılar ise onunla alışveriş yaparak ve borcunu ödeyecek şekilde onunla muamele etmişlerdir. Bu konuda (aslında) Malik'in farklı görüşleri yoktur. Rehinde de durum böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

17- Biri Diğerine Emanet Bırakırsa:

 

Yüce Allah'ın: "Eğer biriniz diğerine güvenirse ... " buyruğu bir şarttır.

 

Borçlunun borcunu ödemesi tavsiyesi ve savsaklamayı terketmeyi tavsiyesi bununla bağlantılı olarak zikredilmiştir. Yani, eğer borçlu kimse hak sahibine göre emin ve güvenilir bir kimse ise, o hak sahibine kendisine güvenerek üzerinde bıraktığı hakkını eksiksiz ödesin.

 

Yüce Allah'ın: "Ödesin" buyruğu, "eda" kökünden hemze'li bir kelimedir. Şartın cevabıdır. Hemzenin hafifletilerek "vav"a kalbedilmesi caizdir. Ancak "elif" de okunmaz "elif" ile "hemze" arası da okunmaz. Çünkü "elif"in bir önceki harfin harekesi ancak meftuh olur.

 

Bu buyruk vücup ifade eden bir emirdir. Buna karine ise borçların eksiksiz ödenmesinin vacip olduğu üzerindeki icma ile buna dair hakimin hükmünün sübutu ve borçluları ödemeye mecbur etmesidir. Ayrıca başkasının malının haram kılınmasına dair sahih hadisler de bu vücubu ortaya koyan başka karinedir.

 

18- Emanet:

 

Yüce Allah'ın: "Emanetini" buyruğundaki emanet kelimesi masdardır. Zimmette olan şey (borç)a bu ad verilmiş ve ona nisbet edilmesi bakımından üzerinde borç olan kimseye izafe edilmiştir. Yüce Allah'ın: ''Mallarınızı sefihlere vermeyiniz" (en-Nisa, 5) buyruğunda olduğu gibi.

 

19- Şahitlik Gizlenmesin:

 

Haktan herhangi bir şeyi gizlememek hususunda "Rabbi olan Allah'tan korksun."

"Şahitliği de gizlemeyin" buyruğu Yüce Allah'ın: "Zarar vermesin" buyruğunun açıklamasıdır. Burada şahide şahitliği gizlemek suretiyle zarar verilmesi yasaklanmaktadır. Bu ise, birisi tehdid olmak üzere pek çok karine ile vücup belirten bir nehiydir. Nehyin mahalli ise şahidin hakkın zayi olmasından korktuğu yerdir. İbn Abbas dedi ki: Şahidin, şahitlik etmesi istenen yerde şahitlik etmesi gerekir. Haber vermesi istenen yerde de haber vermesi gerekir. Yine İbn Abbas der ki: Ben bu şahitliği emirin huzurunda bildireceğim demeyesin. Onu orada bildir. Belki döner ve aklını başına alır.

 

Ebu Abdurrahman gaib için nehiy olarak "ye" harfiyle: "Şahitliği gizlemesinler, diye okumuştur.

 

20- Şahitler Birden Çok Olursa Şahitlik Etmenin Hükmü:

 

Hakka dair şahit olanlar pek çok olurlarsa kifaye yoluyla bu şahitliği yapmaları taayyun eder. Aralarından iki kişi bu şahitliği yapar, hakim de bu iki kişinin şahitliği ile yetinirse farz, diğerlerinden düşer. Hakim iki kişinin şahitliği ile yetinmezse, isbat gerçekleşene kadar hakimin huzuruna gitmek teayyun eder. Bu ise şahitlik edecek kimsenin çağrılması ile bilinir. Şayet ona:

 

"Benim lehime senin bildiğin şahitliği eda etmek üzere hakkımı dirilt!" denilecek olursa, o kimse için bu şahitliği yapmak taayyun eder.

 

21- Şahitliği Gizleyen Günahkardır:

 

Yüce Allah'ın: "Kim onu gizlerse muhakkak onun kalbi günahkardır" buyruğunda özellikle kalbin zikredilmesi, gizlemenin kalbin fiillerinden olduğundan dolayıdır. Diğer taraftan öyle bir et parçasıdır ki Peygamber (s.a.v.)'ın da buyurduğu gibi onun düzelmesiyle bütün ceset düzelir. Böylelikle burada geneli kastetmek üzere onun bir parçası sözkonusu edilmiştir. Buna dair açıklamalar sürenin baş tarafında geçmiştir. (el-Bakara, 7. ayet 4. başlıkta).

 

el-Kiya (et-Taberi:) der ki: Kalp, şehadeti eda etmemeyi kararlaştırıp dil ile edayı da fiilen terk ettiğinden, her iki bakımdan da günahkar olur. Buna göre: "Kalbi günahkardır" ifadesi bir mecazdır. Tehdide delalet ise hakikatten daha ileridir. Bu oldukça harika (bedi) bir beyan ve manevi halleri oldukça ince bir üslupla dile getiren bir ifadedir. Denildiğine göre, kalbin günah kazanması başka bir yaratığa dönüşmesine sebebtir. Allah, bir kalbin hilkatini değiştirdi mi, onu münafık bir kalp kılar ve onu mühürler. Bundan Allah'a sığınırız. buna dair açıklamalar, sürenin baş taraflarında geçmiş bulunmaktadır.

 

Yüce Allah'ın: "Onun kalbi" buyruğu "günahkardır" buyruğu ile refedilmiştir. "Günahkardır" buyruğu da "muhakkak" buyruğunun haberidir. Burada "günahkardır" buyruğu mübteda olarak da merfu olabilir. "Onun kalbi" ise haber yerini tutan bir faildir. Cümle bütünüyle (...) nin haberidir.

 

Arzu edilirse "günahkardır" kelimesi muahhar bir mübtedanın haberi olarak da merfu kabul edilebilir. Yine "onun kalbi" buyruğu, "günahkardır" buyruğundan cüz'ün küll'den bedeli olarak bedel de olabilir. "Günahkardır" kelimesindeki zamirden bedel de olabilir.

 

22- Allah'ın Emir ve Hükümleri insanların Lehinedir:

 

Şunu bil ki; Allah'ın emretmiş olduğu şahitlik ve yazışma, insanların arasının düzelmesine riayet ve ilişkilerinin bozulmasına götüren anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak içindir. Böylelikle şeytanın insana hakkı inkar etmeyi güzel göstermesi ve şeriatın kendisi için çizmiş olduğu sınırı aşmayı ona süslü göstermesi önlenmiş olur veya hak edilen miktar ile yetinmeyi terketmenin önüne geçilmiş olur.

 

İşte bunun için şeriat alışkanlık haline getirildiği takdirde anlaşmazlıklal'a, insanlar arası ilişkilerin bozulmasına, kinlerin ve ayrılıkların başgöstermesine götüren meçhul alışverişleri haram kılmıştır. Bunlar arasında Yüce Allah'ın şu buyruğuyla haram kılmış olduğu içki ve kumar da vardır: "Muhakkak şeytan içki ve kumarla aranızda kin ve düşmanlık bırakmak ... ister. "(el-Maide, 91)

 

Emir ve yasakları hususunda Allah'ın teklif ettiği edep ile edeplenenler dünyasını da dinini de düzene koyar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer onlar kendilerine öğütlen en leri yapsalardı elbette haklarında çok hayırlı olurdu. ''(en-Nisa, 66)

 

23- iyi ve Kötü Yanlarıyla Borç:

 

Buhari'nin rivayetine göre Ebu Hureyre Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Onları geri ödemeyi isteyerek insanların mallarını alan kimsenin yerine Allah ödeme yapar. Onları telef etmek kastıyla başkalarının mallarını alanı da Allah telef eder. ''

 

en-Nesai'nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.)'ın hanımı Hz. Meymune borç alırdı. Ey mü'minlerin annesi! Yanında ödeyebilecek imkan olmadığı halde borç alıyorsun, denilince şöyle dedi: Ben Rasülullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Ödemek isteyerek kim bir borç alırsa Allah ona o borcu ödemesi için yardımcı olur."

 

et-Tahavi, Ebu Cafer et-Taberi ve el-Haris b. Ebi Usame, Müsned'inde Ukbe b. Amir'den rivayetlerine göre; Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Emniyete kavuştuktan sonra nefisleri korkutmayınız." (Ashab): Ey Allah'ın Rasülu! Bu ne demektir? diye sorunca, Hz. Peygamber: "Borçtur" dedi.

 

Buhari rivayet ediyor: Enes, Peygamber (s.a.v.)'ın bir duasında şöyle dediğini zikreder: "Allah'ım, ben kederden, sıkıntıdan, acizlikten, tembellikten, korkudan, cimrilikten, borcumun çok olmasından ve insanların bana galip gelmesinden Sana sığınırım. "

İlim adamları der ki: Borcun çok olması (dalau'd-deyn) o borcu alan kimsenin ödeyecek imkanı bulamamasıdır. Bu, Arapların: Ağır yük anlamına gelen (...) tabirinden alınmadır. Yük taşıyamayan bineğe de (...) denilir. Bu açıklamaları Kitabu 'l-Ayn'ın müellifi (Sibeveyh) yapmıştır.

 

Yine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Deyn (borç) dinin çirkinliğidir." Yine Hz. Peygamber'den şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Borç geceleyin keder, gündüzün de zillet sebebidir. "

 

İlim adamlarımız der ki: Deyn'in çirkinlik ve zillet sebebi olması kalbi ve hafızayı meşgul etmesi, onu ödemek için gösterilmesi gereken çaba ve gayrettir. Diğer taraftan borçlunun alacaklısını gördüğü vakit, alçalması ve zamanına kadar ertelenmesi için alacaklısının minnetine katlanması dolayısıyla dır. Kimi zaman o borcunu ödeyeceğine vaadde bulunur fakat sözünde duramaz. Yahut borç dolayısıyla borçlu birtakım şeyler söyler, fakat yalancı çıkar veya alacaklısına yemin eder, yeminini bozar... ve buna benzer başka hususlar.

 

Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.) günah kazanmaktan ve borçlanmaktan Allah'a sığınırdı. Ey Allah'ın Rasülü, borçtan ne kadar da sığınıyorsun? denilince şöyle buyurdu: "Kişi borçlandı mı konuşur yalan söyler, söz verir ve sözünde durmaz."

 

Aynı zamanda belki de borcunu ödeyemeden vefat eder ve bu sefer borcu karşılığında rehin tutulur. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Mü'minin canı borcu karşılığında borcu ödeninceye kadar kabrinde rehin olarak alıkonulur. ''

 

İşte bütün bu sebepler dinin güzelliğini gideren, kemalini eksilten, dindeki çirkinliklerin sebepleridir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

24- Allah'ın Yazışma, Şahit Tutma, Rehin Almaya Dair Emirleri, Malların Korunup Artırılması için Kat'i Bir Emir Manasınadır:

 

Yüce Allah'ın, yazışmayı, şahit tutmayı, rehin almayı emretmiş olması, malların korunması ve artırılmasına gereken riayetin gösterilmesi için kat'ı bir nastır. Bunun böyle olmadığı görüşünde olan cahil ve tıpkı davar güdenlere benzeyen mutasavvıflara bir reddir. Bunlar bütün mallarını elden çıkarır, kendilerine, ailelerine yetecek kadarını elde tutmazlar.

 

Diğer taraftan kendisi muhtaç olup ailesi fakir olunca, ya kardeşlerin minnetlerine ve sadakalarına maruz kalır yahut da dünya ehli kimselerden ve bunların zalimlerinden almak zorunda kalır. Bu ise yerilmiş ve yasaklanmış bir fiildir.

 

Ebu'l-Ferec el-Cevzı der ki: Ben bilgilerinin azlığı ile birlikte bu şekilde hareket eden ve zahid geçinen kimselere şaşmıyorum. Asıl belli bir ilim ve akla sahip birtakım kimselerin şeriata ve akla zıt olmakla birlikte bu işi teşvik etmelerine, bunu emretmelerine şaşıyorum. el-Muhasibı bu konuda uzun uzun sözler nakleder. Ebu Hamid et-Tusi de onun bu konudaki görüşlerini tebcil eder, onu destekler. Bana göre Haris el-Muhasibi, Ebu Hamid'e göre daha çok mazur görülebilir. Çünkü Ebu Hamid daha fakih idi. Şu kadar var ki onun tasavvufa girmesi, girip kabul ettiği şeye yardımcı olmasını gerektirmiştir. el-Muhasibi bu konuda uzun açıklamaları arasında şunları söyler: Bana ulaştığına göre, Abdurrahman b. Avf vefat edince, Rasülullah (s.a.v.)'ın ashabından bazıları şöyle dedi: Terkettikleri şeyler hakkında Abdurrahman için korkuyoruz. Ancak Ka'b (el-Ahbar) şöyle dedi: Sübhanallah, Abdurrahman'a ne diye korkuyorsunuz? Helalden kazandı, güzel bir şekilde infak etti ve helal şeyler bıraktı.

 

Bu sözler, Ebu Zerr'e ulaşınca, Ka'b'ı görmek isteyerek kızgınlıkla dışarı çıktı. Yolda bir devenin çene kemiğini gördü, onu eline aldı. Sonra Ka'b'ı aramaya koyuldu. Ka'b'a: Ebu Zerr seni arıyor denilince çıkıp kaçtı.

 

Nihayet Hz. Osman'ın yanına çıktı, ondan himaye edilmeyi istedi ve durumu ona bildirdi. Ebu Zerr ise Ka'b'ı takip edip duruyordu. Nihayet Hz. Osman'ın evine ulaştı. İçeri girince Ka'b kalkıp Ebu Zerr'den kaçarak Hz. Osman'ın arkasına oturdu. Ebu Zerr ona: Ey yahudi kadının oğlu: Sen Abdurrahman'ın geriye bıraktığı şeyler dolayısıyla onun için bir mahzur olmadığını mı ileri sürüyorsun? Andolsun ki Rasülullah (s.a.v.) birgün dışarı çıktı ve şöyle dedi: "Malları pek çok olanlar Kıyamet gününde pek az olacaklardır. Ancak şöyle ve şöyle diyenler (ve servetini infak edenler) müstesna."

 

el-Muhasibi dedi ki: İşte Abdurrahman b. Avf, faziletine rağmen Kıyamet gününde helalden kazandıkları dolayısıyla Arasat'ta durdurulacaktır. Bunların iffetlerini korumak ve iyilikler yapmak için mal elde etmeleri, fakirlerle birlikte cennette yürümelerine engel olmuştur. Onların ardından emekleyerek gitmek zorunda kalmışlardır (der) ve buna benzer diğer sözleri ..

 

Bunları Ebu Hamid zikrettikten sonra bu sözleri takdir eder ve Sa'lebe hadisiyle de güçlendirir. Sa'lebe'ye mal ihsan edildiğini fakat onun da zekat vermediğini kaydeder. Ebu Hamid dedi ki: Peygamberlerin ve velilerin hallerini sözlerini tetkik eden bir kimse mala sahip olmamanın, malın varlığından daha faziletli olduğunda şüphe etmez. İsterse bu var olan mal hayırlı yollarda harcansın. Çünkü malın en asgari hali, o malı yoluna koymak için kalbin onunla uğraşması ve Allah'ın zikrinden uzak durmasıdır. O bakımdan müridin, elinde zaruri olan miktarı dışında hiçbir mal kalmayacak şekilde malını elinden çıkarması gerekir. Çünkü elinde bir dirhem kaldığı sürece kalbi ona meyl eder ve onun kalbi böylelikle Yüce Allah'tan perdelenmiş olur.

 

el-Cevzi der ki: İşte bütün bunlar şeriate de akla da muhaliftir. Maldan kastın ne olduğunun yanlış anlaşıldığını ortaya koymaktadır. Halbuki Allah malı şereflendirmiş, kadrini yüceltmiş, korunmasını emretmiştir. Zira Allah Teala malı Ademoğlunun hayatını ayakta tutan bir unsur kılmıştır. Şerefli Ademoğlunu ayakta tutacak konuma getirdiği şey de elbette ki şereflidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın, sizi başına diktiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin. "(en-Nisa, 5) Yine Yüce Allah, malın reşid olandan başkasına teslim edilmesini şu buyruğuyla yasaklamaktadır: "Şayet onlarda bir reşitlik görürseniz mallarını onlara teslim edin. "(en-Nisa, 6) Peygamber (s.a.v.) da malın zayi edilmesini nehyetmiştir.

 

Hz. Sa'd'e de şöyle demiştir: "Şüphesiz ki senin, mirasçılarını zengin bırakman onları insanlara avuç açacak şekilde fakir bırakmandan daha hayırlıdır. ''

 

Yine Hz. Peygamber: "Ebu Bekirin malı gibi bana hiçbir malın faydası dokunmamıştır'' diye buyurmuştur.

 

Amr b. el-As'a da şöyle demiştir: "Salih olan mal salih olan adama ne güzel yakışır. "

 

Ayrıca Hz. Enes'e dua etmiş ve duasının sonunda şöyle buyurmuştur: "Allah'ım ona çokça mal ve evlat ver ve bunları ona mübarek kıl."

 

Ka'b: Ey Allah'ın Rasülü, dedi. Benim tevbemin bir bölümü de Allah'a ve Rasülüne sadaka olmak üzere malımı bütünüyle elimden çıkarmaktır. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Malının bir kısmını elinde tut. Böylesi senin için daha hayırlıdır. ''

 

el-Cevzı dedi ki: Bu hadisler sahih kitaplarda rivayet edilmiştir ve bunlar mutasavvıfların malı çoğaltmanın bir hicap ve bir ceza olduğu ve malı elde tutmanın tevekküle aykırı olduğu şeklindeki kanaatlerine muhaliftir. Mal fitnesinden korkulduğu inkar olunamaz. Pek çok kimsenin bu korku dolayısıyla maldan uzak durdukları, malın uygun yoldan toplamanın çok nadir görüldüğü, kalbin mal fitnesinden uzak durmasının az olduğu, malın varlığı ile birlikte kalbin ahireti hatırda tutmasının nadir görüldüğü inkar olunamaz. İşte bundan dolayı mal fitnesinden korkulmuştur.

 

Mal kazanmaya gelince; helal yoldan ihtiyaç kadarını kazanmakla yetinmek kaçınılmaz bir iştir. Yine helal yoldan mal toplamak ve malı çoğaltmak maksadını güdenin ise, maksadına bakılır. Eğer bununla övünmeyi, başkalarına karşı iftihar etmeyi kastetmiş ise, bu çok kötü bir maksattır. Şayet kendisinin ve aile halkının iffetini koruyup kendisinin ve onların karşı karşıya kalacakları sıkıntılı zamanlar için saklayacak olursa, kardeşlerinin darlıklarını genişletmek, fakirleri zengin kılmak, türlü menfaatleri yapmak kastı ile bu işi yaparsa, bu maksadı dolayısıyla ona sevap verilir. Bu niyet ile onun mal toplaması pek çok itaatten daha faziletlidir.

 

Ashab-ı kiramın büyük bir çoğunluğunun mal toplama hususundaki niyetleri, bu konudaki maksatları güzel olduğundan dolayı kötülükten uzaktır. O bakımdan mala karşı tutkuları vardı ve mallarının artırılmasını dilemişlerdir. Peygamber (s.a.v.) ez-Zübeyr'e atın ın koşabildiği kadar bir yeri ikta olarak verince atını koşturdu, nihayet ayağa kalktı, sonra da kamçısını ileri attı, Hz. Peygamber de: "Kamçısının ulaştığı yere kadarını ona veriniz" diye buyurdu.

 

Sa'd b. Ubade de duasında: Allah'ım, bana genişlik ver, derdi. Hz. Yusuf'un kardeşleri de: "Bir deve yükü de fazladan zahire alırız" (Yusuf, 65) demişlerdi. Hz. Şuayb da Hz. Müsa'ya: "Şayet on yıla tamamlarsan o senin iyiliğindendir." (el-Kasas, 27) demişti. Hz. Eyyub'a da afiyet verilince büyük bir kitle halinde altından çekirgeler saçılmıştı. O da elbisesine doldurdukça doldurmaya çalıştı. Ona: Doymadın mı denilince: Rabbim hiç fakir senin lütfundan doyar mı? demişti.

 

Bu, insan tabiatında yer etmiş olan bir husustur. el-Muhasibi'nin sözlerine gelince; bu bilgisizliğe delalet eden bir hatadır.

 

Ka'b ve Ebu Zerr ile ilgili naklettiği hadise gelince; bu imkansızdır. Cahillerin uydurmasıdır. O kafileye (mutasavvıflara) katıldığı için bu hadisin sahih olmadığını bilememiştir. Rivayet tariki sabit olmamakla birlikte kısmen rivayet edilmiştir. Çünkü onun senedinde İbn Lehia vardır İbn Lehia da tenkid edilmiştir.

 

Yahya: Hadisi delil olmaz, demiştir. Tarihi bakımdan sahih olan ise Ebu Zerr'in hicri 25 yılında vefat ettiği, Abdurrahman b. Avf'ın ise otuz iki hicri yılında vefat ettiğidir. Buna göre Abdurrahman b. Avf, Ebu Zerr'den yedi yıl daha fazla yaşamış bulunmaktadır.

 

Diğer taraftan onların hadis diye zikrettikleri şeyin lafz!, bu hadislerin uydurma olduğunu göstermektedir. Ashab-ı Kiram: Bizler Abdurrahman b. Avf için korkuyoruz, nasıl diyebilir? Malın helal yoldan toplanmasının mübah olduğuna dair icma yok mudur?

 

Mübah olmakla birlikte böyle bir korku nasıl açıklanabilir? Şeriat önce bir şeye izin vermişken sonra da bundan dolayı cezayı öngörebilir mi? Bu gerçekten az bir kavrayış ve az bir fıkhın eseridir.

 

Diğer taraftan hiç Ebu Zerr Abdurrahman b. Avf'a karşı çıkar mı? Abdurrahman b. Avf, Ebu Zerr kendisine yaklaşamayacak kadar ondan hayırlıdır.

 

Onun yalnızca Abdurrahman b. Avf ile bu açıdan ilgilenmesi, ashab-ı kiramın siretini gereği gibi tetkik etmediğinin delilidir.

 

Çünkü Hz. Talha, her birisinde üç kamar bulunan üçyüz yük miras bırakmıştı. ez-Zübeyr'in malı 250.000 (dirhem) idi. İbn Mes'ud geriye doksan bin (dirhem) bırakmıştı.

Ashab-ı kiramın pek çoğu mal kazanmış, bunları geriye bırakmıştı. Kimse de bunların bu yaptıklarına tepki göstermemişti. Onun: "Abdurrahman Kıyamet gününde emekleyerek gidecektir" demesine gelince; bu onun hadisi bilmediğinin delilidir. Kıyamet gününde Abdurrahman b. Avf'ın emeklemesini söylemekten Allah'a sığınırım. Ne dersiniz! İlk müslümanlardan cennete gireceklerine dair şahitlik edilen on kişiden birisi, Bedir'e katılmış ve Hz. Ömer'in halifeyi tayin etmek üzere tesbit ettiği şura üyelerinden birisi emekler mi?

 

Ayrıca bu hadisi Umare b. Zazan rivayet etmektedir. Buhari der ki: Kimi zaman onun rivayet ettiği hadisler muzdariptir. Ahmed der ki: Enes'ten pek çok münker hadis rivayet eder. Ebu Hatim er-Razi de der ki: Onun rivayeti delil olmaz, Darakutni der ki: Zayıftır.

 

el-Muhasibi'nin: "Helal malı terketmek toplamaktan daha faziletlidir" sözlerine gelince: durum hiç de öyle değildir. Toplama maksadı sahih olduğu takdirde; onu toplamanın ilim adamlarına göre daha faziletli olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur.

 

Said b. Müseyyeb şöyle derdi: Mal taleb etmeyende hayır yoktur. Mal ile borcunu öder ve yine onunla ırzını korur. Ölürse o malı kendisinden sonrakilere miras bırakır. İbn Müseyyeb geriye 400 dinar miras bırakmıştı. Süfyan es-Sevri, 200 dinar. Süfyan şöyle derdi: Mal bu zamanda bir silahtır.

 

Selef malı övüp durur ve karşı karşıya kalacakları sıkıntılar için fakirlere yardımcı olmak için mal toplarlardı. Aralarında bazılarının mal toplamaktan uzak durmaları, ibadetle uğraşmayı tercih etmelerinden dolayıdır. Bütün gayretlerini bu hususta bir araya toplamak istediklerinden dolayı da az mal ile kani olmuşlardır. Eğer bu kişi. şüphesiz az mal daha iyidir, deseydi haktan fazla uzaklaşmış olmazdı. Ancak o bu konuda söyledikleriyle günah işlemek mertebesine doğru yaklaşmıştır.

 

Derim ki: Malları korumaya ve onları görüp gözetmeye delil olan hususlardan birisi de malı korumanın ve mal için çarpışmanın mübah kılınmasıdır. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Malı uğrunda öldürülen kişi de şehittir." İleride buna dair açıklamalar -yüce Allah'ın izniyle- Maide Süresi'nde (33, 34. ayetler 13, başlıkta) gelecektir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Bakara 284

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR