ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

AL-İ İMRAN

103

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَاناً وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 

103. Topluca Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz düşmanlar idiniz de O, kalplerinizin arasını uzlaştırdı. O'nun nimeti sayesinde kardeşler oluverdiniz. Siz bir ateş uçurumunun tam kenarındayken, sizi oradan O kurtardı. Doğru yola eresiniz diye Allah, ayetlerini size işte böylece açıklar.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

 

1- Allah'ın ipine Sarılmak:

2- Geçmiş Ümmetlerdeki Tefrika ve İslam ümmetinin Çeşitli Fırkaları:

YETMİŞİKİ FIRKA:

 

1- Allah'ın ipine Sarılmak:

 

Yüce Allah'ın: "Sarılın" buyruğundaki (isim-mastar) ismet, korunmak demektir. İşte "bezraka"ye ismet denilmesi burdan gelmektedir. Bezraka ise, kafilenin korumaya alınması demektir. Bu da kafile ile birlikte, kafileyi rahatsız edecek kimselere karşı koruyacak kimseleri göndermek suretiyle olur. İbn Haleveyh der ki: Bezraka kelimesi Arapça değildir. Farsça bir kelimedir. Araplar bunu arapçalaştırmışlardır. O bakımdan; sultan, kafile ile birlikte bir bezraka gönderdi, denilir.

 

Habl (İp): müşterek (birçok anlam için ortak olarak kullanılan) bir kelimedir. Dilde asıl anlamı ise, kendisi aracılığı ile istenilen ve gerek duyulan şeye ulaşılan sebep demektir. el-Habl, boyun ve omuzu birbirine bağlayan ip. Yine, kumdan uzunca devam eden dalga da bu anlamdadır. (Haccetmek üzere gelen bedevi Arabın sözlerinin nakledildiği) hadis-i şerifteki: "Allah'a yemin ederim, üzerinde vakfe yapmadığım bir habl yoktur. Benim haccım oldu mu?" şeklindeki ifadesi de bu anlamdadır. Yine habl, hayvanın burnundan bağlanan yulara da denilir. Ahid ve ant anlamına da gelir. el-A'şa der ki: "Eğer bir kabilenin ahidleri (hibal) ona (deveme) sınırları geçirirse; O vakit o, senin için başka bir kabileden ahid alır."

 

Buradaki ahid'den kastı da emandır.

 

Habl, aynı zamanda büyük musibet anlamına da gelir. Kuseyyir der ki:

 

"Ey Azze, iyice anlamak için acele etme!

Samimi mi geldiler laf getirenler, yoksa musibetlerle (habl'in çoğulu: hebül ile) mi?

Hibale ise, avcının şebekesine denir. Ahid anlamında olanı müstesna, bütün bunların hiçbirisi ayet-i kerimede kastedilmiş değildir. Bu açıklama İbn Abbas'tan gelmiştir. İbn Mes'ud ise der ki: Allah'ın ipi, (hablullah) Kur'an-ı Kerimdir. Ali ve Ebu Said el-Hudri de bunu Peygamber (s.a.v.)'dan rivayet ettiği gibi, Mücahid ve Katade'den de buna benzer bir açıklama rivayet edilmiştir. Ebu Muaviye'nin el-Heceri'den, Onun, Ebu'l-Ahvas'dan, Onun da Abdullah'dan rivayetine göre Abdullah şöyle demiş: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Şüphesiz bu Kur'an-ı Kerim hablullahtır (Allah'ın ipidir)."

 

Taki b. Mahled rivayetle der ki: Bize Yahya b. Abdulhamid anlattı, bize, Huşeym el-Avvam b. Havşeb'den anlattı, o, eş-Şa'bi'den, O, Abdullah b. Mes'ud'dan rivayetle dedi ki: "Topluca Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin" buyruğu cemaat olun demektir. Yine ondan ve başkalarından çeşitli yollarla böyle bir açıklama rivayet edilmiştir. Bütün bunların manası birbirine yakın ve birbiriyle iç içedir. Şüphesiz Yüce Allah, birbirimizle kaynaşmamızı emretmekte ve ayrılığı yasaklamaktadır. Çünkü ayrılık, (tefrika) helak olmaktır, cemaat ise kurtuluştur. Şöyle diyen İbnü'l-Mübarek'e Allah'ın rahmeti olsun:

 

"Şüphesiz cemaat hablullahtır. Ona yapışırr, Onun sapasağlam kulpuna yapışarak korunun."

 

2- Geçmiş Ümmetlerdeki Tefrika ve İslam ümmetinin Çeşitli Fırkaları:

 

Yüce Allah'ın: "Ve ayrılığa düşmeyin" buyruğu, yahudiler ve hıristiyanlar kendi dinlerinde ayrılığa düştüğü gibi, siz de dininizde ayrılığa düşmeyin, demektir. Böyle bir açıklama İbn Mes'ud ve başkalarından nakledilmektedir. Bunun heva ve değişik maksatlara uyarak tefrikaya düşmeyiniz, bunun yerine Allah'ın dininde kardeşler olunuz, anlamında olması da mümkündür.

 

Böylelikle bu, onların biribirleriyle olan ilişkilerini koparmalarını, biribirlerine sırt çevirmelerini önlemiş olur. Bundan sonra gelen Yüce Allah'ın şu buyrukları da bu anlama delildir: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz, düşmanlar idiniz de O, kalplerinizin arasını uzlaştırdı. Onun nimeti sayesinde kardeşler oluverdiniz."

 

Bununla birlikte bu ayet-i kerimede fer'i konularda ayrılığın haram olduğuna bir delil yoktur. Çünkü bu, ihtilaf değildir. Zira ihtilaf, kaynaşmanın ve bir araya gelmenin imkansız olduğu şeyler hakkında kullanılır. İçtihada dayalı meselelerin hükmünde ihtilafa gelince, bu konularda ihtilaf, farzların delillerinden çıkartılması ve Şeriatın anlam inceliklerinin ortaya çıkartılmak istenmesi dolayısıyladır. Ashab-ı Kiram da değişik olayların hükümleri hakkında ihtilaf edegelmiştir. Buna rağmen onlar, biribirleriyle ülfet halindeydiler, kaynaşma halindeydiler. Resulullah (s.a.v.) de: "ümmetimin ihtilafı bir rahmettir" diye buyurmuştur.

 

Yüce Allah, ancak fesada sebep teşkil eden ihtilafı men etmiştir. Tirmizi'nin Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayetine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

 

"Yahudiler yetmiş bir yahut yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar da buna yakın sayıda fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır." Tirmizi der ki: Bu sahih bir hadistir,

 

Yine bu hadisi, İbn Ömer'den şöylece rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Şüphesiz İsrailoğulları'nın başına gelenlerin aynısı adım adım ümmetimin de başına gelecektir. O kadar ki, onlardan herhangi bir kimse, annesine açıkça varıyor ise, ümmetimden de bu işi yapan çıkacaktır. Ve şüphesiz İsrailoğulları yetmiş iki millete (fırkaya) ayrılmıştır. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Hepsi cehennemde olacaktır. Bir tanesi müstesna." Peki bu fırka hangisidir? Ey Allah'ın Rasülü! diye soran ashaba, Hz, Peygamber: "Benim ve ashabımın yolunu takib edenler" diye cevap vermiştir.

Bu hadisi, Abdullah b. Ziyad el-İfriki yoluyla, Abdullah b. Yezid'den, o, İbn Ömer senediyle rivayet etmiş ve: Bu, hasen, garib bir hadistir. Biz bunu ancak bu yoldan gelen rivayetiyle biliyoruz, demiştir.

 

Ebu Ömer (İbn Abdi'l-Berr) der ki: Abdullah el-Ifrıki, sika bir ravidir. Kavmi onun sika olduğunu belirtip ondan övgüyle söz ettiği halde, başkaları da onun zayıf olduğunu belirtmişlerdir.

 

Ebu Davud da Sünen'inde, Muaviye b. Ebi Süfyan'dan Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Şüphesiz sizden önceki kitap ehli kimseler yetmiş iki millete (fırkaya) ayrıldılar. Ve şüphesiz bu millet, pek yakında yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunların yetmiş iki fırkası cehennemde bir tanesi cennette olacaktır. Bu ise, cemaattir. Benim ümmetimden öyle bir takım topluluklar çıkacak ki, bu hevalar onlarda, bir kişinin bünyesinde yayılıp girmedik hiçbir damar, hiçbir eklem bırakmayan kuduz hastalığının yayıldığı gibi yayılacaktır.''

 

İbn Mace'nin Sünen'inde de Enes b. Malik'ten şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her kim yalnızca Allah'a ihlas, O'na hiçbir kimseyi ortak koşmaksızın ibadet, namaz kılmak ve zekat vermek üzere dünyadan ayrılırsa, O, Allah kendisinden razı olmuş olarak ölmüş olur." Enes dedi ki: İşte bu, Rasüllerin getirdiği ve sözlerin bir birine karışıp hevaların ihtilafa düşmeden önce tebliğ ettikleri, Allah'ın dinidir. Bunu doğrulayan buyruk ise, Yüce Allah'ın Kitabında nazil olan son buyruklar arasındadır. Yüce Allah buyuruyor ki: "Eğer tevbe ederlerse" yani, putları ve putlara ibadeti terk ederlerse "ve namaz kılıp zekat verirlerse ... "(et-Tevbe, 5) Bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyurmaktadır: "Eğer tevbe eder, namaz kılar, zekat verirlerse, artık dinde kardeşlerinizdir"(et-Tevbe, 11). Bunu, Nasr b. Ali el-Cehdamı'den, o, Ebu Ahmed'den, o, Ebu Cafer er-Razı'den, o, er-Rabi b. Enes'den, o, Enes yoluyla rivayet etmiştir

 

 

YETMİŞİKİ FIRKA:

 

Ebu'l-Ferac el-Cevzı de der ki: Şayet bu fırkalar bilinmekte midir denilecek olursa, buna cevap şudur: Bizler, ayrılmanın tefrikanın gerçekleştiğini biliyoruz. Fırkaların asıllarını da biliyoruz. Her bir fırkadan belli bir kesimin yine birçok fırkalara da ayrıldığını görüyoruz. Her ne kadar bütün bu fırkaların isimlerini ve görüşlerini tamamıyle bilemiyor isek dahi, bizler, bunlar arasında çıkmış bulunan şu asıl fırkaları biliyoruz: Haruriye, Kaderiye, Cehmiyye, Murci'e, Rafiziler ve Cebriyye ...

 

Kimi ilim ehli de der ki: İşte bütün sapık fırkaların aslı bu altı fırkadır. Bunların herbirisi de on iki fırkaya ayrılmıştır. Böylelikle bunların toplamı yetmiş iki fırka etmektedir:

 

 

Haruriyye oniki firkaya ayrılmıştır. Bunların birincisi,

 

(1)- Ezrakilerdir. Derler ki: Biz hiçbir kimsenin mü'min olduğunu bilemeyiz. Kendi görüşlerini kabul edenlerin dışında bütün ehl-i kıbleyi tekfir ederler.

 

(2)- ibaziye der ki: Bizim görüşümüzü kabul eden mü'mindir, ondan yüz çeviren ise münafıktır.

 

(3)- Sa'lebiler der ki: Allah herhangi bir kaza veya kader tayin etmemiştir.

 

(4)- Hazimiye der ki: Biz imanın ne olduğunu bilmiyoruz. Ve bütün yaratıklar mazurdur.

 

(5)- Halefiyenin iddiasına göre ise, erkek olsun, kadın olsun kim cihadı terk ederse o kimse kafir olur.

 

(6)- Kuziyye (bazı nüshalarda: Kureviyye, bazılarında da Kudriyye) derler ki: Kimsenin kimseye dokunmaya hakkı yoktur. Çünkü onun pislikten temiz olup olmadığını bilemez. Tevbe edip gusledinceye kadar onunla oturup yemek yiyemez.

 

(7)- Tenziyye der ki: Kimse kimseye malını veremez. Çünkü belki o kişi malı hakkeden bir kimse değildir. Bunun yerine hak ehli ortaya çıkıncaya kadar onu yere gömer.

 

(8)- Şemrahiyye der ki: Yabancı kadınlara dokunmakta bir sakınca yoktur. Çünkü onlar bir çeşit reyhandırlar

 

(9)- Ahnesiyye der ki: Ölmüş bir kimseye ölümünden sonra ne hayır ulaşır, ne de şer

 

(10)- Hakemiyye der ki: Her kim bir yaratılmışın hükmüne başvurursa o kimse kafirdir

 

(11)- Mu'tezile der ki: Biz, Ali ve Muaviye'nin durumu hakkında şüphedeyiz. O bakımdan bizler her iki kesimden de beriyiz.

 

(12)- Meymuniyye der ki: Bizim sevdiklerimizin rızası ile olmadıkça kimse imam olamaz.

 

 

Kaderiye de oniki fırkaya ayrılmıştır.

Bunlardan el-Ahmerıyye şu iddiadadır: Yüce Allah'ın adaletinin şartlarından birisi de kullarını kendi işlerinde serbest bırakması ve kendilerinin masiyet işlemelerine de engel olmasıdır.

 

Seneviyye'nin iddiasına göre ise, hayır Allah'tan, şer şeytandandır.

 

Mu'tezile, Kur'an-ı Kerim'in mahlük olduğunu söyleyip, rububiyetin sıfatlarını inkar eden kimselerdir

 

Keysaniyye şöyle der: Bizler bu fiillerin Allah'tan mı, kullardan mı olduğunu bilemiyoruz. Aynı şekilde, daha sonra insanlar sevap mı görecek, ceza mı görecekler onu da bilemiyoruz.

 

Şeytaniye der ki: Allah şeytanı yaratmamıştır

 

Şerikıye der ki: Küfür dışında bütün kötülükler kaderle tesbit edilmiştir.

 

Vehmıye der ki: Yaratıkların fiillerinin ve sözlerinin bir zatı (hakiki kişiliği) yoktur. Hasenenin de, seyyienin de bir zatı yoktur.

 

Zibrıyye der ki (bazı nüshalarda Zebunediyye): Allah'tan indirilmiş olan her bir kitap ile amel haktır. İster neshedici olsun, ister nesh edilmiş olsun.

 

Mes'adıyye (kimi nüshalarda Mütebberiye)'nin iddiasına göre, isyan edip sonradan tevbe edenin tevbesi makbul değildir.

 

Nakisiye'nin iddiasına göre ise, Rasülullah (s.a.v.)'a olan bey'ati nakzeden (yani bozan) için günah yoktur.

 

Kasıtiyye ise, İbrahim b. en-Nazzam'ın; her kim Allah'ın bir şey olduğunu iddia ederse, o kimse kafirdir, şeklinde sözüne tabi olmuşlardır.

 

 

Cehmiyye de aynı şekilde on iki fırkaya ayrılmıştır.

 

(1)- Muattile'nin iddiasına göre, insan vehminden geçen her bir şey mahluktur, Allah'ın görüleceğini iddia eden kafirdir.

 

(2)- Mureysiye der ki: Allah'ın sıfatlarının çoğunluğu mahluktur.

 

(3)- el-Meltezika ise, yaratıcı Yüce Allah'ı her yerde kabul etmişlerdir.

 

(4)- Varidiyye der ki: Rabbini bilen kimse cehenneme girmez. Oraya giren de bir daha ebediyyen çıkmaz.

 

(5)- Zenadika (kimi nüshalarda Zeyarika) der ki: Hiçbir kimse rabbi olduğunu ileri süremez. Çünkü böyle bir iddia ancak duyuların idrakinden sonra mümkün olabilir. İdrak olunamıyan bir şeyin varlığından ise söz edilemez.

 

(6)- Harkiyyenin iddiasına göre, kafiri ateş yalnız bir defa yakar, ondan sonra da ebediyyen yakılmış olarak kalır ve ateşin sıcaklığını duymaz.

 

(7)- Mahlukiyye'nin iddiasına göre Kur'an mahlüktur (yaratılmıştır).

 

(8)- Faniye'nin iddiasına göre, cennet ve cehennem fanidir, yok olacaktır. Aralarından; bunlar yaratılmamıştır diyenleri de vardır.

 

(9)- Abdiyye (kimi nüshalarda İ'riyye) ise, peygamberleri inkar eder ve peygamberler aslında hakim (filizof) kimselerdir, derler.

 

(10)- Vakıfiyye der ki: Biz, Kur'an mahlüktur demeyiz, değildir de demeyiz.

 

(11)- Kabriyye ise, kabir azabını ve şefaatı inkar ederler.

 

(12)- Lafuziyye der ki: Bizim Kur'an'ı teleffuz etmemiz mahluktur.

 

 

Murcie de on iki fırka'ya ayrılmıştır.

 

(1)- Tarikiyye der ki: Yüce Allah'ın yaratıkları üzerinde kendisine iman dışında farz kıldığı bir yükümlülük yoktur. Her kim ona iman ederse dilediği her şeyi yapabilir.

 

(2)- Saibiyye der ki: Yüce Allah, halkını dilediklerini yapsınlar diye saib (serbest) bırakmıştır.

 

(3)- Raciyye der ki: İtaat edene itaatkar, isyan edene de isyankar denilmez. Çünkü bizler, Allah nezdinde onun için neler olduğunu bilemiyoruz.

 

(4)- Salibiyye (bir nüshada: Şakkiyye) derler ki: İtaat imandan değildir.

 

(5)- Behişiyye (üç nüshada: Beyhesiyye, bir nüshada da Beysemiyye) derler ki: İman bir ilimdir. Hakkı batıldan, helalı haramdan ayırd edecek bilgiye sahip olmayan bir kimse kafirdir.

 

(6)- Ameliyye der ki: İman bir ameldir.

 

(7)- Mankusiyye der ki: İman artmaz ve eksilmez.

 

(8)- Mustesniye der ki: İstisna (inşallah ben mü'minim, demek) imandandır.

 

(9)- Müşebbihe der ki: (Allah'ın) görmesi bir görme gibidir, eli de bir el gibidir.

 

(10)- Haşviyye der ki: Bütün hadislerin hükmünü bir kabul ederler. Onlara göre, nafileyi terkeden bir kimse farzı terketmiş kimse gibidir.

 

(11)- Zahirıyye ise, kıyası kabul etmeyenlerdir.

 

(12)- Bid'iyye ise, bu ümmet arasında bid'atleri ilk olarak ortaya koyan kimselerdir.

 

 

Rafiziler de on iki fırkaya ayrılmışlardır.

 

(1)- Aleviler derler ki: Risalet görevi Ali'ye idi. Ancak Cebrail yanlışlık etti.

 

(2)- Emriyye derler ki: Ali, Muhammed'le emrinde (peygamberlik işinde) ortaktır.

 

(3)- Şia der ki: Ali (r.a), Rasülullah (s.a.v.)'dan sonra onun vasisi ve velisidir. ümmet ondan başkasına bey'at etmek suretiyle kafir olmuştur.

 

(4)- ishakiyye der ki: Nübüvvet Kıyamet gününe kadar kesintisiz olarak devam edecektir. Ehl-i Beyt ilmini bilen herkes peygamberdir.

 

(5)- Navusiyye der ki: Ali ümmetin en faziletlisidir. Her kim ondan başkasını ondan faziletli bilirse, kafir olur.

 

(6)- İmamiye der ki: Dünya, Hüseyin soyundan gelen bir imam olmaksızın var olmasına imkan yoktur. İmama, Cebrail (a.s) ilim öğretir. O öldü mü, onun yerine bir başkasını getirir.

 

(7)- Zeydiye der ki: Hüseyin soyundan gelenlerin hepsi, namazlarda imamdır.

Onlardan birisinin bulunduğu yerde başkalarının arkasında namaz caiz değildir. İyi olsunlar, olmasınlar.

 

(8)- Abbasiye, Hz. Abbas'ın halifelik konusunda başkalarından önce geldiğini iddia ederler.

 

(9)- Tenasuhiyye der ki: Ruhlar arasında tenasuh vardır. İyilik yapan bir kimsenin ruhu çıkar ve onun yaşaması ile mutlu olacak bir canlıya girer.

 

(10)- Rec'iyyehin iddiasına göre, Hz. Ali ve arkadaşları dünyaya geri dönerler ve düşmanlarından intikam alırlar.

 

(11)- Laine (veya Lainiyye) ise, Hz. Osman, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Muaviye, Ebu Musa, Hz. Aişe ve başkalarına lanet okurlar.

 

(12)- Mutarabbisa abidlerin kılığına girerler ve her bir çağda işi kendisine nisbet edecekleri birisini nasb ederler. Onun bu ümmetin Mehdisi olduğunu iddia ederler. O kişi öldü mü, bir başkasını nasb ve tayin ederler.

 

 

Cebriyye de oniki fırkaya ayrılmıştır. Bunlardan bir tanesi

 

(1)- el-Muztariyye adını alır. (Bazı nüshalarda Muztaribe). Bunlar derler ki: Hiçbir insanoğlunun yaptığı bir fiil yoktur. Aksine her şeyi yapan Allah'tır.

 

(2)- Efaliye der ki: Bizim yaptığımız bazı fiillerimiz vardır. Fakat, bizim o konuda bir istitaatımız (yapıp yapmama gücümüz) yoktur. Bizler, ancak bir iple bir tarafa sürüklenen hayvanlar gibiyiz.

 

(3)- Mefruğiyye der ki: Her şey yaratılmış bulunmaktadır. Şu anda hiçbir şey yara tılmamakta dır.

 

(4)- Neccariyye'nin iddiasına göre, Yüce Allah insanları, yaptıkları fiillerinden dolayı değil, kendi fiili dolayısıyla azaplandırmaktadır.

 

(5)- Mennaniyye der ki: Sen kalbinden geçene bak ve kalbinde hayır diye benimsediğin şeyi yap.

 

(6)- Kesbiyye der ki: Kul ne bir sevap kazanır, ne de cezayı gerektirecek bir şey.

 

(7)- Sabikiyye der ki: İsteyen amel etsin, isteyen amel etmesin. Çünkü mutlu olan kimseye günahlarının bir zararı olmaz, bedbaht olan kimseye de iyiliğinin faydası olmaz.

 

(8)- Hibbiyye der ki: Her kim Yüce Allah'ın muhabbetinden bir kase içecek olursa, onun üzerinden İslam'ın rükünleriyle ibadet mükellefiyeti kalkar.

 

(9)- Havfiyye der ki: Yüce Allah'ı seven bir kimse O'ndan korkamaz. Çünkü seven sevdiğinden korkmaz.

 

(10)- Fikriyye (bazı nüshalarda Firkiyye, bir nüshada Nekriyye şeklindedir) der ki: Kimin ilmi artarsa, o oranda üzerinden ibadet düşer.

 

(11)- Haşebiyye der ki: Dünya bütün kullar arasında eşittir. Ataları Adem'in kendilerine bıraktığı miras bakımından birinin ötekine bir üstünlüğü yoktur.

 

(12)- Menniyye der ki: Fiil de bizdendir, istitaa (fiile güç yetirebilmek) da bize aittir.

 

 

Yüce Allah'ın izniyle En'am Süresi'nin sonlarında da (153. ayet) bu ümmette daha fazla görülen tefrikaya dair açıklamalar gelecektir.

 

İbn Abbas, Simek el-Hanifi'ye şöyle demiş: Ey Hanifi, cemaatten ayrılma, cemaatten ayrılma. Çünkü bundan önceki ümmetler tefrikaya düştükleri için helak oldular. Sen, Yüce Allah'ın: "Topluca Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin" buyruğunu hiç işitmedin mi?

Müslim'in Sahih'inde Ebü Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmektedir:

 

Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Şüphesiz Allah sizin için üç şeyden hoşnud olur ve sizin için üç şeyi de hoş görmez. Ona ibadet edip kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızdan, Allah'ın ipine topluca sarıl ıp ve ayrılmamanızdan razı olur. üç şeyi de sizin için hoş görmez. Kıylukal (dedikodu), çokça sual ve malı zayi etmek. ''

 

Yüce Allah bizlere, Kitabına ve Peygamberinin sünnetine sımsıkı sarılmayı, anlaşmazlık halinde onlara başvurmayı farz kılmış, Kitap ve Sünnete hem itikat, hem amel bakımından sımsıkı sarılmak ilkesi etrafında bir araya gelmemizi emretmiştir. Bu ise, sözbirliğini gerçekleştirmenin ve kendisi vasıtasıyla din ve dünya menfeatlerinin gerçekleşebileceği, dağınıklığın düzene girdiği bir araya gelmenin ve anlaşmazlıktan kurtulmanın bir sebebidir.

Aynı zamanda O, bizlere bir araya gelmeyi emretmiş ve iki kitap ehlinin karşı karşıya kaldığı tefrikaya düşmeyi de yasaklamıştır. İşte ayet-i kerimenin tam anlamı budur. Ayrıca bu ayet-i kerimede usulü fıkıh kitaplarının ilgili yerlerinde de belirtildiği gibi, icma'ın sahih oluşuna bir delil de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

Yüce Allah'ın: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz düşmanlar idiniz de O, kalplerinizin arasını uzlaştırdı. O'nun nimeti sayesinde kardeşler oluverdiniz. Siz, bir ateş uçurumunun tam kenarındayken sizi oradan O kurtardı" buyruğu ile Yüce Allah, nimetlerinin hatırlanmasını emretmektedir. Bu nimetlerin en büyüğü ise, İslam ve onun Peygamberi Muhammed (s.a.v.)'e tabi olmaktır. Şüphesiz, onun sayesinde düşmanlık ve ayrılık ortadan kalkmış, sevgi ve kaynaşma başgöstermiştir. Maksat, Evs ile Hazrecliler olmakla birlikte, ayet-i kerimenin kapsamı geneldir.

 

Yüce Allah'ın: "O'nun nimeti sayesinde kardeşler oluverdiniz" buyruğu da: Siz, İslam nimeti sayesinde din kardeşleri oldunuz anlamındadır.

 

Kur'an-ı Kerim'de geçen (...) şeklindeki bütün kelimeler, "oldunuz," manasına gelir. Yüce Allah'ın: "Eğer suyunuz yerin dibine geçiverse ... '' (el-Mülk, 30). Yerin dibine geçecek olursa, demektir. "lhvan'' kelimesi, (...): Kardeş kelimesinin çoğuludur. Ona bu ismin veriliş sebebi, kardeşin kardeşinin yolunu izleme maksadını güttüğünden dolayıdır.

 

Herşeyin kenarına da (...) denilir. (...) de aynı anlamdadır. Yüce Allah'ın: "Yıkılmayayüz tutmuş bir yarın kenarına ... ''(et-Tevbe, 109) buyruğundaki "kenar, kıyı" anlamındaki kelime de buradan gelmektedir. Şair recez vezninde şöyle demektedir: "Biz hacılar için bir kuyu kazdık Kuyu ağzının üzerinde (kıyısında) yeşil ot bitmektedir."

 

(...) ise, bir şeyin kıyısına gelmek demektir. "Hasta ölümün kertesine geldi" tabiri de buradan gelmektedir. (...) tabiri; ondan ancak pek az bir şey kaldı, anlamındadır.

 

İbn es-Sikkit der ki: Kişinin ölümü yaklaştığı vakit, ay görülmeyecek hale yaklaştığında, güneşin de batışı esnasında hep: (...): Ondan ancak pek az bir şey kaldı, denilir. el-Accac der ki: "Güneşin battığı yahut da batmak üzere olduğu bir vakitte, Bakmak isteyen kimselere baktırdığım, oldukça yüksek bir gözetleme yeri ... "

 

Bu fiil, "ya"lı olmakla birlikte, bunun "vav"lı bir kullanışı da vardır. en-Neh-

has der ki: (...)'dır. O bakımdan "elif" ile yazılır, fakat imale yapılmaz. el-Ahfeş de der ki: Bunda imale yapmak caiz olmadığından "vav"lı olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü imale "ya"ya yakın bir şeydir. Ayrıca, bunun tesniyesi de (...) şeklinde gelir.

 

el-Mehdevi der ki: Bu buyruk, onların küfürden çıkıp imana girişlerini anlatan temsili bir ifadedir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Al-i İmran 104

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR