ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NİSA

94

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَتَبَيَّنُواْ وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ أَلْقَى إِلَيْكُمُ السَّلاَمَ لَسْتَ مُؤْمِناً تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَعِندَ اللّهِ مَغَانِمُ كَثِيرَةٌ

كَذَلِكَ كُنتُم مِّن قَبْلُ فَمَنَّ اللّهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيراً

 

94. Ey iman edenler, Allah yolunda cihada çıktığınız zaman iyice araştırın ve size selam verene, dünya hayatının menfaatini arayarak: "Sen mü'min değilsin demeyin." İşte Allah'ın katında nice ganimetler vardır. Önceleri siz de böyle idiniz de, Allah size lutfetti. O halde iyice araştırın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:

 

1- Ayetin Nüzul Sebebi:

2- Araştırmak (Tebeyyun):

3- Selam, Teslimiyet Arzetmek ve Barış:

4- Selam Verene Eman Vermemek:

5- Ahdi Olmayan Kafirin Öldürülmesi:

6- Selam Verenin Hükmü:

7- Müslüman Olmayan Bir Kimsenin, Namaz Ya da İslama Has Fiillerden Birisini Yapması:

8- Dünya Hayatının Geçici Faydası İle Gerçek Zenginlik:

9- Allah'ın Lütuflarına Rağbet Etmek:

10- Amel ile iman ilişkisi:

11- Allah'ın Emirlerine Muhalefet Etmekten Sakınmak:

 

1- Ayetin Nüzul Sebebi:

 

Yüce Allah'ın: "Ey iman edenler, Allah yolunda cihada çıktığınız zaman iyice araştırın" buyruğu da, savaş ve cihada dair buyruklarla ilişkilidir.

 

"Cihada çıkmak," burada yeryüzünde yürümek, yol tepmek anlamındadır. Ticaret, gaza veya bir başka maksatla yol alındığı vakit: (...): Yeryüzünde vurdum (yol teptim) denilir ve (...) harf-i cerri kullanılır. Bu harf-i cer olmaksızın bu ifade kullanılacak olursa, def'i hacet için çıkmak demek olur. Hz. Peygamberin şu buyruğunda olduğu gibi: "İki kişi def'i hacet için çıkarak, ferclerini açmış oldukları halde konuşmaya koyulmasınlar. Çünkü şüphesiz Allah buna gazap eder."

 

Bu ayet-i kerime, bir müslüman topluluğu hakkında nazil olmuştur. Bunlar, yolculuklarında, beraberinde bir deve ve satmak üzere bir kaç koyun bulunan bir adamla rastlaştılar. Bu adam onlara selam verip: "La ilahe illallah Muhammedu'r-Resulullah" dediği halde, müslümanlardan birisi hamle yaparak onu öldürdü. Bu hususu Peygamber (s.a.v.)'a anlatınca, Hz. Peygamber'e bu ağır geldi, bunun üzerine de bu ayet-i kerime nazil oldu. Buhari de bunu, Ata'dan, o, İbn Abbas yoluyla rivayet etmektedir. İbn Abbas dedi ki: Beraberinde birkaç koyun bulunan bir adama, müslümanlar arkadan yetiştiler. O da esselamu aleykum dediği halde onu öldürdüler ve beraberindeki koyunlarını aldılar. Bunun üzerine Yüce Allah: "Dünya hayatının menfaatini arıyarak. .. " buyruğuna kadar bu ayet-i kerimeyi indirdi. Dünya hayatının menfeati ise, orada sözü geçen birkaç koyundu. Buhari der ki: İbn Abbas burada; (...) şeklinde okumuştur. Buhari'den başka kaynaklarda da şöyle denilmektedir: Resulullah (s.a.v.) o adamın diyetini akrabalarına götürüp teslim etti ve beraberindeki koyunları da geri iade etti.

 

Bu olayda katil ile maktulün tayini hususunda farklı kanaatler vardır. Çoğunluğun benimseyip, İbn İshak'ın da Sireti ile Ebu Davud'un Musannef'inde, İbn Abdi'I-Berr'in el-İstiab'ında yer alan rivayete göre, katil Muhallim b. Cessame, maktul ise Amir b. el-Edbat'dı.

 

Hz. Peygamber, Muhallim'e beddua etmiş ve bundan sonra ancak yedi gün yaşamıştı. Daha sonra defnedildiği halde yer onu kabul etmeyip dışarı atmıştı. Bir daha defnedildi. Yine yer onu kabul etmedi. üçüncü defa da defnedilince yine yer onu kabul etmedi. Yerin onu kabul etmediğini görmeleri üzerine onu, oradaki dağ yollarından birisine bıraktılar. Hz. Peygamber de şöyle buyurdu: "Muhakkak yer ondan daha kötü olanlarını da kabul eder." elHasen der ki: Yerin bundan daha kötü olanları da alıp kabul ettiği halde bunu dışarı çıkarması, bir daha aynı işi yapmamaları için onlara bir öğüt idi.

 

İbn Mace'nin Sünen'inde İmran b. Husayn'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.v.), bir müslüman askeri birliğini müşrikler üzerine gönderdi. Müşriklerle oldukça şiddetli bir çarpışma yaptılar. Müşrikler önlerinden kaçmamakla birlikte onlara karşı da koyamadılar. Yakınlarımdan olan birisi, müşriklerden birisine mızrağı ile hamle yaptı, tam üzerine atılacağı sırada adam, "Allah'tan başka ilah olmadığına şahidlik ederim. Şüphesiz ki, ben müslümanım" dediği halde, mızrağını ona sapladı ve onu öldürdü. Bu akrabam daha sonra Resulullah (s.a.v.)'a gelerek, Ey Allah'ın Rasulu dedi, helak oldum. Hz. Peygamber bir ya da iki defa ona: "Ne yaptın ki" diye sordu. O da yaptığını Hz. Peygambere bildirdi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: "Peki neden içini yarıp kalbinde neler olduğunu öğrenmedin?" Adam şöyle dedi: Ey Allah'ın Peygamberi, şayet içini yarsaydım kalbinde neler olduğunu bilebilir miydim. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, ama sen ne onun söylediği sözü kabul ettin, ne de onun kalbinde ne olduğunu bilebilirdin." Resulullah (s.a.v.) sustu ve ona birşey demedi. Aradan fazla bir zaman geçmeden o yakınım öldü ve biz de onu defnettik. Ancak, toprağın üstüne çıktı. Bir düşman onun üzerini açmış olabilir, dediler. Yine onu defnettik. Daha sonra çocuklarımıza onu korumalarını emrettik. Yine toprağın üstüne çıktı. Bu sefer: Çocuklar uyuklamış olabilirler, dedik. Yine onu defnettik. Sonra da onu bizzat kendimiz koruduk. Sabah olduğunda yine toprağın üstüne çıkmıştı. Bu seferbiz de onu şu dağ yollarından birisine bıraktık.

 

Denildiğine göre bunu öldüren kişi, Usame b. Zeyd, öldürülen kişi ise, Gatafanlı ve Fezarelilere mensup olmuş Fedek ahalisinden Murreoğullarından Mirdas b. Nehik imiş. İbnü'l-Kasım da Malik'den naklederek böyle demiştir.

 

Yine denildiğine göre, sözü geçen bu Mirdas, geceleyin İslama girmiş ve aile halkına durumu haber vermişti. Peygamber (s.a.v.), Usame'ye durumun ne kadar ağır olduğunu anlatınca o da, bir daha la ilahe illallah diyen hiçbir kimseyle çarpışmayacağına dair yemin etmiş. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

Katilin Ebu Katade olduğu da söylenmiştir, Ebu'd-Derda olduğu da söylenmiştir. Bununla birlikte, öldükten sonra yerin kabul etmeyip dışarı attığı kimsenin sözünü ettiğimiz Muhallim adındaki zat olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Belki de bu haller birbirine yakın zamanlarda (bir kaç defa) cereyan etmiş de olabilir. Ve ayet-i kerime bütün bunlar hakkında nazil olmuş olabilir. Peygamber (s.a.v.)'ın müslüman olup da öldürülmüş o kişinin ahalisine koyunlarını ve deveyi geri gönderdiği, diyetini de onlara ulaştırdığı ve bunu da kalplerini telif etmek üzere yaptığı da rivayet edilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. es-Sa'lebi'nin naklettiğine göre, sözü geçen seriyyenin kumandanı, Leys'li Galip b. Fedale imiş. Bunun el-Mikdad olduğu da söylenmiştir. Bunu es-Süheyli nakletmektedir.

 

2- Araştırmak (Tebeyyun):

 

Yüce Allah'ın: "İyice araştırın" buyruğu teemmül edin, tetkik edin, inceleyin demektir. (...) şeklindeki kıraat, cemaatin (büyük çoğunluğun) kıraatidir. Ebu Ubeyd ile Ebu Hatim'in tercihi de budur.

 

Derler ki: Tebeyyünü (iyice araştırmayı) emreden, iyice sağlamlaştırmayı (tesebbüt) da emretmiş demektir. Bu fiil, hem müteaddi, hem de lazım (geçişli ve geçişsiz) dir. Hamza ise bu kelimeyi, üç noktalı "se"den sonra, tek noktalı "be" harfi gelecek şekilde "tesebbüt"den (...) diye okumuştur. Ancak, bu hususta (...) şeklindeki okuyuş daha pekiştirici bir anlam ifade etmektedir. Çünkü insan, tesebbütte bulunmakla birlikte tebeyyünde bulunamıyabilir. (...) zaman edatında şart anlamı vardır. Bundan dolayı şanı Yüce Allah'ın: "İyice araştırın" buyruğunun başına "fe" harfi gelmiş bulunmaktadır. Şairin şu mısraında oluduğu gibi bu edat, şart edatı olarak da kullanılabilir: "Sana bir darlık ve sıkıntı isabet edecek olursa, buna güzel bir şekilde katlan!"

 

Fakat bu edatın şart edatı olarak kullanılmaması şairin şu beyitinde olduğu gibi daha güzeldir: "Nefis arzulayıcıdır. Sen ona teşvikte bulunursan Fakat onu aza döndürecek olursan da kani olur."

 

Tebeyyün ile tesebbüt, öldürme hususunda, ikamet halinde olsun, yolculuk halinde olsun vaciptir ve bunda hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Özellikle sefer halinin sözkonusu edilmesi ise, ayet hakkında nazil olduğu olayın seferde vaki olmuş olmasıdır.

 

3- Selam, Teslimiyet Arzetmek ve Barış:

 

Yüce Allah'ın: "Size selam verene, dünya hayatının menfaatini arayarak sen mü'min değilsin demeyin" buyruğunda geçen "es-Selam", Selem ve Silm ile aynı anlamı, ifade eder. Bunu Buhari söylemektedir. Bu kelime bütün bu şekillerde okunmuştur. Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam, "es-Selam" okuyuşunu tercih etmiştir. Akli ilimlerde uzman kimseler (ehlü'n-nazar) ona muhalefet ederek burada: (...) okuyuşu daha uygundur. Çünkü burada bu okuyuş, itaat ve teslimiyet göstermek demektir. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Biz hiç bir kötülük yapmazdık (diyerek) teslimiyet arzederler." (en-Nahl, 28) Buna göre "es-Selem" teslimiyet göstermek ve itaat etmek demektir. Yani, eliyle itaat ettiğini bildirip size teslimiyet arzedene ve sizin davet ettiğiniz şeyi izhar edene sen mü'min değilsin, demeyiniz.

 

Burada zikredilen es-Selam, size es-Selamu aleykum demesidir. Bu da bir önceki görüşe racidir. Çünkü onun İslam selamını vermesi itaat ve teslimiyetini ifade eder. Bununla tarafsız olduğunun ve savaşmayı terkettiğinin kastedilmiş olması ihtimali de vardır. Çünkü, kimse ile beraber olmayan kimseler hakkında "filan kişi selamdır" yani tarafsızdır, denilir. Silm ise, sulh (barış) demektir.

 

4- Selam Verene Eman Vermemek:

 

Ebu Cafer'den "Sen mü'min değilsin" buyruğunu: (...): Sen kendisine eman verilmiş kimse değilsin, eman altında değilsin, (anlamına gelecek) şeklinde ikinci "mim" harfini üstün olarak (mü'men şeklinde) okumuştur. Bu ise, himaye altına alınan kimse (değilsin) demektir.

 

5- Ahdi Olmayan Kafirin Öldürülmesi:

 

Ahdi olmayan bir kafir ile bir müslüman karşılaşacak olursa, onu öldürmesi caiz olur. Şayet la ilahe illallah diyecek olursa, onu öldürmesi caiz olmaz. Çünkü bunu söylemekle kanını, malını ve aile halkını himaye altına alan, İslamın kulpuna yapışmış olur. Şayet bu sözü söyledikten sonra onu öldürecek olursa, ona karşılık o öldürülür.

 

Bu şekilde bazılarını öldürmüş kimselerden, öldürülmenin sakıt oluş sebebi ise, onların te'vil de bulunarak, bu sözü söyleyen kimsenin kendisini korumak için, silahtan korktuğundan bunu söylediğini kabul etmeleri ve bu sözün öldürülmekten koruyabilmesi için tam bir itminan ile söylenmesi gerektiğine kani olmaları idi. Peygamber (s.a.v.), ne şekilde söylerse söylesin bu sözün koruyucu olacağını haber vermiştir. İşte bundan dolayı Usame'ye şöyle demişti: "O halde ne diye onun kalbini açıp bakmadın. O takdirde bu sözü gerçekten (kalbinden iman ile) söyleyip söylemediğini öğrenebilirdin." Bunu Müslim rivayet etmiştir.

 

Yani o vakit bu sözü söylerken doğru mu söylemiştir, yalan mı söylemiştir görürdün. Buna ise imkan yoktur. O halde geriye sadece dilin imanı açığa vurması kalmaktadır. İşte bu, oldukça önemli ve büyük bir fıkhi konudur. O da şudur: Hükümler, galip zanla ve zahire bağlı olarak verilir. Yoksa kat'i kanaatlere ve gizliliklere muttali olmaya bağlı değildir.

 

6- Selam Verenin Hükmü:

 

Şayet, "selamun aleykum" diyecek olursa, bunun arkasında neyin yer aldığını bilmedikçe yine öldürülmez. Çünkü böyle bir şey tartışılabilir bir konudur.

 

Malik, "ben eman istemek üzere geldim" diye beyanda bulunan bir kafir hakkında şöyle demiştir: Bunlar içinden çıkılması zor hususlardır. Görüşüme göre böyle bir kimse, güven bulacağı bir yere kadar götürülür. Müslüman olduğuna dair lehinde hüküm verilmez. Çünkü onun hakkında küfür sabit olmuştur. Dolayısıyla söylediği söze delalet edecek şeyin ondan açığa çıkması kaçınılmaz bir şeydir. Ben müslümanım, ben mü'minim demesi yeterli olmadığı gibi, namaz kılması da yeterli değildir. Ta ki, Peygamber (s.a.v.)'ın:

"Ben, insanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum" sözünde, kanın koruma altına alınmasının kendisine bağlı kıldığı sözü (kelimei tevhid'i) söyleyinceye kadar.

 

7- Müslüman Olmayan Bir Kimsenin, Namaz Ya da İslama Has Fiillerden Birisini Yapması:

 

Şayet kafir bir kimse namaz kılar yahut İslamın özelliklerinden olan bir fiili işleyecek olursa, ilim adamlarımız (Maliki mezhebi alimleri) hakkında farklı kanaatlere sahiptirler. İbnü'I-Arabi der ki: Görüşümüze göre böyle bir kimse bunları yapmakla müslüman olmaz. Şayet ona: Bu namazın arkapılanı nedir? diye sorulacak olursa, o da: Benim bu kıldığım namaz, müslüman olarak kıldığım namazdır, derse ona: La ilahe illallah, de denilir. Şayet bunu söyleyecek olursa, doğru söylediği ortaya çıkar. Eğer bunu söylemeyi kabul etmezse, onun bu davranışının bir oyun olduğunu öğrenmiş oluruz. Bununla birlikte böyle bir davranışta bulunmakla müslüman olacağını kabul edenlerin görüşüne göre, irtidat etmiş olur. Ancak sahih olan bunun irtidat değil de asli bir küfür olduğudur.

 

Aynı şekilde, "selamun aleykum" diyen kimseye de bu sözü (tevhid kelimesini) söylemesi teklif edilir. Söyleyecek olursa, doğruyu bulması tahakkuk eder, söylemeyecek olursa inadı açıkça ortaya çıkar ve öldürülür. İşte Yüce Allah'ın: "İyice araştırın" yani, tebeyyün ve tesebbüt edin buyruğunun anlamı budur. Yani o müşkil durumu açıkça ortaya çıkartın ve acele etmeyin.

 

(Görüldüğü gibi) tebeyyün ile tesebbüt de aynı anlamı ifade etmektedir.

Herhangi bir kimse onu öldürecek olursa, yasaklanmış bir iş yapmış olur. Eğer) Peygamber (s.a.v.)'ın Muhallim'in bu yaptığı işin ağırlığını ifade etmesi ve kabrinden dışarıya atılışının nasıl olduğu sorulacak olursa, şöyle deriz: Çünkü Hz. Peygamber, Muhallim'in, o kişinin müslüman olduğuna aldırış etmediğini ve cahiliyye döneminde aralarındaki kin dolayısıyla kasti olarak onu öldürüp müslüman oluşuna aldırış etmediğini bilmişti.

 

8- Dünya Hayatının Geçici Faydası İle Gerçek Zenginlik:

 

Yüce Allah'ın: "Dünya hayatının menfeatİnİ arayarak" yani onun malını almak isteyerek. .. Dünya hayatının metaına; (...) denilmesi bunun gelip geçici sebat bulmayan zail olucu oluşundan dolayıdır. Ebu Ubeyde der ki: Bütün dünya hayatının metaına "ra" harfi üstün olarak "arad" denilir.

 

"Dünya hazır bir araz'dır. Ondan iyi olan da yer facir olan da yer" tabirindeki "araz" da bu kabildendir. "Ra" harfi sakin olarak (...) ise dinar ve dirhem dışındaki mallara denilir. Buna göre her arz arazdır fakat her araz, arz değildir. Müslim'in Sahih'inde de Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: "Zenginlik fazla mal sahibi olmak değildir. Asıl zenginlik nefis zenginliğidir." İlim adamlarından birisi de bu anlamdan hareketle şu beyitleri söylemiştir:

 

"Sana yetene kanaat getir ve razı olmayı elden bırakma Çünkü bilemezsin sabaha çıkar mısın, akşamı eder misin? Zenginlik çokça mal sahibi olmak demek değildir ancak, Zenginlik te fakirlik te nefsin kendisindendir."

 

İşte bu, Ebu Ubeyde'nin: Mal, mal edinilen her şeyi kapsar, şeklindeki sözünün doğruluğunu ortaya koymaktadır. (Sibeveyh'in) Kitabu'l-Ayınnda ise şöyle denilmektedir: Araz, dünyada nail olunan şeydir.

 

Yüce Allah'ın: "Siz dünya hayatının malını arzu ediyorsunuz" (el-Enfal, 67) buyruğu da buradan gelmektedir. Çoğulu ise "aruz" gelir. İbn Faris'in el-Mücmel'inde de şöyle denilmektedir: Araz, insanın karşı karşıya kaldığı hastalık yahut benzeri şeylerdir.

 

Dünya arazı ise, dünyada bulunan az veya çok mala denilir. Arz ise, nakit olmayan sair eşyalara denilir. Bir şey zuhur edip imkan sahibi olursa onun, hakkında da; (...) denilir. Arz (en) de uzunluğun zıddıdır.

 

9- Allah'ın Lütuflarına Rağbet Etmek:

 

Yüce Allah'ın: "İşte Allah'ın katında nice ganimetler vardır" buyruğu, Yüce Allah tarafından herhangi bir yasak işlenmeksizin helalinden ve uygun görülen şekilde yerine getirilecek şeylere karşılık Allah'ın vaadi olduğunu ortaya koymaktadır. Yani durum böyle olduğundan ötürü, siz akılsızca tasarruflarda bulunmayınız. Çünkü "önceleri siz de böyle idiniz" yani siz de bir zamanlar kendinize gelecek bir zarar korkusuyla kavminizden imanınızı gizliyordunuz. Nihayet Allah size dini güçlendirmek ve müşrikleri yenik düşürmek suretiyle lütuf ta bulundu. İşte şu anda onlar (müşrikler) da böyledir. Onlardan her birisi kendi kavmi arasında size nasıl ulaşacağını hesap etmekte, beklemektedir. Dolayısıyla böyle birileri size gelecek olursa onun durumunu açıkça anlamadığınız sürece öldürmeniz uygun düşmez.

İbn Zeyd der ki: Buyruğun anlamı şudur: Siz de bu şekilde kafirler idiniz de İslama girmeniz suretiyle. "Allah size lütfetti." O halde karşınıza çıkan böyle bir kimsenin de önceleri sizin önceki haliniz gibi olduğu halde sizinle karşılaşır karşılaşmaz derhal İslama girmesini olmayacak bir şeyolarak değerlendirmeyiniz. O halde böyle birilerinin durumunu iyice araştırmanız gerekmektedir.

 

10- Amel ile iman ilişkisi:

 

İman, yalnızca sözdür diyen kimseler bu ayet-i kerimeyi delil gösterirler.

Çünkü Yüce Allah: "Ve size selam verene ... sen mü'min değilsin demeyin" diye buyurmaktadır. Derler ki: La ilahe illallah diyen kimseye sen mü'min değilsin denilmesi yasaklandığına göre, yalnızca bu sözü söylemeleri dolayısıyla öldürülmeleri de yasaklanmış olmaktadır. Şayet iman bizatihi bu sözü söylemek olmasaydı onların sözlerine hiçbir şekilde aldırış edilmezdi.

 

Deriz ki: Bu sözleri söylemelerine rağmen onları öldürenler, bu sözleri söyleyenlerin kendilerini ölümden kurtarmak için bu sözü söyleyip söylemedikleri hususunda şüpheye düştüler ve bundan dolayı da öldürdüler. Yüce Allah ise, kullarına yalnızca zahire göre hüküm vermek hakkını tanımıştır. Peygamber (s.a.v.) da: "Ben insanlarla la ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum" diye buyurmuştur. Ancak, burada imanın yalnızca ikrardan ibaret olduğuna dair bir açıklama yoktur. Nitekim, münafıklar da bu sözü söylemekle birlikte, daha önce el-Bakara Süresi'nde geçtiği üzere mü'min değildirler. (2/8. ayet'in tefsiri) Hz. Peygamber: "Kalbini açıp baksaydın ya" buyruğuyla da bu hususa gereken açıklığı getirmiştir.

 

Böylelikle imanın ikrar ve başka şeyler olduğu, hakikatinin ise kalp ile tasdik olduğu sabit olmaktadır. Şu kadar varki kulun durumu öğrenmek için kişiden işittiklerini kabul etmekten başka bir yolu yoktur.

 

Yine: Zındık olan kimsenin İslamı izhar etmesi halinde tevbesi kabul olunur diyenler de bu ayeti delil göstermişlerdir. Derler ki: Çünkü Yüce Allah, İslamı açığa vurduktan sonra zındık olanla olmayan arasında bir fark gözetmemiştir. Yine buna dair açıklamalar el-Bakara Suresi'nin baş tarafında geçmiş bulunmaktadır.

 

Ayrıca bu ayet-i kerimede Kaderiyenin görüşleri de reddolunmaktadır. Çünkü Yüce Allah, kendilerine; özel bir şekilde imana muvaffak kılmak suretiyle bütün insanlar arasında mü'minlere lütuf ta bulunduğunu haber vermektedir. Kaderiyye ise: Allah bütün insanları iman etmek için yaratmıştır, demektedir. Şayet durum onların iddia ettikleri gibi olsaydı, bütün insanlar arasında mü'minlerin özellikle Allah'ın lütfuna mazhar olduklarını ifade etmenin hiçbir anlamı olmazdı.

 

11- Allah'ın Emirlerine Muhalefet Etmekten Sakınmak:

 

Yüce Allah: "O halde iyice araştırın" buyruğunda, araştırma emrini bu konuyu tekid için bir daha tekrarlamaktadır. "Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır" buyruğu da Allah'ın emrine muhalefet etmekten bir sakındırmadır. Yani sizi helake götürecek olan bu gibi şeylerden kendinizi koruyun ve benzeri yanlışlıklardan nefsinizi uzak tutun.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Nisa 95-96

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR