ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MAİDE

6

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فاغْسِلُواْ وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ إِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُواْ بِرُؤُوسِكُمْ وَأَرْجُلَكُمْ إِلَى الْكَعْبَينِ وَإِن كُنتُمْ جُنُباً فَاطَّهَّرُواْ وَإِن كُنتُم مَّرْضَى أَوْ عَلَى سَفَرٍ أَوْ جَاء أَحَدٌ مَّنكُم مِّنَ الْغَائِطِ أَوْ لاَمَسْتُمُ النِّسَاء فَلَمْ تَجِدُواْ مَاء فَتَيَمَّمُواْ صَعِيداً طَيِّباً فَامْسَحُواْ بِوُجُوهِكُمْ وَأَيْدِيكُم مِّنْهُ مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَـكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

6- Ey iman edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınıza mesh edin. Her iki topuğunuza kadar ayaklarınızı da (yıkayın). Eğer cünup iseniz yıkanıp temizleniniz. Şayet hasta veya yolculukta iseniz yahut içinizden biri ayak yolundan gelirse ya da kadınlara yaklaşmış da su bulamazsanız o vakit, tertemiz toprakla teyemmüm edin. Bununla yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah, size güçlük çıkarmak istemez. Ama, sizi iyice temizlemeyi ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Ta ki, şükredesiniz.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı otuz iki başlık halinde sunacağız:

 

1- Nüzul Sebebi:

2- "Namaza Kalkmak" ile ilgili ilim Adamlarının Görüşleri:

3- Abdest Alırken Yüzü Yıkamak:

4- Abdestte Niyetin Hükmü:

5- Niyetin Takdim ve Tehir Edilmesi:

6- Ellerin Yıkanması:

7- Başlara Mesh Etmek:

8- Baştan Mesh Edilmesi Gereken Miktar:

9- Başa Kaç Kere Mesh Verilir:

10- Meshin Keyfiyeti ve Başlama Yeri:

11- Başını Meshedecek Yerde Yıkarsa:

12- Başta Bulunan Diğer Organların Meshi:

13- Ayaklar:

14- Topuklar:

15- Ayak Parmaklarının Arasını Yıkamak (Hilalleme):

16- Abdest Fiillerini Ardı Arkasına Yapmak (Muvalat):

17- Tertip (Sıralama):

18- Abdest Almak Halinde Namaz Vakti Çıkacaksa:

19- Necasetin İzale Edilmesi:

20- Mestler üzerine Mesh Etmek:

21- Mesh Etme Süresi:

22. Mestin Abdestli iken Giyilmesi Gereği:

23- Delikli Mest üzerine Mesh Etmek:

24- Çoraplar üzerine Mesh Etmek:

25- Mestlerine Mesh Etmiş Olduğu Halde Mestlerini Çıkarmak:

26- Cünup Olanın Temizlenmesi Gereği:

27- Umum Lafiz, Çoğunlukla Görülen Adet ile Tahsis Edilebilir mi?

28- Kadınlara Yaklaşmak, Yahut Dokunmak:

29- Su ve Toprak Bulamayanın Hükmü:

30- Toprakla Teyemmüm:

31- Abdestin Fazileti:

32- Yüce Allah'ın Tekliften Kastı ümmete Zorluk Değil, Ümmeti Arındırmak, Nimetini Tamamlamaktır:

 

1- Nüzul Sebebi:

 

el-Kuşeyrı ile İbn Atiyye, bu ayet-i kerimenin el-Mureysı gaz ve sinde gerdanlığını kaybeden Hz. Aişe hakkında nazil olduğunu nakletmektedirler. Bu ayet-i kerime aynı zamanda abdest ayetidir.

 

İbn Atiyye der ki: Abdest daha önce onlar tarafından bilinen ve uygulanan birşeyolduğundan dolayı, ayeti kerime bu hususta adeta onların abdeste dair bu buyruğu tilavet etmelerinden başkaca bir şeylerini artırmamış gibidir. Bununla birlikte teyemmüm ile ilgili ruhsatı ve böyle bir faydayı da onlara vermiş olmaktadır. Bizler ise, en-Nisa suresinde yer alan ayet-i kerimede (43. ayet, 20. başlıkta) bundan farklı bir husus zikretmiş bulunuyoruz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Bu ayet-i kerimenin muhtevası, Yüce Allah'ın (baştaraflarda) emretmiş olduğu akidlere ve şer'ı hükümlere tamamıyle bağlı kalmak ile sözünü ettiği nimetin tamamlanması kapsamı içerisindedir. Çünkü böyle bir ruhsat da nimetin tamamlanması arasında yer alır.

 

2- "Namaza Kalkmak" ile ilgili ilim Adamlarının Görüşleri:

 

İlim adamları, Yüce Allah'ın: "Namaza kalkacağınız zaman" buyruğu ile hangi mananın kastedildiği hususunda farklı görüşler belirtmişlerdir. Bir kesim şöyle demektedir: Bu, -namaz kılmak isteyen kişi ister abdestli olsun, ister abdestsiz olsun-, her namaz kılmak isteme hali hakkında umumi bir lafızdır. O bakımdan namaz kılmak isteyen herkesin abdest alması gerekmektedir. Nitekim Hz. Ali de böyle yapar ve bu ayet-i kerimeyi okurdu. Bunu, Ebu Muhammed ed-Darimı, Müsned'inde zikretmiştir. Bunun bir benzeri İkrime'den de rivayet edilmiştir. İbn Sırin de der ki: Halifeler her namaz ıçin ayrıca abdest alırlardı.

 

Derim ki: Bu açıklamalara göre ayet-i kerime muhkemdir, bunda herhangi bir nesh sözkonusu değildir.

 

Bir kesim de der ki: Bu hitap Peygamber (s.a.v.)'a hastır. el-Gasıl diye bilinen Abdullah b. Hanzala b. Ebi Amir der ki: Peygamber (s.a.v.) her namaz için abdest almakla emrolundu. Bu, kendisine ağır geldi. Sonra (her namazdan önce) misvak kullanması emr olundu ve hades hali müstesna abdest alma yükümlülüğü kaldırıldı. Alkame b. el-Feğva babasından -ki, o ashab-ı kiramdandı ve Rasulullah (s.a.v.)'a TEbuk'a giderken kılavuzluk yapmıştı- şöyle dediğini nakletmektedir: Bu ayet-i kerime Resulullah (s.a.v.)'a ruhsat bildirmek üzere indirilmiştir. Çünkü, Hz. Peygamber abdestsiz hiçbir iş yapmazdı. Kimse ile konuşmaz, kimsenin selamını almaz ve buna benzer hiçbir işi abdestsiz yapmazdı. Yüce Allah bu ayet-i kerime ile Ona, abdestin diğer ameller bir yana yalnızca namaza kalkmak için sözkonusu olduğunu bildirdi.

 

Bir başka kesim de şöyle demektedir: Ayet-i kerime ile kastedilen fazileti elde etmek üzere her namaz için abdest almaktır. Bunlar, buradaki emri mendupluğa hamletmişlerdir. Aralarında İbn Ömer'in de bulunduğu birçok saha be-i kiram bu fazileti ele geçirmek arzusuyla her bir namaz için abdest alırlardı. Peygamber (s.a.v.) da Mekke'yi fethettiği gün -ümmetine (bir abdestle birden çok farzı kılmanın mümkün olduğunu) beyan etmek arzusuyla, beş vakit namazı tek bir abdestle kıldığı güne kadar bu şekilde hareket ederdi.

 

Derim ki, bu görüşün zahirine göre neshedici hükmün varid oluşundan önce her bir namaz için abdest almak vacip değil de müstehab idi. Ancak, durum böyle değildir. Çünkü, emir varid olduğu takdirde vücubu gerektirir. Özellikle ashab-ı kiram nezdinde bu böyledir. Çünkü onların yaşayışlarından bildiğimiz ve öğrendiğimiz budur.

 

Bir başka kesim de şöyle demektedir: Önceleri herbir namaz için abdest almak farzdı. Daha sonra bu, Mekke fethedildiği gün nesh olundu. Ancak bu, Enes yoluyla rivayet edilen şu hadis dolayısıyla yanlıştır. Enes der ki: Peygamber (s.a.v.) her bir namaz için abdest alırdı. Onun ümmeti ise, böyle değildi. Bu hadis ileride gelecektir.

 

Yine Süveyd b. en-Nu'man'ın hadisi dolayısıyla da bu farzın nesh olduğu görüşünün yanlış olması gerekmektedir. Süveyd b. en-Nu'man'ın rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.) (Hayber yakınlarında bir yer olan) es-Sahba denilen yerde iken aynı abdestle ikindi ve akşam namazlarını kıldı. Bu Hayber gazvesinde olmuştu. Hayber gazvesi ise hicretin altıncı yılındadır. Yedinci yılında olduğu da söylenmiştir. Mekke'nin fethi ise sekizinci yılında olmuştur. Bu da Malik'in Muvatta'ında rivayet ettiği sahih bir hadistir. Buhari ve Müslim de bunu rivayet etmiştir. Böylelikle bu iki hadis-i şerifle Mekke'nin fethinden önce herbir namaz için abdest almanın farz olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır.

 

Denilse ki: Müslim, Bureyde b. el-Husayb, Rasulullah (s.a.v.)'ın her bir namaz için abdest aldığını rivayet etmektedir. Mekke fethedildiği gün ise, bütün (bir günün) namazlarını tek bir abdestle kıldı ve mestlerine mesh etti. Ömer (r.a) dedi ki: Bugün daha önce yapmamış olduğun birşeyi yaptın? Hz. Peygamber: "Ben bunu kasten yaptım Ey Ömer" diye buyurdu Peki, niye Hz. Ömer ona böyle bir soru sordu ve durumu öğrenmek istedi?

 

Böyle diyene şu şekilde cevap verilir: Hz. Ömer ona Hayber'de (ikindi ve akşamı tek abdestle kıldığı) namazından itibaren edindiği adete muhalefeti dolayısıyla bu soruyu sormuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Tirmizi de Enes'den rivayet ettiğine göre; Peygamber (s.a.v.), abdestli olsun olmasın her namaz için abdest alırdı. Humeyd der ki: Enes'e sordum: Peki ya siz nasıl yapıyordunuz? Enes dedi ki: Bizler ise, bir tek abdest alırdık. (Tirmizi) dedi ki: Bu, Hasen sahih bir hadistir). Yine Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Abdest üstüne abdest bir nurdur." 

 

Peygamber (s.a.v.) buna göre herbir namaz için yeni bir abdest alırdı. Küçük abdestini bozarken, bir kişi kendisine selam verdiği halde teyemmüm edinceye kadar selamını almadı. Teyemmümden sonra selamını aldı ve: "Ben Yüce Allah'ı abdestli olmaksızın zikretmekten hoşlanmadım" diye buyurdu. Bunu da Darakutni rivayet etmiştir. 

 

es-Süddi ile Zeyd b. Eslem der ki: "Namaza kalkacağınız zaman" ayeti, yataklarınızdan, yani uykudan uyanıp kalktığınız zaman, anlamındadır. Bu te'vile göre ayetin maksadı, bütün hades hallerini zikretmektir. Özellikle de hakkında bizatihi hades midir değil midir diye ihtilaf edilen uyku zikredilmiş olmaktadır. Bu açıklamaya göre ayet-i kerimede bir takdim ve tehir vardır ve ifadenin takdiri şöyledir: Ey iman edenler, uykudan uyanıp namaz için kalkacağınız vakit, yahut sizden herhangi bir kimse ayak yolundan gelirse, ya da kadınlara yaklaşmış -yani bundan kasıt küçük temas olan dokunmaktır - iseniz ... yıka yınız.

Böylelikle küçük hadesli olanın hükümleri tamamlanmış olmaktadır. Daha sonra da: "Eğer cünup iseniz yıkanıp temizleniniz" diye buyurdu ki bu, bir başka hades türünün hükmünü ifade etmektedir. Bundan sonra ise her iki (küçük ve büyük) hades türü için de: "Şayet hasta veya yolculukta iseniz ve su bulamazsanız o vakit, tertemiz toprakla teyemmüm edin" diye buyurulmuştur.

 

Malik'in -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- arkadaşlarından Muhammed b.

Mesleme ve başkaları da ayet-i kerimenin bu te'vilini benimsemişler ve bu doğrultuda görüşlerini ifade etmişlerdir.

 

İlim ehlinin çoğunluğu ise şöyle demektedir: Ayetin manası: Sizler hadesli olduğunuz halde namaza kalkacağınız zaman ... Buna göre ise ayet-i kerimede herhangi bir takdim ve tehir yoktur. Aksine, ayet-i kerimede Yüce Allah'ın: "Temizleniniz" buyruğuna kadar su bulanın hükmü ifade edilmekte ve "abdestsiz olduğunuz halde" ifadesinin kapsamına da küçük temas da girmektedir. Bundan sonra da Yüce Allah'ın: "Eğer cünup iseniz yıkanıp temizleniniz" buyruğu da her iki hades türü ile ilgili olup su bulamayan kimsenin hükmü zikredilmektedir. Bu durumda da "kadınlara dokunmak" (yaklaşmak) cima demek olur. O bakımdan tıpkı su bulan kimse nasıl zikredilmişse, su bulamayan cünubun da zikredilmesi kaçınılmazdır. Bu ise, Şafii'nin ve diğerlerinin te'vili (açıklaması) dır. Sa'd b. Ebi Vakkas, İbn Abbas, Ebu Musa el-Eş'ari ve bunların dışında birçok sahabinin görüşleri de bu doğrultuda gelmiştir.

 

Derim ki: Bu iki te'vil, ayet-i kerime hakkında söylenenlerin en güzelidir.

Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

"Kalkacağınız zaman" (namaz) kılmak istediğiniz zaman, demektir. Nitekim Yüce Allah: "Kuran okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın'' (en-Nahl, 98) buyruğunda, Kur'an okumak istediğinde ... demektir. Çünkü namaza kalkış halinde abdest almaya imkan yoktur.

 

3- Abdest Alırken Yüzü Yıkamak:

 

"Yüzlerinizi yıkayın ... " buyruğunda Yüce Allah dört organ zikretmektedir. Birisi yüzdür. Bunu yıkamak farzdır. Eller de aynı şekilde. Başın farzı ise ittifakla meshedilmesidir. Ayaklarda ise ileride geleceği üzere ihtilaf edilmiştir. Ayet-i kerimede bunların dışında herhangi bir organdan söz edilmemektedir. Bu ise, bunların dışında kalanların bir takım adab ve sünnetler olduğunun delilidir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

Yüzün yıkanması esnasında suyun yüze götürülerek elin de yüz üzerinde gezdirilmesi kaçınılmazdır. Bize göre yıkamanın gerçek mahiyeti budur. Biz, bu hususu Nisa suresinde (43. ayet, 13. başlıkta) açıklamış bulunuyoruz. Bizden başkaları ise şöyle demektedir: Abdest alanın yapması gereken şey, sadece suyu akıtmaktır. Eliyle ovalamak mükellefiyeti yoktur. Şüphe yok ki kişi, kendisini suya daldırsa ve beraberinde yüz ya da ellerini de daldırıp ovalamayacak olsa, onun hakkında yüz ve ellerini yıkadı denilir. Bilindiği gibi bu hususta ancak o iş için verilen ismin hasıl olmasına itibar edilir. Bu hasıl olursa yeterlidir.

 

Sözlükte vech (yüz); muvaceheden alınmadır. Vech, bir takım azaları kapsayan eni ve boyu olan bir organdır. Onun uzunlamasına sınırı, alnın üst tarafının başlangıcı olup, çenelerin sonuna kadar devam eder. Enine sınırı ise iki kulak arasıdır. Bu husus, tüysüz kimse hakkında böyledir. Sakallı kimse ise, eğer çeneleri sakalla kaplı bulunuyor ise, sakalı ya seyrektir, yahut sıktır. Şayet sakalı seyrek olup alttan teni görünüyor ise, suyun tene ulaştırılması kaçınılmazdır. Şayet sık ise, bu sefer farz -tıpkı başta bulunan saçta olduğu gibi- sakala intikal etmiş olur (yani sakaIın yıkanması gerekir).

 

Diğer taraftan sakalın çeneden arta kalan ve aşağı doğru sarkan bölümü ile ilgili olarak Suhnun, İbnü'l-Kasım'dan şöyle dediğini nakletmektedir:

 

Malik'e: Sen ilim ehlinden herhangi bir kimsenin sakal yüzdendir, o bakımdan onun üzerinden su geçilmesi gerekir, diyen bir kimse işittin mi şeklinde sorulurken, şöyle dediğini dinledim: Evet, abdest esnasında sakalın hilallendirilmesi insanların yapmaları gereken bir iş değildir, dedikten sonra da bunu yapanı ayıpladı.

 

Yine İbnü'l-Kasım, Malik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Abdest alan kişi, içine suyu sokmaksızın sakalının dış tarafını hareket ettirir. Devamla: Sakal tıpkı ayak parmakları gibidir, der.

 

İbn Abdilhakem der ki: Sakalın hilallendirilmesi, abdest alırken de guslederken de vaciptir.

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Peygamber (s.a.v.)'dan, -hepsi de zayıf olan- çeşitli yollardan abdest alırken sakalını hilallediği rivayet edilmiştir. İbn Huveyzimendad da fukaha, abdest esnasında sakalın hilallendirilmesinin vacib olmadığı üzerinde ittifak ettiklerini nakletmektedir. Bundan tek istisna, Said b. Cübeyr'den rivayet edilen şu sözüdür: Kişi ne diye sakalları bitmeden önce sakalını (bittiği yeri) yıkıyor da, bu sakalı bitti mi orayı yıkamıyor? Ve tüysüz kimse ne diye çenesini yıkıyor da sakalı olan kimse yıkamıyor?

Tahavi der ki: Teyemmümde vacib olan yüzde tüyün bitiminden önce tenin mesh edilmesidir. Ancak tüyün bitiminden sonra bu, onların (fukahanın) hepsine göre de sakıt olur. Abdestte de durum böyledir.

 

Ebu Ömer der ki: Kim sakalın tümünün yıkanmasını vacib kabul ederse, sakalı da yüz gibi kabul etmiş olur. Çünkü vech (yüz) muvaceheden alınmıştır. Yüce Allah ise, sakallı ile sakalsız kimse arasında herhangi bir tahsise gitmeksizin mutlak bir emir ile yüzün (vechin) yıkanmasını emretmiş bulunmaktadır. O halde Kur'an'ın zahirine göre sakalın yıkanması vacib olur. Çünkü sakal, (yüzde) tenin bedelidir.

 

Derim ki: İbnü'l-Arabi de bu görüşü tercih etmiş ve ben de bu görüşteyim, demiştir. Çünkü, Peygamber (s.a.v.) sakalını yıkardı. Bunu, Tirmizi ve başkaları rivayet etmiştir. Böylelikle Hz. Peygamber, fiili ile muhtemel olan bir şeyi tayin etmiş olmaktadır. İbnü'l-Munzir de İshak'dan kasten sakalını hilallendirmeyi terk edenin tekrar bunu iade edeceğini belirttiğini nakletmektedir. Tirmizi de Osman b. Affan (r.a)'den rivayet ettiğine göre, sakalını hilallendirirdi. Tirmizi dedi ki: Bu, hasen, sahih bir hadistir. 

 

Ebu Ömer der ki: Sakalın sarkan bölümünü yıkamayı vacib kabul etmeyen, yıkanması emrolunan asıl yerin ten olduğu görüşündedir. Dolayısıyla ona göre, tenin üstünde zahir olanın yıkanması vacib olmaktadır. Sakalın sarkan bölümünün altında ise, yıkanması icabeden herhangi bir yer yoktur. Dolayısıyla, sakalın (tenin üstünde kalan bölümünün) yıkanması ondan bedel olmaktadır.

 

Yine fukaha, favariler ile kulak arasındaki bölümün yıkanması hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbn Vehb, Malik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Sakal, saçının gerisinde kalan (ve tüy bitmeyen) çeneye kadar gelen bölüm yüzden değildir. Ebu Ömer ise der ki: Ben, İbn Vehb'in Malik'ten rivayet ettiği görüşü çeşitli bölgelerde yaşayan fukahadan herhangi bir kimsenin söylediğini bilmiyorum.

 

Ebu Hanife ve arkadaşları ise derler ki: Favoriler ile kulak arasında saç bitmeyen bölüm yüzdendir ve yıkanması vacibtir. Şafii ve Ahmed de buna yakın görüş belirtmişlerdir. Saç bitmeyen bu bölümü yıkamanın müstehab olduğu da söylenmiştir. İbnü'l-Arabi der ki: Bence sahih olan, o bölümü, sakalı olan kimse için değil de tüyü bitmemiş kimsenin yıkamasının gerektiğidir.

 

Derim ki: Kadı Abdülvehhab'ın tercihi de budur. Konu ile ilgili görüş ayrılığının sebebi ise, bu bölüm hakkında muvacehe adının verilip verilmeyeceğinden kaynaklanmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İşte bu ihtimal dolayısıyla da yine fukaha arasında yüzün yıkanma emrinin burnun ve ağzın iç tarafını kapsayıp kapsamadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Ahmed b. Hanbel, İshak ve onlardan başkaları, abdestte de gusulde de bunun vacib olduğunu kabul ederler. Şu kadar var ki, Ahmed şöyle demektedir: Abdest alırken, burnuna su çekmeyi (istinşak) terkeden kimse, daha sonra bunu iade eder. Fakat mazmazayı (ağzına su verip çalkalamayı) terkeden kimse bunu iade etmez. Genel olarak fukaha ise şöyle demektedir: İkisi de abdestte de gusulde de birer sünnettir. Çünkü emir, ancak zahiri kapsar, batını (gizli ve görünmeyen bölümü kapsamaz). Araplar ise, ancak muvacehe kapsamına giren şeyler hakkında vech tabirini kullanırlar. Diğer taraftan Yüce Allah bunları Kitabında zikretmiş değildir. Müslümanlar da bunları vacib görmediler ve herkes bu hususta da ittifak etmemiştir. Farz olan bir hüküm ise ancak bu yollardan birisi ile sabit olur. Bu kabilden açıklamalar daha önce en-Nisa suresinde (43. ayet, 17. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Gözlere gelince, herkes icma ile gözlerin iç tarafının yıkanmasının gerekmediğini kabul etmiştir. Şu kadar var ki, Abdullah b. Ömer'den, gözlerine hafifçe su serptiği rivayet edilmiştir. Bunları yıkamanın sakıt oluş sebebi ise, bundan dolayı rahatsızlanmak ihtimali ile bu işin zor oluşudur. İbnü'l-Arabı der ki: Bundan dolayı, Abdullah b. Ömer görmez olduktan sonra, gözlerini yıkardı. Zira bundan dolayı rahatsız olmazdı.

 

Yüz ile ilgili bu hüküm (ler) böylece anlaşıldığına göre, herhangi bir sınırlama sözkonusu olmaksızın, yüz ile birlikte baştan bir bölümün yıkanması kaçınılmazdır. Nitekim başın tümünün mesh edilmesi ile birlikte belli bir miktar tayini sözkonusu olmaksızın yüzün de küçük bir bölümünün mesh edilmesinin vacib olduğunu kabul eden görüş de buna benzemektedir. Bu hüküm ise, usul-u fıkıhta bir kaideyi teşkil eden: "Kendisi olmaksızın vacibin tamam olmadığı bir şey tıpkı onun gibi vacibtir" kaidesine dayanmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

4- Abdestte Niyetin Hükmü:

 

İlim adamlarının cumhuru, abdestte niyetin mutlaka gerekli olduğu görüşündedir. Çünkü Hz. Peygamber: "Ameller ancak niyetler iledir" diye buyurmuştur. Buharı der ki: Böylelikle iman, abdest, namaz, zekat, hac, oruç ve diğer ahkam da bunun (hadisin) kapsamına girmektedir. Yüce Allah da: ''De ki: Herkes kendi tabiatına göre hareket eder" (el-İsra, 84) diye buyurmaktadır ki, bu da niyetine göre hareket eder, demektir. Peygamber (s.a.v.) de: "( ... Fetihten sonra hicret yoktur.) Fakat, cihad ve niyet vardır" diye buyurmuştur. 

 

Şafiilerden pek çok kişi ise niyete gerek yoktur, demektedir. Bu, Hanefilerin de görüşüdür. Derler ki: Niyet, ancak bizatihi maksat olarak gözetilen ve başkalarına sebep teşkil etmeyen farzlarda vacibtir. Bir diğer fiilin sahih olması için şart olan amellere gelince, o fiili emreden buyruk ile birlikte bir başka delalet olmadığı sürece, bizzat emrin kendisi ile o işte niyet icabetmez. Taharet ise şarttır. üzerinde namazın farz olmadığı bir kimseye taharet farzı da vacib değildir. Ay hali ve lohusa olan kadın gibi.

 

Bizim (mezhebimize mensup) ilim adamlarımız ile, kimi Şafiiler ise, Yüce Allah'ın: "Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ... yıkayın" buyruğunu delil göstermişlerdir. Yıkama fiili vacib olduğuna göre, o fiilin sahih olabilmesi için niyet de şart olur. Çünkü Yüce Allah tarafından farz kılmak, Allah'ın emrettiği işin yapılmasını icabettirir. Buna göre bizler: Bunun için niyet vacib değildir diyecek olursak, Yüce Allah'ın emrettiğini yapmak için bir maksat taşımanın onun için vacib olmadığını söylemiş oluruz. Bilindiği gibi serinlemek veya herhangi bir maksat için gusleden bir kimse, o vacibi eda etme maksadını gözetmiş değildir. Hadiste de abdestin (küçük günahlar için) keffaret teşkil ettiği sahih olarak sabit olmuştur. Eğer abdest, niyetsiz olarak sahih olur denilecek olursa, günahlara keffaret olmaz. Diğer taraftan Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Halbuki onlar, Allah'a ancak dinlerini O'na halis kılanlar ve hanifler olarak ibadet etmelerinden ... başkasıyla emr olunmadılar. "(el-Beyyine, 5)

 

5- Niyetin Takdim ve Tehir Edilmesi:

 

İbnü'l-Arabi der ki: Kimi ilim adamımız şöyle demektedir: Bir kimse gusletmek niyetiyle nehre gitmek üzere çıkarsa bu onun için yeterli olur. Şayet yolda iken niyeti kaybolacak (hatırından gidecek olursa) -ve eğer hamama gitmek için de yola çıkar, yolda da niyeti kaybolacak olursa- niyeti batıl olur. Kadı Ebu Bekr b. el-Arabi -Allah ondan razı olsun- der ki: Sıradan müftü geçinen kimseler, buna dayanarak şöyle demişlerdir: Namaz için niyet, bu konudaki her iki görüşe göre de uygun düşebilir. Ayrıca onlar, bu hususta zan ile yakin arasında herhangi bir fark gözetemeyenlerden bir nass da irad etmişler ve bunun şöyle dediğini nakletmişlerdir: Namazda niyetin tekbirden önce olması caizdir. Müftü ve müctehid olmak isteyip de Allah'ın başarı ihsan etmediği ve doğruya iletmediği böyle bir topluluğun Allah yardımcıları olsun, onların yaptıklarını herkes görüp de ibret alsın. Şunu bilin ki, -Allah'ın rahmeti üzerinize olsun- abdestte niyetin vacib olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı vardır. Bu hususta Malik'in görüşü de farklı farklı gelmiştir.

 

Bu konuda ittifak sözkonusu olmadığından dolayı, bazı yerlerde niyetin öne alınmasında müsamaha gösterilmiştir. Namaz hususunda ise, imamlardan herhangi bir kimsenin görüş ayrılığı yoktur. Ve namaz, bizzat maksat olarak gözetilen asli bir ibadettir. üzerinde ittifak edilmiş maksat olarak gözetilen asli bir husus, nasıl hakkında görüş ayrılığı bulunan ve asıl olmayıp tabi olan fer'i bir hususa hamledilerek aynı hükme tabi kabul edilebilir? Bu, aşırı ahmaklıktan başka bir şeyolabilir mi? Oruca gelince, şeriat, oruç hakkında başlama vakti, gafil olunan (uykuda bulunulabilen) bir zaman olduğundan dolayı, niyetin başlama vaktinden öne alınmasını kabul etmekle bu husustaki zorluğu gidermiş olmaktadır.

 

6- Ellerin Yıkanması:

 

Yüce Allah'ın: "Ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın" buyruğu ile ilgili olarak, dirseklerin yıkanacak sınırlar içerisinde olup olmadığı hususunda insanlar farklı görüşlere sahiptirler. Kimileri, evet dahildir demektedir. Çünkü "...  e, a kadar" edatından sonra gelen, eğer kendisinden öncekinin türünden ise kapsamına girer. Bunu, Sibeveyh ve başkaları söylemiştir. Bu husustaki açıklamalar, geniş bir şekilde açıklanmış olarak, el-Bakara süresinde (187. ayet 18. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Dirseklerin yıkamanın kapsamına girmediği de söylenmiştir. Bu husustaki her iki rivayet de Malik'ten rivayet edilmiştir.

ikincisi, Eşheb'e ait bir rivayettir. ilim adamlarının çoğunluğu ise birinci rivayeti kabul etmiştir, sahih olan da budur. Çünkü, Darakutni'nin Hz. Cabir'den rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.) abdest aldığında, suyu dirsekleri üzerinde gezdirirdi. (Darakutni, I, 83)

 

Kimi ilim adamı da şöyle demiştir: " ... akadar", "birlikte: beraber" anlamındadır. Nitekim, Arapların: "Küçük deve sürüsü küçük deve sürüsüne katılırsa, büyük bir sürü olur" demesine benzer. Yani, küçük sürü, küçük sürü ile beraber... demektir.

 

Ancak, daha önce en-Nisa süresinde (2. ayet, 4. başlıkta) açıkladığımız gibi, buna gerek yoktur. Çünkü, araplara göre "el" tabiri ile parmak uçlarından kola kadar olan bölüm kastedilir. Yine "ayak" ile, parmaklardan baldırın dibine kadar olan bölüm kastedilir. O halde, dirsekler de "el" isminin kapsamı içerisine girmektedir. O bakımdan, şayet buyruğun anlamı "dirseklerele beraber" şeklinde olsaydı, ayrıca bunun ifade ettiği bir mana olmazdı. Burada Yüce Allah; ".....a kadar" diye buyurduğuna göre, yıkamanın sınırı olarak dirsekler tesbit edilmiş olmakta ve böylelikle dirseklerden tırnaklara kadar olan bölümün yıkanması gerektiği anlaşılmaktadır. Bu, doğru ve yerinde bir sözdür, hem lügat hem de anlam itibari ile usule uygundur.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Bu meselenin kesişme noktasını, kadı Ebu Muhammed'den başka kimse anlamadı. O, şöyle demiştir: "Dirseklere kadar" buyruğu ellerden yıkanmaksızın bırakılacak sınırı ifade etmektedir. Yoksa, onların yıkanacak olan sınırını değiL. İşte bundan dolayı dirsekler yıkamanın kapsamına girer.

 

Derim ki: Sözlükte el ve ayak kelimeleri, bizim dediğimiz yerleri de kapsadığından dolayı, Ebu Hureyre abdest alırken, ellerini yıkarken koltuk altlarına kadar ve ayaklarını yıkarken de bacaklarını da yıkar ve şöyle derdi: Ben, dostum (s.a.v.)'ı: "Mü'minin (kıyamette) süsü, abdestin ulaştığı yere kadar ulaşır" derken dinledim. 

 

Kadı İyad ise der ki: Fakat insanlar, bundan farklı bir husus üzerinde icma etmişler ve abdestin sınırlarını aşmaması gerektiğini kabul etmişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber: "Kim bundan fazlasını yaparsa, haddi aşmış ve zulmetmiş olur" diye buyurmuştur.

 

Ondan başkaları ise şöyle demiştir: Bu şekildeki bir uygulama, onun (Ebu Hureyre'nin) bir mezhebi (görüşü) idi ve bu onun tek başına kabul ettiği görüşlerden birisidir. Diğer taraftan o, bu uygulamayı Peygamber (s.a.v.)'den nakletmeyip, bunu Hz. Peygamberin: "Sizler abdest dolayısıyla yüzleri, elleri ve ayakları nurlandırılacak olan kimselersiniZ" hadisi ile kendisinin de zikrettiği gibi: "Kıyamet gününde mü'minin süsü ... ulaşır" hadisinden istinbat etmiştir.

 

7- Başlara Mesh Etmek:

 

Yüce Allah'ın: "Başlarınıza mesh edin" buyruğuna gelince, en-Nisa süresinde (43. ayet, 43. başlıkta) meshin müşterek bir lafız olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. "Baş" ise, insanların zorunlu olarak bildiği ve yüzün de bir bölümünü teşkil ettiği organın tümünden ibarettir. Yüce Allah, abdestte onu zikredip yüzün ise muayyen olarak yıkanacağını belirttiğine göre, başın geri kalan bölümü de mesh için kalmaktadır.

 

Eğer (yüzün) yıkanacağını sözkonusu etmemiş olsaydı, başın tamamını mesh etmek gerekirdi. Başın üzerinde saç bulunan bölümü de, göz, burun ve ağzın bulunduğu (yüz) bölümü de (mesh edilecekti).

 

Malik, başın meshinin vücubu hususunda bizim zikrettiğimiz bu noktaya da işaret etmiştir. Kendisine, abdest alırken başının bir bölümünü mesh etmeyi terkeden kimse hakkında soru sorulunca, o şu cevabı vermiştir: Ne dersin, eğer yüzünün bir bölümünü yıkamayı terketmiş olsaydı, bu o kimse için yeterli olur muydu?

 

İşte, bizim zikretmiş olduğumuz bu husus ile, kulakların baştan sayıldıkları ve onların da başın hükmünü aldıkları açıkça ortaya çıkmaktadır. Ve bu şu sözü söyleyen Zühri'nin kanaatine muhaliftir: Kulaklar yüzdendir ve yüzle beraber yıkanırlar. Yine şu sözleri söyleyen Şa'bi'nin kanaatine de muhaliftir: Kulakların karşıdan görünen bölümleri yüzdendir, arkaları ise baştandır. Aynı zamanda bu, el-Hasen ve İshak'ın da görüşüdür, bunu İbn Ebi Hureyre de Şafii'den nakletmiştir İleride (el-Hasen ve İshak'ın) bu husustaki delilleri gelecektir.

 

Başa, baş (Re's) denilmesinin sebebi, yüksekliği ve onda saçın bitmesi dolayısıyladır. Dağ başı (Ra'sü'I-Cebel) da burdan gelmektedir. Bizim "baş, bir takım organların tümünün adıdır" dememizin sebebi ise, Şairin şu beyiti (nde dile getirdiği anlam) dolayısıyladır: "Onlar başımı yüklenip götürdüklerinde -ki, başta benim çoğunluğum vardırKavuşma yeri geçilip sonra da beni götürseler..."

 

8- Baştan Mesh Edilmesi Gereken Miktar:

 

Baştan meshedilecek miktarın tayini hususunda ilim adamlarının onbir ayrı görüşü vardır. Bunların üçü Ebu Hanife'ye, ikisi Şafii'ye, altısı da bizim (mezhebimize mensub) ilim adamlarımıza aittir. Bunlardan sahih olan ise yalnızca bir tanedir. O da belirttiğimiz gerekçeler dolayısıyla genelinin meshedilmesinin vacib olduğudur. İlim adamları icma ile başını tamamen mesh edenin güzel bir iş yaptığını ve yapması gerekeni de ifa etmiş olacağını kabul etmişlerdir.

 

"Başlarınıza" buyruğunun başındaki "be" harfi zaiddir. Teb'iz (kısmilik bildirmek) için değildir. Manası; (...): Başlarınızı mesh ediniz şeklindedir.

 

Şöyle de denilmiştir: Bu harfin burada gelmesi, Yüce Allah'ın: "Yüzlerinizi ... meshediniz" (en-Nisa, 43) buyruğunda teyemmüm ile ilgili olarak yer alması gibidir. Eğer, bu harfin ifade ettiği anlam, kısmilik olsaydı, burada da bu kısmilik anlamını ifade etmesi gerekirdi. Ve bu (rada) kısmilik ifade etmediği kesindir.

 

Şöyle de denilmiştir: Bu harfin gelmesi, güzel bir mana ifade etmek içindir. O da şudur: Sözlükte yıkamak, kendisiyle yıkanılan bir şeyi de gerektirir. Meshetmek ise, sözlükte kendisiyle mesh olunan bir şeyi gerektirmez. Buna göre, eğer ("be" harfi olmaksızın): "Başlarınıza mesh ediniz" demiş olsaydı, el ile (eli) herhangi bir şey ile ıslatmaksızın başın üzerinde gezdirmek yeterli olacaktı. Bu harfin burada gelmesi, kendisiyle mesh olunacak şeyi ifade etmek içindir, o da sudur. Sanki: Ve su ile başlarınıza mesh edin buyurulmuş gibidir. Bu da lügatte, iki şekilde açıklanabilecek fasih bir söyleyiştir. Ya Sibeveyh'in naklettiği şu beyit gibi kalb yoluyla bir söyleyiştir: "Dudakları ak bir güvercinin tüylerinin yanlarını andırmaktadır. Diş etlerini ise sanki sürme tozuna sürmüş gibidir."

 

Sürme tozu ile mesh olunan, diş etleri olmakla birlikte (şair burada) bunu kalb ederek söylemiştir.

 

Yahut da bu buyruk, fiilde ortaklık ve nisbetinde eşitlik olmak üzere "be" ile kullanılmıştır. Şairin şu beyitinde olduğu gibi: "Onlar, geceleyin (kötülük yapmak için) yürürken salınan kirpileri andırırlar ki, kötülükleri Necran'a kadar ulaşmıştır; hatta Hecer'e."

 

"Be" harfinin anlamı ile ilgili olarak ilim adamlarımızın söyledikleri bunlardır.

Şafii ise şöyle demektedir: Yüce Allah'ın: "Başlarınıza mesh edin" buyruğunun, başın bir bölümü ile başın tamamını mesh ediniz anlamlarına gelme ihtimali vardır. Sünnet de bunun bir bölümünü mesh etmenin yeterli olduğuna delalet etmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) başının üst tarafını mesh etmiştir. Bir başka yerde de şöyle demektedir: Denilse ki, teyemmüm ile ilgili olarak Yüce Allah: "Yüzlerinizi meshedin" diye buyurmaktadır. Peki, teyemmümde yüzün bir bölümünü meshetmek yeterli olur mu? Böyle diyene şu şekilde cevap verilir: Teyemmümde yüzün mesh edilmesi, yüzün yıkanmasından bedeldir. O bakımdan yüzün yıkanması gereken yerlerinin tamamının mesh edilmesi kaçınılmaz bir şeydir. Başın meshedilmesi ise (bedel değil) bir asıldır. İşte aralarındaki fark budur.

 

Bizim ilim adamlarımız ise, hadis ile ilgili olarak şu sözleriyle cevap vermişlerdir: Peygamber (s.a.v.) bir mazeret dolayısıyla bunu yapmış olabilir. Özellikle onun bu uygulaması, sefer esnasında olmuştur. Sefer ise, birtakım mazeretlerin bulunması muhtemel olan bir haldir. Acele ve kısadan kestirip atma zamanıdır. Birtakım meşakkatler ve tehlikeler dolayısıyla bir çok farizalar hazf edilir. Diğer taraftan Hz. Peygamber, sarığının üzerine meshetmedikçe, başının üst tarafına meshetmekle yetinmemiştir. Bunu da Müslim, Muğire b. Şu 'be yoluyla rivayet ettiği hadiste zikretmektedir. Eğer başın tamamını meshetmek vacib olmasaydı, sarığının üzerine ayrıca mesh etmezdi.  Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

9- Başa Kaç Kere Mesh Verilir:

 

İlim adamlarının cumhuruna göre, tam ve kapsamlı tek bir defa mesh etmek yeterli olur. Şafii ise der ki: Abdest alan kişi, başını üç defa mesh eder. Enes ile Said b. Cübeyr ve Ata'dan böylece rivayet edilmiştir. İbn Sirin ise, başını iki defa mesh ederdi. Ebu Davud der ki: Hz. Osman yoluyla gelen bütün sahih hadisler, başın bir defa meshedileceğine delalet etmektedir. Çünkü onlar, abdestin (diğer organların yıkanmasının) üç defa tekrarlanacağından söz etmekle birlikte, bu rivayetlerde: "Ve başına meshetti" demekte ve herhangi bir sayı da zikretmemektedirler. 

 

10- Meshin Keyfiyeti ve Başlama Yeri:

 

Başının meshedilmeye nereden başlanacağı hususunda (fukaha) farklı görüşlere sahiptirler. Malik der ki: Başının ön tarafından meshetmeye başlar, sonra da ellerini başının arka tarafına doğru götürür, daha sonra ön tarafına tekrar geri getirir. Tıpkı, Müslim'in rivayet ettiği, Abdullah b. Zeyd yoluyla gelen hadiste olduğu gibi.

 

Şafii ve İbn Hanbel de bu görüştedir. el-Hasen b. Hayy ise şöyle derdi: Muavviz b. Afra'nın kızı er-Rubeyyi'in rivayet ettiği hadise göre de başının arka tarafından başlar. Ancak bu, lafızlarında ihtilaf bulunan bir hadistir ve bütün yollarıyla Abdullah b. Muhammed b. Akil'den gelmektedir. Hadis alimlerine göre ise, kuvvetli bir hafız (belleyici) değildir. Bu hadisi, Ebu Davud, Bişr b. el-Mufaddal'dan, O, Abdullah'tan, O, er-Rubeyyi yoluyla rivayet etmiştir. İbn Aclan da ondan (Abdullah b. Muhammed b. Akil'den) o da er-Rubeyyi'den şunu rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.v.) bizim yanımızda, abdest aldı. Başının tümünü, saçın bütün bitim yerlerinden itibaren dört bir yanından mesh etti. Ancak, saçın üzerinde bulunduğu halini değiştirmedi.

 

Bu nitelikte bir abdest alma şekli, İbn Ömer'den de rivayet edilmiş olup, bunda başının arka tarafından meshe başladığı da belirtilmektedir.

 

Bu hususta en sahih rivayet, Abdullah b. Zeyd'in rivayetidir. Başın bir bölümünün meshini caiz kabul eden herkes, başın meshedilecek bölümünün ön tarafı olduğu görüşündedir. İbrahim ile eş-Şa'bi'den şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Başının hangi tarafını meshedersen bu senin için yeterli olur. İbn Ömer ise, başın sadece tepe (bıngıldak) bölümünü meshetmekle yetinmiştir.

 

Her iki elle bir arada mesh etmenin müstahsen olduğu hususu üzerinde de tek bir elle meshin de yeterli olduğu üzerinde de icma vardır.

 

Bununla birlikte başın meshedilmesini gördüğü bölümünü mesh edinceye kadar tek bir parmakla mesheden kimse hakkında ise farklı görüşler vardır. Meşhur olan kanaate göre bunun yeterli olduğudur. Bu, Süfyan es-Sevri'nin görüşüdür. Süfyan der ki: Başını tek bir parmak ile mesh edecek olursa, bu dahi onun için yeterlidir. Bunun yeterli olmadığı da söylenmiştir. Çünkü bu, mesh sünnetinin dışına bir çıkıştır, sanki bir oyun gibidir. Ancak, böyle bir şey hastalık zarureti dolayısıyla yapılacak olursa, bunun yeterli geleceği hususunda ihtilaf olmamalıdır.

 

Ebu Hanife, Ebu Yüsuf ve Muhammed derler ki: üç parmaktan daha az parmakla başın meshedilmesi yeterli değildir.

 

Birinci defa meshetmenin Kur'an nassı ile farz olduğu icma ile kabul edilmekle birlikte; ellerin başın saçları üzerinde geri getirilmesinin, farz mı, sünnet mi, olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Cumhur, bunun sünnet olduğu görüşündedir, farz olduğu da söylenmiştir.

 

11- Başını Meshedecek Yerde Yıkarsa:

 

Abdest alan bir kimsenin, başını meshedecek yerde yıkaması, (hususu ile ilgili olarak) İbnü'l-Arabi şöyle demektedir: Bunun, o kimse için yeterli olacağı hususunda görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoruz. Ancak, İmam Fahru'lİslam eş-Şaşi, bize ders verdiğinde kendi mezheb alimlerinden Ebu'l-Abbas b. el-Kass'ın bunun yeterli olmayacağını söylediğini bize haber verdi. Ancak bu, Yüce Allah'ın şu buyruklarında yermiş olduğu ve şeriatı iptal eden zahire tabi olmak kabilinden fasid Davudi (Zahiriye) mezhebinden bir aşırılıktan başka birşey değildir: "Onlar) ancak dünya hayatının zahir kısmını bilirler'' (Rum, 7); "Yahut sözün zahirinegöre mi ...'' (er-Ra'd, 33) Yoksa, bu şekilde başını yıkayan bir kimse, emr olunduğu şeyi fazlasıyla yapmış olmaktadır.

 

Denilse ki: Bu, kendisi ile ibadet olunan lafzın kapsamı dışına çıkmış bir fazlalıktır. O zaman şöyle deriz: Ancak, fiilin mahalline ulaştırılması hususunda ifade ettiği anlamın dışına çıkmamıştır. Aynı şekilde bir kimse, önce başını meshetse, sonra da başını tıraş edecek olsa, meshini iade etmekle mükellef değildir.

 

12- Başta Bulunan Diğer Organların Meshi:

 

Malik, Ahmed, es-Sevri, Ebu Hanife ve diğerlerine göre, kulaklar başın kapsamı içerisindedirler. Ancak, bunlar için ayrıca su almak hususunda farklı görüşleri vardır. Malik ve Ahmed der ki: Başını mesh ettiği sudan ayrı olarak kulakları için yeni bir su alır. ibn Ömer'in yaptığı gibi. Şafii de suyun yenilenmesi hususunda böyle demiştir. Ayrıca der ki: Kulakların meshedilmesi, başlı başına bir sünnettir. Kulaklar, yüzden de değildir, baştan da değildir. Çünkü, ilim adamları, hacc sırasında kulaklar üzerinde bulunan saçı kestirmiyeceğini ittifakla kabul etmişlerdir. Ebu Sevr'in bu husustaki görüşü Şafii'ninki gibidir.

 

es-Sevri ile Ebu Hanife der ki: Kulaklar, baş ile birlikte mesh olunurlar. Seleften bir topluluktan, ashab ve tabiinden bu görüşün bir benzeri de rivayet edilmiştir. Davud (ez-Zahiri) der ki: Kulaklarını meshedecek olursa, iyi bir şeydir. Meshetmezse de birşey gerekmez. Çünkü kulaklar Kur'an-ı Kerimde zikredilmiş değillerdir. Ona şöyle denilir: -Önceden de açıkladığımız gibi- baş, zaten onları ihtiva etmektedir.

 

Ayrıca, Nesai, Ebu Davud ve diğerlerinin kitaplarında sahih hadislerde Peygamber (s.a.v.)'ın kulaklarının dış taraflarını da iç taraflarını da meshettiğini, parmaklarını kulaklarının deliklerine soktuğunu göstermektedir. Kulakların Kur'an-ı Kerimde zikredilmemiş olması, onların mesh edilmesinin, yüz ve ellerin yıkanması gibi bir farz olmadıklarına delalet etmektedir. Mesh edilmeleri ise sünnet ile sabit olmuştur.

 

İlim ehli, abdest alan bir kimsenin kulaklarını meshetmeyi terketmesini mekruh görürler ve böyle bir şeyi yapan bir kimsenin Peygamber (s.a.v.)'ın sünnetlerinden birisini terkettiği görüşündedirler. Bununla birlikte -İshak dışında- kulaklarına meshi iadeyi de vacib görmezler. İshak ise der ki: Eğer kulaklarını meshetmeyi terkedecek olursa, (bu abdesti) onun için yeterli olmaz. Ahmed der ki: Kasten kulaklarını meshetmeyi terkedecek olursa (abdestini) tekrar iade etmesini müstehab görürüm.

 

Malik'in arkadaşlarından Ali b. Ziyad'dan da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Kim kasti olarak abdest yahut namaz sünnetlerinden birisini terkedecek olursa iade eder. Ancak fukahaya göre bu, zayıf bir görüştür. Böyle bir görüşü, geçmiş alimlerden (seleften) söyleyen bir kimse olmadığı gibi, bunun kıyas bakımından (aklı açıdan) kabul edilecek bir tarafı da yoktur. Durum böyle olsaydı, farz ve vacib olan bir şey diğerinden ayırt edilemezdi.  Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

Kulakların yüzden olduğunu kabul edenler, Peygamber (s.a.v.)'ın secde ettiği esnada söylediği sabit olan şu duasını delil gösterirler:

 

''Yüzüm, kendisini yaratan, ona suret veren, ona işitmek için kulaklar ve görmek için gözler bahşedene secde ediyor." Görüldüğü gibi burada Hz. Peygamber, işitmeyi yüze izafe etmiştir. Böylelikle onların da yüzün hükmünü almaları gerektiği sabit olmaktadır.

Ebu Davud'un Musannef'inde (Sünen'inde) Hz. Osman yoluyla gelen hadiste şöyle denilmektedir: Böylelikle o, kulakların iç ve dış tarafını bir defa mesh etti, sonra ayaklarını yıkadı, sonra şöyle dedi: Abdest hakkında soru soranlar nerede? İşte ben, Rasulullah (s.a.v.)'i bu şekilde abdest alırken gördüm.

 

Kulaklarının dış taraflarını yüz ile birlikte yıkar; iç taraflarını da baş ile birlikte mesheder, diyenler de Yüce Allah'ın yüzü yıkamayı, başı da mesh etmeyi emrettiğini delil gösterirler. Buna göre, kulaklardan sana karşı görünenin yıkanması gerekir, çünkü o yüzdendir, sana karşı görünmeyenin de meshedilmesi icabeder. Çünkü o baştandır.

 

Ancak, Peygamber (s.a.v.)'ın Hz. Ali, Hz. Osman, İbn Abbas, er-Rubeyyi' ve diğerleri yoluyla rivayet edilen hadislerde kulaklarının iç ve dış taraflarını meshettiğini belirten rivayetler bunu reddetmektedir.

 

Kulaklar baştandır, diyenler de Peygamber (s.a.v.)'ın es-Sunabihi yoluyla gelen hadisteki şu sözünü delil gösterirler: "Başını mesh ettiği takdirde günahlar başından -hatta kulaklarından çıkıncaya kadar- çıkar." Bu hadisi de Malik rivayet etmiştir.

 

13- Ayaklar:

 

Yüce Allah'ın: "Ayaklarınızı da" buyruğunu Nafi', İbn Amir ve el-Kisai "lam" harfini nasb ile; (...) şeklinde okumuşlardır. el-Velid b. Müslim de Nafi'den bunu: (...) şeklinde "lam" harfini ötreli olarak okuduğunu rivayet etmektedir. Bu aynı zamanda el-Hasen ve el-A'meş Süleyman'ın da kıraatidir. İbn Kesir, Ebu Amr ve Hamza ise, bu kelimeyi ''lam'' harfini esreli olarak; (...) şeklinde okumuşlardır. İşte ashab ve tabiin de bu kıraatteki farklılığa göre farklı görüşlere sahiptirler. Bu kelimenin "lam" harfini üstün okuyan, bunda amilin "Yıkayın" buyruğu olduğunu kabul etmiş ve ayaklar hakkında farz olan şeyin mesh değil de yıkamak olduğunu belirtmişlerdir.

 

Cumhurun ve ilim adamlarının büyük çoğunluğunun görüşü budur. Peygamber (s.a.v.)'ın uygulamasından sabit olan da budur. Birden çok hadis-i şerifte, onun söylediğinden de anlaşılması gereken budur. Nitekim Hz. Peygamber, topuklarını yıkamadıkları belli olan abdest almış bir topluluğu görünce, sesini çıkarabildiği kadar: "Ateşten çekeceklerinden dolayı topukların vay haline! Abdestinizi iyice alınız" diye yüksek sesle bağırmıştır. 

 

Diğer taraftan Yüce Allah, ayakların sınırlarını da tıpkı ellerde: "Dirseklere kadar" diye buyurduğu gibi, ayaklar hakkında da: "Her iki topuğunuza kadar" diyerek belirtmiştir. İşte bu, onların yıkanmalarının vacib olduğuna bir delildir.

 

Bu kelimenin ''lam'' harfini esreli okuyan kimse ise, bundaki amili "başlarınıza" kelimesinin başında gelen "be" harfi kabul etmiştir. İbnü'l-Arabi der ki: İlim adamları ayakların yıkanmasının vücubunu ittifakla kabul etmişlerdir. Ben, müslümanların fakihlerinden Taberi ile onların dışında Rafizilerden başka bunu reddeden kimse bilmiyorum. Taberi de delil olarak bu "lam" harfinin esreli kıraatine yapışmıştır.

 

Derim ki: İbn Abbas'tan ise: Abdest, iki yıkama ve iki meshdir dediği rivayet edilmiştir. Yine el-Haccac'ın, Ehvaz'da hutbe irad edip abdesti sözkonusu ederken şöyle dediği rivayet edilmektedir: Yüzlerinizi ve ellerinizi yıkayınız.

 

Başlarınıza meshediniz. Ayaklarınızı da (yıkayınız). Çünkü Ademoğlunun ayaklarından daha çok kirlenme ihtimali yüksek herhangi bir uzvu yoktur. O bakımdan ayaklarınızın iç tarafını, üstlerini ve topuklarını yıkayınız. Enes b. Malik bunu işitince şöyle dedi: Allah doğru söylemiştir. Haccac ise yalan söylemiştir. Yüce Allah ise: "Başlarınıza meshedin.

Ayaklarınızı da (mesh edin)" diye buyurmuştur. Bu olayı rivayet eden der ki: (Enes b. Malik) ayaklarını mesh ettiğinde onları ıslatırdı. Yine Enes'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kur'an mesh ile nazil olmuş, sünnet ise yıkamayı emretmekle varid olmuştur.

 

İkrime de ayaklarını mesh eder ve şöyle dermiş: Ayaklar hakkında yıkama söz konusu değildir. Onlar hakkında mesh nazil olmuştur. Amir eşŞa'bı de der ki: Cibril meshi indirmiştir. Nitekim teyemmümde de yıkanması emr edilmiş organların mesh edilmesi istenmekte, mesh edilmesi emredilmiş olanlar ise bağışlanmaktadır. Katade de der ki: Allah, iki tane yıkama ve iki tane meshi farz kılmıştır.

 

İbn Cerir et-Taberi, ayaklar hakkında farz olanın, yıkamak ile mesh etmekten birisi arasında muhayyerlik olduğu görüşündedir. Ve bu husustaki iki kıraati iki ayrı rivayet gibi değerlendirmiştir. en-Nehhas der ki: Bu hususta söylenenlerin en güzellerinden birisi de şudur: Hem mesh hem de yıkamak birarada vacibtir. "Ayaklarınız" anlamına gelen kelimenin "lam" harfini esreli okuyanların kıraatine göre mesh vacibtir, onu üstün okuyanların kıraatine göre ise yıkamak vacibtir. Bu iki kıraat ise iki ayrı ayet durumundadır.

İbn Atiyye der ki: "Lam" harfini esreli okuyanlardan kimisi, ayaklar hakkında mesh etmenin onları yıkamak anlamında olduğu görüşündedir.

 

Derim ki: Sahih olan da budur. Çünkü "mesh" lafzı müşterek bir lafızdır.

 

Hem "mesh" anlamında kullanılır, hem de "yıkamak" anlamında kullanılır. el-Herevı der ki: Bize el-Ezherı haber verdi. Bize, Ebu Bekr b. Muhammed b. Osman b. Said ed-Darı haber verdi. Ebu Bekr, Ebu Hatim'den, o, Ebu Zeyd el-Ensarı'den şöyle dediğini nakletti: Arapçada mesh, hem yıkamak, hem de meshetmek anlamına gelir. İşte bundan dolayı, abdest alıp da azalarını yıkayan kimse hakkında; "Temessüh etti" denilir. Yine Yüce Allah seni günahlarından arındırsın ve yıkayıp temizlesin anlamında "mesh" kelimesi kullanılarak; (...) denilir.

 

Araplardan nakil yoluyla meshin yıkamak anlamına geldiği de sabit olduğuna göre, buradaki "lam" harfinin esreli okunuşu ile kast edilen yıkamaktır, diyenlerin görüşleri tercihe değer olur, ağırlık kazanır. Bu tercih ise, mesh ve yıkama ihtimaline gelmeyen nasb kıraati sebebiyle ve yıkamayı tesbit eden hadislerin çokluğu ile, hadis imamlarının rivayet ettiği, sayılamayacak kadar çok sahih haberlerde ayakları yıkamayı terk edenlere yapılan tehditlerle daha da ağırlık kazanır.

 

Diğer taraftan baş hakkında mesh, ayaklardan önce mef'ul olmak üzere yıkanan şeyler (eller ve ayaklar) arasına girmek suretiyle sırasını beyan etmek için girmiştir. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Sizler yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi, topuklarınıza kadar ayaklarınızı yıkayınız, başlarınıza da mesh ediniz. Baş ayaklardan önce bir mef'ul olduğuna göre, til avette de onlardan öne gelmiştir. -Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır-. Yoksa baş, ayaklardan önce zikredildiği için abdestin sıfatı hususunda ayaklar onunla ortak özellikte olduklarından dolayı değildir.

 

Asım b. Küleyb, Ebu Abdurrahman es-Sülemi'den şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- bana: (...) diye (ayaklarınızı da meshedin anlamına gelecek şekilde "lam" harfini esreli olarak) okudular. Bu sırada davacılar arasında hüküm veren Ali (r.a) bunu işitti ve: (...): Ayaklarınızı da (yıkayın anlamına gelecek şekilde "lam" harfini üstün olarak) diye düzeltti. İşte bu, (amili itibariyle) mukaddem olan, söz ve söylenişi itibari ile muahher olan türdendir.

 

Ebu İshak, el-Haris'ten, o, Ali (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:

Ayakları topu kI ara kadar yıkayınız. İbn Mes'ud ile İbn Abbas'tan da bu kelimenin "lam" harfini nasb ile; (...): Ayaklarınızı da (yıkayın), şeklinde okudukları rivayet edilmiştir.

 

"Ayaklar" anlamındaki kelimenin "lam" harfinin esreli okunuşu, ayakların kayıtlı olarak mesh edileceklerini belirtmek için gelmiştir. Bu kayıt da ayakların mestli olmaları halidir. Biz bu kaydı, Rasulullah (s.a.v.)'dan öğrenmiş bulunuyoruz. Zira, ayaklarında mest bulunmaksızın ayaklarını meshettiğine dair sahih bir rivayet gelmiş değildir. Böylelikle Peygamber (s.a.v.), fiili ile hangi durumda ayağın yıkanacağını, hangi durumda da mesh edileceğini belirtmiş olmaktadır, da denilmiştir. Bu da güzel bir açıklamadır.

 

Denilse ki: Mestler üzerine mesh etmek el-Maide suresi ile (bu ayet-i kerimedeki bu kelimenin esreli okunuşu ile) nesh edilmiştir. Nitekim İbn Abbas böyle demiş, Ebu Hureyre ve Aişe neshi reddetmiş, Malik de ondan gelen bir rivayete göre onu reddetmiştir. Şöyle cevap verilir. Bir şeyi bir kimse reddeder, ondan bir başkası da kabul ederse, reddedenin delili yok demektir. Mestler üzerine mesh edileceğini ise, ashabtan ve başkalarından pek çok sayıda kimse kabul etmiştir.

 

el-Hasen der ki: Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından yetmiş kişi, mestler üzerine mesh ettiklerini bana nakletmişlerdir. Hemmam'dan sahih nakil ile sabit olduğuna göre o şöyle demiştir: Cerir, önce küçük abdest bozdu, sonra abdest aldı ve mestleri üzerine mesh etti. İbrahim en-Nehai der ki: Rasulullah (s.a.v.) da önce küçük abdestini bozdu, sonra abdest aldı ve mestleri üzerine mesh etti. İbrahim en-Nehai devamla der ki: Bu hadis, (ilim adamlarının) hoşlarına giderdi. Çünkü Cerir'in İslama girmesi, el-Ma ide suresinin nüzulünden sonra olmuştu. Bu ise karşı görüşü savunup da el-Vakidi'nin, Abdulhamid b. Cafer'den, onun babasından, Cerir'in Ramazan ayının onaltıncı gününde İslama girdiğini ve el-Maide suresinin ise Zülhicce ayında, arefe gününde nazil olduğu şeklinde varid olan ve delil diye gösterdikleri bu rivayeti reddeden açık bir nass tır. Çünkü onların naklettikleri bu rivayet, oldukça vahi (gevşek ve sağlam olmayan) bir rivayet olduğundan dolayı sabit olamayan bir hadistir. el-Ma ide suresinden, arafe gününde nazil olan daha önce de belirtildiği gibi: "Bugün sizin için dinimi kemale erdirdim ... " ayetidir. Ahmed b. Hanbel der ki: Ben, mestler üzerine mesh hususunda Cerir'in rivayet ettiği hadisi güzel buluyorum. Çünkü onun İslama girişi el-Maide suresinin nazil oluşundan sonradır. Ebu Hureyre ve Aişe (r.anhuma)'dan gelen rivayetler ise onlardan sahih olarak gelmiş değildir. Zira, Aişe'nin bu hususta herhangi bir bilgisi yoktu. Bundan dolayı Hz. Aişe bu hususta kendisine soru soran kimseyi Ali (r.a)'a göndermiş ve ona havale ederek şöyle demiştir: Sen ona sor. Çünkü o, Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte yolculuğa çıkardı... 

 

İmam Malik'ten gelen ve onun mestler üzerine meshi reddettiği ne dair rivayet ise münker bir rivayettir ve sahih değildir. Sahih ise, onun ölümü esnasında İbn Nafi'e söylediği şu sözlerdir: Ben, özel olarak kendim ayakları yıkama görüşünü alırdım. Bununla birlikte (mestler üzerine) ayaklarını mesh eden kimsenin yerine getirmesi gerekenler hususunda kusurlu davrandığı görüşünde de değildim. İşte Ahmed b. Hanbel de, İbn Vehb'in Malik'ten naklettiği: "Ben, mukimken olsun, yolculukta iken olsun mesh etmem" şeklindeki sözlerini buna göre yorumlamıştır. Ahmed der ki: Nitekim İbn Ömer'den de onun etrafındakilere mestlerine mesh etmelerini emrettiği halde, kendisinin mestlerini çıkartıp abdest alırken onları yıkadığını ve: "Abdest almak bana sevdirildi" dediği rivayet edilmiştir. Buna yakın bir rivayet Ebu Eyyub'dan da gelmiştir. Ahmed (r.a) der ki: Her kim bunu (mestler üzerine mesh etmeyi) İbn Ömer, Ebu Eyyub ve Malik'in yaptığı şekilde terkedecek olursa, bu yaptığını reddetmem. Bununla birlikte de böyle birisinin arkasında namaz kılarız ve ayıplamayız. Ancak, bunu bir takım bid'at ehli kimselerin yaptığı gibi mestler üzerine meshi caiz görmediği için terketmesi hali müstesnadır, böyle birisinin arkasında namaz kılmayız. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Yüce Allah'ın: (...) şeklindeki (lam harfinin esreli okunuşu şeklindeki) kıraatin sadece lafza atfedilip, manaya atfedilmemiş olduğu da söylenmiştir.

 

Bu da aynı şekilde yıkamaya delalet eder. Çünkü, gözönünde bulundurulan manadır, lafız değildir. Onun esreli okunuşu ise, arapların yaptığı gibi, civar (yakınlık, komşuluk) dolayısıyla bir cerdir. Bu husus, Kur'an-ı Kerimde olsun, başka yerlerde olsun varid olmuştur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "üzerinize alevli ateş ve erimiş bakır bırakılır' (er-Rahman, 35) şeklinde (ötreli olması gerekiyorken) esreli olarak okunmuştur.

Çünkü, bilindiği gibi nühas, duman anlamındadır. Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: ''Bilakis o, çok şerefli bir Kur'an'dır. Levh-i mahfuzdadır" (el-Buruc, 21-22) şeklinde (son kelimesi) esreli olarak okunmuştur. 

 

Şair İmruu'l-Kays da der ki: "(Yağmur kendisini tepeden tırnağa kadar ıslatmış olduğu için babamız), insanlar arasında baştan aşağıya çizgili bir elbiseye bürünmüş yaşlı bir kimseye benziyordu."

 

Böylelikle o, mısraın son kelimesinin i'rabı merfu' olması gerekiyorken, civar dolayısıyla esreli okumuştur. Şair Züheyr de şöyle demektedir: "Zaman onu oyuncak etti ve değiştirdi onu Benden sonra önüne kattığı toprağı sürükleyip götüren rüzgarlar ve yağmurlar."

 

Ebu Hatim der ki: Burada (yağmur anlamına gelen) son kelimenin merfu' olması gerekirdi. Ancak o, kendisinden önceki kelimeye civarı dolayısıyla esreli okumuştur. Nitekim araplar şöyle der: (...): Bu harab olmuş bir kertenkele deliğidir. Burada (harab olmuş anlamına gelen kelimeyi) merfu' olması gerekirken esreli okumuştur. Bu, el-Ahfeş ile Ebu Ubeyde'nin görüşüdür, en-Nehhas ise bunu kabul etmez ve şöyle der: Bu büyük bir yanlışlıktır. Çünkü, civarın konuşmada kıyasa esas kabul edilmemesi gerekir. Çünkü bir yanlışlıktır, bu yanlışlığın (şiirdeki) benzeri ise "ikva"dır.

 

Derim ki: Ayaklar hakkında farz olanın yıkamak olduğu hususunda hükmü kesinleştiren daha önce verdiğimiz açıklamalar ile, Hz. Peygamberin söylediği sabit olan: "Topu kI arın ve ayakların iç taraflarının ateşten vay hallerine" buyruğudur. Hz. Peygamber, Yüce Allah'ın muradına muhalefet dolayısıyla bize ateşi hatırlatarak bizi korkutmaktadır. Bilindiği gibi, vacibi (farzı) terkedenden başkası ateş ile azab edilmez.

 

Yine bilindiği gibi mesh etmek, uzvun tamamını kaplaması anlamına gelmez. Ayakların meshedileceğini söyleyenler, ayakların iç taraflarının değil de, üst taraflarının mesh edileceği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Bu hadis-i şerif ile ayakların mesh edileceğini söyleyenlerin görüşlerinin batıl olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Zira, meshi kabul edenlere göre, ayakların iç taraflarının mesihle bir ilgisi yoktur. Ayakların iç taraflarına mesh ile değil, ancak yıkamakla ulaşılır.

 

İcma cihetinden bir diğer delil de şudur: Ayaklarını yıkayan bir kimsenin üzerinde vacib olanı yerine getirdiği ittifakla kabul edilmiş olmakla birlikte, ayaklarını mesh eden kimse hakkında bu açıdan ihtilaf etmişlerdir. O halde yakın (kesin) olan, hakkında ihtilaf edilen değil, icma ile kabul olunandır. Büyük bir çoğunluk, kafenin kaffeden (yani mütevatir şekilde), onların da peygamberlerinden şunu naklettikleri sabittir: Hz. Peygamber abdest aldığı sırada bir iki ve üç defa -onları iyice temizleyinceye kadar- yıkardı. Daha önce yaptığımız açıklamalar ile birlikte ayakların yıkanacağına dair delil olarak bu kadarı yeterli görülmelidir. Böylelikle açıkça ortaya çıkmış oluyor ki, bu kelimenin "lam" harfinin esreli okunuşununda anlamı -önceden de açıkladığımız gibi- mesh etmek değil, yıkamaktır. Ve Yüce Allah'ın:"Ayaklarınızı da (yıkayın)" buyruğundaki amil, Yüce Allah'ın; "Yıkayın" buyruğudur. Araplar ise fiil, birden çok şeyler arasında yalnızca birisine ait olmakla birlikte bir diğer şeyi de o şeye atfedebilmektedir. Mesela, ekmek ve süt yedim denilir. Bu da, ekmek yedim, süt içtim demektir. Şairin şu mısraı da bu kabildendir: "Ben ona yem olarak saman ve soğuk su verdim."

 

Bir başka şair de şöyle demektedir: "Kocanı savaşta gördüm ben Bir kılıç kuşanmış ve bir de mızrak."

 

Bir diğeri de şöyle demektedir: "Ve yavruladı İki vadinin etrafında Ceylanları ve Deve kuşları."

 

Bir diğer şair de şöyle demektedir: "Sütü çokça içen ve hurmayı ve keş'i."

 

Bu ifadelerin takdiri ise (sırası ile) şöyledir: Ben ona yem olarak saman verdim ve ona su içirdim; Kılıç kuşanmış ve mızrak taşımış olarak; vadinin iki tarafında Ceylanları yavruladı, Deve kuşları ise yumurtladı. -Çünkü Deve kuşları yavrulamaz, olsa olsa yumurtlar-; Süt içen ve Hurma ve keş yiyen ... Bu durumda Yüce Allah'ın: "Başlarınıza mesh edin ... ayaklarınızı da (yıkayın)" buyruğunda, lafzen meshe atıf olmakla birlikte, mana ciheti ile yıkamaya atıf olup, maksat ayakların yıkanmasıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

14- Topuklar:

 

Yüce Allah: "Her iki topuğunuza kadar ... " diye buyurmaktadır.

Buhari şunu rivayet eder: Bana Musa anlattı, dedi ki: Bize, Vuheyb Amr'dan -İbn Yahya- haber verdi, Amr babasından dedi ki: Ben, Amr b. Ebi Hasen'in, Abdullah b. Zeyd'e Peygamber (s.a.v.)'ın abdesti hakkında soru sorduğuna tanık oldum. (Abdullah b. Zeyd) su dolu bir kab getirilmesini istedi. Onlara Peygamber (s.a.v.)'ın abdest alışı gibi abdest aldı. Kaptan eline su boşalttı ve ellerini üç defa yıkadı. Daha sonra elini su kabına sokarak üç avuç alıp ağzını çalkaladı, burnuna su çekti ve sümkürdü. Sonra, elini (yine su kabına) sokarak üç defa yüzünü yıkadı. Sonra yine elini (kaba) sokarak üç defa (Buhari'de iki defadır) dirseklerine kadar ellerini yıkadı. Daha sonra yine elini (kaba) sokarak başını mesh etti ve bir defa ellerini öne ve arkaya getirip götürdü. Sonra da ayaklarını topuklara kadar yıkadı.

 

İşte bu hadis-i şerif, Yüce Allah'ın: "Başlarınıza mesh edin" buyruğunda yer alan "be" harfinin zaid olduğunun delilidir. Çünkü, (hadis rivayetinde) bu harfi kullanmaksızın "başını mesh etti" demiştir. Diğer taraftan başın meshi bir defadır. Müslim'in Sahih'inde bu husus, Abdullah b. Zeyd yoluyla gelen hadiste "ellerini ileri ve geri götürüp getirdi" sözünün açıklaması şöylece gelmiştir: (Meshetmeye) başının ön tarafından başladı ve sonra da ellerini kafasının arkasına kadar götürdü. Daha sonra da yine ellerini başladığı yere getirinceye kadar geri getirdi.

 

İlim adamları, "topuklar" hakkında ihtilaf etmişlerdir. Cumhur, ayağın her iki tarafında tümsekçe görülen iki kemik olduğu görüşündedir. el-Esmai ise, insanların, topuk ayağın üst tarafındadır, şeklindeki sözlerini kabul etmez. Bunu es-Sıhah'ta nakletmektedir.

İbnü'l-Kasım'ın da böyle dediği rivayet edildiği gibi, Muhammed b. el-Hasen de böyle demiştir. İbn Atiyye de der ki: Ben, herhangi bir kimsenin abdest sınırını buraya kadar kabul ettiğini bilmiyorum. Fakat Abdulvehhab "etTelkin" adlı eserinde bu hususta karışık ve insanı tereddüde düşüren ifadeler kullanmıştır.

 

Şafii (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) da şöyle demektedir: Topukların, bacak ekleminin (ayakla) birleştiği yerdeki iki kemik olduğu hususunda farklı kanaat bildiren kimseyi bilmiyorum. Taberi de Yunus'tan, o, Eşheb'den, o, Malik'ten şöyle dediğini rivayet etmektedir: Abdestin kendilerine kadar ulaştırılması gereken iki topuk, ayak ökçesinin karşısında bulunan ve bacağa bitişik (çıkıntı yapan) iki kemiktir. Yoksa topuk, ayağın üst tarafındaki çıkıntı değildir.

 

Derim ki: Hem dilde, hem de Hz. Peygamberin sünnetinde sahih olan da budur. Çünkü, arapçada topuk (el-Ka'b) kelimesi, yükseklik anlamından alınmıştır. Ka'beye bu isim buradan verilmiştir. Memelerin tomurcuklanmasını ifade etmek için de bu tabir kullanılır. Kanalın ka'b'ı, kanal borusu demektir. Her iki boğum arasındaki boruya da ka'b denilir. Teşbih yoluyla şeref ve şan hakkında da kullanılabilir. Hadis-i şerifteki: "Allah'a andolsun ki, şan ve şerefin devamlı yüksek kalacaktır." 

 

Sünnetten bu lafzın topuk anlamına geldiğine dair delile gelince, Peygamber (s.a.v.), Ebu Davud'un en-Nu'man b. Beşir'den rivayetine göre şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin ederim, ya saflarınızı dosdoğru yaparsınız, yahut da Allah kalpleriniz arasına ayrılık koyar" (en-Nu'man) dedi ki: Bunun üzerine baktım ki kişi, omuzunu arkadaşının omuzuna, dizini arkadaşının dizine, topuğunu (ka'b'ını) arkadaşının topuğuna (ka'b'ına) yapıştırıyor. Akb ise, ayağın arka tarafında ökçe sinirinin altındadır. Ökçe siniri (uklib) ise bacak ve ayağın eklem yeridir.

 

Hz. Peygamberin ayak ökçesi ile bacağın arka tarafının birleştikleri kalınca (kıkırdakımsı) damarın (ukrlib'un : ökçe sinirinin) ateşten dolayı vay haline" diye buyurmuştur. Yani buralar yıkanmayacak olursa ... Nitekim Hz. Peygamber: "Ayak topuklarının ve ayakların iç taraflarının cehennemden dolayı vay hallerine." 

 

15- Ayak Parmaklarının Arasını Yıkamak (Hilalleme):

 

İbn Vehb, Malik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Abdest alırken olsun, guslederken olsun, kişinin ayak parmaklarının arasını yıkamak yükümlülüğü yoktur. Zora koşmakta ve aşırıya gitmekte de bir hayır yoktur. İbn Vehb der ki: Ayak parmaklarının arasını yıkamak teşvik edilmiş bir husustur. El parmaklarının arasının yıkanması ise kaçınılmaz bir şeydir. İbnü'l-Kasım, Malik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Ayak parmaklarının arasını hilallemeyene birşey gerekmez. Muhammed b. Halid, İbnü'l-Kasım'dan, o, Malik'ten bir nehirde abdest alıp ayaklarını hareket ettiren kimse hakkında şöyle dediğini nakletmektedir: Elleriyle ayaklarını yıkamadığı sürece bu kendisi için yeterli değildir. İbnü'I-Kasım da der ki: Ayaklarından birini diğeri ile yıkıyabilirse, bu da onun için yeterli olur.

 

Derim ki: Sahih olan, ayağın diğer kısımlarında olduğu gibi, her iki ayağın (parmaklarının) arasını da yıkamadıkça bunun yeterli olmayacağıdır. Çünkü, nasıl ki el parmakları elden ise, bunlar da ayaktandırlar. El parmaklarının birbirlerinden rahat ayrılabilir olmalarıyla ayak parmaklarının birbirine bitişik olmalarına da itibar edilmez. Çünkü, kişi nasıl elinin tümünü yıkamakla emrolunmuş ise, ayağının da tümünü yıkamakla emr olunmuştur.

 

Peygamber (s.a.v.)'dan rivayet olunduğuna göre, abdest aldığı vakit, serçe parmağıyla ayak parmaklarının arasını ovalardı. Diğer taraftan, Hz. Peygamberin ayaklarını yıkadığına dair rivayetler de sabit olmuştur. Bu rivayetler ise umumu (parmak araları dahil olmak üzere tamamını) yıkamayı gerektirir. Malik (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) ömrünün sonlarında, ya serçe parmağıyla veya herhangi bir parmağıyla ayak parmaklarının arasını ovalardı. Buna sebep ise, İbn Vehb'in kendisine, İbn Lehia'dan, el-Leys b. Sa'd'ın da Yezid b. Amr el-Gıfari'den, o, Abdurrahman el-Hubulli'den, o, el-Müstevrid b. Şeddad el-Kureyşi'den naklettiği şu hadis-i şeriftir. el-Müstevrid dedi ki: Ben, Rasulullah (s.a.v.)'ı abdest alırken gördüm. Serçe parmağı ile ayak parmaklarının arasını hilallerdi. İbn Vehb dedi ki: Malik bana, bu gerçekten güzel bir şeydir ve ben bunu ancak şu anda işittim, dedi. 

 

İbn Vehb der ki: Ben, Malik'e bundan sonra abdest alırken parmak aralarını hilalleme hakkında soru sorulduğunu ve bunun yapılmasını emrettiğini duydum.

Huzeyfe de Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

"Parmak aralarını hilalleyin (yıkayın) ki, onların aralarına ateş girmesin."

 

Bu ise, hilallemeyi terki tehdit hususunda açık bir nasstır. Böylelikle bizim dediğimiz sabit olmaktadır. Başarıya ulaştıran Allah'tır.

 

16- Abdest Fiillerini Ardı Arkasına Yapmak (Muvalat):

 

Ayetin lafızları, abdest azaları arasında muvalatı (birini diğerinin ardı arkasına yıkamayı) gerektirmektedir. Muvald!; abdest alan kimsenin abdest bölümleri arasında herhangi bir süre sokmaksızın, fiilleri ardı arkasına yapması ve abdestten olmayan bir fiili de araya sokuşturmaması demektir.

 

Bu hususta ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İbn Ebi Seleme ile İbn Vehb der ki: Bu, hatırında olsun veya olmasın abdest farzlarından bir farzdır. Her kim, kasti olarak ya da unutarak abdest azalarını (yıkamakta) birbirinden ayırırsa, bu onun için yeterli olmaz.

 

İbn Abdilhakem ise, ister unutsun isterse de kasti olarak terketsin (muvalatsız olarak) aldığı abdest onun için yeterlidir. Malik ise, el-Müdevvene ve Kitab-ı Muhammedde şöyle demektedir: Muvalat sakıttır. (Yani, muvalat mükellefiyeti yoktur). Şafii de böyle demiştir. Malik ve İbnü'l-Kasım der ki: Kasti olarak ayrı ayrı yıkarsa, bu abdesti olmaz. Unutarak yaparsa olur.

 

Malik, İbn Habib yoluyla gelen rivayette şöyle demiştir: Muvalatı terketmek, yıkanan abdest azaları hakkında olur, fakat meshedilen aza için yeterli olmaz.

 

Bu hususta böylece beş ayrı görüş ortaya çıkmaktadır ki, bunların iki asli dayanağı vardır. Birincisi: Şanı Yüce Allah mutlak bir emir vermiş bulunmaktadır. O halde sen, bu emirleri istersen peş peşe yerine getir, istersen ayrı ayrı yerine getir. Çünkü asıl maksat, namaza kalkmak esnasında bütün azaların yıkanmış olmasıdır.

 

İkincisi ise, bu organları yıkamak değişik rükünleri olan birtakım ibadetlerdir. Namazda olduğu gibi bunların da ardı arkasına yapılması icabeder. Bu ise daha sahihtir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

17- Tertip (Sıralama):

 

Yine ayet-i kerimenin lafızları tertibi de ihtiva etmektedir. Bu hususta görüş ayrılığı vardır. el-Ebherı der ki: Tertip (ayette zikredilen sıraya uygun abdest almak) bir sünnettir. Mezhebin zahir görüşü, unutan kimse için sıralamayı bozarak abdest almanın dahi yeterli olacağı şeklindedir

 

Kasten bu sırayı bozan hakkında ise farklı görüşler vardır. Bu şekilde sırayı bozması onun için yeterli olmakla birlikte, gelecekte tertibe uygun olarak abdest alır, denilmiştir.

 

Kadı Ebu Bekr ve başkaları ise, böyle bir şekildeki abdest yeterli olmaz, demektedir. Çünkü böyle bir kişi, abes bir iş yapmaktadır. Şafii ve diğer arkadaşları da bu kanaattedir. Ahmed b. Hanbel, Ebü Ubeyd el-Kasım b. Sellam, İshak ve Ebü Sevr de bu görüştedir. Malik'in arkadaşı Ebu Mus'ab da bu kanaattedir ve bunu Muhtasar'ında zikretmiştir. Bunu, Medine alimlerinden nakletmektedir ki, Malik de, abdest alırken ellerini (dirseklerine kadar) yüzünden önce yıkayıp ayet-i kerimedeki tertibe riayet etmeden abdest alan kimsenin, o abdest ile kılmış olduğu namazları iade etmekle yükümlü olduğu hususunda Medine alimleri ile aynı görüştedir.

 

Bununla beraber Malik, kendisinden nakledilen rivayetlerin çoğunda ve en meşhurlarında şu kanaattedir: "Vav" atıf edatı, arka arkaya yapmayı gerektirmediği gibi, tertibi ve sıralamayı da ifade etmez. Ebü Hanife'nin, arkadaşlarının, es-Sevri'nin, Evzai'nin, Leys b. Sa'd'ın, Müzenı'nin ve Davud b. Ali'nin görüşü de budur.

 

el-Kiya et-Taberi der ki: Yüce Allah'ın: "Yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın" buyruğu, Şafii'nin mezhebinde sahih kabul edilen görüşe göre, ister ayrı ayrı yıkasın, ister bir arada yıkasın, ister peş peşe yıkasın yeterli olmasını gerektirmektedir. Aynı zamanda bu, ilim adamlarının çoğunluğunun da görüşüdür.

 

Ebü Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Ancak Malik, daha sonra kılacağı namazlar için, sıraya uygun şekilde yeniden abdest almasını müstehab kabul etmekle birlikte böyle bir şeyi yapmanın vacib olduğu görüşünde değildir. Onun mezhebinden anlaşılan budur. Ali b. Ziyad da Malik'ten şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bir kimse, önce kollarını yıkasa, sonra yüzünü yıkasa, daha sonra da sırasını hatırlayacak olsa, kollarını tekrar yıkar. Eğer namaz kılıncaya kadar bu sırayı hatırlamayacak olursa, abdestini de namazını da iade eder. Ali (b. Ziyad) dedi ki: Bundan sonra ise şöyle dedi: Hayır namazı iade etmez, fakat daha sonra kılacağı namazlar için abdestini tekrar eder.

 

Bu husustaki görüş ayrılığının sebebine gelince, Yüce Allah'ın: "Yıkayın" buyruğundaki "fa" harfinin takibi gerektirdiği hususudur. Bu harf, bir şartın cevabı olarak geldiğinden dolayı, şart koşulanı bu şarta bağlamış olur. Buna göre, hepsinde tertibi gerektirmektedir. Buna şu şekilde cevap verilmektedir: Bu "fa" yüzden başlamayı gerektirmektedir. Zira, şartın cevabı budur. Hepsinde tertibi gerektirmesi ise, şartın cevabının tek bir mana olması halinde sözkonusu olurdu. Hepsi ayrı cümleler halinde bir cevap teşkil ettiklerine göre, artık hangisini yıkamaya başlarsan aldırma. Zira istenen şey, bu şartın cevabının gerçekleştirilmesidir.

 

Şöyle de denilmiştir: Tertibe riayet ayet-i kerimedeki atıf için kullanılan "vav"dan ötürüdür. Ancak durum böyle değildir. Zira, bir kimse, Zeyd ve Amr dövüştü. Bekir ve Halid davalaştı diyecek olursa, buradaki "vav" harfinin "müfaale" kipi dolayısıyla kullanılması, "vav"ın tertip (sıralama) için kullanılmasına imkan vermez. Doğru olan şöyle demektir: Abdest azaları ile ilgili tertib dört husustan anlaşılmaktadır:

 

1) Hz. Peygamberin hacc esnasında: "Allah'ın kendisinden başladığından

biz de başlarız" dediği şekilde, Allah'ın başladığı ile başlamak,

 

2) Selef'in icmaı. Çünkü onlar tertibe riayet ediyorlardı.

3) Abdesti namaza benzetmek,

4) Rasulullah (s.a.v.)'ın bu hususa devam etmesi.

 

Bunun (yani tertibe riayet etmemenin) caiz olduğunu kabul edenler cünupluk dolayısıyla organların yıkanması için tertibin gerekmediği hususunda icmaın bulunduğunu delil gösterirler. İşte abdest azalarını yıkamakta da durum böyledir. Çünkü, abdestte nazarı itibara alınan husus yıkamaktır. Sıraya göre başlamak değildir.

 

Hz. Ali'den de şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ben, abdestimi tamam aldıktan sonra azalarımdan hangisiyle başladığıma aldırış etmem. Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ellerinden önce ayaklarını yıkamaya başlamanda bir mahzur yoktur. Darakutni der ki: Bu, mürsel bir rivayettir, sabit olmaz. Evla olan ise tertibin vücubudur. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

18- Abdest Almak Halinde Namaz Vakti Çıkacaksa:

 

Abdestle uğraşmak halinde, eğer namaz vakti çıkacaksa, ilim adamlarının çoğunluğuna göre teyemmüm etmez.

 

Malik; böyle bir durumda teyemmüm etmeyi caiz kabul eder. Çünkü teyemmüm asıl itibariyle namaz vaktini muhafaza etmek için gelmiştir. Eğer böyle bir durum söz konusu olmasaydı, namazın suyun bulunacağı zamana kadar tehir edilmesi icabederdi.

Cumhur ise, Yüce Allah'ın: "Su bulamamışsanız o vakit. .. teyemmüm edin" buyruğunu delil göstermişlerdir. Böyle bir kimse ise gerçekte su bulmaktadır. Dolayısıyla o, teyemmümün sahih olabilmesi için gerekli şarttan mahrumdur, o bakımdan teyemmüm edemez.

 

19- Necasetin İzale Edilmesi:

 

Kimi ilim adamı bu ayet-i kerimeyi necasetin izale edilmesinin vacib olmadığına delil göstermiştir. Çünkü Yüce Allah: "Namaza kalkacağınız zaman" diye buyurmuş ve istincadan söz etmeksizin abdest almaktan söz etmiştir. Eğer necasetin izale edilmesi vacib olsaydı, öncelikle ondan söz edilmesi gerekirdi. Bu, Ebu Hanife'nin, mezhebine mensup ilim adamlarının görüşüdür. Ayrıca, Eşheb'in Malik'ten yaptığı bir rivayet de böyledir.

 

İbn Vehb ise, Malik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: İster hatırlasın, ister unutmuş olsun ne cas etin izale edilmesi vacibtir. Bu, aynı zamanda Şafii'nin de görüşüdür.

 

İbnü'l-Kasım der ki: Hatırlaması halinde izale edilmesi vacibtir. Unuttuğu takdirde ise, sakıt olur.

 

Ebu Hanife ise der ki: Eğer Bağli dirhem -bununla miskal şeklindeki büyükçe dirhemi kastetmektedir- miktarından fazla olursa, necasetin izale edilmesi icabeder. Ebü Hanife bunu, af olunan ve ne cas etin alışılmış çıkış yerine kıyasen söylemiştir. Sahih olan ise, İbn Vehb'in yaptığı rivayettir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) kabirdeki iki kişi ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Şüphe yok ki bu iki kişiye azap edilmektedir. Bununla birlikte büyük bir şeyden ötürü onlara azap edilmiyor. Bunlardan birisi laf alıp götürürdü. Diğeri ise, sidiğinden gereği gibi korunmuyordu." 

 

Azap ise, ancak vacib olan birşeyin terkedilmesi dolayısıyla sözkonusu olur.

Kur'an-ı Kerimin (bu ayetinin) zahirinde ise buna dair (aleyhte) delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü şanı Yüce Allah, abdest ile ilgili ayet-i kerimede özel olarak abdestin niteliklerini beyan buyurmuş ve ne necasetin izale edilmesini, ne de başka herhangi bir şeyi sözkonusu etmiştir.

 

20- Mestler üzerine Mesh Etmek:

 

Ayet-i kerime aynı şekilde -açıkladığımız gibi- mestler üzerine meshe de delalet etmektedir. Bu hususta İmam Malik'ten üç rivayet vardır:

 

1) Haricilerin söylediği gibi mutlak olarak mestin üzerine meshetmeyi kabul etmemek. Böyle bir rivayet münker bir rivayettir ve sahih değildir. Bu konudaki açıklamalar da önceden geçmiştir.

 

2) Mukimken değil de yalnızca yolculuk halinde iken meshetmek. Çünkü mesh ile ilgili hadislerin büyük çoğunluğu, yolculuk halinde varid olmuştur.

 

3) Ancak, Hz. Peygamber'in çöplükte abdest bozduğuna dair hadis-i şerif, mukimken de meshin caiz olduğuna delalet etmektedir. Bu hadisi Müslim Hz. Huzeyfe yoluyla rivayet etmiştir. Huzeyfe dedi ki: Ben ve Rasulullah (s.a.v.) birlikte yürüyorduk. Hz. Peygamber bir duvarın arka tarafında bulunan bir kavmin çöplüğüne gitti. Sizden herhangi biriniz nasıl ayakta dikiliyorsa öylece durdu ve küçük abdestini bozdu. Ben ondan uzaklaştım. Bana işaret edince geldim ve topuğunun yanında işini bitirinceye kadar ayakta durdum. Bir rivayette de şu fazlalık vardır: Sonra abdest aldı ve mestleri üzerine mesh etti. 

 

Bunun bir benzeri de Şureyh b. Hani yoluyla gelen şu hadis-i şeriftir. Şureyh dedi ki: Ben, Aişe'ye mestler üzerine meshe dair soru sormak üzere gittim, şöyle dedi: Sen, İbn Ebi Talib'in yanına git. Ona sor. Çünkü, Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte o yolculuk yapardı. Ona sorunca şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.) yolcu için, geceli gündüzlü üç gün, mukim için de bir gün ve bir gece (mesh etme süresi) tayin etti. Bu ise Malik'ten gelen üçüncü rivayettir ve buna göre hem mukimken, hem de yolculukta mesh ederdi. Buna dair açıklamalar da daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

21- Mesh Etme Süresi:

 

Malik'e göre yolcu, belli bir vakitle sınırlı olmasızın mestlerine mesh edebilir. Aynı zamanda bu, el-Leys b. Sa'd'ın da görüşüdür. İbn Vehb der ki: Ben, Malik'i şöyle derken dinledim: Bizim bu şehrimiz ahalisine göre bu hususta belli bir süre sözkonusu değildir.

 

Ebu Davud da Ubey b. Umare'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ey Allah'ın Rasulü, mestler üzerine mesh edeyim mi? Hz. Peygamber: Evet diye buyurdu. Bir gün mü, diye sordu, Hz. Peygamber: Evet bir gün, diye buyurdu. Yine: İki gün mü, diye sordu, Hz. Peygamber: Evet, iki gün diye buyurdu. Peki, üç gün mesh edebilir miyim diye sorunca, Hz. Peygamber: Evet istediğin kadar süreyle meshedebilirsin diye buyurdu. Bir rivayette de: "Evet, mesh etmek istediğin sürece meshedebilirsin" diye buyurdu. Ebu Davud der ki: Ancak bu hadisin senedinde ihtilaf vardır. Pek kuvvetli değildir. 

 

Şafii, Ahmed b. Hanbel, en-Nu'man (b. Sabit, yani, Ebu Hanife) ve Taberi der ki: Mukim kimse bir gün bir gece, yolcu olan da geceli gündüzlü üç gün mesh eder. Bu görüşlerini Şureyh yoluyla ve onun benzeri yollarla hadislere binaen belirtmişlerdir. Malik'ten de Harun'a veya halifelerden birisine gönderdiği mektubunda bu görüş rivayet edilmekle birlikte, Malik'in mezhebine mensup ilim adamları bunu kabul etmemektedirler.

 

22. Mestin Abdestli iken Giyilmesi Gereği:

 

Hepsine göre mesh etmek, mestlerini abdestli olarak giyen kimse için mümkündür. Çünkü, Muğire b. Şube yoluyla gelen hadiste Muğire şöyle demiştir: Bir yolculukta, bir gece Peygamber (s.a.v.) ile birlikte idim ... Bu hadiste şunlar da zikredilmektedir: Onun mestlerini çıkarmak için eğildim, şöyle buyurdu: "Onları bırak. Çünkü ben, mestlerimi temiz iken (abdestli iken) giydim" dedi ve mestleri üzerine mesh etti. 

 

Esbağ ise, Hz. Peygamber'in burada sözünü ettiği temizliğin (taharetin) teyemmüm olduğu görüşündedir. Bu kanaatini de, teyemmümün hadesi kaldırdığına dair görüşüne binaen söylemiştir.

 

Davud ise istisna olarak şöyle demiştir: Burada taharetten kasıt, yalnızca necasetten taharettir. Kişinin ayakları necasetten yana temiz ise, mestleri üzerine mesh etmesi de caiz olur. Bu görüş ayrılığının sebebi ise, "taharet" isminin müşterek bir isim oluşudur.

 

23- Delikli Mest üzerine Mesh Etmek:

 

Malik'e göre, basit bir yırtığı bulunsa dahi mestin üzerine mesh etmek caizdir. İbn Huveyzimendad der ki: Bunun anlamı, yırtığın ondan yararlanmaya ve onu giymeye engel olmamasıdır. Benzeri bir yırtığı bulunan mestle yürümenin de mümkün olmasıdır. Malik'in bu görüşünün bir benzerini Leys, Sevri, Şafii ve Taberi de ifade etmiştir. Yine Sevrı ve Taberı'den, tamamı ile yırtık mestin üzerine meshin caiz olduğu görüşü de rivayet edilmiştir. el-Evzai der ki: (Yırtık olan) mest üzerine de mesh eder, ayağın görünen kısmı üzerine de mesh eder. Bu, Taberı'nin de görüşüdür.

 

Ebu Hanife ise der ki: Eğer, ayağın görünen bölümü üç parmaktan az ise mesh edebilir. üç parmağı görünüyor ise mesh edemez. Ancak bu konu ile ilgili tevkife (yani delile) gerek kılan bir sınırlandırmadır. Bilindiği gibi, ashab-ı kiramın (Allah onlardan razı olsun) mestleri de onların dışında tabiinin mestleri de az miktardaki yırtıklardan kurtulamıyordu. Bu kadarı ise, onların cumhuruna göre affedilmiştir.

 

Şafii'den de rivayet edildiğine göre, eğer yırtık ayağın ön tarafında bulunuyor ise, mestin üzerine mesh caiz olmaz. el-Hasen b. Hayy de der ki: Eğer mestin açılan kısmını çorap örtmekte ise, mestin üzerine mesh edebilir. Şayet ayağın herhangi bir bölümü açığa çıkıyor ise mesh edemez.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Bu, kalın olmaları halinde çoraplar üzerinde meshe dair kanaatine binaendir. Aynı zamanda bu, Sevri, Ebu Yusuf ve Muhammed'in de görüşüdür ki, bu husus bir sonraki başlığın konusudur.

 

24- Çoraplar üzerine Mesh Etmek:

 

Ebü Hanife ve Şafii'ye göre, çoraplar üzerine mesh, ancak bunların deri ile kaplanmış olmaları halinde caiz olur. Malik'in iki görüşünden birisi de budur. Malik'in bir başka görüşüne göre ise, deri ile kaplanmış olsalar dahi çoraplar üzerine mesh caiz değildir.

Ebu Davud'un Kitabında ise, Muğire b. Şube'den gelen rivayete göre, Resulullah (s.a.v.) abdest aldı ve çorapları ve nalinleri üzerine mesh etti. Ebu Davud dedi ki: Abdurrahman b. Mehdi bu hadisi nakletmezdi. Çünkü, Muğire'den bilinen, Peygamber (s.a.v.)'ın mestler üzerine mesh ettiğidir. Bu hadis, Ebu Musa el-Eşari'den, o da Peygamber (s.a.v.)'dan diye de rivayet edilmekle birlikte, pek kuvvetli de değildir, muttasıl da değildir,

 

Ebu Davud der ki: Ali b, Ebi Talib, Ebu Mes'ud, el-Bera b. Azib, Enes b. Malik, Ebu Umame, Sehl b. Sa'd ve Amr b. Hureys, çoraplar üzerine mesh etmişlerdir. Bu husus, aynı zamanda Ömer b. el-Hattab ve İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Allah hepsinden razı olsun.

 

Derim ki: Nalinlere (ayakkabılara) meshe gelince, Ebu Muhammed ed-Darimi Müsned'inde şu rivayeti kaydetmektedir: Bize Ebu Nuaym anlattı, bize Yunus Ebu İshak'tan haber verdi. Ebu İshak, Abdu Hayr'dan dedi ki: Ben, Ali'yi abdest alıp nalinlere mesh ettiğini ve bunu geniş tuttuğunu gördüm. Sonra dedi ki: Şayet Rasulullah (s.a.v.)'ı benim şu yaptığım gibi yaparken görmemiş olsaydım, şüphesiz ayakların iç taraflarının üst taraflarından mesh edilmeye daha bir layık olduğu görüşüne varırdım. Ebu Muhammed ed-Darimi -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: Bu hadis, Yüce Allah'ın: "Başlarınıza meshedin. Her iki topuğunuza kadar ayaklarınızı da (yıkayın)" buyruğu ile nesh olmuştur. 

 

Derim ki: Ali (r.a.)'ın: "Ayakların iç taraflarının üst taraflarına göre mesh edilmeye daha layık oldukları görüşüne varırdım" şeklindeki sözünün bir benzerini mestler üzerine mesh hakkında da söylemiştir. Bunu Ebu Davud, Hz. Ali'den gelen bir söz olarak şöylece kaydetmiştir: Şayet din, görüş ile tesbit edilen bir şeyolsaydı, mestin iç taraflarını mesh etmek üst taraflarını mesh etmekten daha evla olması gerekirdi. Ve ben, Rasulullah (s.a.v.)'ı mestlerinin üst tarafını mesh ederken gördüm.

 

Malik ve Şafii, iç taraflarına mesh etmeyip, mestlerinin üst tarafını mesheden kimse hakkında; bu kadarı onun için yeterlidir, demişlerdir. Ancak Malik şunu da söyler: Kim bu şekilde mesh edecek olursa, vakit çıkmadan (kıldığı namazını) iade eder. Her kim mestlerinin iç taraflarını mesh edip, üst taraflarını mesh etmeyecek olursa bu, yeterli olmaz. Vakit içinde de vakit çıktıktan sonra da (kıldığı namazı) iade etmesi gerekir. Malik'in bütün arkadaşları da böyle demiştir.

 

Ancak, Eşheb'den şöyle dediği de rivayet edilmiştir: Mestlerin iç tarafları ile dış tarafları arasında bir fark yoktur. Her kim dış taraflarına mesh etmeyip yalnızca iç taraflarını mesh edecek olur ise, yalnızca vakit içerisinde (kılmış olduğu namazı vakit çıkmadıkça) iade eder.

 

Şafii'den de, dış taraflarını mesh etmeksizin yalnızca iç taraflarını mesh etmenin yeterli olduğunu ifade ettiği rivayet edilmiştir. Ancak, mezhebinden meşhur olan şudur: Her kim mestlerinin yalnızca iç taraflarını mesh eder ve bu kadarıyla yetinirse bu, onun için yeterli değildir ve o kimse mestine mesh etmiş olmaz.

 

Ebu Hanife ve es-Sevri derler ki: Mestlerinin yalnızca üst taraflarını mesheder, iç taraflarını meshetmez. Ahmed b. Hanbel, İshak ve bir topluluk da böyle demişlerdir.

 

Malik, Şafii ve arkadaşlarınca tercih edilen görüş, mestlerin hem üst, hem alt taraflarını mesh etmektir. Bu, aynı zamanda İbn Ömer ve İbn Şihab'ın da görüşüdür. Çünkü Ebu Davud ile Darakutni, Muğire b. Şube'den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Tebuk gazvesinde Rasulullah (s.a.v.)'ın abdest almasına yardımcı oldum. Mestinin üstünü ve altını mesh etti. Ebu Davud dedi ki: Sevr'in bu hadisi, Red b. Hayve'den işitmediği de rivayet edilmiştir.

 

25- Mestlerine Mesh Etmiş Olduğu Halde Mestlerini Çıkarmak:

 

Mestlerine mesh etmiş iken, mestlerini çıkartan kimsenin durumu hakkında fukahanın üç farklı görüşü vardır:

 

1) Bunun yerine ayaklarını yıkar, eğer gecikecek olursa yeniden abdest alır.

Bunu, Malik ve Leys söylemiştir. Şafii, Ebu Hanife ve arkadaşları da böyle demektedir 

el-Evzai'den ve enNehai'den de bu rivayet gelmekle birlikte, "bunun yerine" diye birşeyden söz etmezler.

 

2) Yeniden abdest alır. Bunu, el-Hasen b, Hayy demiştir. el-Evzai ve enNehai'den de böyle dedikleri rivayet edilmiştir,

3) Ona hiçbir şey gerekmez ve bu haliyle namaz kılar. Bunu da İbn Ebi Leyla ve Hasan-ı Basri söylemiştir. Bu, aynı zamanda, İbrahim en-Nehai'den gelen bir rivayettir -Allah onlardan razı olsun-o

 

26- Cünup Olanın Temizlenmesi Gereği:

 

Yüce Allah'ın: "Eğer cünup iseniz, yıkanıp temizleniniz" buyruğunda geçen "cünub"un anlamına dair açıklamalar daha önce en-Nisa süresinde (43, ayet, 8, başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Yıkanıp temizleniniz" buyruğu ise, su ile yıkanma emrini vermektedir.

Bundan dolayı Hz, Ömer ile İbn Mes'ud (r.anhuma) cünup olan bir kimsenin hiçbir şekilde teyemmüm etmeyeceği, aksine, suyu bulacağı vakte kadar namazını kılmayacağı görüşünde idiler.

 

İnsanların cumhuru ise şöyle demişlerdir: Hayır, buradaki bu ibare, su bulan kimse içindir. Su bulan kimseye dair hükümler açısından cünubun durumu ise, bundan sonra Yüce Allah'ın: ''Ya da kadınlara yaklaşmış da su bulamazsanız" buyruğunda zikredilmiştir, Burada geçen yaklaşmak (mülamese) ise, cima demektir.

 

Hz, Ömer ile İbn Mes'ud'dan ise, genel olarak kabul gören görüşü benimsedikleri ve cünubun teyemmüm edeceğini de ifade ettikleri sahih olarak sabit olmuştur, İmran b. Husayn hadisi ise bu hususta açık bir nasstır. O da şöyledir: Rasulullah (s.a.v.) topluluk arasında kenarda duran ve namaz kılmayan bir kimse gördü ve: "Ey filan, toplulukla birlikte namaz kılmaktan seni alıkoyan nedir?" diye sorunca, adam: Ey Allah'ın Rasulü, ben cünup oldum ve su da bulamadım dedi, Hz. Peygamber: "(Böyle bir durumda) sen, temiz toprağa yönel. Çünkü o sana yeterlidir" diye buyurdu. Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir.

 

27- Umum Lafiz, Çoğunlukla Görülen Adet ile Tahsis Edilebilir mi?

 

Yüce Allah'ın: "Şayet hasta veya yolculukta iseniz, yahut içinizden biri ayak yolundan gelirse ... " buyruğuna dair açıklamalar, en- Nisa süresinde 43. ayet, 20. başlık ve devamında) yeteri kadar açıklanmış bulunmaktadır. Burada ise, orada sözkonusu etmediğimiz usul(-ı fıkha dair) bir meseleyi eklemek istiyoruz, O da umumun, galip görülen adet ile tahsis edilmei meselesidir.

 

Ayet-i kerimede geçen "el-Gait (ayak yolu)" yine en- Nisa suresinde açıkladığımız gibi, iki necaset çıkış yerinden çıkan hadeslerden kinayedir. Ve bu umumi bir ifadedir. Şu kadar var ki, ilim adamlarımızın çoğunluğu bunu, alışılmış şekilde ve çıkması alışılmış hadesler ile tahsis etmişlerdir. Küçük çakıl taşları ile kurt gibi alışılmadık şeyler çıksa, yahut da alışılmış olan şey kendisini tutamadığı için ve hastalık dolayısıyla çıkacak olursa, bunların herhangi birisi abdest bozucu olmaz. Bu hususta lafza yönelmelerinin sebebi de şudur: Lafız, her ne kadar medlülü için sözkonusu ise de kullanımdaki çoğunluğu bir örf haline gelir ve örfen çoğunlukla kullanılan anlam, bu lafzın mutlak olarak kullanılması halinde o lafzı duyan tarafından anlaşılır. Bunun dışında kalan (ve istisnai olarak anlaşılan) bununla birlikte lafzın kendisi hakkında kullanıldığı anlamlar ise zihne gelmez, uzak kalır. Dolayısıyla bu lafız, bu istisnai şeylere delalet etmez. Böyle bir lafız, tıpkı "dabbe" lafzındaki durum gibi bir hal alır. Zira, bu kelime mutlak olarak kullanıldığı takdirde, hatıra dört ayaklılar gelir. Bu lafzı işitenin hatırına karınca hiçbir zaman gelmez. Dolayısıyla böyle bir lafız kullanıldı mı, karınca zahiren bu lafzın delaletine girmez ve kastedilmiş de olmaz.

 

Mahalif kanaate sahip olan (usulcüler) ise derler ki: Çoğunlukla kast edilenin öncelikle hatıra gelmesi, nadiren o lafız ile kastedilenin kastedilmemiş olmasını gerektirmez. Çünkü, lafzın kullanımı (vaz'ı) her ikisini de kapsamaktadır. Bu da bu lafzı söyleyen kimsenin şuurunda, her ikisini de kast etmiş olduğuna delalettir.

 

Ancak birinci görüş daha sahihtir. Konu ile ilgili tamamlayıcı diğer açıklamalar ise usul( -ı fıkıh) kitaplarındadır.

 

28- Kadınlara Yaklaşmak, Yahut Dokunmak:

 

Yüce Allah'ın: "Ya da kadınlara yaklaşmış da su bulamazsanız ... " buyruğunda geçen "yaklaşma (lems)" ile ilgili olarak Ebü Ubeyde, Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Öpmek, lemstendir. Cimadan daha aşağı bütün fiiller de birer lemsdir. İbn Ömer de böyle demiştir. Muhammed b. Yezid de bunu tercih ederek şöyle der: Çünkü ayet-i kerimenin baş tarafında cimada bulunan kimseye ne gerektiği Yüce Allah'ın: "Eğer cünup iseniz yıkanıp temizleniniz" buyruğu ile ifade edilmiştir.

 

Abdullah b. Abbas ise der ki: Lems ile mes ve gışyan, cima demektir. Fakat, Yüce Allah kinayeli hitab eder. Yine Mücahid, Yüce Allah'ın: "Boş söz ile karşılaştıklarında da şereflice geçerler "(el-Furkan, 72) buyruğu hakkında şöyle demiştir: Yani, nikahı sözkonusu ettiklerinde ondan kinayeli lafızlarla söz ederler. en- Nisa süresinde (43. ayet, 26. başlıkta) geçmiş bu hususa dair yeterli açıklamalar bulunmaktadır. Allah'a hamd olsun,

 

29- Su ve Toprak Bulamayanın Hükmü:

 

Yüce Allah'ın: "Su bulamazsanız" buyruğu ile ilgili açıklamalar en-Nisa suresinde (43. ayet,

 

27. başlık ve devamında) geçtiği gibi; sağlıklı ve mukim bir kimsenin hapse atılmak yahut bağlanarak tutuklamak suretiyle bu durumda olacağına dair açıklamalar da orada geçmiş bulunmaktadır. İşte hakkında: Eğer su da toprak da bulamayacak olur, vaktin de çıkacağından korkarsa diye sözedilen kimsedir.

 

Fukaha, böyle bir kimsenin hükmü hususunda dört farklı görüşe sahiptir:

 

1) İbn Huveyzimendad der ki: Malik'in mezhebine göre sahih olan, böyle bir kimse namaz kılmaz ve onun üzerinde herhangi bir yükümlülük de yoktur. Yine İbn Huveyzimendad der ki: Medineli alimler, bunu Malik'ten rivayet etmişlerdir. Mezhebin sahih olan görüşü de budur.

 

2) İbnü'l-Kasım der ki: Namaz kılar ve iade eder. Bu, aynı zamanda Şafii'nin görüşüdür.

3) Eşheb der ki: Kılar, fakat iade etmez.

4) Esbağ der ki: Ne kılar, ne de kazasını yapar. Ebu Hanife de bu görüştedir. 

 

Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr der ki: Ben, İbn Huveyzimendad'ın, Maliki mezhebinden sahih olanın, zikrettiği husus olduğunu nasıl kabul etmeye kalkıştığını bilemiyorum? Çünkü, selefin cumhuru da, fukahanın geneli de Malikiler topluluğu da buna muhalif kanaattedir. Zannederim, Malik'in de rivayet ettiği hadiste geçen: " ... Ve su kenarında da değillerdi ... " hadisindeki zahir ifadeden bu neticeye varmıştır. Bu hadiste namaz kıldıklarından söz edilmemektedir. Ancak, bu hadiste buna dair delil olamaz. Çünkü, Hişam b. Urve babasından, o, Hz. Aişe'den bu hadiste şunu da zikretmektedir: Abdestsiz olarak namaz kıldılar. Şu kadar var ki, namazlarını iade ettiklerinden söz etmemiştir. Fukahadan bir kesim de bu görüştedir. Ebu Sevr der ki: Kıyas da bunu gerektirmektedir.

 

Derim ki: el-Müzeni, el-Kiya et-Taberi'nin belirttiğine göre, Hz. Aişe (r.anha)'ın gerdanlığının kaybolması olayında sözü geçen hususları delil göstermiştir. Bu hadiste Peygamber (s.a.v.)'ın, gerdanlık aramak üzere gönderdiği ashabı, teyemmümsüz ve abdestsiz olarak namaz kıldılar ve bunu Hz. Peygambere haber verdiler. Bundan sonra teyemmüm ayeti nazil oldu, Hz. Peygamber onların bu şekilde abdestsiz ve teyemmümsüz olarak namaz kılmalarına da karşı çıkmadı. Teyemmüm ise, henüz meşru kılınmamış olduğuna göre onlar, tamamiyle taharetsiz olarak namazlarını kılmış oldular. Buradan hareketle el-Müzeni der ki: Böyle bir kimse için namazını iade etmesi sözkonusu değildir. Bu da gerçekleştirilmesine imkan olmaması halinde mutlak olarak taharetin olmamasına rağmen namaz kılmanın caiz oluşu hususunda açık bir nasstır.

 

Ebu Ömer der ki: Bunun, baygın hakkında da böylece kabul edilmesi gerekmez. Çünkü, baygın bir kimse, aklını kaybetmiştir. Ne su, ne de toprak kullanamayan kimse ise aklı başında bir kimsedir.

 

İbnü'l-Kasım ve diğer ilim adamları ise derler ki: Aklı başında olduğu takdirde namaz kılmak onun için vacibtir. Bunları kullanmaya engel olan husus ortadan kalktığı takdirde abdest alır, yahut teyemmüm eder ve namazını kılar.

 

Şafii'den de iki rivayet gelmiştir. Ondan meşhur olan rivayete göre, olduğu gibi namaz kılar. Ancak bu, uzak bir ihtimaldir. el-Müzeni der ki: Şayet temiz toprak kullanmaya güç yetiremeyecek şekilde mahbus bulunuyor ise, namazını kılar ve iade eder. Bu, aynı zamanda Ebu Yusuf, Muhammed, esSevri ve Taberi'nin de görüşüdür.

 

Züfer b. el-Hüzeyl der ki: Mukimken hapsedilen kişi, temiz toprak bulacak olsa dahi namaz kılmaz. Bu ise onun kabul ettiği asıl kaideye göredir. Çünkü ona göre, -önceden de geçtiği üzere- mukim iken teyemmüm etmek sözkonusu değildir.

 

Ebü Ömer der ki: Olduğu halde namaz kılar ve taharet almaya güç yetirdiği takdirde namazını iade eder diyen kimseler, abdestsiz olarak namaz kılmayı ihtiyaten kabul etmiş ve şöyle demişlerdir: Hz. Peygamber: "Allah, taharetsiz olarak hiçbir namazı kabul etmez" buyururken, abdest ve taharet almaya güç yetiren kimseleri kastetmiştir. Buna güç yetiremeyen kimsenin durumu ise böyle değildir. Çünkü, vakit bir farzdır. Ve o, vakit içinde kılmaya güç yetirmektedir. Dolayısıyla vakit içinde güç yetirebildiği şekilde namazını kılar, sonra iade eder. Böylelikle hem vakit, hem de taharet hususunda bir arada ihtiyata uygun olanı yapmış olur.

 

Namaz kılmaz diyenler ise, hadisin zahirinden hareketle bu görüşe sahip olmuşlardır. Bu da Malik, İbn Nafi' ve Esbağ'ın görüşüdür. Onlar derler ki:

 

Su ve temiz toprak bulamayan bir kimse, namazını da kılmaz, namaz vakti çıkacak olursa kazasını da yapmaz. Çünkü, namazın şartları gerçekleşmediği için kabul edilmeyişi, şartlarını gerçekleştirme imkanını bulamadığı halde, namaz ile muhatap olmadığına delalet etmektedir. Dolayısıyla onun zimmetinde herhangi bir yükümlülük sözkonusu olmaz, bundan dolayı da kaza yapmaz. Bu açıklamayı Ebü Ömer'den başkaları yapmıştır. Bu görüşe göre taharet, namazın vücubunun şartlarından olur.

 

30- Toprakla Teyemmüm:

 

Yüce Allah'ın: "Tertemiz toprakla teyemmüm edin" buyruğu ile ilgili olarak, ilim adamlarının tertemiz toprak (es-sa'id)'e dair açıklamalar, daha önce en-Nisa süresinde (43. ayet, 41. başlıkta) geçmiş bulumaktadır. İmran b. Husayn'ın rivayet ettiği hadis ise Malik'in söylediğine delil olabilecek açık bir nasstır. Çünkü, eğer sa'id (tertemiz toprak) toprak, olsaydı, Hz. Peygamber'in o adama: Sana toprağı tavsiye ederim, o senin için yeterlidir, demesi gerekirdi. Hz. Peygamber, "Sana sa'id'i tavsiye ederim" demekle onu, yeryüzüne havale etmiş olmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

"Bununla yüzlerinize ve ellerinize sürün." buyruğuna dair açıklamalar da en-Nisa süresinde (43. ayetin, 43. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Orada konuyu takip edebilirsiniz.

 

31- Abdestin Fazileti:

 

Ayete dair açıklamalarımız bu noktaya gelmişken, şunu bil ki, ilim adamları abdest ve taharetin faziletinden de söz etmişlerdir. Bu da bu bölümün sonucunu teşkil eder. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Abdest imanın yarısıdır." Bunu Müslim, Ebü Malik el-Eş'ari yoluyla rivayet etmiştir.

 

Buna dair açıklamalar el-Bakara süresinde daha önceden geçmiş bulunmaktadır,

İbnü'l-Arabi der ki: Abdest, dinde asli bir ibadettir. Müslümanların temizliğidir. Alemler arasında bu ümmete özel olarak verilmiştir. Peygamber (s.a.v.)'in abdest alıp şöyle dediği rivayet edilmiştir: "İşte bu, benim abdest şeklimdir. Benden önceki peygamberlerin de abdest şeklidir, atam İbrahim'in de abdest şeklidir." Ancak bu rivayet, sahih değildir. Ondan (İbnü'l-Arabı'den) başkaları da şöyle demiştir: Bu, Hz. Peygamber'in: "Sizin başkalarında bulunmayan bir alametiniz vardır" buyruğu ile çatışma halinde değildir. Çünkü, öncekiler de abdest alırlardı. Bu ümmete has olan ise, abdest değil, gurre ve tahcil'dir. (Abdest azaları olan yüz, kol ve ayaklardaki aydınlık ve parlaklıktır). Bunlar ise Yüce Allah'ın, bu ümmetin ve Peygamberinin şerefini artırmak için bu ümmete tahsis edip lütfettiği şeyler arasındadır. Diğer ümmetlere göre sahip olduğu sair üstünlükler gibi. Nitekim bu ümmetin Peygamberi de Makam-ı Mahmud ve diğer şeyler ile sair peygamberlerden üstün kılınmıştır.

Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

 

Ebu Ömer der ki: Peygamberlerin de abdest alıp bu yolla gurre ve tahcil'i kazanmış olmaları, fakat onlara tabi olanların abdest almamış olmaları da mümkündür. Nitekim Hz. Musa'dan şöyle dediği nakledilmektedir: "Rabbim, hepsi de peygamberleri andıran bir ümmet bulmaktayım. O ümmeti benim ümmetim kıL. Yüce Allah ona: "Hayır, o ümmet Muhammed'in ümmetidir" şeklindeki karşılıklı konuşma uzunca bir hadiste geçmektedir.

 

Yine Salim b. Abdullah b. Ömer, Ka'b el-Ahbar'dan şunu rivayet etmektedir: Ka'b el-Ahbar, şöylece rüyasını anlatan bir adamı dinlemiş: İnsanlar hesab için bir araya getirilip toplanmış, daha sonra peygamberler -her bir peygamber ile ümmeti de birlikte olmak üzere- davet edilmiş, her bir peygamberin aralarında yürüdüğü iki nuru olduğunu görmüş. ümmetinden ona tabi olanların ise, aydınlığında yürüdüğü tek bir nuru varmış. Nihayet Muhammed (s.a.v.) çağrılmış. Başındaki saçın ve yüzünün bütünüyle nur olduğunu, ona bakan herkesin bunu gördüğünü görmüş. ümmetinden ona tabi olanların da peygamberlerin nurları gibi ikişer nuru varmış. Ka'b, bu anlatılanın rüya olduğunu bilmeksizin ona şöyle demiş: Sana bu hadisi kim nakletti ve bunu sana kim öğretti? Adam ona, bu anlattığının rüya olduğunu bildirmiş. Ka'b ona, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah adına yemin verdirerek, gerçekten sen bu söylediklerini rüyanda mı gördün diye sormuş, adam Allah'a yemin ederim ki evet; ben bunu rüyamda gördüm deyince, Ka'b şöyle demiş: Nefsim elinde olan Allah'a -veya: Muhammed'i hak ile gönderene- yemin ederim ki işte bu, Allah'ın kitabında Ahmed'in ve onun ümmetinin niteliğidir, peygamberlerin niteliği de böyledir. Senin bu söylediklerin sanki Tevrat'tandır. İbn Abdi'l-Berr bunu, et-Temhıd adlı kitabında senediyle kaydetmiştir.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) der ki: Yine sair ümmetlerin de abdest aldıkları da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ancak ben bunu, sahih bir yolla bilmiyorum.

 

Müslim, Ebü Hureyre'den Rasulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Müslüman -veya mü'min- abdest aldığı ve yüzünü yıkadığı vakit, iki gözü ile nazar ettiği her bir günah su ile -yahut suyun son damlası ilebirlikte çıkar gider. Ellerini yıkadığında, elleriyle yakalamış olduğu her bir günah su ile -yahut suyun son damlası ile- birlikte ellerinden çıkar gider. Ayaklarını yıkadığında, ayakları ile yürüyüp işlediği her bir günah, su ile veya suyun son damlası ile- birlikte ayağından çıkıp gider. Ve nihayet bütün günahlardan arınmış olarak çıkar."

 

Malik'in, Abdullah es-Sunabihi'den rivayet ettiği hadis ise, bundan daha tamamdır. Doğrusu adının Abdullah değil, Ebü Abdullah (es-Sunabihi) olduğudur. Bu da Malik'in yanıldığı hususlardan birisidir. Asıl adı ise, Abdurrahman b. Useyle'dir. Şamlı büyük bir tabiidir. Çünkü Hz. Ebu Bekir'in halifeliğinin ilk dönemlerine yetişmiştir. Ebu Abdullah es-Sunabihi der ki: Peygamber (s.a.v.)'a Yemen'den muhacir olarak geldim. el-Cuhfe denilen yere vardığımızda, bir binekli ile karşılaştık, ona ne haber diye sorduk, o da; üç gün önce Rasulullah (s.a.v.)'ı defnettik dedi ...

 

İşte bu hadisler ile bu manadaki Amr b. Akabe yoluyla rivayet edilen hadis ve diğerleri bize, bunlarla kast edilenin abdestin günahları uzaklaştırmak için meşru kılınmış bir ibadet olduğunu ifade etmektedir. Bu ise, abdestin şer'i bir niyete de muhtac olmasını gerektirmektedir. Çünkü abdest, günahları silmek ve Allah nezdinde dereceleri yükseltmek için meşru kılınmıştır.

 

32- Yüce Allah'ın Tekliften Kastı ümmete Zorluk Değil, Ümmeti Arındırmak, Nimetini Tamamlamaktır:

 

Yüce Allah'ın: "Allah size güçlük çıkarmak istemez" buyruğu dinde sizin için bir darlık meydana getirmek istemez demektir. Bunun bir delili de Yüce Allah'ın: "Dinde size güçlük vermedi" (el-Hac, 78) buyruğudur.

 

Bu ayet-i kerimedeki, (...) sıladır. Yani, size güçlük çıkarmak istemedi, demektir.

 

"Ama sizi, iyice temizlemeyi ... diler." Ebü Hureyre ile es-Sunabihi yoluyla gelen hadislerde zikredildiği gibi, günahlarınızı temizlemek ister. Buradaki temizlemenin hades ve cünupluktan olduğu da söylenmiştir. Allah'a itaat edenlerin niteliği olan temizlenmişlikle vasfedilmeye hak kazanasınız diye ... anlamında olduğu da söylenmiştir.

 

Said b. el-Müseyyeb "Sizi temizlemeyi ... " buyruğunu, (...) diye okumuştur. Mana birdir.

"Ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister." Hastalık ve yolculuk halinde size teyemmüm yapma ruhsatını vermek süretiyle.

 

Bu tamamlamanın, şeriat hükümlerini açıklamakla olacağı söylendiği gibi, günahların bağışlanmasıyla olacağı da söylenmiştir. "Nimetin tamamlanması, cennete girmek ve cehennemden kurtuluştur" denildiği de haber olarak nakledilmiştir.

"Ta ki, şükredesiniz." Yani, nimetlerine şükredip O'na itaate yönelesiniz ...

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Maide 7

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR