ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NAHL

90

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

 

90. Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder. Fahşiyı, münker ve bağyi yasaklar. İyice dinleyip tutasınız diye size öğüt verir.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:

 

1- Üstün Ahlaki Değerlere çağıran Kur'an:

2- Adalet ve ihsan'ın Mahiyeti:

3- Akrabalara Birşeyler Vermek:

4- Fahşa, Münker ve Bağy:

5- Bu Ayetin Ahlakı ile Ahlaklanmanın Önemi:

6- iyiliği Emredip Kötülükten Alıkoymak ve ihsanın Önemini Vurgulayan Tarihten Bir Olay:

 

1- Üstün Ahlaki Değerlere çağıran Kur'an:

 

Rivayet edildiğine göre, Osman b. Maz'un şöyle demiştir: Bu ayet, nazil olduğunda, ben bunu Ali b. Ebi Talib (r.a)'a okudum. O, hayrete düştü ve şöyle dedi: Ey Galib hanedanı! Ona uyunuz. Felah bulursunuz. Allah'a yemin ederim, Allah onu size, ahlakın üstün değerlerini emretsin diye göndermiştir. Bir başka hadiste de nakledildiğine göre, Ebu Talib'e: Senin kardeşinin oğlu, Yüce Allah'ın üzerine: "Şüphesiz ki Allah adaleti, ihsanı ... emreder" buyruğunu indirdiğini iddia ediyor denilince, şöyle demiş: Kardeşimin oğluna uyunuz. Allah'a yemin ederim ki o, size ancak güzel olan ahlaki değerleri emreder.

İkrime der ki: Peygamber (s.a.v.) el-Velid b. el-Muğire'ye: "Şüphesiz ki Allah adaleti, ihsanı. .. emreder" ayetini sonuna kadar okudu. el-Velid ona: Kardeşimin oğlu, bir daha oku demiş. Hz. Peygamber, bir daha bu ayeti ona okuduktan sonra, el-Velid şunları söylemiş: Allah'a yemin ederim, bu sözün kendine has bir farklılığı, bir çekiciliği vardır. Onun gövdesinin yaprakları bol, üstü de meyve vericidir. Kesinlikle bu bir insan sözü değildir.

el-Gaznevi'nin naklettiğine göre bunu okuyan Osman b. Maz'un imiş. Osman da şöyle demiş: Önceleri Resulullah (s.a.v.)'dan haya ettiğimden dolayı İslam'a girmiştim. Bu, ben onun yanında iken bu ayet-i kerimenin indiği vakte kadar böylece devam etti. O vakit iman kalbimde iyice yer etti. Sonra bu ayeti el-Velid b. el-Muğire'ye okudum, o da şöyle dedi: Kardeşimin oğlu, tekrar oku. Ben, ona tekrar okuyunca: Allah'a yemin ederim, bu sözün kendine has bir tatlılığı vardır... dedi ve haberin geri kalan kısmını zikretti.

 

İbn Mes'ud der ki: Bu, Kur'an-ı Kerim'de, uyulacak her bir hayrın ve uzak durulması gereken her bir şerrin dile getirildiği en kapsamlı ayet-i kerimedir.

 

en-Nakkaş da şöyle demektedir: Deniliyor ki, adlin zekatı ihsan, güç yetirmenin affetmek, zenginliğin zekatı iyilik yapmak, makam ve mevkiin zekatı ise, kişinin kardeşlerine (mektup) yazmasıdır.

 

2- Adalet ve ihsan'ın Mahiyeti:

 

İlim adamları adalet ve ihsanın açıklanması hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbn Abbas der ki: Adalet "la ilahe illallah", ihsan ise farzların eda edilmesidir.

Adaletin farz, ihsanın da nafile olduğu söylenmiştir. Süfyan b. Uyeyne der ki: Burada adalet, insanın içinin dosdoğru olmasıdır. İhsan ise, insan içinin açığa vurduğundan daha üstün, değerli ve faziletli olmasıdır.

 

Ali b. Ebi Talib der ki: Adalet, insafla hareket etmek, ihsan ise lütuf ta bulunmak ve erdemlice davranmak demektir.

 

İbn Atiyye der ki: Adalet farz olan inanç, emanetlerin eda edilmesi hususundaki şer'i hükümler, zulmün terkedilmesi, insaflı hareket etmek ve hakkı sahiplerine vermektir. İhsan ise teşvik olunmuş herbir işi yapmaktır. Bazı işlerin tamamı teşvik, (mendup) edilmiştir. Kimi işler de farzdır. Şu kadar var ki, onun yeterli olan sınırını yerine getirmek, adaletin sınırları içerisindedir. Onu, yeterli olan miktardan fazlasıyla yapıp tamamlamak ise, ihsana girmektedir.

 

İbn Abbas'ın açıklaması su götürür. Çünkü farzların eda edilmesi, Rasulullah (s.a.v.)'ın, Cibril'in soru sorduğu hadiste de açıkladığı gibi farzların eda edilmesidir. İşte adalet de budur. İhsan ise, Peygamber (s.a.v.)'ın, Cibril hadisinde cevaplandırdığı şekilde açıklamasının gereğine uygun olarak diğer tamamlayıcı işler ve mendup fiilleri yerine getirmektir. Çünkü Hz. Peygamber, (Cibril hadisi diye bilinen hadiste) Cebrail'in sorusuna: "(İhsan), Allah'a sen O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Sen O'nu görmüyorsan dahi, o seni görmektedir" diye cevap vermiştir. O bakımdan, eğer bu açıklama İbn Abbas'tan sahih olarak nakledilmiş ise, herhalde mükemmel şekliyle farzların yerine getirilmesini kastetmiş olmalıdır.

 

İbnü'l-Arabi der ki: Adalet, kul ile Rabbi arasında, Yüce Allah'ın hakkını, kişinin kendi nefsini korumasına tercih etmesi, O'nun rızasını kendi arzusundan önde tutması, yasaklarından uzak kalarak emirlerini yerine getirmesidir. Kişinin, kendisine karşı adaleti ise, nefsini helak edecek şeylerden alıkoymasıdır. Nitekim Yüce Allah: ''Rabbinin huzuruna varmaktan korkup, nefsini hevadan alıkoyan ..." (en-Naziat, 40) diye buyurmaktadır. Kişinin, tama' ettikleri şeylerin arkasından gitmekten uzak durması, her hal ve hususta kanaatten ayrılmamak (kişinin kendisine karşı adaleti kapsamındadır). Kişinin kendisi ile sair insanlar arasında adalet yapmasına gelince; nasihatı (samimi olarak iyiliğini istemeyi, öğüt vermeyi) karşılıksız yapması, az çok her hususta hıyaneti terk etmesi, her bakımdan öbür insanların haklarını adil olarak vermesi, söz ve davranış ile hiç bir kimseye gizli ve de açık kötülük yapmaması, onlardan gelip isabet eden belalara karşı sabredip katlanmasıdır. Bunun asgari ölçüsü ise, insafdır. (Haklarını vermek ve onlara eziyeti terk etmektir).

 

Derim ki: Adalete dair bu etraflı açıklamalar, güzel ve mutedildir. İhsana gelince, ilim adamlarımız şöyle demiştir. İhsan, (...) fiilinden mastardır. İki manada kullanılır: Birincisi, bizatihi teaddi etmesi (fiilin geçişli olması), kişinin; "Filan işi güzel yaptım" yani onu mükemmel yaptım, demesi buna örnektir. Bu da; "Filan şey güzel oldu" şeklinden hemzeli olarak nakledilmiş bir fiildir. İkinci anlamı ise, bir harfi cer ile teaddi etmesidir. Bu da; "Filana ihsanda bulundum" demek gibidir. Yani ben ona, kendisine yararlı olacak şeyler yaptım, demektir.

 

Derim ki: İşte bu ayet-i kerimede ihsanın bu iki anlamı da aynı anda kastedilmiştir. Çünkü şanı Yüce Allah, mahlukatın birbirlerine iyilik yapmalarını sever. Öyle ki, sana ait kafesteki bir kuşa, evindeki kediye bile iyiliğini esirgememen gerekir. Halbuki Yüce Allah'ın, yaratıkları bu iyilik ve ihsanları da muhtaç değildir. Esasen bütün ihsan, nimet, lütuf ve minnetler hep O'ndandır.

 

"Cibril hadisi" diye bilinen hadiste ise, ikinci manası ile değil de birinci manası ile ele alınmıştır. Esasen birinci anlamı ile ihsan, ibadetin dikkatli ve güzel bir şekilde yapılması, ibadeti sahih kılan ve tamamlayan bütün özellikleriyle eda etmeye riaeyet edilmesi, ibadetteki hukukun gözetilmesi, gerek ibadete başlarken, gerekse de devam ederken, Yüce Allah'ın azamet ve celalinin hatırda tutulması ile olur. İşte Hz. Peygamber'in: "Allah'a, sen O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Sen O'nu görmüyorsan dahi, O seni görmektedir" buyruğu ile kastettiği de budur. Böyle bir murakabe altında olduğunu kabul eden kalp sahiplerinin iki hali sözkonusudur: Bunlardan birincilerine hakkın müşahede edilmesi hali galip gelir ve adeta kişi Allah'ı görüyormuş gibi olur. Peygamber (s.a.v.)'ın: "Ve benim gözbebeğim namazdır" hadisi ile bu hale işaret etmiş olma ihtimali vardır. İkincisi ise, bu dereceye ulaşamamakla birlikte cenab-ı Hakkın, kişinin kendisine muttali olduğunu, O'nu görmekte olduğunu bilme halinin baskın ve ağırlıklı olarak hissedilme halidir. İşte Yüce Allah'ın: "O seni kalkınca dagörür, secde edenler arasındaki dolaşmanı da "(eş-Şuara, 218-219) buyruğu ile: "Mutlaka o işe daldığınızda Biz üzerinize şahidiz" (Yunus, 61) buyruklarında buna işaret edilmektedir.

 

3- Akrabalara Birşeyler Vermek:

 

Yüce Allah: "Akrabaya vermeyi emreder" buyruğu ile, onlara malından vermeyi kastetmektedir. Nitekim Yüce Allah'ın: ''Akrabaya hakkını ver" (İsra, 26) buyruğu da bunu dile getirmektedir. Yani, akrabalık hakkını gözet. Bu buyruk burada mendup olan bir amelin, vacip olana atfedilmesi kabilindendir. İşte Şafii bu buyruğu, ileride de açıklanacağı üzere, mükatep köleye vermenin vücubuna delil göstermiştir. Özellikle akrabaları zikretmesi ise, akraba haklarının daha sağlam ve onları gözetmenin daha vacip oluşundan dolayıdır. Çünkü, şanı Yüce Allah'ın ismini, kendisinin Rahman isminden türettiği "rahim (akrabalık)" hakkını pekiştirmek ve bu bağı gözetmeyi, kendi zatının haklarını gözetmek olarak gördüğünü vurgulamak içindir. Nitekim sahih hadiste şöyle buyrulmuştur: "(Yüce Allah "rahime; (akrabalık bağına)" dedi ki:) Seni gözeteni Benim de gözetmeme, senin bağını koparanı da Benim de koparmama razı gelmez misin?''

 

Özellikle akrabalar fakir iseler daha bir gözetilmelidirler.

 

4- Fahşa, Münker ve Bağy:

 

Yüce Allah'ın: "Fahşayı, münker ve bağyi yasaklar" buyruğundaki fahşa, söz ya da davranış türünden olsun, çirkin olan her şey demektir. İbn Abbas ise, zina diye açıklamıştır. Münker, şeriatın o işi nehyetmek suretiyle reddettiği herşeydir. Bu, genel olarak bütün masiyetleri, kötü ve aşağılık davranışları, çeşitli türleriyle bayağılıkları kapsar. Münkerin şirk demek olduğu da söylenmiştir.

 

Bağy; kibir, zulüm, kin ve haddi aşarak haksızlık yapmak demektir. Gerçek mahiyeti sınırı aşmaktır. Bu münkerin kapsamına girer. Ancak Yüce Allah, zararının çokluğu dolayısıyla ona verdiği önemi belirtmek üzere özellikle sözkonusu etmiştir. Hadis-i şerifte de Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: "Yapılan bir bağyden (haddi aşmaktan), daha çabuk cezası verilen hiçbir günah yoktur. '' Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bağı kişinin mutlaka sırtı yere getirilmiştir. ''

 

Yüce Allah, kendisine karşı haksızlıkta bulunulan (bağye maruz kalan) kimseye ilahı yardımını va'detmiştir. İndirilmiş kitapların birisinde şu hüküm yer almaktadır: Eğer bir dağ diğer bir dağa haksızlık edecek olursa, (Allah) o haksızlık yapan dağı dümdüz eder.

 

5- Bu Ayetin Ahlakı ile Ahlaklanmanın Önemi:

 

İmam Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail el-Buhari, Sahih'inde şöyle bir başlık açmıştır: "Yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder. Fahşayı, münker ve bağyi yasaklar. İyice dinleyip tutasınız diye size öğüt verir" buyruğu ile: ''Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedır'' (Yunus, 23); ''Sonra yine ona haksızca saldırılırsa, elbet te Allah ona yardım eder''(el-Hacc, 60) buyrukları ve müslüman aleyhine olsun, kafir aleyhine olsun kötülüğü kışkırtmayı terk etmek. ''

 

Bu başlıktan sonra Hz. Aişe'nin, Lebid b. el-A'sam'ın, Peygamber (s.a.v.)'a büyü yapması hakkındaki hadisini söz konusu etmektedir. İbn Battal der ki: (Buhari) Allah ondan razı olsun, bu ayet-i kerimelerden, müslüman ya da kafir aleyhine kötülüğü harekete getirip kışkırtmayı terketme anlamını çıkartmıştır. Nitekim Hz. Aişe'nin hadisi de buna delildir. Çünkü orada Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu zikredilmektedir: "Allah mademki bana şifa vermiş bulunuyor, artık ben de insanların aleyhine herhangi bir kötülüğü kışkırtmaktan, harekete getirmekten hoşlanmıyorum." Bunun açıklaması da -Allah en iyi bilendir ya- şöyledir: O (Buhari), Yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki Allah adaleti, ihsanı ... emreder" buyruğunda kötülük işleyene ihsanda bulunup, onun kötülüğüne ceza vermeyi terk etmenin mendup olduğu anlamını çıkartmıştır. Denilse ki: Haksızlığı yasaklayan ayetler hakkında böyle bir yorum yapmak nasıl sahih olabilir? Şu şekilde cevap verilir: Bunun da açıklaması -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- şöyledir: Yüce Allah kullarına, "sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir" buyruğunda haddi aşmanın zararının haddi aşana raci olacağını bildirip, kendisine haksızlık yapılana yardımcı olmayı taahhüd ettiğinden dolayı, kendisine karşı haksızlıkta bulunulan kişinin Yüce Allah'a bu yardım taahhüdü dolayısıyla şükretmesi ve kendisine haksızlık yapana af ile karşılık vermesi daha uygundur. Nitekim Peygamber (s.a.v.) da kendisine büyü yapan yahudiye bu şekilde davranmıştır. Ancak, Yüce Allah'ın: ''Şayet bir ceza verecek olursanız, size yapılan saldırının misliyle mukabele edin''(en-Nahl, 126) buyruğu gereğince intikam alma hakkına sahiptir. Ama o, Yüce Allah'ın: ''Bununla beraber kim de sabreder ve bağışlarsa, muhakkak bu üzerinde kararlılıkla durmaya değer işlerdendir'' (eş-Şura, 43) buyruğundan hareketle affetmeyi tercih etmiştir.

 

6- iyiliği Emredip Kötülükten Alıkoymak ve ihsanın Önemini Vurgulayan Tarihten Bir Olay:

 

Bu ayet-i kerime, iyiliği emredip münkerden alıkoyma gereğini ihtiva etmektedir. Bunlara dair açıklamalar daha önceden (Al-i İmran, 21-22. ayetlerinin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

Rivayet edildiğine göre bir topluluk, kendilerine zekat toplayıcı ve vali (amil) olarak tayin edilmiş bir zatı, Abbasi hükümdarlarından Ebu Cafer elMansur'a dava eder. Ancak bu vali, kendisini şikayet edenlere karşı delillerini ortaya koyarak onları mağlup etmiş, aleyhine öyle pek büyük bir zulüm ispat edemediklerini, hiç bir hususta haksızlık yapmadığını ortaya koymuş. Şikayet eden topluluk arasından bir delikanlı ayağa kalkarak şöyle demiş:

Mü'minlerin emiri! Allah, adalet ve ihsanı emretmektedir. Evet, gerçekten o adaletlidir, ama ihsan yapan bir kimse değildir. Ebu Cafer, bu gencin isabetli söz söylemesine hayret eder ve tayin ettiği amilini görevden alır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Nahl 91

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR