ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

KEHF

10

إِذْ أَوَى الْفِتْيَةُ إِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا آتِنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً

وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَداً

 

10. Hani O yiğit delikanlılar mağaraya sığınmışlar ve şöyle demişlerdi: "Rabbimiz, bize tarafından bir rahmet, işimizde bize doğruyu bulma başarısını ver!"

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:

 

1- Mağaraya Sığınan Delikanlılar:

2- Dinini Yaşamak için Zalimlerin Baskısından Kaçmak ve Uzletin Mahiyeti

3- Allah'tan Doğruya iletmesini istemek:

 

1- Mağaraya Sığınan Delikanlılar:

 

Yüce Allah'ın: "Hani, o yiğit delikanlılar mağaraya sığınmışlar ... dı" buyruğu ile ilgili olarak rivayet edildiğine göre bunlar, kafir hükümdar Dakyus -Dakinus ve Dakyanus da denilmektedir- şehrinin ileri gelenlerinin oğullarından bir topluluk idiler. Yine rivayet edildiğine göre bunlar, altın bilezikler takınan, boyunlarına gerdanlıklar takan ve örüklü kimselerdi. Bunlar, Rumlardan olup Hz. İsa dinine tabi olmuşlardı. Hz. İsa'dan önce oldukları da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.

 

İbn Abbas dedi ki: Dakyanus diye bilinen hükümdarlardan birisi, üfsus (Efesus, Efes) denilen Bizans şehirlerinden bir şehri eline geçirir. Bu şehrin Tarasus (Tarsus) olduğu da söylenmiştir. Bu hükümdar, İsa (a.s) döneminden sonra idi. Putlara tapınmayı emrederek, şehir halkını da putlara tapmaya davet etti. Gizlice Allah'a ibadet eden yedi genç vardı. Onların bu durumları hükümdara iletilince, hükümdardan korkup geceleyin kaçtılar. Beraberinde köpek bulunan bir çobana rastladılar. Çoban da onlara katıldı ve mağaraya sığındılar. Hükümdar onları mağaranın ağzına kadar takip etti. Onların mağaraya girdiklerinin izini görmekle birlikte, çıktıklarının izini tesbit edemedi. Bunun üzerine mağaradan içeriye girdiler. Allah, onların basiretlerini kör ettiğinden hiç bir şey göremediler. Bunun üzerine hükümdar: Üzerlerine mağaranın kapısını kapatınız. Böylelikle mağaranın içinde açlıktan ve susuzluktan ölsünler! talimatını verdi.

 

Mücahid'in, yine İbn Abbas'dan rivayetine göre, bu genç delikanlılar, putlara ibadet eden, onlara kurban kesen ve Allah'ı inkar eden bir hükümdarın dini üzere idiler. Şehir halkı da bu konuda hükümdara tabi olmuştu.

 

en-Nakkaş'ın naklettiğine göre, bu genç delikanlılar Havarilerden birisinden yahut kendilerinden önce iman eden mü'minlerden birisinden bazı bilgiler edindiler ve Allah'a iman edip basiretleri ile de insanların yaptıkları işin çirkinliğini gördüler. O bakımdan, bu hak dine ve Allah'a ibadete bağlandılar. Bu durumları hükümdara götürüldü ve ona şöyle denildi: Bunlar senin dininden ayrıldılar, senin ilahlarını hafife alıp onları inkar ettiler.

 

Hükümdar onları huzuruna çağırdı ve kendi dinine tabi olmalarını, ilahlarına da kurban kesmelerini emretti. Bu yoldan ayrılacak olurlarsa onları öldürülmekle tehdit etti. Rivayet olunduğuna göre onlar da bu hükümdara: "Bi zim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir ... Madem ki onlardan ve Allah'dan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız ... "(15-16. ayetler) dediler.

 

Yine rivayet edildiğine göre, buna yakın sözlerle ona cevap vermeleri üzerine hükümdar onlara şöyle dedi: Siz, aklı ermeyen, akılsız gençlersiniz. Ben de size karşı aceleci davranmayacak, bunun yerine size karşı temkinli hareket edeceğim. Haydi evlerinize gidiniz, durumunuzu iyice düşünüp görüşünüzü tesbit ediniz ve benim dinime geri dönünüz. Bu sözlerinden sonra da onlara bir süre belirledi. Daha sonra belirlediği bu süre zarfında yolculuğa çıktı. Gençler, dinlerini kurtarmak için kaçmak konusunda birbirleriyle danıştılar. Birisi onlara şöyle dedi: Ben, filan dağda bir mağara biliyorum. Babam, oraya koyunlarını götürürdü. Haydi biz de oraya gidelim ve Allah bize önümüzü açıncaya kadar orada saklanalım. Rivayet olunduğuna göre, sopa ve top oynayarak çıktılar, topu kimse onların kaçtığını farketmesin diye, gidecekleri yol istikametinde yuvarlıyorlardı.

 

Yine rivayet edildiğine göre bunlar, bilgili ve kültürlü kimseler idi. Bir bayram törenine katılmak üzere çıktılar ve herkes ile birlikte bunlar da atlarına bindiler. Daha sonra sopalarıyla oynamaya koyuldular ve bu şekilde kaçıp kurtuldular.

 

Vehb b. Münebbih'in rivayetine göre; önceleri Hz. Meryem'in oğlu Hz. İsa'nın Havarilerinden birisi, bu Ashab-ı Kehf'in bulunduğu şehire girmek istiyordu. O bakımdan hamamı bulunan birisinin yanında ücretle işçi girdi ve orada çalışmaya başladı. Hamamın sahibi, onun işinde çok büyük bir bereket olduğunu gördü ve bütün işlerini ona teslim etti. Şehirden bazı gençler bu adam ile tanıştılar. O da onlara Yüce Allah'ı tanıttı ve onlar da ona iman ettiler, dini üzere o kişiye tabi oldular. Onunla içli dışlı oldukları her tarafa yayıldı. Birgün, sözü geçen hamama hükümdarın oğlu bir kadın ile başbaşa kalmak istedi. Ancak, havari bu işi yapmamasını ona söyledi, o da yapmadı. Bir defa daha geldi, yine bu işi yapmamasını istedi. Ancak, hükümdarın oğlu ona sövüp saydı ve yanındaki fahişe ile birlikte hamama girmekte kararlı olduğunu gösterdi. Hamama girmekle birlikte ikisi de orada öldüler. Bunun üzerine o havari ve arkadaşları bunları öldürmek ile suçlandı. Hep birlikte kaçıp mağaraya girdiler. Kehf ashabının şehirlerinden çıkışları konusunda bundan başka açıklamalar da vardır.

 

Köpeğe gelince; rivayet edildiğine göre, onlara ait bir av köpeği idi. Bir başka rivayete göre onlar, yolda giderken köpeği bulunan bir çobana rast geldiler. Çoban da kanaatlerini kabul ederek onlara uydu, köpek de onlarla birlikte gitti. Bunu da İbn Abbas söylemiştir. Köpeğin adı Humran idi. Kıtmir olduğu da söylenmiştir.

 

Kehf ashabının isimleri ise Arapça değildir. Onların isimleriyle ilgili bilgiyi veren senet oldukça gevşektir. Taberi'nin naklettiği isimler şöyledir: En büyükleri ve onlar adına konuşan kişi olan Mekselmina, Mahseymilinina ve Yemliha; -uyandıktan sonra aralarından şehire gümüş para vererek gönderdikleri kişi budur.- Martus, Keşentuş, Deynamus, Yetunus ve Birunus. Mukatil dedi ki: Köpek, Mekselmina'ya ait idi. En yaşlıları oydu ve koyunları bulunan birisi idi.

 

2- Dinini Yaşamak için Zalimlerin Baskısından Kaçmak ve Uzletin Mahiyeti:

 

Bu ayet-i kerime, insanın dinini kurtarmak için ailesini, çocuklarını, yakın akrabalarını, arkadaşlarını, vatanını ve mallarını dininde fitneye düşürülmek korkusu ile karşı karşıya kalacağı mihnetler dolayısıyla dini uğrunda kaçıp hicret etmek hususunda açık bir hüküm ihtiva etmektedir. Peygamber (s.a.v.) da dinini kurtarmak için yurdundan kaçmıştır. Ashabı da böyle yapmıştır. en-Nahl Suresi'nde (81. ayet, 2. başlıkta) geçtiği üzere mağarada bir süre kalmış olduğu gibi, Yüce Allah da bunu Tevbe Suresi'nde (40. ayette) açık bir nas ile ifade etmiştir; bu buyruğa dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Hepsi de dinlerinin esenliğe kavuşması ve kafirlerin fitnesinden kurtuluş ümidiyle vatanlarından göç etmiş, kendi topraklarını, yurtlarını, ailelerini, çocuklarını, yakınlarını, kardeşlerini, terk etmişlerdir. Buna göre, dağlarda yaşayıp mağaralara girmek insanlardan ayrılarak yaratıcı ile başbaşa kalmak ile zalimlerden kaçmanın cevazı, peygamberlerin ve Allah'ın gerçek dostlarının bir sünnetidir. Rasulullah (s.a.v.), uzletin faziletine dikkat çektiği gibi, ilim adamlarından bir topluluk da, özellikle fitnelerin başgöstermesi ve insanların bozulması döneminde bunun faziletine dikkat çekmişlerdir. Yüce Allah da Kitabında bunu açık nas ile belirterek: "O halde mağaraya sığının" diye buyurmaktadır.

 

İlim adamları derler ki: İnsanlardan ayrılıp uzlete çekilmek, kimi zaman dağlarda ve dağ yollarında, kimi zaman deniz kıyılarında ribatlarda (serhadlerde), kimi zaman da evlerde olur. Haberde şöyle denilmektedir: "Pitne oldu mu, bulunduğun yeri gizle ve dilini de tut!" Burada da özellikle herhangi bir yer sözkonusu edilmemektedir. İlim adamlarından bir kesim de uzleti, -eğer onlar arasında bulunuyorsan- kötülükten ve kötülük işleyen kimselerden kalbinle ve amelinle uzak durmak, diye kabul etmişlerdir. İbnü'l-Mübarek uzleti açıklarken şöyle demektedir: Uzlet, beraberinde bulunduğun topluluğun Allah'ı anmaya dalmaları halinde senin de aynı şekilde onlarla zikre dalmandır. Başka bir şeye dalacak olurlarsa, senin susmandır.

 

el-Beğavi, İbn Ömer'den, o, Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "İnsanlarla oturup kalkan ve onların eziyetlerine sabreden bir mü'min, onlarla birlikte oturup kalkmayan ve eziyetlerine sabretmeyenden daha hayırlıdır." Yine Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir. "Mü'minler için manastır olarak evleri ne iyidir!'' Bu hadis, el-Hasen ve başkalarından hasen olarak gelen rivayetlerdendir.

 

Ukbe b. Amir de, Rasulullah (s.a.v.)'a: Kurtuluş nedir ey Allah'ın Rasulü? diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle cevap vermişti: "Ey Ukbe, dilini tut, evin sana yetsin ve günahların dolayısıyla da ağla. '' Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İnsanlar, öyle bir zamana erişeceklerdir ki, müslüman kişinin en hayırlıları fitnelerden kaçarak dinini kurtarmak kastiyle kendileriyle dağların başlarında dolaşacağı ve yağmur düşen yerleri bulup arkalarından gideceği koyunları olacaktır.'' Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir.

 

Ali b. Sa'd da el-Hasen b. Vakid'den şöyle dediğini nakletmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Yüzseksen yılı oldu mu, artık ümmetim için bekarlık, uzlet ve dağ başlarında ruhbanlık etmek helal olacaktır."

 

Yine Ali b. Sa'd, Abdullah b. el-Mübarek'den, o, Mübarek b. Fedale'den, o, el-Hasen'den, o, Rasulullah (s.a.v.)'a ref ederek şöyle dediğini nakletmektedir: "İnsanlar, öyle bir zamana geleceklerdir ki, dinine bağlı bir kimsenin dininin esenliğe kavuşması, ancak dini ile bir dağın tepesinden, bir başka dağın tepesine, yahut bir yerden bir başka yere kaçıp giden kimse için mümkün olacaktır. Artık böyle bir şeyoldu mu, maişet ancak Allah'a isyan ile elde edilir. Ve bu da oldu mu, artık bekarlık helal olur." Ey Allah'ın Rasulü diye sordular, sen bize evlenmeyi emrettiğin halde bekarlık nasıl helal olur? Şöyle buyurdu: "Böyle bir şeyoldu mu, kişinin fesada uğraması, anne-babası eliyle gerçekleşecektir. Anne-babası olmazsa, bu sefer onun helak oluşu zevcesi vasıtasıyla olacaktır. Eğer onun zevcesi yoksa, onun helaki çocuğu vasıtasıyla olacaktır. Eğer çocuğu yoksa, onun helaki, yakın akrabaları ve komşuları vasıtasıyla gerçekleşecektir." Bu nasıl olur ey Allah'ın Rasulü, diye sordular, o da şu cevabı verdi: "Geçim darlığı dolayısıyla onu ayıplarlar ve gücünün yetmediği şeylerle onu mükellef tutarlar. İşte o vakit o da kendisinin helak olmasıyla sonuçlanacak yollara sapar. ''

 

Derim ki: Bu hususta insanların durumları birbirinden farklıdır. Nice kişi mağaralarda ve dağlardaki oyuklarda kalabilecek güce sahip olabilir. Bu, uzletin en üstün halidir. Çünkü Allah'ın, peygamberliğinden önceki dönemlerde Peygamberi için seçip tercih ettiği hali budur. Ayrıca Kitab-ı keriminde de bu genç delikanlılardan haber verirken, nass ile tesbit ettiği hal de budur. Çünkü Yüce Allah: "Madem ki onlardan ve Allah'dan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya sığının" diye buyurmaktadır.

 

Nice kimseler için de evinde uzlete çekilmek kendisi için daha kolay ve daha sıkıntısızdır. Bedir'e katılmış bazı kimseler de Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra bu şekilde uzlete çekilerek evlerinde oturmuş ve kabirleri dışında hiçbir yere çıkıp gitmemişlerdi.

 

Bazı kimseler de bu ikisi arasında ortalarda bir yerdedir. Bu kişi, insanlarla oturup kalkmaya ve onların eziyetlerine sabredebilir. O, zahiren onlarla birlikte olmakla birlikte batınen onlara muhaliftir.

 

İbnü'l-Mübarek şöyle demektedir: Bize, Vuheyb b. el-Verd anlattı, dedi ki: Bir adam, Vehb b. Münebbih'in yanına gelip şöyle dedi: Ahali, içine düştükleri bu hale düştü. Ben de kendi kendime onlarla birlikte olmama kararını verdim. Vehb: Hayır böyle yapma, dedi. Çünkü insanlarla birlikte olmak senin için kaçınılmaz bir şeydir. Onların da seninle birlikte olmaları onlar için kaçınılmazdır. Senin onlara bir çok ihtiyacın olduğu gibi, onların da sana bir çok ihtiyaçları vardır. Ama sen, onlar arasında işiten bir sağır ve gören bir kör, konuşan bir dilsiz ol.

 

Şöyle de denilmiştir: İnsanlardan uzaklaşmayı sağlayan her bir yer, dağlar ve dağbaşlarının kapsamına girmektedir. Mescidlerde itikaf etmek, ribat yapmak ve zikir için sahillerde bulunmak, insanların şerlerinden kaçarak evlerden ayrılmamak gibi.

 

Hadis-i şeriflerde dağ başları, dağlar ve koyunların arkasından gitmek gibi hususların söz konusu edilmesi -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- çoğunlukla uzlete çekilmek için seçilen yerlerin bunlar oluşundan dolayıdır. O halde -belirttiğimiz gibi- insanlardan uzaklaşmayı sağlayan her bir yer bunun kapsamına girmektedir. Muvafakiyet Allah'tandır, günahlardan korunmak da O'nun lütfuyla olur.

 

Ukbe b. Amir şöyle demektedir: Ben, Rasülullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Rabbim, bir dağın tepesinde koyun otlayan, namazı için ezan okuyup namaz kılan kimsenin halini beğenir. Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurur: Kuluma bakınız, ezan okuyor, namaz için kamet getiriyor ve Benden korkuyor. Ben, kuluma mağfiret ettim ve onu cennetime koyacağım." Bu hadisi Nesai rivayet etmiştir.

 

3- Allah'tan Doğruya iletmesini istemek:

 

Yüce Allah'ın: ''...İşimizde bize doğruyu bulma başarısını ver" buyruğu şunu göstermektedir: Onlar, kendilerini takip edenlerden kaçtıktan sonra duaya yöneldiler ve Yüce Allah'a sığınarak: "Rabbimiz, bize tarafından bir rahmet" yani bir mağfiret ve bir rızık "işimizde de bize doğruyu bulma başarısını ver" bizi doğruya muvaffak kıl, dediler.

 

İbn Abbas: Mağaradan esenlikle çıkmayı nasib et, diye açıklamıştır. Bize doğruyu göster, diye de açıklanmıştır. İşte bu anlam dolayısıyla Hz. Peygamber, herhangi bir sıkıntıya düştü mü hemen namaza sığınırdı.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Kehf 11

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR