ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

KEHF

99

/

110

وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ فِي بَعْضٍ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعاً {99} وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِّلْكَافِرِينَ عَرْضاً {100} الَّذِينَ كَانَتْ أَعْيُنُهُمْ فِي غِطَاء عَن ذِكْرِي وَكَانُوا لَا يَسْتَطِيعُونَ سَمْعاً {101} أَفَحَسِبَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَن يَتَّخِذُوا عِبَادِي مِن دُونِي أَوْلِيَاء إِنَّا أَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ نُزُلاً {102} قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالاً {103} الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً {104} أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْناً {105} ذَلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُواً {106} إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلاً {107} خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلاً {108} قُل لَّوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَاداً لِّكَلِمَاتِ رَبِّي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ أَن تَنفَدَ كَلِمَاتُ رَبِّي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِهِ مَدَداً {109} قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَداً {110}

 

99. O gün onları birbiri içine dalgalanır bir halde bırakmışızdır. Sur'a da üfürülmüş olacaktır. Bu suretle hepsini toplayacağız.

100. O gün kafirleri cehennemle yüzyüze getiririz.

101. Onlar ki, Benim öğüdüme karşı gözleri perdeli idi. Dinleyecek güçleri de yoktu.

102. O kafirler, Beni bırakıp kullarımı veliler edineceklerini mi sandılar? Biz, cehennemi o kafirlere bir konak olarak hazırladık.

103. De ki: "Amelleri açısından en çok ziyana uğrayanları size haber verelim mi?

104. "Onlar o kimselerdir ki, dünya hayatında yaptıkları boşa gitmiştir. üstelik kendilerinin muhakkak iyi yaptıklarını zannederler.

105. "Onlar, Rabblerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edip amelleri boşa gitmiş olanlardır. Biz kıyamet günü onlar için ölçü tutmayacağız.

106. "İşte böyle. Onların cezası kafir oldukları, ayetlerimi ve peygamberlerimi alaya aldıkları için cehennemdir."

107. Gerçekten iman edip, salih ameller işleyenlerin ise konakları Firdevs cennetleridir.

108. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırIar. Oradan ayrılmak da istemezler.

109. De ki: "Rabbimin sözleri için deniz(ler) mürekkep olsa, buna yardımcı olarak bir o kadar daha katsak, Rabbimin sözleri tükenmeden o deniz(ler) tükenir."

110. De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Yalnız bana ilahınızın ancak tek bir ilah olduğu vahyediliyor. Artık kim Rabbine kavuşmayı ümid ediyorsa; salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadetinde kimseyi ortak koşmasın."

 

"O gün onları birbiri içine dalgalanır bir halde bırakmışızdır" buyruğunda "bırakmışızdır" daki zamir Yüce Allah'a aittir. Yani Biz kıyamet gününde cinleri ve insanları birbiri içine dalga dalga karışacak halde bırakırız.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Biz o gün yani Seddin (süresinin) tamamlanacağı vakitte Ye'cuc ile Me'cuc'u birbiri içine dalgalanır halde bırakacağız.

 

Burada "dalgalanma" tabiri, herhangi bir keder ya da korkudan dolayı aklı başından gitmiş, hayret içerisinde ve biri diğerinin içine karışmış olduğu halde gidip gelmelerini anlatmak maksadıyla kullanılan bir istiaredir. Bununla kendilerini birbirine karışan deniz dalgalarına benzetmektedir.

 

Bir başka açıklamaya göre; Bizler Seddin açılacağı gün Ye'cuc ile Me'cuc'u dünyada çoklukları dolayısıyla birbirine karışmış halde bırakacağız.

 

Derim ki: Bunlar üç ayrı görüştür. En kuvvetlileri ortadaki görüştür. En uzak ihtimalde olanı sonuncusudur. Birinci görüş de güzel bir görüştür. Çünkü Yüce Allah'ın: "Rabbimin va'di gelince" buyruğunun te'vilinde kıyametin söz konusu olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

 

"Sur'a da üfürülmüş olacaktır" buyruğu ile ilgili açıklamalar daha önceden el-En'am Suresi'nde (73. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Bu suretle hepsini" yani cinleri ve insanları kıyametin Arasat'ında "toplayacağız." .

"O gün kafirleri cehennemle yüzyüze getiririz" yani onlara açıktan açığa gösteririz.

"Onlar ki, Benim öğüdüme karşı gözleri perdeli idi." Onlar Yüce Allah'ın kesin belgelerine bakmayan, gözü örtülü kimseler durumunda idiler. "Onlar ki" anlamındaki; (...); "kafirler"e sıfat olarak cer mahallindedir.

 

"Dinleyecek güçleri de yoktu." Yani Yüce Allah'ın kelamını kulak verip dinleyecek takatleri yoktu, onlar sağır durumunda idiler.

 

"O kafirler, Beni bırakıp da kullarımı" İsa'yı, melekleri ve Uzeyr'i "veliler edineceklerini" ve Benim kendilerini cezalandırmayacağımı -buna göre ifadede bir hazf vardır- "mı sandılar?"

ez-Zeccac: Bunun kendilerine fayda sağlayacağını mı sandılar? anlamındadır, demiştir.

Ali, İkrime, Mücahid ve İbn Muhaysın " ... mı sandı(lar)" kelimesini "sin" harfini sakin ve "be" harfini ötreli olarak okumuşlardır. Bu da; bunun onlara yeterli geleceğini mi sandılar? anlamındadır. "Biz, cehennemi o kafirlere bir konak olarak hazırladık. "

 

 

[ - ]

"De ki: Amelleri açısından en çok ziyana uğrayanları size haber verelim mL." buyruğundan itibaren: " ... Biz, kıyamet günü onlar için ölçü tutmayacağız" buyruğuna kadarki ayetlere dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

 

1- Amelleri itibariyle Zararda Olanlar:

 

"De ki: Amelleri açısından en çok ziyana uğrayanları size haber verelim mi?" buyruğunda şuna delalet vardır: Kimi insanlar iyilik yaptığı zannı ile bir amelde bulunur. Ancak onun ameli boşa gitmiştir. Amelin boşa gitmesini gerektiren ya itikad bozukluğudur ya da riyakarlıktır. Burada maksat ise küfürdür.

 

Buhari kaydettiği bir rivayette Mus'ab'ın şöyle dediğini rivayet eder:

Babama: "De ki: Amelleri açısından en çok ziyana uğrayanları size haber verelim mi?" buyruğunda kastedilenler Haruralılar (Hariciler) mıdır? diye sordum. o: Hayır, dedi. Onlar yahudiler ve hristiyanlardır. Yahudiler, Muhammed (s.a.v.)ı yalanladılar. Hristiyanlar ise cenneti inkar ettiler ve orada ne yiyecek var, ne de içecek, dediler. Haruralılar ise iyice sağlamlaştırdıktan sonra Allah'ın ahdini bozan kimselerdir. Sa'd onları fasıklar diye adlandırıyordu.

 

Ayet-i kerime azar manasını ihtiva etmektedir. Yani, Benden başkalarına ibadet eden şu kafirlere de ki: Yarın onların bütün yaptıkları boşa çıkacak, bütün ümitlerinin boş olduğunu anlayacaklardır. O bakımdan onlar amelleri itibariyle en çok zarara uğrayacaklar olacaktır. Bunlar aynı zamanda "o kimselerdir ki dünya hayatında yaptıkları boşa gitmiştir. üstelik kendilerinin" Benden başkasına ibadet etmek suretiyle muhakkak iyi yaptıklarını zannederler. "

 

İbn Abbas der ki: Bununla Mekke kafirlerini kastetmektedir. Ali (ra) ise bunlar Haricilerdir yani Haruralılardır. Bir seferinde de: Bunlar manastırlarına çekilmiş rahiplerdir, demiştir.

Rivayete göre İbn el-Kevva ona (Ali -r.a-) amelleri açısından en çok ziyana uğramış olanlar hakkında soru sormuş, ona sen ve arkadaşların, diye cevap vermiştir.

 

İbn Atiyye der ki: Ancak bundan sonra gelen Yüce Allah'ın şu buyruğu bütün bu görüşlerin zayıf olduğunu ortaya koymaktadır: "Onlar, Rabblerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edip, amelleri boşa gitmiş olanlardır." Bu taifeler arasında ise Allah'ı inkar eden, O'na kavuşmayı, öldükten sonra dirilişi, amellerin karşılıklarının verilmesini inkar eden yoktur. Bunlar ancak putlara tapan Mekke müşriklerinin vasıflarıdır. Ali ile Sa'd (ra)ın sözünü ettikleri kimseler ise bu ayet-i kerimeden paylarına düşeni almış bulunan kimselerdir.

"Amelleri açısından " buyruğu temyiz olarak nasbedilmiştir. "Boşa gitmiştir" buyruğunu, Cumhur "be" harfini esreli olarak okumuştur. İbn Abbas ise "be" harfini üstün olarak okumuştur.

 

2- Allah Nezdinde Değer Taşıyan Kişiler ve Ameller:

 

"Biz, kıyamet günü onlar için ölçü tutmayacağız" buyruğundaki "Tutmayacağız" buyruğunu Cumhur azamet "nun"u ile (yani Yüce Allah'a raci' olan birinci çoğul zamiriyle) okumuşlardır. Mücahid ise gaib "ya"sı ile okumuştur ki; Allah onlar için ölçü tutmayacaktır, anlamında olur. Ebu Ubeyd b. Umeyr ise; (...) diye okumuştur. O takdirde ölçü anlamındaki kelimenin sonunu "elif" siz olarak (...) şeklinde okumalıdır. Nitekim mücahid de aynı şekilde; "Kıyamet gününde hiçbir ağırlıkları olmayacaktır" diye okumuştur.

 

 

Ubeyd b. Umeyr der ki: Kıyamet gününde iriyarı, uzun boylu, çok yiyençok içen birisi getirilir de Yüce Allah nezdinde sivrisinek kanadı kadar bir ağırlığı olmayacaktır.

 

Derim ki: Bu ve benzeri bir kanaat, kişisel görüşe dayanılarak söylenemez.

Bu manada merfu bir hadis olarak Buhari ve Müslim'in, Sahih'lerinde Ebu Hureyre'den gelen bir hadis sabit olmuştur. Buna göre Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ''Kıyamet gününde iriyarı, oldukça şişman adam gelecek de sivrisinek kanadı kadar bir ağırlığı olmayacaktır. Arzu ederseniz: "Biz kıyamet günü onlar için ölçü tutmayacağız" buyruğunu okuyunuz. ''

 

Onların hiçbir mükafatları olmayacaktır, demektir. Onların bütün amellerine azab ile karşılık verilecektir. Çünkü onların kıyamet günü kurulacak terazilerde tartılabilecek türden hiçbir iyilikleri bulunmayacaktır. İyiliği bulunmayan kimse ise cehennemdedir.

Ebu Said el-Hudri der ki: Tihame dağları gibi ameller getirilecek fakat bunların hiçbir ağırlığı olmayacaktır.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Buyruğun mecaz ve istiare kastı ile zikredilmiş olma ihtimali de vardır. O gün onların bizim yanımızda hiçbir kıymetleri olmayacaktır, denilmiş gibidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

(Zikrettiğimiz) hadis-i şerifteki fıkh! incelikler arasında şunlar da vardır:

 

Şişmanlamak için gayret gösterenlerin şişmanlığı yerilmektedir. Çünkü bu maksat ile yiyecekler için bir takım külfetlere girilir ve üstün ahlaki değerler bırakılarak bunlarla meşgul olunur. Hatta lüks ve şişmanlamak maksadı ile yeteri miktardan fazla yemek yemenin haram olduğuna dahi delil de görülebilir. Nitekim peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz şanı Yüce Allah tarafından en çok buğzedilen adamlar, şişman habr (ilim adam)dır. ''

 

İmran b. Husayn tarafından rivayet edilen hadiste Peygamber (s.a.v.)ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Sizin en hayırlınız benim çağdaşlarımdır. Sonra onların arkasından gelenlerdir. -İmran dedi ki: Kendi neslinden sonra iki mi yoksa üç nesil mi zikrettiğini bilemiyorum. Ondan sonra, sizden sonra öyle bir kavim gelecek ki şahidlik etmeleri istenmeksizin şahidlik edecekler. Hainlik edecekler, kendilerine güvenilmeyecek, adakta bulunacaklar, adaklarını yerine getirmeyecekler ve aralarında şişmanlık başgösterecektir."

 

İşte bu, yerici bir ifadedir. Buna sebeb de şudur: Kişinin isteği ile (kesbiyle) meydana gelen şişmanlık çokça yemekten ve oburluktan; rahatlıktan, güvenlik duymaktan ve nefsin arzu ve isteklerini sınır tanımadan yerine getirmekten dolayıdır. Böyle bir kimse Rabbinin değil, nefsinin kuludur. Bu durumda olan bir kimse hiç şüphesiz harama düşer. Haramdan oluşan her bir ete ateş her şeyden çok yaraşır. Nitekim Yüce Allah kafirleri pek çok yediklerinden ötürü yererek şöyle buyurmaktadır: "Kafirler ise, onlar faydalanırlar ve davarların yediği gibi yerler. Kalacak yerleri ise ateştir onların. " (Muhammed, 12)

 

Mü'min onlara benzemeye çalışacak ve bütün hal ve zamanlarında onların nimetlerden istifade ettiği gibi istifade etmeye kalkışacak olursa, imanın hakikati nerede kalır? İslam'ın görevlerini yerine getirmek nerde kalır? Yemesi, içmesi çoğalan bir kimsenin oburluğu da artar. Yemeye, içmeye daha düşkün olur. Geceleyin tembelliği ve uykusu artar, gündüzü ise boş işlerle geçer. Geceleri uyur kalır. el-A'raf Suresi'nde (31. ayet 4. başlıkta) bu anlamdaki açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

 

Yine aynı surede (8 ve 9. ayetlerin tefsirinde) Mizan'dan söz edilmiş, o Mizan'ın, amel sahifelerinin kendilerinde tartılacağı iki kefesinin bulunduğu belirtilmiştir, tekrarlamanın anlamı yoktur.

 

Peygamber (s.a.v.) de İbn Mes'ud'un hurma ağacına tırmanırken ince bacakları dolayısıyla ashabın gülmesinden ötürü şöyle demişti: "Sizler yeryüzü ahalisinin amelleri ağırlığınca gelecek bir bacaktan dolayı mı gülüyorsunuz?'' Bu şahısların da tartılacağına delildir. Bunu da el-Gaznevı zikretmiş bulunmaktadır.

 

* * *

"İşte böyle" buyruğuyla tartılmamaya, ölçü tutmamaya işaret edilmektedir.

Mübteda olarak ref mahallindedir. "Onların cezası" anlamındaki buyruk da onun haberidir. "Cehennemdir" buyruğu, "işte böyle" anlamındaki mübteda'dan yahut ta "kafir oldukları ... için" buyruğundaki (L. )dan bedeldir. Bu "ma" (mastar manasını veren) mastariyyedir.

 

Alaya almak (istihza) hafife almak ve alayetmek demektir. Buna dair açıklamalar da önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

* * *

"Gerçekten iman edip, salih ameller işleyenlerin ise konakları Firdevs cennetleridir." Katade der ki: Firdevs, cennetin tepesi, en ortası, en yüksek yeri, en üstün ve en Yüce yeridir. Ebu Umame el-Bahili der ki: Firdevs cennetin göbeğidir. Ka'b da der ki: Cennetler arasında Firdevs cennetinden daha yücesi yoktur. Orada iyiliği emredip münkerden alıkoyanlar vardır.

 

Buhari'nin, Sahih'inde Ebu Hureyre yoluyla gelen rivayette şöyle dediği nakledilmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kim Allah'a ve Resulüne iman eder, namazı dosdoğru kılar, Ramazan orucunu tutarsa Yüce Allah üzerinde onu cennete sokma hakkı olur. Allah yolunda ister cihad etsin, isterse de doğduğu toprakta otursun." Ey Allah'ın Resulü, dediler, insanlara müjdelemiyelim mi? Şöyle buyurdu: "Cennette yüz derece vardır. Yüce Allah bu dereceleri Allah yolunda cihad edenler için hazırlamıştır. Her iki derece arası gök ile yer arası kadardır. Bu sebebten Yüce Allah'tan dileyeceğiniz vakit O'ndan Firdevs'i isteyiniz. Firdevs cennetin en ortası ve cennetin en yücesidir. -Zannederim şöyle de buyurdu-: Onun üstünde de Rahman'ın Arşı vardır. Cennet ırmakları oradan kaynar. ''

 

Mücahid dedi ki: Firdevs, Rumca'da bahçe demektir. el-Ferra: O Arapça bir kelimedir, der. Firdevs cennette bir bahçedir. Firdevs aynı şekilde Yemame'den beride bir bahçe adıdır. Çoğulu, feradıs gelir Umeyye b. Ebi's-Salt es-Sakafi der ki: "O sıralarda onların evleri yüksekçe idi, Orda feradıs (Firdevsler) vardı, sarımsaklar ve soğan (vardı)."

 

el-Feradıs aynı zamanda Şam'da bir yerin adıdır. (...) ise çardaklı üzüm asması demektir.

 

"Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar." Devamlı orada kalacaklardır. "Oradan ayrılmak da istemezler." Başka bir yere götürülsünler istemezler. Bu buyrukta geçen "el-hivel" tahvil anlamındadır ki, Ebu Ali bunu böylece açıklamıştır. ez-Zeccac der ki: "Yerini değiştirdi" denilir. Vezin itibariyle; "Büyüdü, irileşti" gibidir. Bununla birlikte bu kelimenin "hıle" kökünden gelmesi de mümkündür. Yani onlar oradan başka bir yere gitmek için çare aramazlar.

 

el-Cevheri der ki: Tehavvül, bir yerden bir başka yere taşınmak demektir. İsim "hivel" gelir. Yüce Allah'ın: "Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar. Oradan ayrılmak (hivel) da istemezler" buyruğu da buradan gelmektedir.

 

* * *

"De ki: Rabbimin sözleri için deniz(ler) mürekkep olsa buna yardımcı olarak bir o kadar daha katsak" yani o denizlere sayıca yahut ağırlık itibariyle o kadarını da eklesek "Rabbimin sözleri tükenmeden o deniz(ler) tükenir."

 

(...) ifadesi bir şeyin bitip, boşalmasını anlatmak için kullanılır.

 

Buna dair açıklamalar önceden (bk. en-Nahl, 96) geçmiş bulunmaktadır.

Ubeyy'in, Mushaf'ında; "Yardımcı olarak" kelimesi; "şeklindedir. Mücahid, İbn Muhaysin ve Umeyd de böyle okumuşlardır. (Buna göre ayet meali: Bir o kadar daha mürekkep getirsek, demek olur).

 

Bu kelimenin mansub olarak gelmesi, temyız ya da hal olduğundan dolayıdır.

İbn Abbas dedi ki: Peygamber (s.a.v.) yahudilere: "Size ilimden ancak pek az bir şey verilmiştir." (el-İsra, 85) deyince ona şöyle dediler: Bize Tevrat verilmişken bu nasıl olabilir? Kendisine Tevrat verilmiş olanlara pek büyük bir hayır verilmiş demektir. Bunun üzerine: "De ki: Rabbimin sözleri için deniz(ler) mürekkep olsa ... o deniz(ler) tükenir" ayeti nazil oldu.

 

Şöyle de denilmiştir: Yahudiler: Sana hikmet verilmiş bulunuyor. Her kime hikmet verilmiş ise ona pek büyük bir hayır da verilmiş demektir. Sonra da kalkmış sen ruh hakkında bir şey bilmediğini iddia ediyorsun, dediler. Bunun üzerine Yüce Allah şöyle buyurdu: "De ki: Bana Kur'an, size Tevrat verilmiş olsa bile bunların Allah'ın kelimelerine nisbeti pek azdır."

 

İbn Abbas dedi ki: "Rabbimin sözleri" Rabbimin öğütleri anlamındadır.

 

Şöyle de açıklanmıştır: "Kelimeler" ile sonu gelmez kadim kelamını kastetmiştir. Bu tek bir kelam olsa dahi -tek tek kelimeler ihtiva ettiğinden ötürüçoğul olarak ifade edilmesi mümkündür ve çünkü bu tek tek kelimeler onun yerini tutar. Dolayısıyla onun bir olan kelamını anlamak için şanını yüceltmek kastıyla çoğul kipiyle ifade edilmesi mümkündür.

el-A'şa der ki: "Bir yüz ki rengi tertemiz, arı durudur, Süsler onu boynuyla birlikte; gerdanlar ve bilekler."

 

Görüldüğü gibi burada gerdan tek olmakla birlikte çoğul kullanılmıştır. Kur'an-ı Kerim'de: "Biz sizin velileriniziz." (Fussilet, 31); "Şüphesiz Zikr)i Biz indirdik''(el-Hicr, 9); "Şüphesiz hayat verenler ve öldürenler) Bizleriz'' (el-Hicr, 23) diye buyurulmaktadır. "Şüphesiz ibrahim tek başına bir ümmetti'' (en-Nahl, 120) buyruğu da böyledir; çünkü o tek başına bir ümmetin yerini tutuyordu.

 

Şöyle de denilmiştir: Kelamından anlaşılan mefhumlara delalet eden ibareler ve delil oluş şekilleri, yönleri bitip tükenmez. es-Süddi der ki: Eğer deniz Rabbimin kelimelerine mürekkep olsa, mükafat yurdu olan cennetin sıfatları bitip tükenmeden önce deniz biter, tükenir.

 

İkrime de şöyle demiştir: La ilahe illallah, diyenin sevabı tükenmeden deniz tükenir.

Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın: "Eğer yerde olan bütün ağaçlar kalem olsa ve deniz de ardından yedi deniz daha ona katılsa yine de Allah'ın sözleri tükenmezdi. '' (Lukman, 27)

Hamza ve el-Kisai de "tükenmeden" anlamındaki fiili "te" ile değilde "ye" ile okumuşlardır. Bu okunuşa sebeb (aynı kökten) fiilin önceden geçmiş olmasıdır. (Anlam aynıdır)

 

* * *

"De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Yalnız bana ... vahyediliyor."

 

Yani ben ancak Yüce Allah'ın bana öğrettiklerini bilebilirim. Allah'ın ilminin ise sayımı-dökümü imkansızdır. Ve ben sizlere ancak Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığını tebliğ etmekle emrolundum.

 

"Artık kim Rabbine kavuşmayı" O'nu görmeyi, O'nun mükafatını almayı "ümid ediyorsa" ve cezasından da korkuyorsa "salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadetinde kimseyi ortak koşmasın."

 

ihlas ve Riya:

 

İbn Abbas dedi ki: Bu ayet-i kerime Cündeb b. Züheyr el-Amiri hakkında nazil olmuştur. O dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü, ben Yüce Allah için bir amelde bulunuyorum. Sadece Yüce Allah'ın rızasını diliyorum. Şu kadar var ki başkası tarafından da bilinecek olursa bu beni sevindirir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Muhakkak Allah hoş ve temizdir. Ancak hoş ve temiz olanı kabul eder. O (ihlasla yapılması gerektiği halde) kendisinde ortak koşulan hiçbir şeyi kabul etmez." Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

 

Tavus dedi ki: Bir adam, ey Allah'ın Resulu dedi. Ben Allah yolunda cihad etmeyi seviyorum. Bununla birlikte benim konumumun ne olduğunun görülmesini de seviyorum. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

 

Mücahid dedi ki: Bir adam, Peygamber (s.a.v.) gelerek dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü ben sadaka veririm, akrabalık bağını gözetirim. Bunları da ancak Yüce Allah için yaparım. Benim bunları yaptığımdan sözedilir ve bundan dolayı övülecek olursam da bu beni sevindirir ve hoşuma gider. Rasulullah (s.a.v.) sustu, birşey demedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Artık kim Rabbine kavuşmayı ümid ediyorsa salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadetinde kimseyi ortak koşmasın" buyruğunu indirdi.

 

Derim ki: Bunların hepsi kastedilmiş hususlardır. Ayet-i kerime bütün bunları da, bunların dışındaki diğer amelleri de kapsar. Bundan önce Hud Suresi'nde (15. ayetin tefsirinde) bütün insanlar arasında ilk olarak haklarında hüküm verilecek olan üç kişi ile ilgili Ebu Hureyre'den gelen sahih hadisi zikretmiş bulunuyoruz. en-Nisa Suresi'nde de, (36. ayet, 1. başlıkta) riyaya dair açıklamalar geçmiştir. Orada konu ile ilgili haberleri yeteri kadar zikrettik.

 

el-Maverdi der ki: Bütün te'vil ehli alimler şöyle demiştir: "Rabbine ibadetinde kimseyi ortak koşmasın" buyruğunun anlamı, işlediği ameliyle kimseye karşı riyakarlık yapmasın şeklindedir.

 

et-Tirmizi el-Hakim (yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun) de "Nevadiru'l-Usul adlı eserinde şunu rivayet etmektedir: Bize babam -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- anlattı, dedi ki: Bize Mekki b. İbrahim anlattı, dedi ki: Bize Abdu'l-Vahid b. Zeyd, Ubade b. Nüsey'den anlattı, dedi ki: Ben Şeddad b. Evs'in yanına, namaz kıldığı yerde iken gittim; ağlıyordu. Ona: Ey Abdu'rRahman'ın babası seni ağlatan sebeb ne? dedim. Dedi ki: Bir gün Rasülullah (s.a.v.)dan duyduğum bir hadistir. O sırada yüzünde hoşuma gitmeyen bir ifade görmüştüm. Şöyle dedim: Anam babam sana feda olsun, ey Allah'ın Rasülü. Yüzünü bu şekilde görmeme sebeb nedir? O şöyle dedi: "Benden sonra ümmetim adına korktuğum bir iş" Ben: Bunun mahiyeti nedir? ey Allah'ın Rasülü dedim. Şöyle buyurdu: "Şirk ve gizli şehvet." Ey Allah'ın Resulü dedim. Senden sonra ümmetin şirk koşacak mı? Şöyle buyurdu: "Ey Şeddad onların güneşe, aya, taşa, puta tapmaları manasına hayır. Fakat amelleriyle insanlara karşı riyakarlık yapacaklar." Ben: Riya şirk midir? dedim. O: "Evet" diye buyurdu. Ben: Peki gizli şehvet nedir? diye sordum. Şöyle buyurdu: "Onlardan birisi oruçlu olarak sabah eder, dünya isteklerinden bir istek hatırına gelir ve bunun için orucunu açar.'' Abdu'l-Vahid dedi ki: el-Hasen'le karşılaştım. Ben ona: Ey Ebu Said dedim. Bana riyadan haber ver. O bir şirk midir? O, evet dedi. Sen Yüce Allah'ın: "Artık kim Rabbine kavuşmayı ümid ediyorsa, salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadetinde kimseyi ortak koşmasın" ayetini okumuyor musun?

 

İsmail b. İshak rivayetle dedi ki: Bize Muhammed b. Ebi Bekr anlattı, dedi ki: Bize el-Mu'temir b. Süleyman, Leys'ten anlattı. Leys, Şehr b. Havşeb'den dedi ki: Ubade b. es-Samit ile Şeddad b. Evs oturuyorlardı. Şöyle dediler: Biz bu ümmet adına şirkten ve gizli şehvetten korkarız. Gizli şehvet kadınlar tarafından gelir. Yine dediler ki: Rasülullah (s.a.v.)ı şöyle buyururken dinledik:

 

"Her kim riyakarlık yapmak maksadıyla bir namaz kılacak olursa şirk koşmuş olur. Kim riyakarlık maksadıyla oruç tutarsa şirk koşmuş olur." Sonra Yüce Allah'ın: "Artık kim Rabbine kavuşmayı ümid ediyorsa salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadetinde kimseyi ortak koşmasın" ayetini okudu.

 

Derim ki: Gizli şehvetin mahiyetine dair bundan farklı açıklamalar da yapılmıştır. Biz bu açıklamayı en-Nisa Süresi'nde (36. ayet, 1. başlıkta) yapmış bulunuyoruz.

Sehl b. Abdullah dedi ki: el-Hasen'e ihlas ve riya hakkında soru soruldu.

 

Şu cevabı verdi: İyiliklerinin gizlenmesini, buna karşılık kötülüklerinin gizlenmemesini istemek ihlastandır. Şayet Yüce Allah senin hasenatını açığa çıkartacak olursa: Bu senin lütfun ve senin ihsanındır, dersin. Bu benim yaptığım benim kendi işim değildir, desin ve Yüce Allah'ın: "Artık kim Rabbine kavuşmayı ümid ediyorsa salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadetinde kimseyi ortak koşmasın" ayetini ve: "Verdiklerini verirlerken, Rabblerinin huzuruna dönecekler diye kalpleri ürperenler ... " (el- Mu'minun, 60) ayetlerini hatırlasın. Bunlar ihlasla amel ettikleri halde amellerinin kabul olunmayacağından korkan kimselerdir. Riyakarlığa gelince; o da nefsin amelinin payını dünyada istemesi demektir. Ona: Bu nasıl olur diye soruldu, Şu cevabı verdi: Her kim kendisi ile Yüce Allah arasında kalması gereken bir amel ile Allah'tan başkasının rızasını ve ahiret yurdundan başkasını arayacak olursa o riyadır.

 

ilim adamlarımız -yüce Allah onlardan razı olsun- derler ki: Riya kimi zaman kişiyi insanların kendisi ile alayedecekleri bir noktaya kadar götürebilir. Nakledildiğine göre Tahir b. el-Huseyn, Ebu Abdullah el-Mervezi'ye şöyle sormuş: Ey Abdullah'ın babası, ne zamandan beri Irak'a geldin? O da şu cevabı vermiş: Ben, Irak'a yirmi yıldan beri geldim ve otuz yıldan beri oruçluyum. Ona: Abdullah'ın babası, biz sana bir husus hakkında soru sorduk. Sen bize iki hususa dair cevap verdin.

 

el-Asmai'nin naklettiğine göre; bir gün bir bedevi namaz kıldı ve namazını uzattıkça uzattı. Yanında da bazı kimseler vardı. Ona: Sen ne güzel namaz kıldın, dediler. O da: Bununla birlikte bir de oruçluyum, demiş.

 

Bu nerede çabucak kılan el-Eş as b. Kays'a: Sen çabucak namaz kıldın, demeleri üzerine: O da: Ama ona riyakarlık karışmadı, deyip onların namaz kılışını önemsemeyişlerinden riyakar olmadığını belirterek ve namazda yapmacıklıktan kaçmış olduğunu bildirerek kurtulması nerededir?

 

Yine en-Nisa suresi'nde (az önce belirtilen yerde) Lukman'ın riyakarlığın ilacına dair sözleri geçmiş ve bunun ameli gizleyip saklamak olduğu bildirilmiştir.

 

Yine et-Tirmizi el-Hakim rivayetle der ki: Babam -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bize anlattı, dedi ki: Bize el-Himmani haber verdi, dedi ki: Bize Cerir, Leys'ten haber verdi. O bir hadis hocasından, o Ma'kil b. Yesar'dan dedi ki: Ebu Bekr bu hususta Resulullah (s.a.v.) hakkında şahidlikte bulunarak dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şirki söz konusu etti ve şöyle buyurdu: "O sizin içinizde karıncanın yürüyüşünden bile daha gizlidir. Ben sana kendisini yerine getirdiğin takdirde senden küçüğüyle büyüğüyle şirki uzaklaştıracak bir şeyi göstereyim mi?

 

Şöyle dersin: "Allah'ım bildiğim halde, Sana bir şeyortak koşmaktan Sana sığınırım, bilmediğim şeylerden ötürü de mağfiretini dilerim." Bu sözleri üç defa tekrarlıyacaksın.''

 

Ömer b. Kays el-Kindi dedi ki: Muaviye'yi minber üzerinde iken şu: "Artık kim Rabbine kavuşmayı ümid ediyorsa ... " ayetini okuduğunu dinledim. (Devamla) dedi ki: Bu semadan inmiş son ayettir.

 

Ömer (ra) dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bana şu vahyolundu: Her kim: "Artık kim Rabbine kavuşmayı ümid ediyorsa salih bir amel işlesin" ayetini okursa, onun için Aden'den Mekke'ye kadar içerisini kendisine dua eden ve kendisi için mağfiret dileyen meleklerin dolduracağı bir nur yüksel tilir.''

 

Muaz b. Cebel dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kim Kehf Süresi'nin başını ve sonunu okuyacak olursa onun için tepeden tırnağa kadar bir nur olur. Kim onun tamamını okursa, bu onun için yerden göğe kadar bir nur olur.''

 

İbn Abbas'tan gelen rivayete göre adamın birisi ona şöyle demiş: Ben içimden geceleyin bir süre namaz kılmayı geçiriyorum. Ancak uyku beni bastırıyor. Ona şöyle dedi: Gecenin istediğin saatinde uyanmak istiyorsan yatağına çekildiğin vakit: "De ki: Rabbimin sözleri için ... " buyruğundan itibaren surenin sonuna kadar oku. Yüce Allah gecenin istediğin saatinde seni uyandıracaktır.

 

Bu faziletleri es-Sa'lebi -yüce Allah ondan razı olsun- zikretmiş bulunmaktadır.

Ebu Muhammed ed-Darimi'nin Müsned'inde de şöyle denilmektedir: Bize Muhammed b. Kesir, el-Evzai'den haber verdi: O Abde'den, o Zir b. Hubeyş'ten dedi ki: Her kim Kehf Süresi'nin sonlarını geceleyin uyanmak istediği bir vakit için okursa o vakit uyanır. Abde dedi ki: Biz bunu denedik ve böyle olduğunu gördük.

 

İbnu'l-Arabi dedi ki: Hocamız et-Turtuşi el-Ekber şöyle derdi: Zamanınızı denk olan kimselerle karşılıklı hücumla ve kardeşlere gidip gelmekle geçirmeyin. Yüce Allah beyanını: "Artık kim Rabbine kavuşmayı ümid ediyorsa salih bir amel işlesin ve Rabbine ibadetinde kimseyi ortak koşmasın" buyruğu ile nihayete erdirmiştir.

 

KEHF SüRESİ'NİN SONU

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

19-MERYEM سورة مريم

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR