ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

TA-HA

47

/

50

فَأْتِيَاهُ فَقُولَا إِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَأَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْ قَدْ جِئْنَاكَ بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكَ وَالسَّلَامُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى {47}

 إِنَّا قَدْ أُوحِيَ إِلَيْنَا أَنَّ الْعَذَابَ عَلَى مَن كَذَّبَ وَتَوَلَّى {48}

 قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَا مُوسَى {49}

 قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى {50}

 

47. "Artık ona varıp deyiniz ki: Muhakkak biz senin Rabbin tarafından gönderilmiş rasulleriz. O halde İsrailoğullarını bizimle gönder. Onlara azab etme! Biz sana Rabbin tarafından bir ayet ile geldik. Selam olsun hidayete uyanlara.

48. "Gerçekten bize: Muhakkak azab, yalanlayan ve yüz çevirenler üzerinedir, diye vahyolundu."

49. "Sizin Rabbiniz kimdir? Ey Musa" dedi.

50. "Rabbimiz, bütün herşeye hilkatini verip sonra da ona doğru yolu gösterendir" dedi.

 

"Artık ona varıp deyiniz ki: Muhakkak biz senin Rabbin tarafından gönderilmiş resulleriz" buyruğunda hazfedilmiş ifadeler vardır. Yani sonra ona gittiler ve ona bu sözleri söylediler.

"O halde İsrailoğullarını bizimle gönder." Onları serbest bırak. "Onlara" angarya işlerle ve yaptıkları işlerde onları yormak suretiyle "azab etme!"

 

İsrailoğulları Firavun'un eli altında oldukça çetin bir azap içerisinde bulunuyorlardı. Oğullarını boğazlıyor, kızlarını diri bırakıyordu. çamur, kerpiç ve şehir inşaatında altından kalkamayacakları işlerle onları yükümlü tutuyordu.

 

"Biz sana Rabbin tarafından bir ayet ile geldik." İbn Abbas dedi ki: Bununla asa ve el mucizelerini kastetmektedir.

 

Denildiğine göre Firavun ona: Bu mucize nedir? diye sormuş; o da elini gömleğinin yakasına soktuktan sonra güneş ışığını andıran bir parıldayış ile bembeyaz çıkarıvermişti. Onun ışığı, güneşin nurunu gölgelemişti, buna hayret etti. Asa mucizesini ona ancak toplandıkları tören gününde göstermişti.

 

"Selam olsun hidayete uyanlara!" ez-Zeccac dedi ki: Yani hidayete uyan kimse Yüce Allah'ın gazabından ve azabından kurtulmuş, esenliğe kavuşmuş olur. O bu ifadesiyle ona selam vermek maksadını gütmemişti. Buna delil ise bu sözlerinin karşılaşmalarının veya hitabının başında söylenmemiş olmasıdır.

 

el-Ferra dedi ki: "Selam hidayete uyanlara!" demek kasdı ile; (...) ile (...) demek arasında bir fark yoktur.

 

"Gerçekten bize: Muhakkak azab" yani dünya hayatında yok olup, helak olmak, ahiret hayatında da cehennemde ebedi kalmak, Allah'ın peygamberlerini "yalanlayan ve" iman etmekten "yüz çevirenler üzerinedir, diye vahyolundu." İbn Abbas dedi ki: Bu ayet-i kerıme muvahhidler için en büyük ümit kaynağıdır, çünkü onlar ne yalanlamışlardır ne de yüz çevirmişlerdir.

 

"Sizin Rabbiniz kimdir? Ey Musa." Firavun'un, Harun'u söz konusu etmeyip, Musa'yı söz konusu ettiğinin belirtilmesi, ayet sonları (arasında uyum) dolayısıyladır.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Özellikle onun adını söylemesi, risaletin, Yüce Allah ile konuşmanın ve mucizelerin sahibinin o oluşundan dolayıdır.

 

Bir diğer görüşe göre; her ikisi de -Harun susuyor idiyse dahi- risaleti tebliğ etmişlerdir. Çünkü konuşma esnasında ancak bir kişi konuşabilir. Birisinin sözü kesildi mi öbürü onu destekler ve te'yid eder. Böylelikle buradan hareketle biz bir ilmı fayda elde ediyoruz. İki kişiye bir görev verilecek olursa, bu görevi onlardan birisi yerine getirirken diğeri kişi de onun yanında bulunmakla birlikte, kimi zaman ona ihtiyaç duyulur, kimi zaman ihtiyaç duyulması dahi onlar kendilerine verilen görevi eksiksiz yerine getirmiş, onu ifa etmiş ve mükafat almayı haketmiş olurlar. Çünkü Yüce Allah: "İkiniz Firavun'a gidin" (43. ayet); "Sen ve kardeşin ... gidin" (42. ayet) ve: "Ona deyiniz ki" diye buyurmakta ve her ikisine de gidip ona emredilenleri söylemelerini emretmiş bulunmaktadır. Sonra Yüce Allah Firavun'un onlara hitap ettiğinde: "Sizin Rabbiniz kimdir?" dediğini haber vermekte ve bununla Harun'un da Musa (ikisine de selam olsun) ile birlikte olduğunu bildirmektedir.

 

Musa: "Rabbimiz, bütün herşeye hilkatini verip, sonra da doğru yolu gösterendir, dedi." Yani bizim Rabbimiz sıfatları ile bilinir. O'nun, O filandır denilecek şekilde (mahlukat gibi) özel bir ismi yoktur. Aksine o bütün kainatı yaratandır. Her bir yaratığa belli şekil ve sureti veren O'dur. Eğer onlarla konuştuğunda her ikisi de cevap vermiş olsalardı, Yüce Allah'ın: Rabbimiz ... dediler, diye buyurması gerekirdi.

 

"Hilkatini" anlamındaki lafız, "verip" anlamındaki fiilin ilk mef'ulüdür. Yani O, herbir şeye gerek duydukları şekilde ve kendilerine uygun olacak şekilde hilkatlerini verendir. Yahut ikinci mef'ul de olabilir. Yani herbir şeye suretini ve ondan sağlanacak faydaya uygun olan şeklini veren O'dur. Bu; geleceği üzere ed-Dahhak'ın görüşüne göredir.

 

"Sonra da doğru yolu gösterendir" buyruğu ile ilgili olarak İbn Abbas, Said b. Cübeyr ve es-Süddı şöyle demişlerdir: O her bir şeye kendi türünden onun öbür tekini, eşini vermiş, sonra da onunla ilişki kurma yolunu, yiyecek elde etme, içecek elde etme ve meskene sahip olma yolunu göstermiştir.

 

Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği nakledilmiştir: Sonra ona kaynaşmak, bir araya gelmek ve çiftleşmek yolunu göstermiştir.

 

el-Hasen ve Katade dedi ki: O her bir şeye kendisine uygun olanı vermiş ve halini ıslah edip, düzeltecek olanı göstermiştir.

 

Mücahid de şöyle demektedir: O her bir şeye bir suret vermiştir ki, insanların yaratılış ve suretlerini diğer hayvanlara, canlılara vermediği gibi, hayvanlara verdiği yaratılışı da insanlara vermemiştir. O her bir şeyi ayrı ayrı yaratmış ve belli bir ölçü ile takdir etmiştir. Şair şöyle demektedir: "Her bir şeyi O ayrı bir hilkatte yaratmıştır. İşte Allah böyledir, O ne dilerse yapar."

 

Yani O, dilediği gibi yaratır ve suret verir. Bu Atıyye ve Mukatil'in de görüşüdür.

ed-Dahhak dedi ki: Her bir varlığa kendisine uygun ve kendisinden beklenen faydaya elverişli bir hilkat vermiştir. Yani eli yakalamak, ayağı yürümek, dili konuşmak, gözü görmek, kulağı işitmek için yaratmıştır.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Her bir şeye ilham ettiği bilgi yahut sanatı vermiştir.

el-Ferra da şöyle demektedir: O erkeği kadın için yaratmıştır. Her bir erkeğe de kendisine uygun dişiler yaratmıştır. Sonra da erkeğin dişisine gideceği yolu göstermiştir. Buna göre ifadenin takdiri şöyledir: O her bir şeye kendi yaratılışının bir benzerini vermiştir.

 

Derim ki: Bu İbn Abbas'ın açıklaması ile aynı anlamı ifade eder. Ayet-i kerıme genel anlamı ile bütün bu görüşleri kapsar. Zaide, el-A'meş'den: "Herşeye hilkatini verip ... " buyruğunu (son kelimedeki) "lam" harfini cezm yerine üstün ile okumuştur. Bu aynı zamanda İbn Ebi İshak'ın da kıraatidir. Ayrıca bunu Nusayr, el-Kisai'den ve başkalarından da rivayet etmiştir. Şu demektir: O, Ademoğullarına gerek duydukları herşeyi verendir.

Her iki kıraat mana itibariyle birbirine uygundur.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Ta-Ha 51-52

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR