ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

MU’MİNUN

1

/

11

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ

قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ {1} الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ {2} وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ {3} وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِ فَاعِلُونَ {4} وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ {5} إِلَّا عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ {6} فَمَنِ ابْتَغَى وَرَاء ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْعَادُونَ {7} وَالَّذِينَ هُمْ

لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ {8} وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ {9} أُوْلَئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ {10} الَّذِينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ {11}

 

1. Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır.

2. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler.

3. Onlar boş şeylerden yüz çevirirler;

4. Onlar zekatı eda ederler;

5. Onlar ırzlarını korurlar;

6. Eşlerine yahut sağ elleriyle sahip olduklarına karşı müstesna. Çünkü onlar bundan dolayı kınanmazlar.

7. Artık her kim bundan başkasını isterse, işte onlar sınırı aşan kimseler olurlar.

8. Onlar emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.

9. Onlar namazlarını muhafaza ederler.

10. İşte bu kimseler mirasçılardır;

11. Firdevs'e mirasçı olanlardır. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.

 

Bu buyruklara dair açıklamalarımızı dokuz başlık halinde sunacağız:

 

1- Kurtuluşa Eren Mü'minler ve Bu Ayetlerin Fazileti:

2- Huşu'un Önemi:

3- Huşu'un Hükmü:

4- Irzlarını Harama Karşı Koruyanlar:

5- İstimna'da Bulunmanın Hükmü:

6- Eşlerle ve Cariyelerle Yetinmek:

7- Meşruiyet Hududlarının Dışına Çıkanlar:

8- Emanetlere, Ahit ve Namazlara Riayet:

9- Firdevs Cennetinin Mirasçıları:

 

1- Kurtuluşa Eren Mü'minler ve Bu Ayetlerin Fazileti:

 

"Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır." Buyruğu ile ilgili olarak Beyhaki, Enes b. Malik'ten şu hadisi rivayet etmektedir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Allah Adn cennetini yaratıp kendi eliyle oranın ağaçlarını dikince, ona:

 

Konuş, dedi. O da: "Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır" dedi.

 

Nesai'nin rivayetine göre de Abdullah b. es-Saib şöyle demiştir: Fetih günü Rasulullah (s.a.v.)ın huzurunda bulundum. Kabe'ye doğru namaz kıldı. Ayakkabılarını çıkartıp sol tarafına koydu, el-Mu'minun Suresi'ni okudu. Musa ya da İsa -ikisine de selam olsun-dan söz eden buyruklara gelince, onu bir öksürük tuttu, rüku'a vardı. .. Bu manada Müslim de bu hadisi rivayet etmiştir.

 

Tirmizi'de de Ömer b. el-Hattab (r.a)dan şöyle dediği kaydedilmektedir:

Peygamber (s.a.v.)a vahiy indirildiğinde yüzünün yakınlarında arı vızıltısı gibi bir ses işitilirdi. Bir gün ona vahiy indirildi, biz de bir süre onun yanında durduk. Sonra üzerinden vahiy hali geçti, kıbleye döndü, ellerini kaldırıp dedi ki: "Allah'ım üzerimizdeki nimetlerini arttır, üzerimizdeki nimetlerinden bir şey eksiltme. Bizi razı kıl ve bizden de razı ol. -Sonra şöyle buyurdu:- Bana on ayet-i kerime indirildi ki, onları gereği gibi uygulayan bir kimse cennete girer." Sonra da: "Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır" buyruğunu on ayet-i kerime sona erinceye kadar okudu. İbnu'l-Arabi bu hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.

 

en-Nehhas dedi ki: "Onları uygulayan" ifadesi onların belirlediklerini yerine getirip ihtiva ettikleri hükümlere muhalefet etmeyen demektir. Bu da: Filan kişi ameli ile gereğini yerine getirir, demeye benzer.

 

Daha sonra bu ayet-i kerimelerden sonra abdest alma farzı ve hac da nazil oldu. O bakımdan bunlar da burada belirtilen hükümlerin kapsamına girmektedir.

 

Talha b. Musarrif: "Felah buldu" fiilini elifi ötreli olarak meçhul kip ile okumuştur ki onlar sevap ve hayırda bırakıldılar, anlamındadır. el-Bakara Süresi'nin baş taraflarında (5. ayetin tefsirinde) hem sözlük, hem de terim anlamı ile felahın ne demek olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Hamd yalnız Allah'a mahsustur.

 

2- Huşu'un Önemi:

 

Yüce Allah'ın: "Huşu' içindedirler" buyruğu ile ilgili olarak el-Mu'temir, Halid'den, o Muhammed b. Sirin'den şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) namazda semaya bakardı, bunun üzerine Yüce Allah şu: "Onlar ki namazlarında huşu içindedirler" ayetini indirdi. Bu sefer Rasülullah (s.a.v.) secde ettiği yere bakmaya başladı.

 

Huşeym yoluyla gelen rivayette de şöyle denilmektedir: Müslümanlar namazda iken sağa sola dönüyor ve bakıyorlardı. Nihayet Yüce Allah: "Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır. Onlar ki namazlarında huşu içindedirler" ayetlerini indirince, bu sefer kendilerini namazlarına verdiler ve önlerine bakmaya başladılar.

 

İlim adamlarının namaz kılan bir kimsenin bakacağı yer ile ilgili hükümlere dair çeşitli görüşleri el-Bakara Süresi'nde: ''Artık yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir" (el-Bakara, 144) ayetinde (5. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yine huşü'un sözlük anlamı ile ilgili açıklamalar da orada geçmiştir ki, bu da yine el-Bakara Süresi'nde Yüce Allah'ın: "Gerçi bu Haşi'lerden başkasına elbette büyük gelir" (el-Bakara, 45) buyruğunu açıklarken (3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

Huşü'un yeri kalptir. Kalb huşü' buldu mu bütün organlar da kalbin huşü'u dolayısıyla huşü' bulur. Zira el-Bakara Süresi'nin baş taraflarında açıkladığımız gibi kalb bütün azaların hükümdarıdır.

 

İlim adamlarından bir kimse namazı ikame edip namaza kalktı mı gözünü herhangi bir şeye dikmekten yahut içinden dünyevi herhangi bir şey geçirmekten ötürü Allah'tan korkar ve çekinirdi.

 

Ata der ki: Huşü' bir kimsenin namaz kılarken bedeninde herhangi bir şeyle boşu boşuna uğraşmamasıdır. Peygamber (s.a.v.) namaz kılarken sakalıyla uğraşan bir adamı görünce, şöyle buyurmuştur: "Şayet bu adamın kalbi huşu' duymuş olsaydı, azaları da elbette huşu' bulacaktı."

 

Ebu Zerr dedi ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizden herhangi biriniz namaza kalktı mı şüphesiz ki rahmet onun karşısında bulunur. Sakın çakılları hareket ettirmesin." Bu hadisi de Tirmizi rivayet etmiştir,

 

Şair de şöyle demektedir: "Şunu bil ki namazdadır hayır ve bütünüyle lutf-ı ilahı, Çünkü bütün azalar namazda itaatle boyun eğer, Allah'a Odur dinimizin şeriatinin ilk farzı, Ve din kaldırılacağında en sona kalacak olan. Her kim tekbir için ayağa kalkarsa, onu karşılar bir rahmet, Ve o tıpkı efendisinin kapısını çalan bir köle gibidir. Namazı esnasında Arşın Rabbine seslenir, Eğer huşü'a eren birisi ise ne mutlu ona."

 

Ebu İmran el-Cevni rivayetle dedi ki: Aişe (r.anha)ya: Rasulullah (s.a.v.)ın ahlakı ne idi? diye sorulmuş, o da: Siz el-Mu'minun Suresi'ni biliyor musunuz? diye sormuştu. Evet denilince: Okuyun, dedi, ona: "Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır ... Onlar namazlarını muhafaza ederler" buyruklarını okudular.

 

Nesai'nin rivayetine göre İbn Abbas (r.a) dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) namazda sağa sola baktığı olur, fakat boynunu geriye doğru bükmezdi.

 

Ka'b b. Malik de uzunca hadisinde şöyle demektedir: ... Sonra onun -ya'ni Peygamber (s.a.v.)ın- yakınında namaz kılar ve farkettirmeden ona bakardım. Ben namazıma kendimi verince, bu sefer o bana bakardı. Ona doğru döndüğüm vakit kendisi yüzünü benim tarafımdan çevirirdi. .. Peygamber bununla birlikte ona namazını iade etmesini emretmemiştir.

 

3- Huşu'un Hükmü:

 

İnsanlar huşu'un hükmü namazın farzlarından mıdır, yoksa faziletlerinden ve onu tamamlayıcı unsurlardan mıdır, hususunda iki farklı görüşe sahiptirler. Ancak doğru olan birincisidir. Huşu'un mahalli de kalptir. İnsanlar arasından ilk kaldırılacak amel de odur. Bunu Ubade b. es-Samit söylemiştir. Tirmizi de Cubeyr b. Nufeyr yoluyla, o Ebu'd-Derda'dan nakletmiş ve: Bu hasen, garib bir hadistir demiştir.

 

Nesai de bu hadisi yine Cubeyr b. Nufeyr yoluyla, Avf b. Malik el-Eşcai'den sahih bir yolla rivayet etmiştir. Ebu İsa (et-Tirmizi) dedi ki: (Hadisin senedindeki ravilerden birisi olan) Muaviye b. Salih hadis alimlerince güvenilir bir ravidir. Yahya b. Said el-Kattan dışında hakkında söz söylemiş bir kimse olduğunu bilmiyoruz.

 

Derim ki: Muaviye b. Salih Ebu Amr'ın künyesinin Ebu Ömer olduğu da söylenir. Onun nisbeti el-Hadrami el-Hımsi olup, Endülüs kadılığı yapmıştır. Ebu Hatim er-Razi'ye hakkında soru sorulmuş, o: Hadisi salih (sağlam) bir kimsedir. Hadisi yazılır, fakat (tek başına) onunla delil gösterilmez. Yahya b. Main'in hakkındaki sözleri ise farklıdır. Abdu'r-Rahman b. Mehdi, Ahmed b. Hanbel ve Ebu Zür'a er-Razi onun sika olduğunu belirtmişlerdir. Müslim de Sahih'inde onu(n rivayetini) delil diye göstermiştir.

 

Daha önceden el-Bakara Suresi'nde lağvin (225. ayet, 1. başlık) anlamı ile zekatın (43. ayet, 2. başlık) anlamına dair açıklamalar geçtiğinden bunları tekrarlamaya gerek yoktur.

 

ed-Dahhak der ki: Buradaki "lağv (boş şeyler)"den kasıt şirktir. el-Hasen ise; bütün masiyetlerdir, demiştir. Bu da kapsamlı bir açıklama olup bunun şirk olduğunu söyleyenlerin görüşleri de şarkı olduğunu söyleyenlerin görüşleri de buna dahildir. Nitekim Malik b. Enes, Muhammed b. el-Münkedir'den -ileride Lukman Suresi'nde (6. ayet 1. başlıkta) açıklaması geleceği üzere- bu anlamda olduğunu nakletmiştir.

 

"Eda ederler," demektir ve bu fasih bir kullanımdır. Arapçada bu manada kullanılmıştır. Ümeyye b. Ebi's-Salt şöyle demektedir: "Onlar sıkıntılı (kıtlık) yılında yemek yedirendir, Ve zekatlarını da eda edenlerdir."

 

4- Irzlarını Harama Karşı Koruyanlar:

 

Yüce Allah'ın: "Onlar ırzlarını korurlar" buyruğu ile ilgili olarak İbnu'lArabi şunları söylemektedir: "Kur'an-ı Kerim'deki garib (farklı) üsluplardan birisi de şudur: Bu on ayet-i kerime erkekler ve kadınlar hakkında umumidir. Tıpkı Kur'an-ı Kerim'in diğer lafızlarının da bu manaya gelme ihtimalini taşımaları ve her ikisi hakkında umumi olmaları gibi. Ancak burada Yüce Allah'ın: "Onlar ırzlarını korurlar" buyruğu ile zevceler dışarda tutularak, sadece erkekler muhatab alınmıştır. Buna delil de Yüce Allah'ın: "Eşlerine yahut sağ elleriyle sahip olduklarına karşı müstesna" buyruğudur. Çünkü kadının ırzını koruması gereği, genel ve özel ihsana Gffeti korumaya) dair ayetler ile diğer başka bir takım delillerden anlaşılan bir husustur."

 

Derim ki: Ayet-i kerime ile ilgili bu yoruma göre; kadının sahip bulunduğu kölesinin kendisi ile ilişki kurması ilim adamlarının icmaı ile helal değildir. Çünkü kadın bu ayet-i kerimenin kapsamına girmemektedir. Ancak kadın böyle bir köleye sahip olduktan sonra azad edecek olursa, cumhura göre başkasının o kadınla evlenmesi caiz olduğu gibi, azad ettiği kölesinin de o kadın ile evlenmesi caizdir.

 

Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den, eş-Şa'bi ve en-Nehai'den rivayet edildiğine göre; kadın (kocası olan) köleye sahip olur olmaz, onu azad edecek olursa, her ikisi de eski nikahları üzere kalırlar. Ebu Ömer dedi ki: Çeşitli bölgelerdeki İslam fukahasından bu görüşü söyleyen bir kimse yoktur. Çünkü fukahaya göre kadının (kocasına) malik olması aralarındaki nikahı iptal eder. Bu bir talak değildir, bu nikahın feshedilmesidir. Şayet kocasına köle olarak malik olduktan sonra azad edecek olursa, kocasının ona tekrar dönmesi ancak yeni bir nikah ile mümkün olabilir. Velev ki ondan iddet beklemekte bulunsun.

 

5- İstimna'da Bulunmanın Hükmü:

 

Muhammed b. el-Hakem dedi ki: Harmele b. Abdu'l-Aziz'i şöyle derken dinledim: Ben Malik'e Umeyra'yı celd eden (istimnadan kinayedir) adam hakkında soru sordum. O şu: "Onlar ırzlarını korurlar ... İşte onlar sınırı aşan kimseler olurlar" buyruklarını bana okudu. Çünkü onlar (Hicazlılar) zekerden kinaye yoluyla, Umeyra diye söz ederler. Şair de şu beyitinde bu lafızIa onu kastetmektedir: "Eğer teselli edecek kimsenin bulunmadığı bir vadiye konaklarsan, Artık sen de Umeyra'yı celd et. Ne hastalık kalır, ne sıkıntı."

 

Iraklılar buna "istimna" adını verirler. Bu da "meni"den istif'al veznindedir. Ahmed b. Hanbel ise oldukça takvalı olmasına rağmen bu işi caiz görmektedir. delil olarak da bunun bedenden atılan bir fazlalık olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla ihtiyaç halinde caizdir. Bunun asli dayanağı da kan çıkarmak ve hacamat (kan aldırmak)tır.

 

Genel olarak ilim adamları ise haram olduğunu kabul ederler. Bazı ilim adamları da: Böyle yapan bir kimse, kendi kendisine yapan gibidir. Bu şeytanın ihdas ettiği ve yaygın bir hal alıncaya kadar yaygınlık gösteren bir masiyettir. Keşke yayılmamış olsaydı. Eğer bunun caiz olduğuna dair bir delil bulunabilse dahi erdemli bir kişi bayağı bir iş olduğundan dolayı ondan yüz çevirir. Böyle bir iş cariyeyi nikahlamaktan daha iyidir denilecek olursa, biz de şöyle deriz: Kafir dahi olsa cariyeyi nikahlamak kimi ilim adamlarının görüşlerine göre bundan hayırlıdır. Her ne kadar birileri bu görüşte ise de istimnanın cevazı delil itibariyle oldukça zayıftır. Bayağı bir kişi için dahi utanılacak bir şeyolduğuna göre yaşlı başlı bir kişi için durumu ne olur?

 

6- Eşlerle ve Cariyelerle Yetinmek:

 

"Eşlerine" el-Ferra dedi ki: Yüce Allah'ın kendilerine helal kılmış olduğu zevcelerinden anlamındadır. Yani onları bırakıp, haram olana yaklaşmazlar. "Yahut sağ elleriyle sahip olduklarına karşı müstesna" anlamındaki buyruk "eşlerine" lafzına atfedilmiş olarak cer mahallindedir, (...); mastariyedir.

 

Bu zinanın ve daha önce sözünü ettiğimiz şekilde istimnanın ve mut'a nikahının haram olmasını gerektirmektedir. Çünkü kendisi ile mut'a nikahı yapılan kadın, zevceler konumunda değildir. Ne miras alır, ne de mirası alınır. Çocuğu da neseb itibariyle ona ilhak edilmez. Onun nikahı boşamak suretiyle sona erdirilerek, yeniden ric'at yapılmaz. Onunla yapılan akit ancak ak itte belirtilen sürenin bitimi ile nihayete erer ve o bu akitle ücretle tutulmuş gibidir. İbnu'l-Arabi der ki: Bizler mut'a nikahının caiz olduğunu söyleyecek olursak, bu nikah ile kendisi üzerine akit yapılan kadın evlilik adının verilebileceği belli bir süreye kadar zevce sayılır. Eğer ümmetin icma ile kabul etmiş olduğu, mut'a nikahının haram oluşu görüşünü esas alarak hakkı söyleyecek olursak, elbetteki mut'a nikahı ile akit yapılan kadın zevce olamaz ve ayetin kapsamı içerisine girmez.

 

Derim ki: Bu husustaki görüş ayrılığının faydası şudur: Acaba açık zinada olduğu gibi had uygulamak gerekir mi ve çocuk (annesine) ilhak edilmez mi? Yoksa şüphe dolayısıyla had kalkar ve çocuk da annesinden doğmuş kabul edilir mi? Bu hususta bizim mezhebimize mensub ilim adamlarının iki görüşü vardır.

 

Mut'a nikahının helal ve haram kılınışı bakımından bir kaç hali olmuştur.

 

Bunlardan birisi de şuydu: Mut'a nikahı önceleri mübah idi. Daha sonra Resulullah (s.a.v.) Hayber günlerinde onu haram kıldı. Sonra Mekke'nin fethi gazvesinde tekrar helal kıldı, daha sonra onu bir daha haram kıldı. Bu açıklamayı bizim mezhebimize mensub İbn Huveyzimendad ve başkaları yapmıştır. İbnu'l-Arabi de buna işaret etmektedir. en-Nisa Suresi'nde (24. ayet, 9. başlıkta) buna dair yeterli açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

 

7- Meşruiyet Hududlarının Dışına Çıkanlar:

 

"Artık her kim bundan başkasını isterse, işte onlar sınırı aşan kimseler olurlar" buyruğunda Yüce Allah helal olmayan nikah yapan kimseleri haddi aşan ve bu haksızlığı dolayısıyla kendisine had uygulanmasının vacib olmasına sebeb teşkil eden kimse diye nitelendirmektedir. Lut kavminin işini yapan kimse de hem Kur'an hükmü gereğince, hem de sözlükteki anlamları itibariyle haddi aşan bir kimsedir. Buna delil Yüce Allah'ın: "HayıT; siz haddi aşan bir kavimsiniz" (eş-Şuara, 166) buyruğu gereğince ve daha önce el-A'raf Süresi'nde (80. ayetin tefsirinde) geçtiği üzere bu durumdadır. O bakımdan bunlara haddin uygulanması gerekmektedir. Bu da apaçık bir hükümdür ve bunun anlaşılmayacak hiçbir tarafı yoktur.

 

Derim ki: Ancak burada düşünülmesi gereken bir nokta vardır. O da bu işi yapan kimsenin, cahil ya da te'vilde bulunan bir kimse olmadığı sürece böyle olduğudur. Her ne kadar Yüce Allah'ın: "Onlar ırzlarını korurlar, eşlerine yahut sağ elleriyle sahip olduklarına karşı müstesna. Çünkü onlar bundan dolayı kınanmazlar" buyruğunda kadınlar dışarda tutularak, özellikle erkeklerin söz konusu edildiği üzerinde icma' yapılmış ise de Ma'mer'in rivayetine göre Katade şöyle demiştir: Bir kadın erkek kölesi ile birlikte evlilik hayatı yaşadı. Bu husus Ömer (r.a)a aktarıldı, kadına: Seni bu şekilde davranmaya iten nedir? diye sordu, kadın: Benim görüşüme göre nasıl ki kadın, erkeğe malik olması sebebiyle helal ise ben de onun bana, ona malik olduğum için helal olacağı kanaatine sahip oldum. Ömer (r.a) bu kadını recmetmek hususunda Resulullah (s.a.v.)ın ashabıyla danıştı. Onlar: Bu kadın yanlış bir şekilde Yüce Allah'ın kitabını te'vil etmiştir. O bakımdan ona recm cezası uygulanmaz. Bu sefer Ömer (r.a): Şüphesiz bu böyledir, dedi. (Kadına da:)

 

Allah'a andolsun bundan sonra ebediyyen senin hür bir kimse ile evlenmene müsaade etmeyeceğim. Böylelikle Ömer o kadını cezalandırdı ve ona had de uygulamadı. Köleye de o kadına yaklaşmamasını emretti.

 

Ebu Bekr b. Abdullah'tan rivayete göre o babasını şöyle derken dinlemiş:

Ömer b. Abdu'l-Aziz'in huzurunda idim. Bir kadın yanında kendisine ait parlak bir köle ile gelip, dedi ki: Ben bu kölem ile evlilik hayatı yaşadım. Amcamın çocukları bana bunu engellediler. Halbuki ben cariyesi bulunup da onunla birlikte olan bir erkek konumundayım. Amcamın çocuklarına söyle de beni engellemekten vazgeçsinler. Ömer dedi ki: Sen bundan önce hiç evlendin mi? Kadın: Evet deyince, şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, eğer bu kadar cahil birisi olmasaydın, seni taşlarla recmederdim. Ancak siz bu köleyi alınız ve onu kadının bulunduğu şehirden bir başkasına götürecek birisine satınız.

(...) kelimesi (aslında arkasında, ötesinde demek olmakla birlikte burada) dışında, başkası anlamındadır. Bu kelime "isterse" anlamındaki kelimenin mef'ulüdür. Kim zevcelerinden ve malik olduğu cariyelerinden başkasını arayacak olursa ... anlamındadır.

 

ez-Zeccac der ki: Kim bundan sonra başkalarını isterse demektir. Buna göre; istemenin mef'ulü mahzuftur. "Başkasını" anlamındaki kelime de zarftır. "Bu" ile ister müennes, ister müzekker olsun daha önce anılmış herbir şeye işaret olunur.

 

"İşte onlar sınırı aşan kimseler olurlar." Yani bunlar haddi aşan kimselerdir.

"Haddi aştı, haddi çiğneyip geçti" anlamındadır.

 

8- Emanetlere, Ahit ve Namazlara Riayet:

 

"Onlar emanetlerine ve abitlerine riayet ederler. Onlar namazlarını muhafaza ederler." Cumhur burada "emanetler" lafzını çoğul olarak okumuş, İbn Kesir tekil olarak okumuştur. Emanet ve ahit ise insanın gerek din, gerek dünya işlerinden söz ya da fiil olarak yapmakla yükümlü olduğu herbir hususu ifade eder. Bu ise insanlar arası geçimi, verilen sözleri ve başka hususları kapsar. Bundan maksat ise bunları gereği gibi korumak ve yerine getirmektir. Emanet, ahitten daha genel bir mana taşır. Herbir ahit daha önce hakkında söz, fiil ya da inanış sözkonusu herbir husus bir emanettir.

 

9- Firdevs Cennetinin Mirasçıları:

 

Cumhur "namazlarını" anlamındaki buyruğu "namaz" lafzını da çoğul olarak; (...) diye okumuşlardır. Hamza ve el-Kisai ise "namaz" anlamındaki lafzı; (...) şeklinde tekil olarak okumuşlardır. Bu tekil okuyuş cins ismi olduğundan dolayı çoğul anlamını vermektedir.

 

Namazı muhafaza etmek; namazı dosdoğru kılmak, ilk vakitlerinde eda etmek için eli çabuk tutmak, rüku ve sucudunu tam ve eksiksiZ yapmak demektir. Bu hususa dair yeterli açıklamalar daha önceden el-Bakara Suresi'nde (3. ayet, 4. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.

 

Daha sonra Yüce Allah: "İşte bu kimseler mirasçılardır" diye buyurmaktadır. Yani bu ayet-i kerimelerde sözü edilen hususlar gereğince amel edenler mirasçılardır. Onlar cennette, cehennem ehli adına bulunan konaklara mirasçı olacaktır.

 

Ebu Hureyre (r.a)dan gelen rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Yüce Allah herbir insan için cennette bir mesken ve cehennemde bir mesken ayırmıştır. Mü'minler hem kendi konaklarını alırlar, hem de kafirlerin konaklarına mirasçı olurlar. Kafirleri de mü'minlerin cehennem ateşindeki yerlerine koyacaktır." Bu hadisi bu manada İbn Mace rivayet etmiştir.

 

Yine Ebu Hureyre'de dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Aranızdan cennette bir konak, cehennemde kalacak bir yer olmak üzere iki konaklama yeri bulunmayan hiçbir kimse yoktur. Kişi ölüp de cehenneme girecek olursa, cennet ehli onun (cennetteki) konağına mirasçı olurlar. İşte Yüce Allah'ın: "İşte bu kimseler mirasçılardır" buyruğu bunu dile getirmektedir. '' Bu hadisin isnadı sahihtir.

 

Bununla birlikte cenneti elde etmeye, cennete sadece cennetliklerin sahip olmaları açısından "mirasçılık" adının verilmiş olma ihtimali de vardır. O halde burada mirasçı olmak, her iki şekilde de istiare yoluyla kullanılmış bir lafızdır.

 

"el-Firdevs ise cennetin en üst yeri, ortası ve en değerli yeridir." Bunu etTirmizi, Um Harise diye bilinen en-Nadr kızı er-Rubeyi' yoluyla gelen hadisle rivayet etmiş ve: Hasen, sahih bir hadistir, demiştir.

 

Müslim'in, Sahih'inde de şu hadis yer almaktadır: "Allah'tan dilediğiniz vakit, O'ndan Firdevs'i dileyiniz. Çünkü o cennetin ortası, en yüksek yeridir. Cennet ırmakları da oradan kaynayıp, coşar.''

 

Ebu Hatim Muhammed b. Hibban dedi ki: Peygamber (s.a.v.)ın: "O cennetin en orta yeridir" ifadesi şu demektir: Firdevs eni itibariyle cennetlerin ortasındadır ve cennetin en yüksek yeridir. Bununla da yüksekliği kastetmektedir. Bütün bunlar Ebu Hureyre'nin şu sözünün doğruluğunu ortaya koymaktadır: Firdevs cennet ırmaklarının kendisinden kaynadığı, cennetin dağıdır. Firdevs kelimesi Mücahid'in dediğine göre Rumca olup, Arapçalaştırılmıştır. Farsça olup, Arapçalaştırıldığı söylendiği gibi, Habeşçe olduğu da söylenmiştir. Eğer böyle bir şey sabit ise bu, diller arasındaki uygun bazı lafızlardan ibarettir. ed-Dahhak ise şöyle demektedir: Bu kelime Arapçadır ve bağ demektir. Araplar da bağlara "ferildis" adını verirler.

 

"Onlar orada ebedi kalıcıdırlar." Burada müennes zamirin kullanılması "cennet" lafzının manası göz önünde bulundurulduğundan dolayıdır.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Mu’minun 12-14

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR