ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

NUR

61

لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى أَنفُسِكُمْ أَن تَأْكُلُوا مِن بُيُوتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ آبَائِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أُمَّهَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ إِخْوَانِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخَوَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَعْمَامِكُمْ أَوْ بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخْوَالِكُمْ أَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ أَوْ مَا مَلَكْتُم مَّفَاتِحَهُ أَوْ صَدِيقِكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَأْكُلُوا جَمِيعاً أَوْ أَشْتَاتاً فَإِذَا دَخَلْتُم بُيُوتاً فَسَلِّمُوا عَلَى أَنفُسِكُمْ تَحِيَّةً مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُون

 

61. Gözü görmeyen için bir sorumluluk yoktur. Topala sorumluluk yoktur, hastanın da bir sorumluluğu yoktur. Kendi evlerinizden, babalarınızın evlerinden, analarınızın evlerinden, kardeşlerinizin evlerinden, kızkardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden yahut teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarını elinizde bulundurduğunuz kimselerin veya dostlarınızın evlerinden yemek yemenizde size de bir sakınca yoktur ve sizin için topluca veya ayrı ayrı yemenizde de vebal yoktur. Ne zaman ki, bu evlere girerseniz, kendinize Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir selam olmak üzere selam veriniz. Allah size akıl edesiniz diye ayetleri böyle açıklıyor.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:

 

1- Ayet-i Kerime Muhkem midir?

2- Ayette Sözü Edilen "Zorluk"un Mahiyeti:

3- Kişinin Kendi Evinden Yemesi:

4- Evlerinden Yemek Yemenin Sakıncalı Olmadığı Kimseler:

5- Anahtarları Elde Bulunan Kimselerin Evlerinden Yemek:

6- Arkadaşların Malından Yemek:

7- Dost ve Akraba:

8- Topluca ya da Ayrı Ayrı Yemek Yemek:

9- Yolculukta Birlikte ya da Ayrı Ayrı Yemek Yemek:

10- Evlere Girerken Selam Vermek:

11- Verilecek Selam'ın Niteliği:

 

1- Ayet-i Kerime Muhkem midir?

 

"Gözü görmeyen için bir sorumluluk yoktur ... " diye başlayan Yüce Allah'ın buyruğu ile ilgili olarak ilim adamlarının farklı sekiz ayrı görüşü vardır. Bu görüşlerin en kabule değer olanları da üç tanedir: Mensuhtur, nasihtir, muhkemdir. Şimdi bu üç görüşü ele alalım:

 

1. Bu ayet-i kerime -yüce Allah'ın: "Kendi evlerinizden ... " buyruğundan itibaren ayetin sonuna kadar- mensuhtur. Bu görüş Abdu'r-Rahman b. Zeyd'e aittir. O şöyle demektedir: Bu, artık ardı arkası kesilmiş bir uygulamadır. Çünkü İslam'ın ilk dönemlerinde kapılarının kilitleri yoktu. Kapılar üzerinde perde gerilirdi. Kimi zaman bir adam gelir, aç olduğu için evde kimse de olmadığı halde içeri girerdi. Yüce Allah böyle bir evin yemeğinden yemeyi mübah kılmıştır. Daha sonra evlere kilit vurulmaya başlandı. Artık kimseye bu kilitleri açmak helal değildir. Dolayısıyla bu durum geride kaldı ve ardı arkası kesildi. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Hiçbir kimse bir başkasına ait bir davarı onun izni olmadıkça sağmasın." Bu hadisi hadis imamları rivayet etmiştir.

 

2. Ayet-i Kerime nasihtir. Bunu da bir grub ilim adamı söylemiştir. Ali b. Ebi Talha, İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Şanı Yüce Allah: "Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin" (en-Nisa, 29) ayetini indirince, müslümanlar: Yüce Allah, bizlere mallarımızı aramızda batıl yollarla yememizi yasaklamış bulunuyor. Şüphesiz ki yenilecek bir şey, malların en faziletlisidir. O bakımdan bizden herhangi birisinin bir başkasının yanında yemek yemesi helal olamaz, diyerek insanlar başkalarının yemeklerini yemekten uzak durdu. Bunun üzerine Yüce Allah: "Gözü görmeyen için bir sorumluluk yoktur ... ya da anahtarlarını elinizde bulundurduğunuz kimselerin ... evlerinden yemek yemenizde size de bir sakınca yoktur" ayetini indirdi. Devamla dedi ki: İşte burada sözü edilen kişi, bir başkasının bakılması, çekip çevrilmesi gereken işlerini görmekle görevlendirilen kişidir.

 

Derim ki: Burada sözü edilen Ali b. Ebi Talha, Haşimoğullarının mevlası (azadlısı)dır. Şam'da yerleşmiştir, künyesi Ebu'l-Hasen'dir. Ebu Muhammed olduğu da söylenmiştir. Babası Ebu Talha'nın adı da Salim'dir. Onun tefsir ile ilgili rivayetleri eleştirilmiştir. İbn Abbas'ı görmediği söylenir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

3. Ayet-i Kerime muhkemdir. Sözlerine uyulan ilim ehli bir topluluk bu görüştedir. Said b. el-Müseyyeb, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud bunlar arasındadır. ez-Zühri'nin, Urve'den, onun da Aişe (r.anha)dan rivayetine göre şöyle demiştir: Müslümanlar Resulullah (s.a.v.) ile birlikte topluca savaşa çıkarlar. Anahtarlarını da aralarında kötürüm olan kimselere bırakır ve şöyle derlerdi: İhtiyacınız olursa, yiyebilirsiniz. Ancak bunlar: Onlar bize bu yemekleri gönül hoşluğu ile helal kılmadılar, diyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah da: "Kendi evlerinizden, babalarınızın evlerinden ... yemenizde size de bir sakınca yoktur" ayetini sonuna kadar indirdi.

 

en-Nehhas dedi ki: "Hep birlikte sefere çıkıyorlardı. .. " hep beraber gazaya çıkıyorlardı, demektir.

 

en-Nehhas (devamla) dedi ki: Bu görüş ayet-i kerime hakkında yapılmış rivayetlerin en değerlilerindendir. Çünkü bu görüşte ashab ile tabiin tarafından ayet-i kerimenin muayyen bir şey hakkında indiği tayin edilmektedir.

 

İbnu'l-Arabi der ki: Bu, (ayet-i kerime ile) uygunluk arzeden bir göruştür, çünkü kötürümler cihada çıkan sahabilerle birlikte çıkmayıp geri kalıyorlar, çıkanların da malları onların elinde bulunuyordu. Ancak Yüce Allah'ın: "Ya da anahtarlarını elinizde bulundurduğunuz kimselerin ... " buyruğu zaten bunu gerektirmektedir. O halde bu göruş oldukça uzak bir ihtimal olarak görulmektedir. Ancak tercih edilen şöyle demek olmalıdır: Yüce Allah, görmenin şart olduğu yükümlülüklerde gözleri görmeyenden vebali kaldırdığı gibi, yürümenin teklifte bir şart olduğu ve topallık ile birlikte istenen fiillerin yapılmasına imkan bulunmadığı hallerde de topaldan sorumluluğu kaldırmıştır. Hastadan da yükümlülüğünün düşmesinde etkili olan hususların sorumluluğu kaldırılmıştır. Oruç, namazın şartları, rükünleri, cihad vb. gibi. Daha sonra da açıklamak üzere şöyle buyurmaktadır: Kendi evlerinizden ... yemenizde size de bir sakınca yoktur. İşte bu doğru bir anlamdır, apaçık ve faydalı bir tefsirdir. Şeriat ve akıl da bunu desteklemektedir. Ayetin tefsirinde ayrıca bir nakle de gerek yoktur.

 

Derim ki: İbn Atiyye de buna işaret ederek şöyle demektedir: Ayetin zahiri ve şeriatın emri şunu göstermektedir ki; böylelerinden mecburiyetten yapamadıkları fakat niyetleri o işi en kamil manada yapmak olduğu halde, mazeretleri sebebiyle daha eksiğini yapmak durumunda kaldıkları bütün hususlarda sorumluluk ve veballeri kaldırılmıştır. Bu gibi hallerde onlara sorumluluk yoktur. Sorumluluk (harec) hakkında söylenenler ise, bundan sonraki başlığın konusunu teşkil etmektedir:

 

2- Ayette Sözü Edilen "Zorluk"un Mahiyeti:

 

İbn Zeyd dedi ki: Buradaki "zorluk" gazadaki zorluktur. Yani böylelerinin gazadan geri kalmalarında bir vebal yoktur. Yüce Allah'ın: "Kendi evlerinizden ... size de bir sakınca yoktur" buyruğu mana itibariyle öncekilerden kopuktur, onlarla ilgisi yoktur.

 

Bir kesim de şöyle demektedir: Ayet-i Kerime tümüyle yemek ile ilgili hususlara dairdir. Bu kesim devamla şöyle demektedir: Muhammed (s.a.v.) peygamber gönderilmeden önce Araplarla Medine'de bulunanlar çeşitli hastalıklara mübtela kimselerle birlikte yemek yemekten uzak kalırlardı. Onlardan kimisi bu işi gözleri görmeyen kimsenin eli rastgele yerlere değdiğinden, topal bir kimse gelişigüzel oturduğundan, hasta olan bir kimse koktuğundan ve rahatsızlığından dolayı bu gibi kimselerle yemek yemekten tiksinir ve uzak kalırlardı. Ancak bu cahili bir ahlaktır ve kibirliliktir. İşte bu ayet-i kerime bu hususta uyarıcı olmak üzere nazil olmuştur.

 

Mazeret ve rahatsızlık sahibi olmayan kimselerden bazıları da bu işi çekinmek ve sakınmak kastıyla yaparlardı. Çünkü bu mazeret sahipleri yemek hususunda sağlıklı kimselere göre daha geri idiler. Zira ama olan kimsenin gözleri görmüyor, topal olan bir kimse kalabalığa karışamıyor, hasta ise zayıf bir kimsedir. O bakımdan ayet-i kerime onlarla birlikte yemek yemeyi mübah kılmak üzere nazil olmuştur.

 

ez-Zehravı'nin Kitabında İbn Abbas'ın şöyle dediği kaydedilmektedir:

Bu gibi özür sahipleri, özürleri dolayısıyla insanlarla birlikte yemek yemekten çekindiler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime onlara yemek yemeyi mübah kılmak üzere nazil oldu.

 

Denildiğine göre bir kimse bu gibi özürlülerden birisini evine götürüp de orada yiyecek bir şey bulamadı mı, onu alır akrabalarından birisinin evine götürürdü. Bu özür sahipleri bundan çekindiler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

 

3- Kişinin Kendi Evinden Yemesi:

 

"Kendi evinizden ... size de bir sakınca yoktur" buyruğu yeni bir söz başlangıcıdır. Ey insanlar sizin için de vebal yoktur, demektir. Ancak muhatab olan ile muhatab olmayan bir arada bulunduğundan dolayı ifadenin düzgün olması açısından muhatab tağlib edilmiştir. Yüce Allah, yakın akrabaların evlerini söz konusu etmekle birlikte, oğulların evleri bu arada söz konusu edilmemiştir. Müfessirler derler ki: Oğulların evleri Yüce Allah'ın: "Kendi evlerinizden" buyruğunun kapsamına girmesi dolayısıyla ayrıca söz konusu edilmemiştir. Çünkü kişinin oğlunun evi, kendi evidir. Hadis-i şerifte de: "Sen de, malın da babana aitsiniz" denilmiştir. Diğer taraftan burada çocuklar söz konusu edilmeden akrabalar söz konusu edilmiştir.

 

en-Nehhas da şöyle demektedir: Bazıları bu görüşe itiraz ederek şöyle demişlerdir: Bu Yüce Allah'ın Kitabına karşı bir tahakkümdür, fakat zahiren daha uygun olanı oğlun burada sözü edilenlerden farklı olmamasıdır. Zira Peygamber (s.a.v.)dan rivayet edilen: "Sen de, malın da babana aitsiniz" buyruğunu delil göstermek, pek kuvvetli değildir. Çünkü bu hadis oldukça zayıftır. Sahih olsa bile bunda delil olacak bir taraf yoktur. Zira Peygamber (s.a.v.) orada sözü geçen muhatabın malının babasına ait olduğunu öğretmiş bulunuyor. Hadisin anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: Sen babana aitsin, "malın da" ibaresi yeni bir cümle başlangıcı olup malınsa senindir, anlamındadır. Bunu kati olarak ortaya koyan delil ise, baba ile oğul arasında mirasçılığın söz konusu olmasıdır.

 

et-Tirmizi el-Hakim de şöyle demektedir: Yüce Allah'ın: "Kendi evlerinizden ... yemek yemenizde size de bir sakınca yoktur" buyruğunun izahı şöyledir: Sanki burada sizin, akrabalarınızın ve çocuklarınızın bulunduğu meskenler demek istemiş gibidir. Bu durumda aile halkının ve çocukların orada onlara ait bir takım eşyası olur. Mesken sahibi olan bu adam da bu hususta bazı şeyleri onların istifadesine sunmuştur. Böyle bir durumda o yiyecek şeylerden, onlarla beraber yemesinde bir mahzur yoktur. Yahut kocanın ve çocuğun orada kendilerine ait ve kendi mülkleri olan bir takım şeyler bulunabilir. Bu hususta da onun için bir vebal söz konusu değildir.

 

4- Evlerinden Yemek Yemenin Sakıncalı Olmadığı Kimseler:

 

"Babalarınızın evlerinden, analarınızın evlerinden, kardeşlerinizin evlerinden, kızkardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden yahut teyzelerinizin evlerinden ... " buyruğu ile ilgili olarak kimi ilim adamı şöyle demiştir: Onların bu hususta izinlerinin olması halinde söz konusudur. Başkaları da şöyle demektedir: İster izin versinler, ister izin vermesinler kişi yiyebilir. Çünkü aralarındaki akrabalık onlar tarafından verilen bir izin demektir. Bunun böyle olmasının sebebi, aradaki akrabalığın bir şefkat meydana getirmesi ve bu şefkat sebebiyle onlara ait herhangi bir şeyi yemelerini gönül hoşluğuyla karşılayarak öğrenmeleri halinde bundan dolayı sevinmeleridir.

 

İbnu'l-Arabi dedi ki: Yüce Allah, bizlere eğer yemek çok ve insanlara ikram edilen bir durumda ise, izin almaksızın nesep cihetiyle akrabalardan yemek yemeyi mübah kılmıştır. Şayet bu yemek alıkonulmuş ve bir yerlerde saklanmış ise, onu almak onlara caiz değildir. Alıkonulup saklananlara kadar uzanmaları caiz olmaz. Aynı şekilde yenilmeyen şeylere el uzatmaları da. İsterse alıkonulup saklanan bir şeyolmasa dahi, onların izni alınmadıkça ona el uzatılmaz.

 

5- Anahtarları Elde Bulunan Kimselerin Evlerinden Yemek:

 

"Ya da anahtarlarını elinde bulundurduğunuz kimselerin ... evlerinden yemek yemenizde size de bir sakınca yoktur" buyruğu sizin yığıp biriktirdiğiniz ve tasarrufunuzun altında bulunan şeyler, demektir. Bunun büyük çoğunluğu da, kişinin kendi evinde ve kendisinin kilitleyip anahtarını yanında bulundurduğu şeyler hakkında sözkonusudur. ed-Dahhak, Katade ve Mücahid'in te'vili budur. Müfessirlerin çoğunluğunun görüşüne göre ayetin kapsamına vekiller, köleler ve ücretle çalıştırılanlar girmektedir. İbn Abbas dedi ki: Bununla kişinin arazisindeki kahyası, malının hazinedarı kastedilmektedir. Böyle bir kimsenin yönetmekten sorumlu olduğu şeylerden yemesi caizdir.

 

Ma'mer, Katade'den, o İkrime'den şöyle dediğini zikretmektedir: Kişi anahtara sahip oldu mu, hazinedar demektir. O bakımdan onun az bir şeyler yemesinde bir sakınca yoktur.

 

İbnu'l-Arabı der ki: Hazinedarın anbarda biriktirilen şeylerden yeme hakkı icma' ile kabul edilmiştir. Bu, onun belirli bir ücretini almaması halinde böyledir. Şayet hazinedarlığı karşılığında bir ücret alıyor ise, ondan yemesi onun için haram olur.

 

Said b. Cübeyr, "elinizde bulundurduğunuz" anlamındaki buyruğu; (...) şeklinde "mim" harfini ötreli, "lam" harfini şeddeli ve esreli olarak okumuştur (ki, sizin elinize teslim edilen, mülkiyetinize verilen anlamına gelir.) Aynı şekilde "anahtarlar" kelimesini "te" ile "ha" arasına bir "ye" koyarak; (...) şeklinde, "Anahtar" kelimesinin çoğulu olarak okumuştur ki, buna dair açıklamalar daha önceden el-En'am suresinde (59. ayet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

Katade de tekil olarak; "Anahtarını" diye okumuştur.

İbn Abbas dedi ki: Ayet-i Kerime el-Haris b. Amr hakkında nazil olmuştur. O Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte gazaya çıkmış, geriye Malik b. Zeyd'i de aile halkını gözetmek üzere vekil tayin etmişti. Geri döndüğünde Malik'in maddi bakımdan çok sıkıntı çekmekte olduğunu görünce halini sordu, onun: Senin iznin olmadan, senin yiyeceklerinden yemekten çekindim, demesi üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu.

 

6- Arkadaşların Malından Yemek:

 

Yüce Allah'ın: "Veya dostlarınızın" buyruğundaki "es-sadık" kelimesi (aslında tekil olmakla birlikte) çoğul anlamındadır. "el-Aduvv: Düşman" kelimesi de böyledir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar Benim düşmanımdır. "(eş-Şuara, 77) Şair Cerir de şöyle demektedir: "Onlar aşkı çağırdılar, sonra ok attılar kalplerimize, düşmanların oklarıyla, Kendileri ise, arkadaştırlar."

 

Sadik (arkadaş, dost): Sana sevgisinde samimi olan, senin de kendisine samimiyetle sevgi duyduğun kimsedir.

 

Bu buyruğun, Yüce Allah'ın: "Peygamberin evlerine sizin için yemeğe izin verilmedengirmeyin"(el-Ahzab, 53) buyruğu ile: "Eğeroralarda kimse bulamazsanız ... oralara aslagirmeyin. "(en-Nur, 28) buyruğu ve Peygamber (s.a.v.)ın: "Müslüman bir kimsenin malı onun gönül hoşluğu ile olmadıkça (başkasına) helal olmaz" buyruğu ile neshedilmiştir. Bu buyruğun muhkem olduğu da söylenmiştir, daha sahih olan da budur. Muhammed b. Sevr'in naklettiğine göre Ma'mer şöyle demiş: Katade'nin evine girdim, orada taze hurma buldum, ondan yemeğe koyuldum. O, bu ne oluyor, dedi. Ben de: Senin evinde taze hurma buldum ve ben de yedim deyince, iyi yaptın, dedi. Yüce Allah: "Veya dostlarınızın evlerinden ... " diye buyurmuştur.

 

Abdu'r-Rezzak, Ma'mer'den, onun da Katade'den naklettiğine göre Katade Yüce Allah'ın: "Veya dostlarınızın evlerinden" buyruğu hakkında şöyle dediğini nakletmektedir: Arkadaşının evine (gerek duymadığın için) onun iznini sormadan girecek olursan, bunda bir mahzur yoktur. Ma'mer der ki: Ben Katade'ye: Şu testiden içeyim mi, diye sordum. O da sen benim arkadaşımsın, bu izin istemek de ne oluyor, dedi.

 

Peygamber (s.a.v.) de Beyraha diye adlandırılan Ebu Talha'ya ait bahçeye giriyor ve -ilim adamlarımızın dediklerine göre- oradaki tatlı sudan onun iznini istemeden içiyordu. Halbuki bizim (Maliki mezhebine mensup) ilim adamlarımız: Su yer sahiplerinin mülkiyetindedir, görüşündedirler. Arkadaşın izni olmaksızın suyundan içmek caiz olduğuna göre, onun meyvesinden, yiyeceğinden de arkadaşının bu hususu o yenilen şeyin önemsizliği ve pek kıymetli olmayışı dolayısıyla -ya da aralarındaki sevgi sebebiyle- gönül hoşluğu ile karşılayacağını bildiği takdirde, izinsiz yemesi caiz olur.

 

Umm Haram'ın, Peygamber (s.a.v.)a yanında uyuduğu sırada yemek yedirmesi de bu kabildendiL Çünkü çoğunlukla görülen şu ki: Evde bulunan yemek erkeğe aittir, hanımı ise bu yemekte ariyet yoluyla tasarruf ta bulunur. Bütün bunlar, yemekten beraberinde götürmemesi, bu yemekleri yemekle kendi malını korumak maksadını gütmemesi ve az miktarda olup, pek önemsenmeyecek türden olması, halinde böyledir.

 

7- Dost ve Akraba:

 

Yüce Allah, bu ayet-i kerimede dost ve arkadaşı bağı sağlam, katıksız akrabalık ile birlikte söz konusu etmektedir. Çünkü sevgi yakınlığı da oldukça sıkı bir bağdır. en-Nekkaş'ın Kitabı'nda kaydedildiğine göre İbn Abbas şöyle demiştir: Dost bağı, akrabalık bağından daha sıkıdır. Nitekim cehennemlikler şöylece imdat isteyeceklerdir: ''Artık bize şefaat edecek bir kimse de yoktur, candan bir dostumuz da yok. ''(eş-Şuara, 100-101)

 

Derim ki: İşte bundan dolayı bizim mezhebimize göre tıpkı akrabanın, akraba lehine şahitliği caiz olmadığı gibi, dostun da dostu lehine şahitliği caiz değildir. Buna dair açıklamalar ve bunun sebebi en-Nisa Suresi'nde (135. ayet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Bir darb-ı meselde de şöyle denilmektedir: Kardeşini mi daha çok seversin, yoksa arkadaşını mı? Arkadaşım olması halinde kardeşimi.

 

8- Topluca ya da Ayrı Ayrı Yemek Yemek:

 

Yüce Allah'ın: "Ve sizin topluca veya ayrı ayrı yemenizde de vebal yoktur" buyruğunun Leys b. Bekroğulları hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Bunlar Kinaneoğullarına mensup bir koldur. Onlardan herhangi bir kimse tek başına yemek yemez ve kendisiyle beraber yemek yiyecek birisini buluncaya kadar günlerce aç beklermiş. Şairlerden birisinin şu beyiti de bu türdendir: "Sen bir yemek yaptın mı onu (benimle) yiyecek birisini ara, Çünkü ben tek başıma yemek yemem."

 

İbn Atiyye dedi ki: Onlarda bu uygulama, İbrahim (s.a.v.)dan miras kalmıştı. O da tek başına yemek yemezdi.

 

Kimi Arapların misafiri oldu mu ancak misafiri ile birlikte yemek yer.

Onunla yemek yeyinceye kadar kendisi hiçbir şey yemezdi. Bu ayet-i kerime yemek yeme sünnetini açıklamak üzere nazil oldu. Buna muhalif Araplarda görülen her türlü uygulamayı da ortadan kaldırıp Araplarca haram kabul edilen tek başına yemek yemeyi mübah kılmaktadır. Çünkü Araplar bu hususta erdemli bir ahlaka doğru gitmek isterken, bu hükme bağlılık konusunda aşırıya kaçmışlardır. Elbetteki beraber yemek yiyecek birisini bulundurmak güzel bir şeydir. Şu kadar var ki tek başına yemek yemeyi de haram görmemek gerekir.

 

9- Yolculukta Birlikte ya da Ayrı Ayrı Yemek Yemek:

 

Yüce Allah'ın: "Topluca veya ayrı ayrı" anlamındaki buyrukta; ''Topluca" kelimesi hal olarak nasbedilmiştir. "Ayrı ayrı" kelimesi de; (...) in çoğuludur, bu da ayrılmak anlamına bir mastardır. Topluluk dağıldı anlamında; (...) denilir.

 

Buhari, Sahih'inde şöyle bir başlık açmıştır: "Gözü görmeyen için bir sorumluluk yoktur, topala sorumluluk yoktur, hastanın da bir sorumluluğu yoktur" ayeti ile yolcuların beraberlerindeki azıkları bir araya toplamaları ve bir arada yemek yemeleri.

 

ilim adamlarımızın söylediklerine göre; bu babtaki maksadı, yemek hususunda halleri farklı olsa dahi topluca yemek yemenin mübah olduğuna dikkat çekmektir. Peygamber (s.a.v.) bu hususu uygun görmüş, bundan dolayı bu, yolcuların beraberlerinde bulunan azıkları ortaya koymaları, ziyafetler ve yolculuk esnasında herkesin azığını çıkarması ve yemeğe çağırılan topluluklarda uygulanagelen bir sünnet olmuştur. Bir kimse, eğer emanet olarak yahut akrabalık veya arkadaşlık dolayısıyla bir başkasının anahtarlarını elinde bulunduruyor ise, ister arkadaşı ile birlikte olsun, ister akrabası ile birlikte olsun, yalnız başına olsun oradan yiyebilir.

 

(Buhari'nin açtığı başlıkta geçen): "en-Nihd" kelimesi arkadaşların kendi aralarında harcamak kastıyla belli bir miktarda topladıkları mal ya da yiyecektir. Bu şekilde davrananlar hakkında; (...): Azıklarını topladılar" denilir. Bu açıklamalar (Halil b. Ahmed'in) ''el-Ayn'' adlı eserinden nakledilmiştir. ibn Düreyd de der ki: Bu kabilden olmak üzere; "Kendi aralarında paylaştılar ve herkes payına düşeni ortaya koydu" denilir. el-Herevi de şöyle demektedir: el-Hasen'in (zikrettiği) bir hadisinde şöyle denilmektedir: "Beraberinizdeki azığı çıkartınız, bu bereketi daha bir arttırır, ahlakınızı daha bir güzelleştirir. " Hadiste geçen "en-nihd" arkadaşların yolculuk ya da başka bir halde harcamalarını eşit olarak paylaştırmaları demektir. Araplar: -Nun harfi esreli olarak: Nihdini çıkart! derler.

 

el-Mühelleb der ki: Nihd, yemeği yiyen kimseler tarafından herkes eşit yesin diye konulmaz. Herkes yiyebildiği kadarını yer ve bazen bir kişi diğerinden daha fazla yiyebilir.

 

Böyle bir uygulamayı terketmenin vera' bakımından daha uygun olduğu söylenmiştir. Eğer arkadaşlar hergün aralarından birisinin yemeğini yemek üzere toplanıyor iseler, bu nihd uygulamasından daha güzeldir. Çünkü onların nihd uygulamasına başvurmaları ancak herkes kendi malını yesin diyedir, bu maksatla bir araya gelirler. Diğer taraftan onlardan birisi kendi malından daha az yerken, başkası da kendi getirdiği maldan daha fazlasını yiyebilir. Fakat bir gün birisinin yanında, öbür gün bir diğerinin yanında şartsız olarak bulunacak olurlarsa, birbirlerinin misafirleri olurlar. Misafir de kendisinin önüne getirilenden (ikram edenin) gönül hoşluğu ile yer.

 

Eyyub es-Sahtiyani der ki: Nihd uygulaması şu şekildeydi: Bir topluluk yolculukta bulunur, onlardan birisi daha erken eve varır. Bir davar keser, yemek hazırlar, sonra da onların yanına varır. Daha sonra yine tekrar daha önce evine varır, aynı şeyi yapar. Bunun üzerine şöyle dediler: Senin bu yaptığının bir benzerini hepimiz yapmak isteriz. Gelin biz kendi aramızda belli bir husus üzerinde anlaşalım ve bu konuda kimimiz, kimimize daha faziletli olmasın. Bunun üzerine aralarında nihd denilen uygulamayı anlaşarak tesbit ettiler. Salih kimseler birbirleriyle nihdleştiklerinde onların en faziletli olanları diğer arkadaşlarının önlerine getirdiklerinden daha fazlasını getirmenin yolunu arardı. Şayet böyle bir hali bilecek olurlarsa, onun bu uygulamasına razı olmayacak iseler, o takdirde onlardan habersiz bu işi gizlice yapardı.

 

10- Evlere Girerken Selam Vermek:

 

Yüce Allah'ın: "Ne zaman ki bu evlere girerseniz, kendinize Allah tarafından mübarek ve pek güzel bir selam olmak üzere selam veriniz. Allah size akıl edesiniz diye ayetleri böyle açıklıyor" buyruğu ile ilgili olarak te'vil alimleri hangi evlerin kastedildiği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbrahim en-Nehai ve el-Hasen bu buyruk ile mescidleri kastetmiştir, derler. Yani sizler orada sizin gibi bulunan kimselere selam veriniz. Şayet mescidlerde kimse bulunmuyor ise, o takdirde kişi: es-Selamu ala Rasülillah (Allah Rasülüne selam olsun) diyerek selam verir. Melekleri kastederek: es-Selamu aleykum der, de söylenmiştir. Sonra da: es-Selamu aleyna ve ala ibadillahi's-salihin (selam bizlere ve Allah'ın salih kullarına) der.

 

Abdu'r-Rezzak şu rivayeti kaydeder: Bize Ma'mer, Amr b. Dinar'dan haber verdi. O İbn Abbas (r.a)dan; Yüce Allah'ın: "Ne zaman ki bu evlere girerseniz, kendinize ... selam veriniz" buyruğu ile ilgili olarak dedi ki: Mescide girdiğin takdirde: es-Selamu aleyna ve ala ibadillahi's-salihin, de.

 

Bir başka görüşe göre burada evlerden kasıt, mesken olarak kullanılan evlerdir. Yani siz kendi kendinize selam veriniz. Cabir b. Abdullah ve yine İbn Abbas ile Ata b. Ebi Rebah bu görüştedirler ve şöyle derler: Kişi mesken olarak kullanılmayan evlere girdiği takdirde kendi kendisine: es-Selamu aleyna ve ala ibadillahi's-salihin diyerek selam verir.

 

İbnu'l-Arabi dedi ki: Buyruğun bütün evler hakkında umumi olduğu sahih olan görüştür. Bunu belli bir takım evlere tahsis etmenin delili yoktur. Buyrukta ifadenin mutlak olarak gelmesi, bu umumi ifadenin kapsamına ister başkasına ait olsun, ister kendisine ait olsun her evin girmesi içindir. Kişi, önceden de geçtiği üzere başkasına ait olan bir eve girecek olursa izin ister. Kendisine ait eve girecek olursa, haberde varid olduğu üzere selam verir ve: es-Selamu aleyna ve ala ibadillahi's-salihin der. Bu görüş İbn Ömer'e aittir. Bu şekilde selam vermek evin boş olması halindedir, eğer orada aile halkı, hizmetçileri varsa, bu sefer: es-Selamu aleykum, demelidir. Şayet girdiği yer bir mescid ise o takdirde es-selamu aleyna ve ala ibadillahi's-salihin, desin. İbn Ömer, boş ev hakkında da böyle demiştir.

 

İbnu'l-Arabi der ki: Benim tercih ettiğim görüşe gelince, şayet ev boş ise selam vermek gerekli değildir. Çünkü eğer maksat melekler ise melekler hiçbir halde zaten kuldan ayrılmazlar. Kişinin kendi evine girdiği vakit; Maşaallah la kuvvete illa billah diyerek, Allah'ı anması müstehabtır. Nitekim buna dair açıklamalar daha önce el-Kehf Suresi'nde (39-41. ayetler, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

el-Kuşeyri, Yüce Allah'ın: "Ne zaman ki bu evlere girseniz ... " buyruğu hakkında şöyle demektedir: Daha uygun olan şöyle demektir: Bu buyruk bütün evler hakkında umumidir. Eğer orada müslüman bir kimse sakin ise: esSelamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu, der. Şayet orada kimse bulunmuyor ise o vakit: es-Selamu aleyna ve ala ibadillahi's-salihin, der. Eğer evde müslüman olmayanlar bulunuyor ise, o vakitte: Selam hidayete tabi olanlara, yahut; es-selamu aleyna ve ala ibadillahi's-salihin der.

 

İbn Huveyzimendad da şöyle demektedir: Ebu'l-Abbas el-Asam bana yazdığı mektubunda şunları söyledi: Bize Muhammed b. Abdillah b. Abdi'l-Hakem anlattı, dedi ki: Bize İbn Vehb anlattı dedi ki: Bize Cafer b. Meysere'nin Zeyd b. Eslem'den anlattığına göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizler evlere girdiğiniz vakit oranın halkına selamveriniz. Allah'ın adını anınız, çünkü sizden herhangi bir kimse evine girdiği vakit selam verip Yüce Allah'ın adını da yemeği üzerine anacak olursa, şeytan arkadaşlarına: Burada geceleyin kalma imkanınız yok, akşam yemeği de yiyemezsiniz, der. Şayet sizden herhangi bir kimse (evine) girdiğinde selam vermeyip yediği yemeğin başında da Allah'ın adını anmayacak olursa, şeytan arkadaşlarına: Artık siz geceyi geçireceğiniz yeri de buldunuz akşam yemeğini de buldunuz der."

 

Derim ki: Bu hadisin manası Cabir (r.a)ın rivayeti ile Peygamber (s.a.v.)a merfuen sabit olmuştur ve bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. Ebu Davud'da da, Ebu Malik el-Eşcai'nin şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kişi evine girecek olursa: "Allah'ım ben Sen'den. girişimin hayrını, çıkışımın da hayrını dilerim. Allah'ın adı ile girdik, Allah'ın adı ile çıktık ve Rabbimiz olan Allah'a tevekkül ettik, desin, sonra da aile halkına selam versin.''

 

11- Verilecek Selam'ın Niteliği:

 

"Selim olmak üzere" lafzı mastar (mef'ul -i mutlak)dır. Çünkü "selam veriniz" ifadesi de bu anlamı ihtiva etmektedir. Yüce Allah bu selamı bereketli olmakla nitelendirmiştir, çünkü bunda hem dua, hem de müslümanın sevgisini kendisine doğru çekme (sevgisini kazanma) söz konusudur. Aynı şekilde Yüce Allah bu selamı "pek güzel (tayyib)" olmakla da nitelendirmiştir. Çünkü bunu işiten böyle bir selamdan hoşlanır ve güzel bulur.

 

"Böyle" buyruğundaki "kef" teşbih edatıdır. (...) ise sözü geçen bu sünnetlere işarettir. Yani sizlere bu hususlarda dininizin sünnetlerini açıkladığı gibi, dininizde sizin için gerekli olan diğer hususları da böylece açıklar.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Nur 62

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR