ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

SEBE

24

قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلِ اللَّهُ

وَإِنَّا أَوْ إِيَّاكُمْ لَعَلَى هُدًى أَوْ فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ

 

24. De ki: "Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir?" "Allah'tır, de. Şüphe yok ki biz, yahut siz ya bir hidayet üzereyiz veya apaçık bir sapıklıkta."

 

"De ki: Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir?" Yüce Allah, daha önce onların uydurma ilahlarının, Yüce Rabbin kudretinin yettiği şeylerin bir zerre kadarına dahi sahib olamadıklarını sözkonusu ettikten sonra, bu hususu onlara söyletmek üzere şöyle buyurmaktadır:

 

Ey Muhammed müşriklere "de ki: göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir?" Yani göklerden yağmur, güneş, ay, yıldız ve bunlardaki menfaatler vasıtası ile meydana gelen bunca rızıkları yaratan kimdir? Su ve bitki gibi yerden çıkan rızıkları da kim yaratmaktadır? Onlar bu işleri bizim ilahlarımız yapıyor, diyemezler. O bakımdan bilemiyoruz, diyeceklerdir. O vakit de ki: Şüphesiz kalblerinizde bulunanı bilen bunları yapandır. Şayet onlar: Bizi rızıklandıran Allah'tır, diyecek olurlarsa, o vakit kendisine ibadet olunması gerekenin o olduğuna dair delil de ortaya konulmuş olacaktır.

 

"Şüphe yok ki biz yahut siz ya bir hidayet üzereyiz veya apaçık bir sapıklıkta" buyruğundaki bu üslup, ortaya konulan delil de insaf göstermek içindir. Bu bir kimsenin -kendisinin doğru, karşı tarafın da yalancı olduğunu bilmekle birlikte-: ikimizden birisi yalan söylüyor, demesine benzer. Buyruğun anlamı şudur: Bizler ve sizler aynı durumda değiliz. Biz birbirine zıt iki ayrı haldeyiz. iki kesimden birisi hidayet üzeredir. Bu kesim de biziz, diğeri ise sapıktır, bunlar da sizlersiniz. Bu buyrukla Yüce Allah, onları yalan söylediklerini açıkça ifade etmekten daha güzel bir üslubla yalanlamış olmaktadır. Yani: Sizler, sizi göklerden ve yerden rızıklandırana ortak koştuğunuz için sapık kimselersiniz.

 

"Yahut siz" buyruğu daha önce geçen: "Şüphe yok ki" lafzının ismine atfedilmiştir. Eğer mahalline atfedilmiş olsaydı, bunun; (...) diye olması gerekirdi. "Bir hidayet üzere" ise birinci isme (yani bize) ait olur, başkasına değil.

 

Eğer: "Yahut siz" denilirse, ("hidayet üzeredir" hükmünün ikincisi hakkında olması daha uygundur. Birincisinden ise bu hazfedilmiştir. Bununla birlikte birincisi için olması da mümkündür ki el-Müberred'in tercihi de budur. el-Müberred şöyle demektedir: Bunun anlamı basiret sahibi olan kimsenin yapılan tehdidin doğruluğuna ve apaçık delil ile gerçeği ortaya çıkarmak üzere söylediği şu söze benzer: Bizden birisi yalan söylemektedir. Bununla ne demek istediği açıktır. Nitekim: Ben bu işi yapıyorum, sen de böyle yapıyorsun ama ikimizden birisi hatalıdır diyenin, karşısındakinin hatalı olduğunu bilerek bunu söylemesine benzer. işte Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki biz yahut siz ya bir hidayet üzereyiz veya apaçık bir sapıklıkta" buyruğu da böyledir.

 

Buradaki: "Yahut" Basralılara göre asıl anlamı üzerindedir. Şüphe ve tereddüt anlamında kullanılmamıştır. Arapların bu gibi durumlarda kullandığı anlamdadır. Yani durumu haber vermek isteyen kişi, gerçeği bilmekle birlikte açıkça bildirmek istemediği takdirde böyle kullanılır.

 

Ebu Ubeyde ve el-Ferra ise bu "vav (ve)" anlamında olup ifadenin takdiri şöyledir: Şüphesiz ki biz hidayet üzereyiz ve muhakkak siz de apaçık bir sapıklıktasınız. Şair Cerir de şöyle demektedir: "Eyatlılar başındaki Sa'lebe yahut Riyah, Sen onları Tuhayye ve er-Rebab'ın üzerlerine götürdün."

 

Burada: Ey Sa'lebe ve Riyah, demek istemiştir. Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Aramızda savaş kızışınca, Biz Riyah'ı ya da Rizam'ı aradık."

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Sebe 25

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR