ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

SAD

1

/

3

 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

ص وَالْقُرْآنِ ذِي الذِّكْرِ {1} بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ {2}

كَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَبْلِهِم مِّن قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ حِينَ مَنَاصٍ {3}

 

ı. Sad. Çok şerefli Kur'an'a andolsun.

2. Aksine kafirler büyüklük taslamakta ve muhalefet etmektedirler.

3. Onlardan önce nice nesiller helak ettik. Onlar da feryad ettiler. Halbuki kurtulma vakti değildi.

 

"Sad" buyruğunda vakıf yapar gibi "dal" harfi cezm (sükun) ile okunmuştur. Çünkü bu da "elif, lam, ınim" ile "elif, lam, mim, ra" gibi heca harflerinden bir harftir.

 

Ubeyy b. Ka'b, el-Hasen, İbn Ebi İshak ve Nasr b. Asım tenvinsiz olarak "dal" harfi esreli: (...) diye okumuşlardır. Bu kıraatin iki açıklaması vardır. Buna göre: "Karşı çıktı, çıkar" dan gelmektedir ki: "Sen ona yöneliyorsun" (Abese, 6) Onun karşısında duruyorsun, demektir. "Karşıda durmak, karşı çıkmak" demektir. Boş yerlerde sesin yankılanıp geri dönmesi (yankı) demek olan "sada" da buradan gelmektedir. Buna göre: Sen amelinle Kur'an'a karşılık ver, demektir. Yanisen amelinle ona karşıdur, amelinle ona karşılık ver. Emirlerinin gereğini yap yasaklarından uzak dur.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu açıklama el-Hasen'den rivayet edilmektedir. Ondan gelen bu kıraatini, bu şekilde tefsir ettiğine dair rivayet, sahih bir rivayettir. Yine ondan gelen bir başka rivayete göre: Kur'an'ı oku ve onu okumaya taarruz et (kalkış), demektir.

 

Diğer görüşe göre eğer "dal" harfi de sakin okunursa. iki sakin arka arkaya gelmiş olacağından dolayı "dal" harfi kesreli okunmuştur.

 

İsa b. Ömer ise: "Sade" diye "dal'' harfini üstün olarak okumuştur.

 

"Kafe" ile ''nune" şeklinde son harflerinin üstün okunması da buna benzemektedir.

 

Bu şekildeki okuyuşunun üç türlü açıklaması yapılabilir: Birincisine göre bu: "Oku'" anlamında olur, ikincisine göre arka arkaya iki sakin gelmesi dolayısıyla üstün okumuştur. Bu durumda üstünü itba' (önceki harfe uygunluk) olması için tercih etmiş ve üstünü harekelerin en hafifi olmasından dolayı benimsemiştir. üçüncü açıklamaya göre ise yemin harfi kullanılmaksızın yemin olması dolayısıyla nasb ile gelmesidir. Bir kimsenin: (...): Allah'a yemin ederim ki mutlaka yapacağım" demesine benzer. Bunun iğra (teşvik) olmak üzere nasbedildiği de söylenmiştir.

 

Anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: Muhammed, insanların kalblerini kendisine iman edinceye kadar avladı ve kendisine doğru meylettirdi.

 

Yine İbn Ebi İshak; "dal" harfini esre ve tenvinli olmak üzere: (...) şeklinde yemin harfinin hazfedilmiş olması esasına göre mecrur okumuştur. Ancak böyle bir okuyuş -Sibeveyh böylesini caiz kabul etse dahi- uzak bir ihtimaldir. Söylenme imkanı bulunamayan seslere ve daha başkalarımı benzetilmiş olması da mümkündür.

 

Harun b. el-A'ver ile Muhammed b. es-Semeyka': "Sadu". ''kafu" ile: ''Nunu" şeklinde sonları ötreli olarak okumuşlardır. Çünkü çoğunlukla mebni (irab dolayısıyla son harekeleri değişmeyen) kelimelerde bilinen şekil budur. " ... den beri, hiçbir, önce, sonra" kelimelerinde olduğu gibi.

 

"Sad" harfi surenin ismi kabul edilecek olursa, munsarıf olmaz Nitekim müennes bir varlığa, müzekker ismi verilecek olursa -harfleri az olsa dahimunsarıf değildir.

 

İbn Abbas ile Cabir b. Abdullah'a "Sad" hakkında soru sorulduğunda: Bizler ne olduğunu bilemiyoruz, diye cevab vermişlerdir.

 

İkrime de şöyle demiştir: Nafi b. el-Ezrak, İbn Abbas'a "sad"ın mahiyeti hakkında soru sormuş, o da şöyle demiştir: "Sad" Mekke'de bir deniz idi.

 

Onun üzerinde Rahman'ın Arşı vardı. O sırada da ne gece vardı, ne de gündüz.

Said b. Cübeyr dedi ki: "sad" Yüce Allah'ın, iki defa sur'a üfürme arasındaki sürede kendisi ile ölüleri dirilteceği bir denizin adıdır.

 

ed-Dahhak dedi ki: Sadakallahu (Allah doğru söylemiştir). demektir. Yine ondan gelen rivayete göre "sad" Yüce Allah'ın kendisi ile yemin ettiği bir kasemdir ve bu, onun isimlerindendir. es-Süddi de böyle demiştir, İbn Abbas'tan da böyle dediği rivayet edilmiştir.

 

Muhammed b. Ka'b dedi ki: Bu, Yüce Allah'ın Samed, masnuatın Sanii (sanat olarak var edilmişlerin yapıcısı) ve Sadiku'l-va'd (sözünü yerine getiren) isimlerinin başıdır.

Katade dedi ki: Sad, Rahman'ın isimlerinden birisidir. Yine ondan gelen rivayete göre bu, Kur'an'ın isimlerindendir

 

Mücahid dedi ki Sad, bu surenin başıdır. Bunun Yüce Allahın bilgisini kendisine ayırmış olduğu hususlardan olduğu da söylenmiştir Birinci görüşün ihtiva ettiği anlam da budur. Bütün bu açıklamalar daha önceden el-Bakara Suresi'nde (1. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Çok şerefli Kur'an'a andolsun" buyruğundaki: "Kur'an'a andolsun" buyruğu yemin maksadıyla kullanılan "be'nin yerine kullanılan "kasem (yemin) vav'ı" ile mecrur gelmiştir. Yüce Allah, değerinin üstünlüğüne dikkat çekmek üzere Kur'an'a yemin etmektedir Çünkü Kur'an-ı Kerim'de herşeye dair açıklama, kalblerdeki rahatsızlıklara şifa vardır ve o Peygamber (s.a.v.)'ın bir mucizesidir

 

"Çok şerefli" anlamındaki buyruk da sıfat olmak üzere cer ile gelmiştir.

 

Mecrur olmasının alameti ise " ... li" lafzındaki "ye" harfidir, bu da illetli (son harfi illet harflerinden) olan bir isimdir. Aslı ise "feale" vezninde (...) şeklindedir.

 

İbn Abbas ve Mukatil dedi ki: "Çok şerefli" açıklayıcı olması demektir edDahhak dedi ki: "Çok şerefli" ona iman eden kimse için her iki yurtta da şeref veren demektir, Yüce Allah'ın: "Andolsun ki Biz size, sizin için bir şan ve şeref kaynağı (zikrukum) olan bir kitab indirdik" (el-Enbiya, 10) buyruğuna benzemektedir Burada geçen "zikrukum'' sizin için şeref anlamındadır. Aynı şekilde Kur'an-ı Kerim, mucize oluşu ve başka kitabIarın ihtiva etmediği şeyleri ihtiva etmesi dolayısı ile de bizatihi oldukça şerefli bir kitabtır.

 

"(Çok şerefli anlamı verilen): zi'z-zikir"in şu anlama geldiği de söylenmiştir: O kitapta din ile ilgili gerek duyulan herşey zikredilmiştir. Orada Yüce Allah'ın isimleri zikredilmekte ve şanı yüceltilmektedir, anlamında olduğu söylendiği gibi, öğüt ve zikir (hatırlatma) sahibi (ihtiva eden) anlamında olduğu da söylenmiştir.

 

Yeminin cevabı hazfedilmiştir. Cevabının ne olduğu hususunda farklı görüşler vardır: Yeminin cevabının "Sad" olduğu söylenmiştir. Çünkü o "hak" anlamındadır. Buna göre Yüce Allah'ın: "Kur'an'a andolsun ki" buyruğunun cevabıdır. Nitekim: Allah'a yemin ederim ki, o bir haktır, Allah'a yemin ederim inmiştir, Allah'a yemin ederim vacib olmuştur, demeye benzer. Bu açıklamaya göre Yüce Allah'ın: "Çok şerefli Kur'an'a andolsun" buyruğu üzerinde vakıf yapmak güzel olur. .. (...): ... büyüklük taslamakta ve muhalefet etmektedirler" buyruğu üzerinde de tam bir vakıf yapılır. Bu açıklamayı İbnu'l-Enbarı yapmıştır. Bu anlamdaki açıklamayı es-Salebi de el-Ferra'dan nakletmiştir.

 

Yeminin cevabının: "Aksine kafirler büyüklük taslamakta ve muhalefet etmektedirler" buyruğu olduğu da söylenmiştir. Çünkü "Aksine" lafzı önceki bir hususu nefyetmek, onun dışındakinin de isbatı (olumlu anlatımı) içindir. Bu açıklamayı el-Kutebi yapmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmuş gibidir: "Çok şerefli Kur'an'a andolsun ki, aksine kafirler büyüklük tas lamakta ve" hakkı kabul etmekten uzakta ve Muhammed (s.a.v.)'a düşmanlık yapmak suretiyle "muhalefet etmektedirler."

 

Yahut da: "Çok şerefli Kur'an'a andolsun ki" durum onların söyledikleri gibi değildir, sen yalan söyleyen bir sihirbaz değilsin. Çünkü onlar senin doğru sözlü ve güvenilir bir kimse olduğunu çok iyi biliyorlar. Aksine onlar hakkı kabul etmeyip büyüklenmektedirler. Bu da Yüce Allah'ın: "Kaf, çok şerefli Kur'an'a yemin ederim ki, bilakis ... hayret ettiler. .. " (Kaf, 1-2) buyruğuna benzemektedir.

 

Bir başka görüşe göre cevab: " ... nice nesiller helak ettik" buyruğudur. Şöyle denilmiş gibidir: "Kur'an'a andolsun ki ... nice nesiller helak ettik." Burada: "Nice" lafzı nisbeten sonraları geldiğinden, başından "lam" harfi hazfedilmiştir. Yüce Allah'ın: "Andolsun güneşe ve aydınlığına" (eş-Şems, 1) diye buyurduktan sonra "Muhakkak felah bulmuştur" (eş-Şems, 9) diye buyurmuştur ki; bu da: "Andolsun felah bulmuştur" demek olur.

 

el-Mehdevi dedi ki: el-Ferra'nın görüşü de budur. İbnu'l-Enbari dedi ki: Bu bakış açısına göre Yüce Allah'ın: "Kafirler büyüklük taslamakta ve muhalefet etmektedirler" buyruğu üzerinde vakıf tamam olmaz.

 

el-Ahfeş dedi ki: Yeminin cevabı: "Onların herbiri rasulleri yalanladılar. Bu sebeple azabım hak oldu" (Sad, 14) buyruğudur. Bunun benzeri de Yüce Allah'ın: "Allah'a yemin olsun ki, biz gerçekten apaçık bir sapıklıkta idik" (eş-Şuara, 99) buyruğu ile: "Andolsungöğe ve tarıka ... üzerinde hiçbir gözetleyicinin bulunmadığı hiçbir nefs yoktur" (et-Tarık, 1-4) buyruğudur.

 

İbnu'l-Enbari dedi ki Ancak bu pek güzel olmayan bir açıklamadır, çünkü kasem ile cevabı arasındaki ifadeler oldukça uzamış, ayetler ve kıssalar oldukça fazlalaşmış bulunmaktadır.

el-Kisai dedi ki: Yeminin cevabı Yüce Allah'ın: "Cehennem ehlinin bu davalaşmaları hiç şüphesiz bir gerçektir" (Sad, 64) buyruğudur. İbnu'l-Enbari dedi ki: Bu ise birincisinden daha da çirkin bir açıklamadır. Çünkü burada yemin ile cevabı arasındaki ifadeler daha da uzamış bulunmaktadır.

 

Yeminin cevabının: "İşte muhakkak bu bizim rızkımızdır. Tükeneceği yoktur" (Sad, 54) buyruğu olduğu da söylenmiştir

 

Katade dedi ki: Cevab hazfedilmiştir, cevabın takdiri de: "Çok şerefli Kur'an'a andolsun" ki muhakkak sizler öldükten sonra diriltileceksiniz, gibi bir ifadedir.

 

"Aksine kafirler büyüklük taslamakta" hakkı kabul etmemekte ve buna karşı büyüklenmektedirler. Yüce Allah, nitekim bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Ona: Allah'tan kork, denildiği zaman, cahiliye kibiri kendisini günah işlemeye sürükler." (el-Bakara, 206)

 

Araplara göre "izzet" (burada mealde büyüklük) galib gelmek ve kahretmek anlamlarındadır. Mesela: "Galip gelen, talan vurur" denilir. Yüce Allah'ın: "Ve söz söylemede de beni yendi" (Sad, 23) buyruğunda da bu kökten gelmektedir ki, burada "azzeni", beni yenik düşürdü, anlamındadır. Şair Cerir de şöyle demiştir: "İki omuzu ile yol üzerinde (ki diğer develeri) yenik düşürür, Kumarda malını kaybetmiş bir kimsenin kumar okları üzerindeki çöküşü gibi."

 

Burada da bu fiil, galip gelmek anlamında kullanılmıştır.

 

"Ve muhalefet etmektedirler." Yani ayrılıklarını, muhalefetlerini açıkça ortaya koymaktadırlar,

 

"Muhalefet"; "Ayırmak, yarıp bölmek"ten gelmektedir. Sanki bu bir tarafta, diğeri bir taraftaymış gibi. Buna dair yeterli açıklamalar daha önceden el-Bakara Süresi'nde (137. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Onlardan önce" bunlardan daha güçlü, kuvvetli "nice nesiller" kavimler "helak ettik." Bu buyruktaki: ''Nice" çokluk ifade eden bir lafızdır.

 

"Onlar da" yardım ve tevbe isteyerek "feryad ettiler." Bu buyruktaki "nida (feryad etmek)" sesi yükseltmek demektir. (Ezan ile ilgili) gelen rivayette geçen: "Sen onu Bilal'e öğret, onun sesi senden daha yüksektir." hadisindeki: (...): lafzı "daha yüksektir" demektir ve aynı kökten gelmektedir,

 

"Halbuki kurtulma vakti değildi" buyruğu ile ilgili olarak el-Hasen dedi ki: Onlar tevbe diye seslerini yükselttiler fakat ne tevbe etmek zamanı idi, ne de amelde bulunmanın fayda vereceği bir zanundı.

 

en-Nehhas dedi ki: Bu ondan nakledilmiş Yüce Allah'ın: "Halbuki kurtulma vakti değildi" buyruğu ile ilgili bir tefsirdir. İsrail ise Ebu İshak'tan, o et-Temimı'den, o İbn Abbas'dan "halbuki kurtulma vakti değildi" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bu koşmak ve kaçıp kurtulmak zamanı değildir. Hepsi de oldukları yerde zaptedildiler, alıkonuldular.

 

el-Kelbi dedi ki: Savaş esnasında zor ve sıkıntı içerisinde kaldıklarında biri diğerine: ''Kurtuluş" diye seslenirlerdi ki, geri dönüp kaçmaya, kurtulmaya bakınız, demektir. Azab onlara geldiğinde yine aynı şekilde "kurtuluş!" dediler. Yüce Allah da: "Halbuki kurtulma vakti değildi" diye buyurdu.

 

el-Kuşeyri dedi ki: Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Onlar kurtuluş diye seslendiler. Buradaki "seslendiler" lafzı ifadenin geri kalan bölümlerinin delaleti dolayısıyla hazfedilmiştir. Yani bu zaman sizin birbirinize yüksek sesle söylediğiniz şeyin zamanı değildir. Bu ifadede bir çeşit tahakküm de vardır. Zira: Helak olmuş bütün nesillerin hepsinin çaresizlik esnasında "kurtuluş!" diye seslenmiş olmaları uzak bir ihtimaldir.

"Halbuki kurtulma vakti değildir" buyruğunun: ''Kurtuluş yoktur'" anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da başına: "Yoktur" lafzının gelmesi dolayısı ile nasb mahallinde demektir.

 

el-Kuşeyri dedi ki: Ancak bu tartışılır, çünkü bu durumda: "Halbuki kurtulma vakti değildi" buyruğundaki "vav (mealde; halbukiYin anlamı olmaz.

 

el-Cürcani dedi ki: "Kurtuluşun olmayacağı bir zamanda seslendiler" demektir. Bu da kurtulmanın ve azaptan yakayı kurtarmanın sözkonusu olmayacağı bir zamanda (seslendiler) demde olur. İlahi buyrukta: d( Y) öne alınıp (...)'' de sonradan zikredilince, başa bir "vav"ın getirilmesi gerekmiştir. Tıpkı halin mübteda ve haber olması halinde olduğu gibi, Mesela: Zeyd binici olarak geldi" ifadesinde hala mübteda ve haber şeklinde dile getirilirse, "vav" getirmek gerekir ''Zeyd binici olduğu halde bana geldi'' demek gibi,

 

Bu buyrukta "Zaman" lafzı "feryad ettiler" buyruğunun zarfıdır. 'Geri kalmak, kaçıp kurtulmak" manasınadır. Yani onlar kendileri için kurluluşun sözkonusu olmayacağı bir zamanda kurtuluş istemek için feryad ettiler. el-Ferra dedi ki (İmriu'l-Kays dedi ki): "Senden uzak kaldı diye, Leyla'yı hatırlamaktan mı kaçıyorsun?"

 

Kaçtı, uzaklaşıp gitti, kaçıp uzaklaşıp gider, kaçıp uzaklaşıp gitmek" denilir.

 

en-Nehhas dedi ki: öne gelip yaklaşmayı anlatmak için de (...) denilir

 

Derim ki: O takdirde bu fiil ezdad (zıt anlamlı) fiillerden olur (...): Yaban eşeği' demektir. (...): Geri kaldı" anlamındadır. Bu açıklamayı da el-Cevheri yapmıştır.

 

Nahivciler "Halbuki ... vakti değildi" üzerinde vakıf yapmak hususunda birtakım açıklamalarda bulunmuş, Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam ise "Kitabu'l-Kıraat"de oldukça fazla açıklamalarda bulunmuş olmakla birlikte, çok cüzi kısımlar dışında bütün açıklamaları red olunmuştur.

 

Sibeveyh dedi ki: "Değildi(r)" lafzı: ''Değildire benzer bunda isim gizlidir. "Bizim bu zamanlarımız kurtulma zamanı değildir" demektir. Onun naklettiğine göre Araplardan kimisi bu lafız dolayısıyla sonrakini merfu olarak: "Halbuki bu kurtulma zamanı değildir' diye söylerler.

 

Yine onun naklettiğine göre ref' ile okuyuş azdır. Bu durumda haber de hazfedilmiş olur Nasb halinde ismin haztedilmiş olduğu gibi Yani: "Bu bizim için bir kurtulma vakti değildir."

 

Sibeveyh ve el-Ferra'ya göre bu kelime üzerinde vakıf yapılacak olursa: "Halbuki, değildir'' şeklinde ''te' ile yapılır. Sonra da: 'Kurtuluş vakti" diye okumaya başlanır, Aynı zamanda bu İbn Keysan ve ez-Zeccac'ın da görüşüdür. Ebu'I-Hasen b, Keysan dedi ki: Doğrusu da Sibeveyh'in dediği gibidir. Çünkü o bunu: ''Değildir" edatına benzetmiştir. Nasıl ki: (...) denilebiliyor ise (...) da denilebilir.

 

el-Kisai'ye göre ise bunun üzerinde vakıf yapılacak olursa "he" ile vakıf yapılarak: (...) denilir. el-Muberred Muhammed b, Yezid'in görüşü de budur. Ali b, Süleyman'ın ondan naklettiğine göre, bu hususa delil de şudur:

 

Bunun sonuna gelen "he (te)" kelimenin müennes kılınması içindir. Tıpkı: "Sonra ve nice" denilmesi gibi,

 

el-Kuşeyrı de şöyle demiştir: Bazan: ''Sonra" (...) anlamında; ''Nice"de (...) anlamında kullanılabilir. Sanki onlar (ayet-i kerimenin açıklanan bu lafzını da): (...)'nin sonuna "he"i ilave edip: (...) demiş gibidirler. Tıpkı: ''Sonra" lafzını (...) diye kullanıp vasıl halinde bunun "te"ye dönüşmesi gibi.

 

es-Sa'lebi dedi ki: Dilciler dedi ki: "Vakti değildi" lafzı tek bir kelime imiş gibi her ikisi(nin son harfleri) de fethalıdır. Ancak bu sonuna "te" gelmiş ''Değil" lafzıdır. "Nice" anlamındaki: (...) lafzının (...) şeklinde; "sonra" anlamındaki: (...) lafzının da: (...) şeklinde söylenmesi gibi.

 

Ebu Zubeyd et-Tai dedi ki: "Bizden barış istediler, halbuki zamanı değildi, Bu sebepten biz onlara (bu zaman) hayatta kalma zamanı değildir, diye cevab verdik."

 

Bir başka şair de şöyle demiştir: "Leyla'nın sevgisini hatırla, bu ise zamanı değildir, (Çünkü) artık ağaran saçlar beraber olduğun arkadaşını senden koparmıştır."

 

Araplardan bu edat ile (sonraki ismi) mecrur okuyanlar da vardır. el-ferra şu beyiti zikretmektedir: "Andolsun tanıyacaksın çok güzel huyları, Ve andolsun pişman olacaksın; fakat o vakit pişmanlık zamanı değildir."

 

el-Kisai, el-Ferra, el-Halil, Sibeveyh ve el-Ahfeş: "Halbuki... vakti değildi" buyruğundaki "te" harfinin: ''Vakti" lafzından ayrı olduğunu kabul ediyorlar ve buradaki anlamı (...) şeklindedir, diyorlardı. Eski ve yeni mushaflarda da aynı şekilde "te" sonraki "hı" harfinden ayrı yazılmıştır. Ebu Ubeyde Ma'mer b. el-Müsenna da bu kanaatte idi. Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam da şöyle demiştir: Bana göre bu kelime üzerinde vakıf yapılacak olursa: ''Ve değildir" şeklinde yapılır, okumaya da: "Kurtulma vakti" diye başlanılır. Bu durumda "te" harfi "hı" harfi ile birlikte olur. Bazıları ise: "Değildir" diye vakıf yapılır, sonra da: ''Kurtulma vakti" diye okumaya başlar.

 

el-Mehdevi dedi ki: Ebu Ubeyd'in belirttiğine göre "te" harfi mushafta sonraki kelimenin "hı" harfine bitişik olarak yazılmıştır. Bu ise nahivcilere göre yanlışlıktır, müfessirlerin açıklamalarına da aykırıdır. Ebu Ubeyd delil olarak da şunları gösterir: Biz Arapların "te" harfini fazladan ancak: "Zaman, zamanlar ve şimdi. şu an" kelimelerinde fazladan getirdiklerini görüyoruz, Daha sonra Ebu Vecze es-Sa'di'nin şu beyitini zikreder: "Şefkat edecek kimsenin olmadığı zamanda şefkat gösterenler, Yemek yediren nerede! (denildiği) zamanda yemek yedirenler..."

 

Ebu Zübeyd et-Tai'nin de şu beyitini zikretmektedir: "Bizden barış istediler, zamanı değildi oysa, bunun için biz onlara; Şimdi hayatta kalma zamanı değildir, diye cevap verdik."

 

Görüldüğü gibi burada: "Zaman" kelimesinin başına "te" harfi getirmiştir.

Ebu Ubeyd dedi ki: "Şimdi" lafzının başına "te" harfini getirmelerine örneklerden birisi de bir adamın Osman b. Affan (r.a) hakkında İbn Ömer'e soru sorması üzerine onun üstün özelliklerini zikrettikten sonra ona: "Artık sen bunları öğrenmiş olarak şimdi git!" demiş olmasıdır. Şairin şu beyiti de böyledir: "Ey Cümane, evimden uzaklaşmadan önce bir bağışta bulun, Ve önceden söylediğin gibi haydi şimdi bizi gözet,"

 

Ebu Ubeyd dedi ki: Sonra ben bütün bunlarla birlikte kendisine "imam" adı verilen -Osman (r.a.)'a ait- mushafı iyice tetkik ettim, Ben burada "te" harfinin: (-hin-): Zaman" lafzı ile birlikte: (-tehin-) şeklinde yazıldığını gördüm,

 

Ebu Cafer en-Nehhas dedi ki: Ebu Vecze'ye ail olup (Ebu Ubeyd'in) zikrettiği ilk beyiti, dilbilginleri dört şekilde rivayet etmişlerdir. Hepsi de onun naklettiği şekle uymamaktadır. Ebu'l-Abbas Muhammed b. Yezid'in rivayet ettiği rivayetlerin birisinde iki takdir söz konusudur: "Şefkat edenler, şefkat eden kimsenin olmadığı bir zamanda,"

 

İkinci rivayet "Şefkat edenler, şefkat gösterme zamanı olmayan bir zamanda,"

 

Üçüncü rivayeti ise İbn Keysan rivayet etmiştir: "Şefaat edecek kimsenin olmadığı bir zamanda şefkat gösterenler,"

 

Görüldüğü gibi burada vakıf yapılacak olursa "(yuvarlak teyi) he": okuyup geçme (idrac) halinde de "te' olarak zikretmiştir. Ayrıca bunun müenneslik "te'si'ne benzetilerek harekesinin açığa vurulması için olduğunu ileri sürmüştür,

 

Dördüncü rivayet de şu şekildedir: "Şefkat gösterecek kimsenin olmadığı bir zamanda ona şefkat gösterenler."

 

Bu rivayette de iki takdir sözkonusudur. İsmail b. İshak'ın benimsediği görüş olan birinci takdire göre buradaki "he" nasb mahallindedir. Mesela: ''Zeyd'i vuranlar' denildiği vakit "Zeyd" yerine zamir kullanılarak: ''Onu vuranlar" demeye benzer. Sibeveyh de şiirde -"h'' den önce düşmesi gereken "nun" harfi ilavesi ile-: (...) Onu vuranlar" kullanımını caiz görmüştür. İşte burada İsmail (b. İshak) -Sibeveyh'in benzerini caiz kabul eden görüşüne binaen- bu şekilde rivayet etmiştir.

 

İkinci takdire göre kelime ''Şefkat gösterenler' şeklindedir ve sondaki "he" harekeyi açığa çıkarmak içindir. Nitekim vakıf yapmak halinde: ''Müslümanlar bize uğradı" demek de böyledir Daha sonra bu "he" vasıl halinde de tıpkı vakıf halinde olduğu gibi okunmuştur. Nitekim Medineliler: "Malımın bana faydası olmadı, saltanatım da beni bırakıp gitti" (el-Hakka, 28-29) buyruğunu böyle okumuşlardır.

 

İkinci beyite (Ebu Zübeyerin beytine) gelince, bunda da delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü: "Zamanı değildir" diye vakıf yapılır Ancak bunda açıklanması nisbeten zor bir nokta vardır. Çünkü bu sondaki "nun" harfi kesreli olarak rivayet edilir. Hal bu ki: (...)'den sonra "ya" merfu yahutta mansub olarak gelmelidir. Her ne kadar İsa b. Ömer'in: "Halbuki kurtulma vakti değildi" diye "te" ve "nun" harflerini kesreli okuduğu rivayet edilmiş ise de bu böyledir. Çünkü ondan sağlam rivayette bulunan kimselerin rivayetine göre o, "te" harfini kesreli, ondan sonraki kelimenin 'nun" harfini fetha ile okumuştu!'. Böylelikle: (...)'ı kesre üzerine; (...)'ı da fetha üzerine bina etmiştir.

 

"Te"nin üstün, "nun" harfinin kesreli okunuşuna gelince, bunda da iki takdir sözkonusudur. el-Ahfeş dedi ki: Bunda hazfedilmiş bir lafız vardır ki: ''Bu vakti, zamanı değildir" anlamındadır

 

en-Nehhas dedi ki: Ancak bu görüşün yanlış olduğu açıkça ortadadır. Diğer takdir ise Ebu İshak'tan gelmiş olup o şöyle demiştir: Bu ifadenin takdiri: (...): Zamanımız ... değildir" şeklinde olup muzafun ileyhi hazfedildiğinden irabı yapılamaz. Kesreli okunuşu ise iki sakinin arka arkaya gelişinden ötürüdür. Ayrıca Muhammed b. Yezid bunu (Ebu Zubeyd et-Tai'nin beyitini): "Zamanları ... değildir" diye ref' ile de nakletmiştir.

 

Üçüncü beyit (olan ve: evimden uzaklaşmadan önce ... diye başlayan beyite) gelince, uydurma bir beyit olup kim tarafından söylendiği bilinmemektedir Delil olmaya elverişli bir tarafı da yoktur. Her ne kadar Muhammed b. Yezid bunu(n son kelimelerini): "Söylediğin gibi şimdi" diye rivayet etmiş ise de.

 

Başkası ise şöyle demiştir: ''Sen şimdi söylediğin gibi" şeklinde olup: "Sen" lafzındaki hemze ile "nun'u düşünnüştür.

 

İbn Ömer'in soru soran adama Osman (r.a)'ın üstünlüklerini sözkonusu ettikten sonra ona: "Haydi bunları al, arkadaşlarına git" demiş olmasının da delil olacak bir tarafı yoktur. Çünkü bunu rivayet eden kimse manası ile rivayet etmiştir. Bunun delili de şudur: Mücahid, İbn Ömer'den bunu rivayet etmekte ve onda şöyle dediğini belirtmektedir: "Haydi git ve bütün gayretini ortaya koy" Bir başkası ise: "Haydi şimdi bunları beraberinde alıp git" diye rivayet etmiştir.

 

Ebu Ubeyd'in bu lafzın İmam Mushafta: (...) diye yazıldığını gördüğünü delil olarak ileri sürmesine gelince, bunda da delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü "imam"ın anlamı mushafların imamı şeklindedir. Eğer diğer mushaflara muhalif ise onlara imam olmaz. Çünkü bütün mushaflarda: (...) şeklinde olup "te" harfi "la"ya bitişiktir. Şayet bu hususta bunun dışında bir delil bulunmasaydı dahi, bu bile ikna edici olurdu.

"Kurtulma"nın çoğulu: (...) diye gelir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Sad 4-5

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR