FUSSİLET 52 / 54 |
قُلْ
أَرَأَيْتُمْ
إِن كَانَ
مِنْ عِندِ
اللَّهِ
ثُمَّ
كَفَرْتُم بِهِ
مَنْ
أَضَلُّ
مِمَّنْ
هُوَ فِي
شِقَاقٍ
بَعِيدٍ {52}
سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا
فِي
الْآفَاقِ
وَفِي
أَنفُسِهِمْ
حَتَّى
يَتَبَيَّنَ
لَهُمْ
أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ
يَكْفِ
بِرَبِّكَ
أَنَّهُ
عَلَى كُلِّ
شَيْءٍ
شَهِيدٌ {53}
أَلَا
إِنَّهُمْ فِي
مِرْيَةٍ
مِّن
لِّقَاء
رَبِّهِمْ
أَلَا
إِنَّهُ
بِكُلِّ
شَيْءٍ
مُّحِيطٌ {54} |
52. De
ki: "Söyleyin bana eğer o Allah tarafından ise sonra da siz onu inkar
ederseniz, uzak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim olabilir?"
53. Onun
gerçeğin ta kendisi olduğu kendilerine apaçık belli oluncaya kadar ayetlerimizi
onlara hem afakta, hem kendi nefislerinde göstereceğiz. Rabbinin herşeyi görüp
gözetici olması sana yetmez mi?
54.
Bilin ki muhakkak onlar Rabbleri ile karşılaşmaktan şüphededirler. Uyanık olun!
Muhakkak O, herşeyi kuşatandır.
Ey Muhammed! Onlara
"de ki" ey müşrikler! "Söyleyin bana eğer o bu Kur'an-ı Kerim
"Allah tarafından ise sonra da siz onu inkar ederseniz, uzak bir ayrılığa
düşenden daha sapık kim olabilir?" Hangi insan bundan daha sapık olabilir'
Yani bedbahtlığınızın ve düşmanlığınızın aşırılığından ötürü sizden daha sapık
hiç kimse olmaz.
Yüce Allah'ın:
"Eğer o Allah tarafından ise" ifadesinin Yüce Allah'ın:
"Andolsun Biz Musa'ya kitabı verdik" (Fussilet, 45) buyruğunda sözü
edilen kitaba ait olduğu da söylenmiştir Ancak birinci görüş daha güçlüdür ve
İbn Abbas'ın görüşü de budur.
"Onun gerçeğin ta
kendisi olduğu kendilerine apaçık belli oluncaya kadar ayetlerimizi"
vahdaniyet ve kudretimizin birliğini "onlara hem afakta" geçmiş
ümmetlerin kaldıkları yerlerin harabe oluşunda, "hem kendi nefislerinde"
belalarla, hastalıklarla "göstereceğiz."
İbn Zeyd dedi ki:
"Hem afakta" semadaki varlık ve birliğimizin belgelerinde "hem
kendi nefislerinde" dünyada cereyan eden olaylarda demektir. Mücahid dedi
ki: "Hem afakta" çevredeki toprakların fethedilmesinde ...
Yüce Allah Resulüne ve
ondan sonraki Raşid halifeler ile dünyanın dört bir yerinde ve genel olarak
doğuda ve batıda dininin yardımcılarına özellikle de batı tarafında daha önceki
yeryüzünde bulunan halifelerden hiçbir kimseye benzeri görülmedik şekilde
fetihler kolaylaştırılmıştır. Aynı şekilde zorbalara ve kisralara karşı
zaferler kazanmışlar, onların az sayıdaki toplulukları öbürlerinin bir çoğuna
galib gelmiş, bu ümmetin zayıfları zorba ve ki sraların güçlülerine egemen
kılınmıştır. Onlar vasıtası ile alışılmadık ve olağanüstü birtakım olaylar
gerçekleştirmiştir. "Hem kendi nefislerinde" de Mekke'nin
fethedilmesi demektir. Taberi'nin tercih ettiği açıklama da budur. elMinhal b.
Amr ve es-Süddı de böyle demişlerdir.
Katade ile ed-Dahhak ise
şöyle demektedirler: "Hem afakta" Allah'ın geçmiş ümmetlerin başına
getirdiği olaylarda, "hem kendi nefislerinde" Bedir gününde ...
demektir.
Ata ile yine İbn Zeyd de
şöyle demişlerdir: "Hem afakta" göklerin ve yerin çeşitli yerlerinde,
güneş, ay, yıldız, gece, gündüz, rüzgarlar, yağmurlar, gök gürültüsü,
şimşekler, yıldırımlar, bitkiler, ağaçlar, dağlar, denizler ve daha
başkalarında ... demektir.
es-Sıhah'da
"afak" çevre ve etraftaki yerler demektir. Bunun tekili "ufk ve
ufuk" diye gelir, "usr ve usul''' gibi. Hemze ile "fe"
harfleri üstün olarak: "Yerin ufuklarından (uzak yerlerinden) olan
adam" demektir. Bunu en-Nasr nakletmiştir. Bazıları ise hemze ve
"fe"nin ötreli olarak; (...) diye söyleneceğini belirtmişlerdir.
Kıyasa uygun olan şekil de budur. el-Cevheri'den başkaları da şöyle bir beyit
zikretmektedir: "önünüzde semanın ufuklarını kapatmış bulunuyoruz, Oranın
iki ayı (güneşi ve ayı) ve doğan yıldızları bizimdir."
"Hem kendi
nefislerinde" ilahi sanatın inceliklerini, hikmetinin harikuIadeliklerini
-küçük ve büyük abdestin çıkış yollarını- dahi göstereceğiz. Çünkü kişi belli
bir yerden yer içer, fakat bunlar iki ayrı yerden çıkarlar. Yine Yüce Allah'ın
sanatının harikuladeliğini bir su damlasını andıran gözlerinde de göstereceğiz.
O bunlarla sema ve arzda beşyüz yıllık bir mesafeyi görebilmektedir. Kendileri
vasıtasıyla farklı sesleri birbirinden ayırdedebildiği kulaklarında ve buna
benzer Yüce Allah'ın insan yapısındaki harikulade diğer hikmetlerinde de
göstereceğiz.
Bir başka görüşe göre
"hem kendi nefislerinde" onların nutfe iken diğer başka hallere
geçişleri anlamındadır. Nitekim bunlara dair açıklamalar daha önceden
el-Mu'minun Süresi'nde (12-14. ayetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Anlamın Peygamber (s.a.v.)'ın kendilerine haber vermiş olduğu çeşitli fitneler
ve gaybe dair haberleri göreceklerdir, şeklinde olduğu da söylenmiştir.
"Onun gerçeğin ta
kendisi olduğu kendilerine apaçık belli oluncaya kadar ... " buyruğu ile
ilgili dört açıklama vardır:
1. O Kur'an-ı Kerim'dir.
2. Rasülullah
(s.a.v.)'ın kendilerine getirdiği ve kendisine davet ettiği İslamdır.
3. Allah'ın kendilerine
gösterdiği ve bu hususta yaptıkları hakkın kendisidir.
4. Muhammed (s.a.v.)
gerçek Rasülün ta kendisidir.
"Rabbinin herşeyi
görüp gözetici olması yetmez mi?" buyruğundaki: ''Rabbinin" buyruğu;
"Yetme" fiilinin faili olarak ref' mahallindedir. (...) ise
"Rabbin" lafzından bedeldir. Eğer mahalline bedel kabul edersek, ref'
konumundadır. Eğer lafzından bedel kabul edersek, cer konumundadır.
"Lam" harfinin hazfi takdiri ile nasb konumunda olması da mümkündür.
Buyruğun anlamı da şudur: Rabbinin tevhidine dair onlara gösterdiği delilleri
onlara yetmez mi? Çünkü o "herşeyi görüp, gözetici"dir. Herşeyi görüp
gözettiğine göre de herşeyin karşılığını verir.
Anlamın:
"Rabbinin" kafirleri cezalandırmak hususunda "herşeyi görüp
gözetici olması yetmez mi?" anlamında olduğu da söylenmiştir. Bir başka
açıklamaya göre buyruğun anlamı şöyledir: Ey Muhammed! "Rabbinin
herşeyi" kafirlerin amellerini "görüp, gözetici olması" sana
"yetmez mi?"
Yine bir başka görüşe
göre anlam şöyledir: Kur'an-ı Kerim'in Allah tarafından gelmiş olduğuna şahid
olarak "Rabbin ... yetmez mi?"
Şöyle de açıklanmıştır:
Rabbinin kulların işledikleri "herşeyi görüp, gözetici olması sana yetmez
mi?"
Görüp gözetici (şehid)
de bilen anlamındadır. Yani bu lafız hazır bulunmak demek olan şehadetten
gelmektedir.
"Bilin ki muhakkak
onlar Rabbleri ile" ahirette es-Süddi'ye göre ölümden sonra diriliş ile
"karşılaşmaktan şüphededirler." Tereddüt etmektedirler.
"Uyanık olun!
Muhakkak O herşeyi kuşatandır." İlmi herşeyi kuşatmıştır, Bu açıklamayı
es-Süddi yapmıştır. el-Kelbı de şöyle demiştir: Onun kudreti herşeyi
kuşatmıştır.
el-Hattabı şöyle
demiştir: Kudreti bütün mahlukatını kuşatan O'dur, Bilgisi herşeyi kuşatan
O'dur. Herşeyi sayısıyla bilen O'dur. Yüce Allah'ın bu ismi çoğunlukla tehdit
ifade eden buyruklarla birlikte gelir, Gerçek anlamı ise herşeyi kuşatıcı
olması ve kuşatılan şeyin kökten imha edilmesidir.
"Kuşatıcı (anlamındaki
muhit)" asıl şekli; (...) olup, "ye"nin harekesi "ha
"ya nakledilerek "ye" harfi sakin (med harfi) olmuştur. Buradan:
''Kuşattı, kuşatır, kuşatmak" denilir. "Evin etrafını çeviren
duvar" da bu kökten gelmektedir. "Oranın ahalisi onu kuşatır" demektir.
"Atlar filan kişiyi kuşattı" ifadesi her taraftan etrafının
sarıldığını anlatmak için kullanılır. Şanı Yüce Allah'ın: ''Onun mahsulü
kuşatıldı (bütün serveti yokedildi)" (el-Kehf, 42) buyruğunda da bu kökten
gelen kelime kullanılmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Fussilet Süresi burada
sona ermektedir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN