CASİYE 23 |
أَفَرَأَيْتَ
مَنِ
اتَّخَذَ
إِلَهَهُ
هَوَاهُ
وَأَضَلَّهُ
اللَّهُ
عَلَى
عِلْمٍ وَخَتَمَ
عَلَى
سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ
وَجَعَلَ
عَلَى
بَصَرِهِ
غِشَاوَةً
فَمَن
يَهْدِيهِ
مِن بَعْدِ
اللَّهِ
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ |
23. Kendi hevasını
ilah edinmiş, bilgisine rağmen Allah'ın kendisini şaşırtmış olduğu, kulağına ve
kalbine mühür vurduğu, gözü üzerine de perde gerdiği kimse hakkında ne dersin?
Artık buna Allah'tan başka kim hidayet verebilir? Hiç öğüt almaz mısınız?
İbn Abbas, el-Hasen ve
Katade dedi ki: Burada sözü edilen kişi, hevasına uygun düşen şeyleri kendisine
din edinen kafirdir. O neyi hevasına uygun görür (ister ve arzu eder) ise
mutlaka o işi yapar.
İkrime dedi ki:
Kendisine ibadet ettiği ilahı, sevdiği yahutta güzel gördüğü şeyolan kimseyi
gördün mü? Bu kişi bir şeyi güzel bulup da onu sevdi mi, onu ilah edinir.
Said b. Cübeyr dedi ki:
Müşriklerden biri bir taşa ibadet eder, ondan daha güzel bir taş gördü mü
öncekini atar, diğerine ibadet ederdi.
Mukatil dedi ki: Bu
ayet-i kerime alayedenlerden birisi olan Sehmoğullarından el-Haris b. Kays
hakkında inmiştir. Çünkü bu kişi canının arzu ettiği, sevdiği şeye ibadet
ederdi.
Süfyan b. Uyeyne dedi
ki: Bunların taşlara ibadet etmelerinin sebebi, Beyt(ullah)'ın taştan
olmasıdır.
Anlamın şöyle olduğu da
söylenmiştir: Sen hevasına ve ma'buduna böylece uyan kimseyi gördün mü? Bu
ifadelerle akıl sahibi kimseler için cahilliklerinin hayret edilecek bir
şeyolduğu anlatılmak istenmektedir.
el-Hasen b. el-Fadl dedi
ki: Bu ayet-i kerimede takdim ve tehir vardır. İfade: Sen hevasını kendisine ilah
edineni gördün mü, takdirindedir
eş-Şa'bi dedi ki: Hevaya
"heva" deniliş sebebi, hevasının peşinden giden kişiyi cehennem
ateşine yuvarlamasından dolayıdır.
İbn Abbas dedi ki: Yüce
Allah Kur'an-ı Kerim'de nerede hevayı sözkonusu etmişse, mutlaka onu yermiştir
Mesela, Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Fakat o ...
hevasına uydu. Artık onun durumu üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan,
kendi haline bıraksan da yine dilini sarkıtıp soluyan bir köpeğin durumuna
benzer.'' (el-Araf, 176); 'Heva ve hevesine uymuş, işinde haddini aşmış
kimselere de itaat etme!" (el-Kehf, 28); 'Hayır, zulmedenler bilgisizce
hevalarına uydular. Allah'ın saptırdığını hidayete ulaştıracak kimdir'' (Rum,
29); "Allah'tan bir hidayet olmaksızın hevasına uyandan daha sapık kim olabilir
ki'' (el-Kasas, 50); "Sakın hevaya uyma! O takdirde seni Allah'ın yolundan
saptırır.'' (Sad, 26)
Abdullah b. Amr b.
el-As, Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Hevası
getirdiklerime tabi olmadığı sürece sizden hiçbir kimse iman etmiş olamaz. ''
Ebu Umame dedi ki:
Peygamber (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Semanın gölgesi altında
kendisine ibadet olunan ilahlar arasında Allah'ın en çok buğzettiği şey
hevadır.''
Şeddad b. Evs de
Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Akıllı kişi
nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel eden kimsedir. Günahkar kişi
ise nefsini hevasının peşine takan ve Allah'tan olmadık şeyleri temenni eden
kimsedir.''
Yine Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Sen itaat olunan bir cimrilik, peşinden gidilen bir
heva, (ahirete) tercih olunan bir dünya ve herkesin kendi görüşünü beğendiği
bir hali görecek olursan, o vakit özellikle kendine bak ve avamın işini
(onlarla ilgilenmeyi) bırak."
Yine Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "üç husus vardır ki helak edicidir üç husus da vardır
ki kurtarıcıdır Helak ediciler itaat olunan cimrilik, peşinden gidilen bir heva
ve kişinin kendisini beğenmesidir. Kurtarıcı olan hususlar ise gizlide ve
açıkta Allah'tan korkmak, zenginken de fakirken de orta yollu harcamak, ister
hoşnud olsun ister kızgın olsun adalet yapmak.''
Ebu'd-Derda (r.a) dedi
ki: Kişi sabahı etti mi hevası, ameli ve ilmi biraraya gelir. Eğer ameli
hevasına tabi olursa, işte onun o günü kötü bir gündür. Eğer ameli ilmine tabi
olursa, o günü de salih bir gündür.
el-Esmai dedi ki: Bir
adamı şöyle derken dinledim: "Asıl alçaklık (hevan) hevadır, bunun ismi
kalbedilmiştir, O bakımdan sen hevaya kapıldın mı artık hevan (aşağılık) ile
karşılaşmış olursun."
ibnu'l-Mukaffa'a heva
hakkında sorulmuş, o da: O heva (aşağılık: hevan)dır, (hevan iken)
"nun"u çalınmıştır. Onun bu düşüncesini bir şair alarak nazım haline
sokup şöyle demiştir:
"Hevan'ın
"nun"u hevadan çalınmıştır, Artık sen bir şeyi heva ve hevesinle
sevdin mi sen hevan (aşağılanmak) ile karşılaşırsın."
Bir başka şair de şöyle
demiştir: "Heva bizatihi hevanın kendisidir, Sen hevaya kapıldın mı artık
bir hevan kazanmış olursun. Bir hevaya kapıldın mı heva seni (kendisine) ibadet
ettirdi demektir. Artık kim olursa olsun, sevdiğine boyun eğ, (der)."
Abdullah İbnu'l-Mübarek
de şöyle demiştir: "Bazı belalar belaya alamettir, Artık hevanın peşinden
gitmekten vazgeçtiğin görülmeyecek mi senin? Kul, arzu ettiği hususlarda
nefsinin kölesi olandır, Hür ise kimi zaman toktur, kimi zaman aç kalır
(bunlara aldırmaz)."
İbn Düreyd de şöyle
demektedir: "Bir gün nefsin senden bir arzunu yerine getirmeni isteyecek
olursa, Ve eğer ona muhalefet etmek için bir yol varsa, Bırak nefsini muhalefet
et arzu ettiği şeye, Çünkü senin arzun düşmanın, ona muhalefet etmek
arkadaşındır."
Ebu Ubeyd et-Tusı de
şöyle demiştir: "Nefse eğer arzu ettiklerini verecek olursan, (Unutma ki)
o hevasına doğru ağzını açmış duruyor."
Ahmed b. Ebi'l-Havara
dedi ki: Bir rahibin yanından geçtim, çokzayıf olduğunu gördüm. Ona: Sen çok
hastasın dedim, o evet dedi. Ne zamandan beri? diye sordum. O: Kendimi bildim
bileli dedi. Peki tedavi oluyor musun? dedim. Şöyle cevab verdi: Derdime ilaç
olacak bir şey bulamadım. Bundan dolayı artık key (yaranın dağlanması) yapmaya
karar verdim. Peki key nedir? diye sordum. O da hevaya muhalefettir, dedi.
Sehl b. Abdullah
et-Tüsterı dedi ki: Senin hastalığın hevandır. Ona muhalefet edersen, o da
senin ilacın olur.
Vehb dedi ki: Eğer iki
husus hakkında şüphe edip de hangilerinin daha hayırlı olduğunu bilemeyecek
olursan, hangisinin hevana daha uzak düştüğüne bir bak ve onu yap.
Hevanın yerilmesi ve ona
muhalefet hususunda ilim adamlarının -yeteri kadarıyla kendisine işaret
ettiğimiz- eserleri ve bahisleri vardır. Sana Yüce Allah'ın: "Rabbinin
huzuruna varmaktan korkup nefsini hevadan alıkoyana gelince, hiç şüphe yok ki
cennet varılacak yerin ta kendisidir" (Naziat, 41-42) buyruğu yeterlidir.
"Bilgisine rağmen
Allah'ın kendisini şaşırtmış olduğu" buyruğu, Allah'ın onun halini bilerek
saptırdığı... demektir. Bir başka açıklamaya göre; Allah onun layık olmadığını
bilerek sevap olan işi yapmaktan şaşırtarak, uzak tutmuş olduğu kimse ...
demektir.
İbn Abbas dedi ki: Yüce
Allah'ın ezelden beri sapacağını bildiği ... demektir. Mukatil: Onun sapkın ve
şaşkın bir kimse olduğunu bildiği ... demektir, demiştir. Anlamlar birbirine
yakındır.
Bir diğer açıklama da
şöyledir: Puta tapan kimsenin o putun fayda ve zarar veremediğini bildiği halde
...
"Bilgisine
rağmen" buyruğunun failden hal olmasının mümkün olduğu da söylenmiştir.
Yani: Yüce Allah onun halini bilerek onu şaşırtmıştır. Yani Yüce Allah ezeli
ilminde bu kimsenin dalalet ehlinden olduğunu bilerek o kimseyi şaşırtmıştır.
Mefulden hal olması da mümkündür, o vakit anlam: Kafir kişinin kendisinin sapık
ve şaşkın olduğunu bildiği halde onu saptırmıştır, şaşırtmıştır, demek olur.
"Kulağına ve
kalbine mühür vurduğu" öğüdü işitemesin diye kulağını, hidayeti
anlayamasın diye de kalbini mühürlediği "gözü üzerinde de perde
gerdiği" ta ki doğruyu göremesin diye perdelediği "kimse hakkında ne
dersin?"
Hamza ve el-Kisai
"perde" buyruğunu "ğayn" harfi üstün ve "elif"siz
olarak; (...) diye okumuşlardır. Bu husus daha önceden el-Bakara Süresi'nde (7.
ayet, 8 ve 9. başlıklarda) geçmiş bulunmaktadır. Şair de şöyle demiştir:
"Kendisinin kulu olduğum hakkı için yemin ederek söylüyorum, Ki ben bu
yeminimi senin için açıkça yapmıyorum; Eğer sen bana bir örtü giydirecek
olursan, Andolsun ki bir zamanlar sana samimi olarak sevgi beslemiştim."
"Artık" Allah
onu saptırdıktan sonra "Allah'tan başka kim hidayet verebilir? Hiç öğüt
almaz mısınız?" ve onun herşeye gücünün yettiğini bilmez misiniz?
Bu ayet-i kerime
kaderiyye, imamiyye ve itikad hususunda onların yollarını izleyen kimselerin
kanaatlerini reddetmektedir. Çünkü ayet-i kerime böylelerinin hidayetlerinin
engellenmiş olduğunu açıkça ifade etmektedir.
Diğer taraftan
"kulağına ve kalbine mühür vurduğu" buyruğunun onların hallerini
haber vermek sadedinde varid olduğu da söylenmiştir. Bir başka görüşe göre bu
onlar hakkında bu anlamda bir beddua sadedindedir. Nitekim el-Bakara Suresi'nin
baş taraflarında (7. ayet, 2. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.
İbn Cüreyc'in naklettiğine
göre bu ayet-i kerime "el-Cayatile" diye bilinenlerden birisi olan
el-Haris b. Kays hakkında inmiştir. en-Nekkaş'ın naklettiğine göre ise el-Haris
b. Nevfel b. Abdi Menaf hakkında inmiştir.
Mukatil dedi ki: Ayet
Ebu Cehil hakkında inmiştir. Şöyle ki; o bir gece beraberinde el-Velid b.
Muğire bulunduğu halde Beyti tavaf ederlerken Peygamber (s.a.v.) hakkında
konuşmaya başladılar. Ebu Cehil: Allah'a yemin ederim, ben onun doğru sözlü
olduğunu biliyorum, dedi. el-Velid ona: Deme, doğru olduğunu nerden anladın?
diye sorunca şöyle dedi: Ey Abdu Şems'in babası, biz gençliğinde ona sadık ve
emin diyorduk. Aklı tamamlanıp kemale erince ona yalancı ve hain mi diyeceğiz?
Allah'a yemin ederim ben onun doğru söylediğini biliyorum. Bu sefer el-Velid:
Peki onu tasdik etmeni ve ona iman etmeni engelleyen nedir? deyince, şöyle
dedi: Kureyş kızları benim hakkımda bir ekmek parçası uğruna Ebu Talib'in
yetiminin peşinden gittiğimden mi söz etsin? Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki,
ebediyyen ona uymayacağım. Bunun üzerine; "Kulağına ve kalbine mühür
vurduğu ... " buyruğu indi.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN