ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

HUCURAT

12

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيراً مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ

وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضاً أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن

يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ

 

12. Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. Allah'tan korkun. Çünkü Allah tevbeleri kabul edendir, Rahimdir.

 

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı on başlık halinde sunacağız:

 

1- Zandan Kaçınmak:

2- Zandan Kaçınmanın Gereği:

3- Zannın Halleri ve Hükümleri:

4- Tecessüs (Kusurları Araştırmak):

5- Gıybet:

6- Gıybetin Ağır Vebali:

7- Gıybetin Sınırları:

8- Gıybet Büyük Günahlardandır ve Gıybetten Dolayı Helallik istemek:

9- Açıktan Açığa Günah işleyen Fasık'ın ve Benzerlerinin Gıybeti:

10- Tiksinti Veren Örnek ve Allah'tan Korkmak:

 

1- Zandan Kaçınmak:

 

"Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının" buyruğu denildiğine göre Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından olup, arkadaşlarının gıybetini yapan iki kişi hakkında inmiştir. Şöyle ki; Peygamber (s.a.v.) yolculuğa çıktı mı muhtaç olan bir kimseyi hali iyi olan iki kişiye katar, o da onların hizmetini görürdü. Selman'ı da bu şekilde iki kişiye kattı. Selman eve geldi, uykusuna karşı direnemeyip, uyudu. Onlara da herhangi bir şey hazırlamadı. Öbür iki kişi geldiklerinde, yiyecek ve katık yapacakları bir şey bulamadılar. Ona: Git, Peygamberden bize bir yiyecek ve bir katık iste, dediler, o da gitti. Peygamber (s.a.v.) kendisine: "üsame b. Zeyd'e git ve ona: "Eğer yanında artmış yiyecek varsa, sana vermesini söyle." dedi. üsame Peygamber (s.a.v.)'ın hazinedarı idi. Selman ona gitti, üsame: Yanımda bir şey yok dedi. Bunun üzerine Selman öbür iki arkadaşına dönüp, durumu bildirdi. Onlar da: Onun yanında bir şeyler vardı fakat cimrilik etti, dediler. Sonra Selman'ı bazı sahabilerin yanına gönderdiler, onların yanında da bir şey bulamadı. Bu sefer ikisi de: Şayet biz Selman'ı Sumeyha kuyusuna göndersek, onun dahi suyu yerin dibine çekilir, dedi. Sonra üsame'nin yanında bir şeyin olup olmadığını araştırmak üzere gittiler. Peygamber (s.a.v.) onları görünce şöyle dedi: "Nasıl oluyor da ben sizin ağızlarınızda yemiş olduğunuz etin izlerini görüyorum!" Onlar: Ey Allah'ın Peygamberi, Allah'a yemin ederiz biz bugün et olsun, başka bir şeyolsun bir şey yemiş değiliz, dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Fakat sizler Selman'ın ve üsame'nin etini yiyip durdunuz" diye buyurdu. Bunun üzerine: "Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının, çünkü zannın bir kısmı günahtır" buyruğu indi. Bunu es-Salebi: zikretmiştir.

 

Yani sizler zahiren onların hayırlı işler işleyen kimseler olduklarını biliyor iseniz, bu gibi hayır ehli kimseler hakkında kötü zanda bulunmayınız.

 

2- Zandan Kaçınmanın Gereği:

 

Buhari: ile Müslim'de sabit olduğuna göre Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu zikretmektedir: "Zandan sakının, çünkü zan sözün en yalanıdır. İnsanların konuşmalarına kulak vermeyin, tecessüs etmeyin. Birinizin aleyhine alışverişi kızıştırmayın. Birbirinizi kıskanmayın. Biriniz diğerine buğzetmesin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları kardeş olun!" Bu Buhari'nin lafzıdır.

 

İlim adamlarımız dedi ki: Gerek burada, gerekse ayet-i kerimede "zan" ithamdır. Sakınılması istenen ve yasaklanan konu itham altında tutmaktır, yoksa bunu gerektiren bir sebebin bulunması değildir. Mesela, bir kimsenin böyle bir itham altında tutulmasını gerektiren bir durumu ortaya çıkmadığı halde fuhuş işlemekle yahut içki içmekle itham edilmesi gibi.

 

Burada sözü edilen zannın itham altında tutmak anlamında olduğunun delili Yüce Allah'ın: "Birbirinizin kusurunu araştırmayın" buyruğudur. Çünkü bir kimsenin hatırına (sebebsiz olarak) itham altında tutmak düşüncesi gelip de o buna dair haberi (kusuru) araştırmak ve olup olmadığını ortaya çıkarmak, durumu görmek ve işitmek ister. Böylelikle hatırına geçen ithamın gerçek olup olmadığını anlamaya çalışır. İşte Peygamber (s.a.v.) bunu yasaklamış bulunmaktadır.

 

Şöyle de denilebilir: Kaçınılması gereken zanları diğerlerinden ayırdeden ölçü şudur: Doğru bir emaresi olduğu bilinmeyen ve açık bir sebebi olmayan herbir husus hakkında zanda bulunmak kaçınılması gerekli haram bir zandır. Bu ise hakkında zanda bulunulacak kişinin kötü durumu bilinmeyen (mesturu'l-hal) salih kimse olduğu görülen ve zahiren emin bir kimse olduğu tesbit olunan kimselerden olması halinde böyledir. Böyle birisi hakkında fasit zanda bulunmak ve hainliğini sanmak haramdır. Oysa şüpheli işleri yapmakla, kötü ve çirkin işleri açıktan işlemekle insanlar arasında şöhret kazanmış kimsenin durumu böyle değildir. Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğu zikredilmiştir: "Şüphesiz Allah müslümanın kanını, ırzını (namus, şeref ve haysiyetini) ve onun hakkında kötü zanda bulunmayı haram kılmıştır. ''

 

el-Hasen'den de şöyle dediği zikredilmiştir: Bizler insanlar hakkında zannın haram olduğu bir dönemde idik. Sen ise bugün öyle bir dönemdesin ki; ameline bak, sus ve insanlar hakkında da dilediğin gibi zan besle!

 

3- Zannın Halleri ve Hükümleri:

 

Zannın iki hali vardır. Birisi herhangi bir delil ile bilinip güç kazanan haldir. Buna bağlı olarak hüküm vermek caiz olur. Şeriatteki ahkamın çoğu galib zanna göredir. Kıyas, haber-i vahid, telef edilenlerin kıymeti, cinayetlerin diyetleri ve buna benzer diğer hususlar.

 

İkinci hal ise herhangi bir delalet olmaksızın insanın kalbine bir şüphe düşmesidir ve bunun doğru olma ihtimali aksinden daha kuvvetli değildir. İşte şek (şüphe) denilen şey budur. Buna dayanarak hüküm vermek caiz değildir. Az önce belirlediğimiz üzere yasak kılınan zan da budur.

 

Bid'at ehli birtakım kimseler zanna dayanarak Allah'a ibadet etmeyi ve zan gereğince amelin caiz olmasını kabul etmemiştir. Onlar bunu söylerken, din hakkında delilsiz bir iddiada bulunmakta oldukları gibi; akli konularda da dayanaksız bir iddiada bulunmaktadırlar. Bu konuda dayanak kabul edecekleri asIl bir delilleri yoktur. Çünkü Yüce Allah zannın her türlüsünü yermiş değildir. O zannın bir bölümünü yermeyi murad etmiştir.

 

Bu bidatçiler belki de Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği "zandan kaçının" hadisine delil diye yapışırlar. Ancak bunda delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü şeriate göre zan, övülen ve yerilen olmak üzere kısımdır. Zannedenin dinini esenlikte bırakan, hakkında zan bulunan kimseye o zannedilen şey ulaştığı vakitte de dinine zarar vermeyen zanlar, övülen zanlardır. Bunun zıttı olanlar ise yerilen zanlardır. Buna delil de Yüce Allah'ın: "Çünkü zannın bir kısmı günahtır" buyruğu ile: "Bu iftirayı işittiğinizde mümin erkekler ve kadınlar kendileri hakkın da güzel zanda bulunup ... demeli değil mıydi?" (en-Nur, 12); "Ve kötü zanda da bulundunuz. Siz esasen helak olmuş bir topluluksunuz. "(elFeth, 12) buyruklarıdır. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse kardeşini öğecek olursa, ben böyle zannediyorum. Bununla birlikte Allah'a rağmen kimseyi tezkiye ediyor değilim, desin" diye buyurmuştur. Yine bir başka hadisinde de: "Zanda bulunduğun vakit muhakkakmış gibi dile getirme. Kıskandığın vakit haksızlığa yönelme. Bir şeyi uğursuz zannedersen yine işine devam et!" diye buyurmuştur.  Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.

 

ilim adamlarının çoğunluğunun kanaatine göre zahiri itibariyle hayırlı görülen bir kimse hakkında kötü zanda bulunmak, caiz değildir. Ancak zahiri itibariyle kötü olan bir kimse hakkında kötü zanda bulunmakta bir vebal yoktur. Bu açıklamayı el-Mehdevı yapmıştır.

 

4- Tecessüs (Kusurları Araştırmak):

 

"Birbirinizin kusurunu araştırmayın" buyruğunu Ebu Reca ve -farklı rivayetler de gelmiş olmakla birlikte- el-Hasen ile diğerleri ha ile: (...) diye okumuşlardır. Her ikisinin (tecessüs ile tehassüs) aynı manada mı, yoksa iki farklı manada mı oldukları hususunda görüş ayrılığı vardır. el-Ahfeş dedi ki: Bunların biri diğerinden pek uzak değildir. Çünkü tecessüs senden gizlenip saklanan şeyi araştırmaktır. Tehassüs ise, haberleri öğrenmeye çalışmak ve bunları araştırmaktır.

 

Bir başka açıklamaya göre tecessüs araştırmanın kendisidir. işte bundan dolayı eğer bir kişi işleri araştırmak vasfına sahibse ona "casus" denilir. Ha ile (tehassüs) ise insanın bazı duyularıyla idrak ettiği şeylerdir.

 

Aradaki farka dair ikinci bir açıklama da şöyledir: Tehassüs bir şeyi bizatihi kendisi için araştırmak, öğrenmek istemektir. Tecessüs ise başkasının elçisi olarak araştırmaktır. Bu açıklamayı Saleb yapmıştır. Ancak birincisi daha çok bilinen bir açıklamadır.

 

"Haberleri tecessüs ettim" onları iyiden iyiye tetkik ettim, demektir. Casus da buradan gelmektedir.

 

Ayetin anlamı da şudur: Siz zahir olanı alınız, müslümanların gizli ayıplarının peşine takılmayınız. Yani sizden herhangi bir kimse kardeşinin ayıbını araştırarak -Allah onu setretmiş ve gizlemişken- ona muttali olmaya kalkışmasın.

 

Ebu Davud'un Kitab'ında şu rivayet yer almaktadır: Muaviye'den, dedi ki:

Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Sen insanların gizli saklı kusurlarının peşine takılacak olursan onları ifsad edersin ya da ifsad edecek noktaya yaklaşırsın. ''

Ebu'd-Derda dedi ki: Bu Muaviye'nin Resulullah (s.a.v.)'dan duyup da, Allah'ın kendisi ile onu faydalandırdığı bir sözdür.

 

el-Mikdam b. Madikerib, Ebu ümame'den, o Peygamber (s.a.v.)'dan rivayetle dedi ki: "Şüphesiz ki emir insanlar arasında şüpheye dayanarak araştırmalara girişecek olursa, onları bozar.''

 

Zeyd b. Vehb dedi ki: İbn Mesud'a (bir adam getirilirek) ona: Bu filan adamdır, sakalından şarab damlıyor, dediler. Abdullah b. Mesud şöyle dedi: Bize tecessüs yasaklanmış bulunuyor, fakat eğer bir şeyi açıkça görecek olursak ona göre sorumlu tutarız. Ebu Berze el-Eslemi'den, dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey diliyle iman edip kalblerine imanın girmediği kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın, onların gizli kusurlarının peşine düşmeyin. Çünkü kim onların gizli kusurlarının peşine düşerse, Allah da o kimsenin gizli kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurlarını araştırırsa, evinde dahi olsa o kimseyi rezil eder. ''

 

Abdu'r-Rahman b. Avf dedi ki: Bir gece Ömer b. el-Hattab (r.a) ile birlikte Medine'de bekçilik yapıyorduk. Kapısı bir parça yandan açılmış, bir evde bir kandil gördük. İçeride birbirine karışan yüksek seslerle bir topluluk bulunduğunu anladık. Ömer: Bu Rabia b. Ümeyye b. Halef'in evidir. O da şu anda içki içmektedir, ne dersin? dedi. Ben de: Benim görüşüm o ki, biz Allah'ın yasak kıldığı bir şeyi yapıyoruz. Yüce Allah: "Birbirinizin kusurunu araştırmayın" diye buyurduğu halde biz kusur araştırdık. Bunun üzerine Ömer geri döndü ve onlara ilişmedi.

 

Ebu Kılabe dedi ki: Ömer b. el-Hattab'a, Ebu Mihcen es-Sakafi'nin birtakım arkadaşlarıyla birlikte evinde içki içtiği söylendi. Ömer gidip evine girdi. Yanında bir adamdan başkası yoktu. Ebu Mihcen: Böyle bir iş yapman senin için helal olmaz, dedi. Çünkü Yüce Allah sana tecessüsü (kusurları araştırmayı) yasaklamış bulunuyor. Ömer dışarı çıktı ve ona ilişmedi.

 

Zeyd b. Eslem dedi ki: Ömer ve Abdu'r-Rahman geceleyin bekçilik yapmak üzere çıkmışlardı. Bir ateş gördüler, izin istediler, kapı açıldı. Bir adam ile şarkı söyleyen bir kadın ile karşılaştılar. Adamın elinde de bir kadeh vardı. Ömer: Sen böyle bir şey mi yapıyorsun, ey filan? dedi. Adam: Sen de böyle bir şey mi yapıyorsun, ey müminlerin emiri? dedi. Ömer: Bu kadın senin neyin olur? dedi. Adam: Eşimdir dedi. Ömer, peki ya elindeki bu kadeh ne? dedi. O da: Bu tatlı bir sudur dedi. Ömer kadına: Peki senin söylediğin şarkı ne? diye sordu, kadın şunları söyledi: "Çok uzadı bu gece ve karardı etraf, Oynaşacağım bir dostum yok diye uykusuzum.

 

Allah'a yemin ederim, bende, Allah korkusu olmasaydı Şu karyolanın yanları sarsılırdI.

Fakat aklım ve hayam alıkoyuyor beni, Ve kocamın şeref ve haysiyetine leke düşürmekten çekiniyorum."

 

Daha sonra adam: Ey müminlerin emiri! Biz bununla emrolunmadık, dedi. Yüce Allah: "Birbirinizin kusurunu araştırmayın" diye buyuruyor. Hz. Ömer doğru söyledin dedi.

 

Derim ki: Bu haberden kadının o adamın hanımı olmadığı anlaşılmamalıdır. Çünkü Ömer zinayı kabul edecek birisi değildir. Kadın bu sözlerle kocasına geçmişteki durumunu hatırlatmak ve kendisi yanında bulunmadığı dönemde söylediğini anlatmak üzere bu beyitleri söylemişti.  Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

Amr b. Dinar dedi ki: Medinelilerden bir adamın bir kızkardeşi vardı, hastalandı. Onu ziyarete giderdi. Sonra vefat etti ve onu defnetti. Kabrine inen kişi kendisi olmuştu. İçinde bir miktar dinar bulunduğu para kesesi de kabre düşmüştü. Yakınlarından birisinden yardım istedi. Kabrini eşelediler ve keseyi aldıktan sonra şöyle dedi: Andolsun ki kızkardeşimin halinin ne olduğunu görmek üzere üzerini açacağım. Kabrini açınca kabirin alevalevateş yanmakta olduğunu gördü. Annesine geldi ve: Kızkardeşimin neler yaptığını bana söyle dedi. Annesi: Kızkardeşin öldü gitti, onun amelini ne diye soruyorsun? dediyse de o sormaya devam etti. Sonunda annesi ona: Bu kızkardeşinin yaptığı işlerden birisi de namazı asıl vaktinden sonraya geciktirmek idi. Komşular uykuya daldıktan sonra kalkar, kulaklarını onların kapılarına dayar, onların gizliliklerini araştırır, sırlarını açığa çıkartırdı. Kardeşi: İşte bununla helak oldu, dedi.

 

5- Gıybet:

 

"Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın" buyruğu ile Yüce Allah gıybeti yasaklamaktadır. Gıybet bir kişiden sahib olduğu kusurunu belirterek söz etmektir. Eğer onda olmayan bir özellikle o kişiyi anacak olursak, o vakit bu bühtan (iftira) olur. Bu anlamdaki bir rivayet Sahih-i Müslim'de Ebu Hureyre 'den sabit olmuştur. Buna göre Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?" Onlar: Allah ve Rasülü daha iyi bilir, dediler. Peygamber: "Kardeşinden hoşuna gitmeyecek bir şekilde sözetmektir" diye buyurdu. Peki benim sözünü ettiğim husus kardeşimde var ise ne olur? diye sorulunca: "Eğer söylediğin şeyonda var ise onun gıybetini yapmış olursun, eğer onda yoksa ona iftira etmiş olursun" diye buyurdu. 

 

Bir kimse hakkında ileri geri konuşup, dedikodu etmeyi anlatmak üzere: (...) denilir. İsim "gıybet" şeklinde gelir. Bu da bir kimsenin gıyabında kusurunu sözkonusu etmektir.

 

el-Hasen dedi ki: Gıybet üç çeşittir, hepsi de Yüce Allah'ın Kitabında sözkonusu edilmiştir: Gıybet, ifk (iftira) ve bühtan. Gıybet kardeşin hakkında onda bulunan bir şeyi sözkonusu etmektir. İfk onun hakkında onun ile ilgili sana ulaşanları anlatmaktır, bühtan ise onun hakkında onda olmayan şeyleri söylemektir.

 

Şube'den dedi ki: Bana Muaviye -b. Kurra'yı kastediyor- dedi ki: Yanından eli kopuk bir adam geçse ve sen de: Bu adamın eli kopuktur, diyecek olsan bu bir gıybet olur. Şube dedi ki: Ben bunu Ebu İshak'a naklettim, o da (Muaviye): Doğru söylemiş dedi.

 

Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Eslemli Maiz, Peygamber (s.a.v.)'ın yanına geldi ve kendisi aleyhine zinada bulunduğuna dair şahitlik etti. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.) onu recmetti. Allah'ın peygamberi, arkadaşlarından iki adamdan birisinin diğerine: Şu Allah'ın setrettiği kimseye bak! Nefsi, köpek gibi taşa tutuluncaya kadar kendisinin yakasını bırakmadı, dedi. Peygamber ikisine ses çıkarmadı.

 

Bir süre yol yürüdükten sonra ayaklarını havaya dikmiş bir eşek leşinin yanından geçtiler. "Filan ve filan kişi nerede?" diye sordu. Onlar, burdayız ey Allah'ın Rasülü, dediler. Peygamber: "İnin, şu eşeğin leşinden yiyin" diye buyurdu. Onlar: Ey Allah'ın Peygamberi! Bundan kim yiyebilir ki? dediler. Şöyle buyurdu: "Sizin kardeşinizin haysiyetine dil uzatmanız bundan yemekten daha ağırdır. Nefsim elinde olana yemin ederim ki, o şu anda cennetin ırmaklarına dalmaktadır. ''

 

6- Gıybetin Ağır Vebali:

 

"Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?" buyruğu ile Yüce Allah gıybette bulunmayı leş yemeye benzetmektedir. Çünkü ölen bir kimse kendi etinin yenildiğinin farkına varmaz. Tıpkı yaşayan bir kimsenin kendisinin gıybetini yapanın gıybetini bilmediği gibi. İbn Abbas dedi ki:

 

Yüce Allah'ın gıybete böyle bir örnek vermesinin sebebi, ölen kişinin etini yemenin haram ve tiksinti veren bir şeyolmasından ötürüdür. İşte gıybet de dinen haramdır ve nefsin çirkin gördüğü bir şeydir.

 

Katade dedi ki: Sizden herhangi bir kimse ölmüş kardeşinin etini yemeyi kabullenmediği gibi, aynı şekilde hayatta iken onun gıybetini yapmaktan da uzak durmalıdır. Gıybet yerine et yemenin kullanılması, arabların böyle bir benzetme yapmayı alışkanlık haline getirmiş olmalarıdır. Nitekim şair şöyle demiştir: "Onlar etimi yiyecek olurlarsa eğer; ben arttırırım onların etlerini, Şan ve şerefimi yıkarlarsa eğer; ben şan ve şereflerini yükseltirim onların."

 

Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "İnsanların etlerini yemeye devam eden bir kimse oruç tutmuş olmaz." Böylelikle Hz. Peygamber insanların gıybetini yapmayı, onların etini yemeye benzetmiş olmaktadır. Her kim bir müslümanı eksik görecek yahut onun haysiyetini kıracak bir şey söylerse, hayattayken onun etini yiyenin durumuna benzer. Onun gıybetini yapacak olursa, ölmüşken onun etini yiyen gibidir.

 

Ebu Davud'un, Sünen'inde Enes b. Malik'ten şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Miraca çıkarıldığım sırada tırnakları bakırdan, yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim. Bunlar kimlerdir, ey Cebrail, diye sordum, şöyle dedi: Bunlar insanların etlerini yiyen ve onların ırzlarına (namus, şeref ve haysiyetlerine) dil uzatanlardır . ''

 

el-Müstevrid (b. Şeddad)'den rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her kime bir müslüman(ı gıybet etmek) karşılığında bir yemek yedirilecek olursa, şüphesiz Allah o kimseye onun gibisini cehennemden yedirir. Her kime bir müslüman(ı gıybet etmek) karşılığında bir elbise giydirilecek olursa, Allah onun gibi bir elbiseyi ona cehennemden giydirir. Her kim bir kimsenin önünde işitsinler ve riyakarlık olsun diye ayakta duracak olursa, şüphesiz Allah kıyamet gününde o kimseyi işitsinler ve görsünler diye ayakta bekletir. "

 

Peygamber (s.a.v.)'ın: "Ey diliyle iman edip de imanın kalblerine girmediği kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın" buyruğu ile iki kişiye: "Ne diye yediğiniz etin izlerini ağızlarınızda görüyorum" dediği daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

 

Ebu Kılabe er-Rukaşi dedi ki: Ebu Asım'ı şöyle derken dinledim: Gıybetin ne olduğunu öğrendiğimden beri kimsenin gıybetini yapmadım.

 

Meymun b. Siyah kimsenin gıybetini yapmaz, huzurundaki bir kimsenin birisinin gıybetini yapmasına da fırsat vermezdi. Ona bu işten vazgeçmesini söyler, vazgeçerse mesele yok, değilse kendisi kalkar giderdi.

 

es-Sa'lebi'nin naklettiğine göre Ebu Hureyre şöyle demiş: Bir adam Peygamber (s.a.v.)'ın yanından kalkıp gitti, onun kalkışında bir zayıflık, bir acizlik buldular. Ey Allah'ın Resulü, filan kişi ne kadar da aciz (güçsüz), dediler. Peygamber: "Kardeşinizin etini yediniz ve onun gıybetini yaptınız." diye buyurdu.

 

Süfyan es-Sevri'den şöyle dediği nakledilmiştir: Gıybetin asgari seviyesi "filan kişinin yaratılışı şöyledir, kısa boyludur" demendir. Ancak bu dahi mekruh görülmüştür.

 

Ömer b. el-Hattab dedi ki: İnsanları zikretmekten uzak durun, çünkü o bir hastalıktır. Bunun yerine Allah'ı zikretmeye bakın, çünkü o bir şifadır. Ali b. el-Huseyn (r.a) bir kişinin bir diğerinin gıybetini yaptığını duyunca, şöyle dedi: Gıybetten sakın, çünkü o insanların köpeklerinin katığıdır.

 

Amr b. Ubeyde: Filan kişi senin aleyhine o kadar konuştu ki sana acıdık.

Amr: Ona da acıyın, dedi.

 

Bir adam el-Hasen'e: Bana ulaştığına göre sen benim gıybetimi yapıyormuşsun, demiş. el-Hasen ona şu cevabı vermiş: Seni iyiliklerimin hakimi kılacak kadar benim yanımda değerli değilsin.

 

7- Gıybetin Sınırları:

 

Bir kesimin kanaatine göre gıybet ancak din hakkında sözkonusudur. Yaratılış ve kişinin konumu ile ilgili hususlarda sözkonusu olmaz. Bunlar: Çünkü bu gibi şeyler Allah'ın fiilindendir, demişlerdir.

 

Bir başka kesimin kanaati ise bunun aksidir ve şöyle derler: Gıybet ancak yaratılış, ahlak ve konum ile alakalı hallerdedir. Yaratılışta gıybet daha ağırdır, çünkü bir sanatı ayıplı gören bir kimse aslında o sanatın sanatkarını ayıplamış olur.

 

Bütün bunlar kabul edilemeyecek açıklamalardır. Birinci görüşü reddeden Aişe (r.anha)'nın Safiye hakkında: O kısa bir kadındır, demesi üzerine Peygamber (s.a.v.)'ın: şöyle bir söz söyledin ki eğer bu denize katılacak olsa onu dahi bulandırırdı" sözüdür. Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.

 

Tirmizi bu hadis hakkında hasen, sahih bir hadistir demiştir.

 

Ayrıca daha önce geçen bu anlamdaki diğer hadisler de bu kanaati reddetmektedir. Eskiden beri ilim adamlarının icma ile kabul ettikleri husus, eğer bununla ayıplamak maksadı güdülürse, gıybet olacağıdır.

 

İkinci görüş de aynı şekilde bütün ilim adamları tarafından reddedilmiştir. Çünkü ta baştan Rasülullah (s.a.v.)'ın ashabından ve onlardan sonra gelen tabiinden bu yana, onlara göre; din ile ilgili yapılan gıybetten daha büyüğü yoktur. Çünkü dindeki kusur, kusurların en büyüğüdür. Her mümin bedeninde kusur bulunmasından çok, dininde kusur olmamasını ister. Bu görüşü kabul edenlerin kanaatlerini reddetmek için Peygamber Efendimizin:

 

"Sen kardeşin hakkında hoşuna gitmeyecek bir şey söylersen onun gıybetini yapmış olursun ... " hadisi yeterlidir. Bunun gıybet olmadığını iddia eden kimse, Peygamber (s.a.v.)'ın açık bir nass halinde ifade ettiği sözünü reddetmiş olmaktadır. Peygamber (s.a.v.)'ın: "Kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız (namus, şeref ve haysiyetleriniz) size haramdır" hadisinin genel ifadesi bu konuda yeterlidir. Çünkü bu hadis hem din hakkında, hem dünya hakkında genel bir ifadedir. Peygamber (s.a.v.)'ın: "Her kimin yanında kardeşine ırzında ya da malında yaptığı bir haksızlık var ise bundan dolayı o kardeşinden helallik dilesin" hadisi de her türlü ırz, (namus, şeref ve haysiyeti) genel olarak kapsamaktadır. Bunun bir bölümünü tahsis edip bir kenara ayıran bir kimse, Peygamber (s.a.v.)'ın söylediği ile çatışan bir iddiada bulunmuş olur.

 

8- Gıybet Büyük Günahlardandır ve Gıybetten Dolayı Helallik istemek:

 

Gıybetin büyük günahlardan olduğunda ve bir kimsenin gıybetini yapan birisinin, bundan dolayı Yüce Allah'a tevbe etmesi gerektiğinde görüş ayrılığı yoktur.

 

Gıybetini yaptığı kimseden helallik diler mi? Bu hususta görüş ayrılığı vardır. Bir kesim ondan helallik dilemek yükümlülüğü yoktur, çünkü bu kişinin kendisi ile Rabbi arasındaki bir günahtır, demiştir. Bu görüşün sahipleri şunu delil göstermişlerdir: Gıybet yapan bir kimse gıybetini yaptığı kişinin malını almadığı gibi, bedenine de bedenini kusurlu kılacak bir saldırıda bulunmamıştır. Dolayısıyla bu, helalliğini dilemesi gereken bir haksızlık değildir. Çünkü karşılığı bulunan haksızlık, mal ya da bedende onun yerine geçecek bir şey bulunan haksızlıktır.

 

Bir kesim de gıybet bir haksızlıktır, onun keffareti ise gıybetini yaptığı kimse için mağfiret dilemektir, demiştir. Bu görüşün sahibleri de el-Hasen yoluyla rivayet edilen bir hadisi delil gösterirler. el-Hasen dedi ki: "Gıybetin keffareti gıybetini yaptığın kimseye mağfiret dilemendir."

 

Bir kesim de şöyle demiştir: Bu bir haksızlıktır ve bundan dolayı helallik dilemek gerekir. Bunlar Peygamber (s.a.v.)'ın şu buyruğunu delil gösterirler: "Her kimin yanında ırzında ya da malında kardeşine yaptığı bir haksızlık var ise, dinarın ve dirhemin bulunmadığı ve kişinin (haksızlığının karşılığının) hasenatından alınacağı bir gün gelmeden önce ondan helallık dilesin. Şayet hasenatı yoksa bu sefer arkadaşının kötülüklerinden alınır, onun kötülüklerine katılır."

 

Bu hadisi Buhari, Ebu Hureyre (r.a) yoluyla rivayet etmiştir. Ebu Hureyre dedi ki: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her kimin yanında kardeşine ait ırzına ya da herhangi bir hususa dair bir haksızlık var ise dinar ve dirhemin olmayacağı bir günden önce ondan helallik dilesin. Eğer salih bir ameli varsa yaptığı haksızlık kadar ondan alınır. Şayet hasenatı yoksa, arkadaşının kötülüklerinden alınır, ona yükletilir. ''

 

Bu anlamdaki açıklamalar daha önce Al-i İmran Süresi'nde Yüce Allah'ın: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma!" (Al-i İmran, 169) buyruğu açıklanırken (169-170. ayetler, 6. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

 

Aişe (r.anha)'dan rivayet edildiğine göre bir kadın onun yanına gelmiş. O kadın kalkıp, gidince bir başka kadın: Etekleri ne kadar da uzundur, demiş. Aişe ona: Sen gıybetini yaptın, ondan helallik dile, demiş.

 

İşte Peygamber (s.a.v.)'dan gelen rivayetler, gıybetin, gıybet yapan kimsenin helallik dilemesini gerektiren bir haksızlık olduğunu göstermektedir.

 

Gıybet ancak mal ve bedende olur, diyenlerin görüşüne gelince, ilim adamlarının icma ile kabul ettiğine göre; iftirada bulunan bir kimsenin aleyhine kendisine iftira olunanın lehine bir haksızlık sözkonusudur ve o bu haksızlığının karşılığını iftirada bulunana haddi uygulamak suretiyle alır. Bu ise ne bedende, ne de malda olan bir iştir. İşte bu ırz (namus, şeref ve haysiyet) beden ve malda da zulüm ve haksızlık olabileceğine delil teşkil etmektedir. Nitekim Yüce Allah iftirada bulunan kimse hakkında: "Şahidlerigetirmediklerine göre onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir." (en-Nur, 13) diye buyurmuştur.

 

Resulullah (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Kim bir mümine kendisinde olmayan özellikleri isnad ederek iftirada bulunursa, Yüce Allah o kimseyi tıynetu'l-habal (denilen cehennemliklerin irinleri) arasında hapsedecektir.''

 

İşte bütün bunlar malın ve bedenin dışındaki haksızlıklar hakkındadır. Gıybet bir zulümdür, haksızlıktır. Bu haksızlığın keffareti de gıybetini yaptığı kimse için mağfiret dilemektir, diyenlerin kanaatine gelince, bunlar çelişkiye düşmüş oluyorlar. Çünkü önce buna bir zulüm, bir haksızlık (mazlame) adını verdikten sonra, bunun da keffareti gıybetini yaptığı kimse için mağfiret dilemektir, demişlerdir. Çünkü "ona haksızlıktır, zulümdür" demek bu sefer mazlumun bir hak sahibi olduğunu ifade etmektir. Onun haksızlığı karşısında bir hakkının olduğu sabit olduğuna göre o zulmü yapandan o zalimliğin kalkabilmesi, mazlumun o kimseye hakkını helal etmesi ile ancak mümkün olabilir. el-Hasen'in görüşü ise delil teşkil edemez. Çünkü Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her kimin yanında kardeşine gerek ırzında yahut malında yaptığı bir haksızlık var ise ondan dolayı o kimseden helallik istesin" diye buyurmuştur.

 

Bazıları da kendisine hakkını helal etmesini isteyen kimseye hakkını helal etmemeyi öngörmüştür. Bunların görüşüne göre Allah'ın o kimseye haram kıldığı bir şeyi ona helal kılmasın. Bunlardan birisi de Said b. el-Müseyyeb'dir. O şöyle demiştir: Ben, bana zulmedene hakkımı helal etmem.

 

İbn Sirin'e de: Ey Ebu Bekir, denilmiş. Burada bir adam var, senden sana yapmış olduğu bir haksızlıktan kendisini helal etmeni istiyor. Şöyle demiş: Onu kendisine haram kılan ben değilim ki, ona hakkımı helal edeyim. Gıybeti ona haram kılan Allah'tır. Bense Allah'ın ona haram kıldığı bir şeyi ebediyyen helal kılamam. Ancak Peygamber (s.a.v.)'ın haberi hakkın helal edilebileceğine delil teşkil etmektedir. Delil ve hükmü açıklayan da odur. Hakkı helal kılmak merhamete delildir ve bir çeşit affetmektir. Yüce Allah da:

 

"Kim affedip düzeltirse, artık onun mükafatını vermek Allah'a aittir" (eşŞura, 40) diye buyurmuştur.

 

9- Açıktan Açığa Günah işleyen Fasık'ın ve Benzerlerinin Gıybeti:

 

Fıskını açığa vuran, ilan edenin gıybetini yapmak bu kabilden değildir. Çünkü haberde: "Haya cilbabını (örtüsünü) bir kenara bırakanın gıybeti yoktur" diye buyurulmuştur. Peygamber (s.a.v.) de: "Faciri (günahkarı) özelliği ile birlikte anın ki insanlar ondan sakınabilsinler" diye buyurmuştur.

 

O halde gıybet, kendisini (kötülüklerini) setreden kimse hakkındadır. elHasen'den rivayete göre o şöyle demiştir: üç kişinin herhangi bir hürmeti (saygınlıkları, çiğnenmesi sözkonusu olan hakları) yoktur: Hevasının peşinden giden bir kimse, açıktan açığa fasıklık yapan bir kimse ve zalim bir yönetici.

 

Haccac öldüğünde el-Hasen şöyle demişti: Allah'ım, onu öldüren Sensin.

Aramızda onun sünnetinin (uygulamalarının) da sonunu Sen getir. -Bir rivayette de: Onun kötülüğünün sonunu- demiştir. Çünkü o bize gözleri aydınlıkta seçemeyen, gözleri kamaşan, parmakları kısa bir eli uzatan bir kimse olarak geldi. Allah'a yemin ederim, Allah yolunda o ele bir toz bulaşmadı. Perçemini güzelce tarar, böbürlenerek yürür, minbere çıkar, namazı geçirinceye kadar gelişigüzel konuşurdu. Ne Allah'tan sakınır, ne insanlardan utanırdı. Onun üzerinde Allah, altında ise yüzbin kişi yahut daha fazlası vardı. (üzerindeki Allah'tan korkmaz, minberinin altındaki yüzbinlerden utanmazdı.) Kimse de ona: Ey adam namaz vakti geldi, demezdi (diyemezdi). Sonra el-Hasen şöyle diyordu: Heyhat! Buna kılıç ve kamçı engel oluyordu.

 

er-Rabi b. Subeyh, el-Hasen'den şöyle dediğini rivayet eder: Bidat ehli olanların gıybeti yoktur.

 

Aynı şekilde hakime sana zulmeden kimseden hakkını alabilmen için ondan yardım istemek maksadıyla; filan kişi bana zulmetti yahut bana kızdı, bana hainlik etti, beni dövdü, bana iftirada bulundu ya da bana kötülük yaptı, demek de gıybet değildir. ümmetin alimleri bu hususta icma etmişlerdir.

 

Peygamber (s.a.v.) da bu hususta: "Hak sahibinin söyleyecek bir sözü vardır'' diye buyurmuştur. Yine: "Zenginin savsaklaması zulümdür''; "Ödeme imkanı bulan kimsenin savsaklaması onun ırzını (şeref ve haysiyetini) ve cezalandırmasını helal kılar" diye buyurmuştur.

 

Fetva istemek de bu kabildendir. Hind'in, Peygamber (s.a.v.)'a: Ebu Süfyan cimri bir kimsedir. Bana ve çocuklarıma yetecek kadar bir şeyler vermiyor. Bilmeksizin onun malından alabilir miyim? diye sorması da bunun gibidir. Peygamber (s.a.v.) da: "Evet alabilirsin" demişti. 

 

Burada Hind kocasından cimrilikle, kendisine ve çocuklarına zalimlik etmekle sözettiği halde, Peygamber onu gıybet eden olarak değerlendirmemektedir. Çünkü onun bu davranışının yapmaması gerektiğini söylememiştir. Aksine Peygamber onun lehine fetva vererek ona cevab vermiştir. İşte bir kimseden kötülükle sözetmekte bir fayda bulunması halinde de durum böyledir. Peygamber Efendimizin: "Muaviye'ye gelince o malı bulunmayan fakir bir kimsedir. Ebu Cehme gelince, o da omuzundan asasını indirmez." buyruğu gibi.

 

Bu caizdir, onun maksadı ise Fatıma bint. Kays'ın onlardan birisi ile evlenecek olursa, bir yanlışlık yapmaması idi. Bütün bu açıklamaları el-Muhasibi -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- yapmıştır.

 

10- Tiksinti Veren Örnek ve Allah'tan Korkmak:

 

"Ölmüş" buyruğu ye harfi şeddeli olarak: (...) diye de okunmuştur. Bu lafız "et"den hal olarak nasb edilmiştir. Bununla birlikte "kardeş"den hal olarak nasbedilmesi de mümkündür.

 

Yüce Allah onlardan herhangi bir kimsenin kardeşinin leşini yemesini sevemeyeceğini ikrar ettirdikten sonra, akabinde "İşte bundan tiksindiniz" diye buyurmaktadır. Bu iki şekilde açıklanabilir:

 

1. Siz nasıl ki leşi yemekten tiksiniyor iseniz, aynı şekilde gıybetten de böylece tiksininiz. Bu anlamdaki açıklama Mücahid'den rivayet edilmiştir.

 

2. Sizler insanların sizin gıybetinizi yapmasını hoş karşılamıyorsunuz. O halde başkalarının gıybetini yapmayı da hoş karşılamayınız.

 

el-Ferra dedi ki: Bundan tiksindiniz. O halde siz de bu işi yapmayınız. Lafız itibariyle haber, anlam itibariyle emir olduğu da söylenmiştir. Yani bundan tiksininiz.

 

"Allah'tan korkun!" buyruğu ona atfedilmiştir. Daha önce geçen "Kaçının ve kusurunu araştırmayın" buyruklarına atfedildiği de söylenmiştir. "Çünkü Allah tevbeleri kabul edendir, Rahimdir."

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Hucurat 13

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR