NECM 36 / 42 |
أَمْ
لَمْ
يُنَبَّأْ
بِمَا فِي
صُحُفِ مُوسَى {36}
وَإِبْرَاهِيمَ
الَّذِي
وَفَّى {37} أَلَّا
تَزِرُ
وَازِرَةٌ
وِزْرَ أُخْرَى {38}
وَأَن
لَّيْسَ
لِلْإِنسَانِ
إِلَّا مَا سَعَى
{39} وَأَنَّ
سَعْيَهُ
سَوْفَ يُرَى {40}
ثُمَّ
يُجْزَاهُ
الْجَزَاء
الْأَوْفَى {41}
وَأَنَّ
إِلَى
رَبِّكَ
الْمُنتَهَى {42} |
36,37. Yoksa
ona: Musa'nın ve ahdine bağlı İbrahim'in sahifelerinde olan haber verilmedi mi?
38. Yük
taşıyıcı hiçbir kimsenin başkasının (günah) yükünü yüklenmeyeceğini;
39.
İnsan için kendi çalıştığından başkasının olmadığını;
40.
Çalıştığının muhakkak ileride görüleceğini;
41.
Sonra ona yaptıklarının en mükemmel bir şekilde karşılığının verileceğini;
42.
Şüphesiz ki son gidişin Rabbine olacağını ...
"Yoksa ona
Musa'nın" sahifelerinde "ve ahdine bağlı İbrahim'in sahifelerinde
olan haber verilmedi mi?" Nitekim el-Ala Suresi'nde de: "ibrahim 'in
sahileleri ile Musa'nın (sahifeleri)nde ... " (el-Ala, 19) diye
buyurulmaktadır.
Yani hiçbir kimse
diğerinin yerine sorumlu tutulmaz. Nitekim: "Yük taşıyıcı hiçbir kimsenin
başkasının yükünü yüklenmeyeceğini" diye buyurmaktadır. Özellikle İbrahim
ile Musa'nın sahifelerinin sözkonusu edilmesinin sebebi, Nuh ile İbrahim
(ikisine de selam olsun) arasındaki dönemde bir kimsenin kardeşinin, oğlunun ve
babasının işlemiş olduğu suçlar dolayısıyla sorumlu tutulması idi. Bu açıklamayı
el-Huzeyl b. Şurahbil yapmıştır.
"Yüklenmeyeceğini"
buyruğundaki: (...) lafzı şeddelisinden hafifletilmiş (şeddesiz hale
getirilmiş)tir. "Şey"den bedel olarak cer konumundadır, yahut:
"O" takdiri ile ref' konumunda olabilir.
"Ahdine bağlı"
anlamındaki lafzı Said b. Cübeyr ile Katade: (...) diye şeddesiz olarak
okumuşlardır. Bu da sözünde ve amelinde doğru olan demek olur. Bu okuyuş da
anlam itibariyle cemaatin okuduğu: (...) şeddeli okuyuşuna racidir. Yani o
Allah'ın kendisine farz kılmış olduğu bütün hususları yerine getirmiş, onlardan
herhangi bir şeyi eksik bırakmamıştı. el-Bakara Süresi'nde Yüce Allah'ın: 'Hani
Rabbi ibrahim'i birtakım kelimelerle imtihan etmişti. O da bunları eksiksiz
yerine getirmişti. "(el-Bakara, 124) buyruğu açıklanırken (3. başlıkta) bu
husus geçmiş bulunmaktadır.
"Ahdine bağlı
kalmak" eksiksiz yerine getirmek demektir.
Ebu Bekr el-Verrak:
İddia ettiği kabul ettiğini belirttiği şartın gereğini yerine getirdi, diye
açıklamıştır. Çünkü Yüce Allah kendisine: "Teslim ol" demesine
karşılık, kendisi: "Alemlerin Rabbine teslim oldum." (el-Bakara, 131)
diye cevab vermişti. Yüce Allah, ondan iddiasının doğruluğunu ortaya koymasını
isteyince malında, evladında ve canında onu sınamış ve bütün bunları eksiksiz yerine
getirdiğini görmüştü. İşte Yüce Allah'ın: "Ve ahdine bağlı İbrahim'in ...
" buyruğu bunu anlatmaktadır. Yani o Allah'a teslim olduğunu ileri sürmüş,
sonra da bu iddiasının doğruluğunu ortaya koymuştu.
Bir diğer açıklamaya
göre o, her gün günün ilk saatlerinde dört rekat ile amelini eksiksiz
tamamlardı. Bunu el-Heysem, Ebu Umame'den o da Peygamber (s.a.v.)'dan diye
rivayet etmiştir.
Sehl b. Sa'd es-Saidi'de
babasından şunu rivayet etmektedir: "Ben size Yüce Allah'ın can dostu
İbrahim'i "ahdine bağlı" diye neden adlandırdığını haber vermeyeyim
mi? Buna sebeb onun her sabah ve her akşam: "Akşamladığınız zaman ve
sabahladığınızda Allah'ın Şanı ne YücedirI" (Rum, 17) diyor olması idi.
Ayrıca bunu Sehl b.
Muaz, Enes'den, o babasından, o da Peygamber (s.a.v.)'dan diye rivayet
etmiştir.
"Ahdine bağlı"
lafzının, kendisi ile birlikte gönderilen risaleti eksiksiz olarak yerine
getiren anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da Yüce Allah'ın:
"Yük taşıyıcı
hiçbir kimsenin başkasının yükünü yüklenmeyeceğini" buyruğunda ifade edilmiştir.
İbn Abbas dedi ki:
İbrahim (a.s) döneminde önce kişiyi başkasının günahı dolayısıyla sorumlu
tutuyorlardı. Öldürme ve yaralamalarda bir kimsenin velisi olanı, velayeti
altında bulunan kimsenin işlediği cinayetten dolayı sorumlu tutuyorlardı. O bakımdan
kişi babası, oğlu, kardeşi, amcası, dayısı, amcasının oğlu, yakın akrabası,
eşi, kocası ve kölesi dolayısıyla öldürülebiliyordu. İbrahim (a.s) onlara Yüce
Allah'tan: "Yük taşıyıcı hiçbir kimsenin başkasının yükünü
yüklenmeyeceğini" tebliğ etti.
el-Hasen, Katade ve Said
b. Cübeyr Yüce Allah'ın: "Ahdine bağlı" buyruğu hakkında şöyle
demişlerdir: O emrolunduğu şeylerin gereğince amel etti ve Rabbinin kendisine
gönderdiği risaleti (mesajları) tebliğ etti. Bu daha güzel bir açıklamadır, çünkü
genel bir ifadedir.
Aynı şekilde Mücahid de,
Allah'ın kendisine farz kıldığı hususlarda "ahdine bağlı" diye
açıklamıştır. Ebu Malik el-Cifari dedi ki: Yüce Allah'ın: "Yük taşıyıcı
hiçbir kimsenin başkasının yükünü yüklenmeyeceğini" buyruğundan itibaren "şimdi
Rabbinin nimetlerinin hangisini şüphe ile karşılarsın. " (en-Necm, 55)
buyruğuna kadar olan bütün buyruklar, İbrahim ile Musa'nın sahifelerinde yer
almıştır.
"Yük taşıyıcı
hiçbir kimsenin başkasının yükünü yüklenmeyeceği" buyruğuna dair yeterli
açıklamalar daha önce el-En'am Süresi'nin sonlarında (164. ayetin tefsirinde)
geçmiş bulunmaktadır.
"İnsan için kendi
çalıştığından başkasının olmadığını" buyruğu ile ilgili olarak İbn
Abbas'tan rivayet edildiğine göre Yüce Allah'ın: 'iman edenlerin soyları da
iman ile kendilerine uyanların Biz evlatlarını da kendilerine katarız.
"(et-Tur, 21) buyruğu neshetmiştir. Kıyamet gününde küçük çocuk babasının
terazisine konulur ve Yüce Allah babaları evlatlar hakkında, evlatları da
babalar hakkında şefaatçi kılar. Buna da Yüce Allah'ın: "Babalarınız ve
oğullarınızdan size faydaca hangisinin daha yakın olduğunu bilemezsiniz.
"(en-Nisa, 11) buyruğu delil teşkil etmektedir.
Tevil ehlinin çoğunluğu
ise: Bu ayet muhkemdir. Kimsenin ameli kimseye fayda vermez, demişler ve kimsenin
bir başkasının yerine namaz kılamayacağını icma ile kabul etmişlerdir.
Malik ölenin yerine oruç
tutmayı, haccetmeyi ve sadaka vermeyi caiz kabul etmemiştir. Ancak o şöyle
demektedir: Eğer kişi kendisinin yerine haccedilmesini vasiyet ettikten sonra
ölürse, onun yerine haccedilmesi caiz olur.
Şafii: ve başkaları
ölenin yerine nafile hac yapmayı caiz kabul etmişlerdir.
Aişe (r.anha)'dan
rivayet edildiğine göre o, kardeşi Abdu'r-Rahman'ın yerine itikafa girmiş ve
onun adına köle azad etmiştir. Sa'd b. Ubade'nin de Peygamber (s.a.v.)'a şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Annem vefat etti, onun yerine sadaka vereyim mi?
Peygamber: "Evet" diye buyurmuştur. Sa'd: Hangi sadaka daha
faziletlidir? diye sormuş, Peygamber: "Su içirmek" diye cevab
vermiştir.
Bütün bu hususlar
yeterli açıklamalarıyla birlikte daha önce Bakara (285-286. ayetler, 2. başlık
ve devamında), Al-i İmran (97. ayet, 7. başlıkta) ve el-A'raf Süresi'nde (50.
ayet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Şöyle de denilmiştir:
Yüce Allah: "İnsan için kendi çalıştığından başkasının olmadığını"
diye buyurmuştur. Arap dilinde "insan için" anlamındaki lafzın başına
gelen cer edatı olan "lam"ın anlam itibariyle mülkiyet ve gereklilik
ifade etmektir. O halde insana yaptığından başka bir şey(in karşılığını vermek)
gerekmez. Bir başkası onun adına sadaka verecek olursa, o kimsenin lehine
herhangi bir mükafatın gerekmesi sözkonusu değildir. Yüce Allah'ın amelde
bulunmaksızın küçük çocukları cennete koymak suretiyle lütufta bulunmadığı
gibi. Mükafat olarak vermesi gerekmeyen bir hususu o kimseye lütfetmesi hali
bundan istisna teşkil eder.
er-Rabi' b. Enes dedi
ki: "İnsan için kendi çalıştığından başkasının olmadığını" buyruğunda
kastedilen kafirdir. Mümine gelince, ona hem yaptığının karşılığı vardır, hem
de başkasının onun için yaptığının karşılığı verilecektir.
Derim ki: Bir çok hadis
bu görüşe ve mümine başkası tarafından onun için işlenen salih amelin sevabının
ulaşacağına delil teşkil etmektedir. Bu tür hadislerden, onlar üzerinde
dikkatle düşünecek kimseler için çok miktarda geçmiş bulunmaktadır. Müslim ın
kitabının baş taraflarında Abdullah b. el-Mubarek'ten nakledildiği üzere sadaka
hususunda görüş ayrılığı yoktur. Sahih te de şöyle denilmektedir: "İnsan
öldü mü ameli de kesilir. üç şey müstesna ... " Bunlar arasında:
"Yahut kendisine dua eden salih bir evlat"da zikredilmektedir.
Esasen bütün bunlar da
Yüce Allah tarafından bir lütuftur. Tıpkı amellerin kat kat
mükafatlandırılmasının da O'ndan bir lütuf olması gibi. Yüce Allah müminlerin
lehine tek bir iyiliği on katından yediyüz katına, bir milyon haseneye kadar
mükafatlandırır. Nitekim Ebu Hureyre'ye şöyle sorulmuş: Sen Rasülullah
(s.a.v.)'ın: "Muhakkak Allah bir tek haseneye karşılık bir milyon hasene
mükafat verir." dediğini duydun mu? O da: Ben onu şöyle buyururken
dinledim: Muhakkak Allah bir tek haseneye karşılık iki milyon hasene mükafat
verir."
İşte bu Allah'ın bir
lütfudur. Adalet ise: "İnsan için kendi çalıştığından başkasının
olmamasını" gerektirir.
Derim ki: Yüce Allah'ın:
"İnsan için kendi çalıştığından başkasının olmadığı" buyruğu özel
olarak günah hakkında sözkonusu olabilir. Buna delil de Müslim'in Sahih'inde
yer alan Ebu Hureyre'nin Rasülullah (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğuna dair yaptığı
rivayettir: "Aziz ve celil olan Allah buyurdu ki: Kulum, içinden bir
iyilik yapmayı kararlaştırıp da onu işlemeyecek olursa, Ben onu onun lehine bir
iyilik olarak yazarım. Şayet onu işleyecek olursa, onu o kimsenin lehine on
haseneden yediyüz katına kadar yazarım. Şayet bir kötülük işlemeyi kararlaştırmış
olduğu halde işlemeyecek olursa, o kötülüğü onun aleyhine yazmam. O kötülüğü
işleyecek olursa, Ben de onu tek bir kötülük olarak yazarım. "
Ebu Bekr el-Verrak dedi
ki: "Çalıştığından başkası" niyet ettiğinden başkası demektir. Bunu
da Peygamber (s.a.v.): "Kıyamet gününde insanlar niyetlerine göre
diriltilirler. " buyruğu açıklamaktadır.
"Çalıştığının
muhakkak ileride görüleceğini" buyruğu, Yüce Allah kıyamet gününde
yaptığının karşılığını ona gösterecektir, demektir.
"Sonra ona
yaptıklarının en mükemmel bir şekilde karşılığının verileceğini" ameline
karşılık verileceğini." demektir.
el-Ahfeş dedi ki:
"Ona karşılığını verdim" ifadesi ile (...) ifadesi aynıdır,
aralarında fark yoktur. Şair şu beyitinde her iki söyleyiş şeklini bir arada
kullanmış bulunmaktadır:
"Ben Alkame b.
Sa'd'in yaptıklarının karşılığını verecek olsam bile, Bir tek günde karşı
karşıya kaldığı belalarının (verdiği sınavının, yaptığı iyiliğin) karşılığını
veremem."
"Şüphesiz ki son
gidişin Rabbine olacağını. .. " Dönüş, geri çeviriliş ve sonunda varılacak
yer O'nun huzurudur. O vakit kötülükleri cezalandıracak, iyiliklerin mükafatını
verecektir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Lütuf O'ndan gelir ve nihai olarak eman O'na varır. Ubey b. Ka'b'dan dedi ki:
Peygamber (s.a.v.) Yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki son gidişin Rabbine
olacağını" buyruğu hakkında: "Rab hakkında düşünmek olmaz" diye
buyurmuştur.
Enes'ten rivayete göre
de Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah zikredildi mi artık
sen de (kötülükten) vazgeç ''
Derim ki: Peygamber
(s.a.v.)'ın şu buyruğu da bu anlamdadır: "Şeytan sizden herhangi birisine
gelir ve: Şunu şunu kim yarattı? der. Sonunda Rabbini kim yarattı? diye telkin
eder. Artık bu noktaya geldi mi (sizden olan kimse) Allah'a sığınsın ve buna
bir son versin. "
Bu husus daha önce
el-A'raf Suresi'nde (200. ayet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Şu
beyitlerin şairi ne güzel söylemiş:
"O Şanı Yüceler
Yücesi hakkında sakın düşünme! Yoksa aşağılatır ve yardımsız bırakılırsın.
İşte O'nun masnuatı. ..
onlar hakkında ibretle düşün, Ve o çok şerefli şanı yüce, can dostu
(İbrahim)nun söylediği gibi söyle!"
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN