ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

KAMER

1

/

8

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَانشَقَّ الْقَمَرُ {1} وَإِن يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُّسْتَمِرٌّ {2} وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ {3} وَلَقَدْ جَاءهُم مِّنَ الْأَنبَاء مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ {4} حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ {5} فَتَوَلَّ عَنْهُمْ يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَى شَيْءٍ نُّكُرٍ {6} خُشَّعاً أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُّنتَشِرٌ {7} مُّهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَذَا يَوْمٌ عَسِرٌ {8}

 

1. O saat yaklaştı ve ay yarıldı.

2. Eğer bir ayet görseler yüz çevirirler ve: "Devam edip giden bir büyüdür" derler.

3. Hem de yalanladılar ve hevalarına uydular. Halbuki her işin kararlaştırılmış bir vadesi vardır.

4. Andolsun, onlara kendisinde alıkoyucu özelliği olan haberler gelmiştir.

5. En üstün seviyede ve yeterli bir hikmettir (o). Uyarılar ise fayda vermiyor.

6. O halde onlardan yüz çevir. O günde o çağırıcı bilinmedik bir şeye çağırır.

7. Gözlerinden zilletleri okunarak, darmadağın çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar;

8. Davetçiye hızlıca koşarak kafirler: "Bu zorlu bir gündür" derler.

 

"O saat yaklaştı ve ay yarıldı." Yani kıyamet yaklaştı. Bu da daha önceden açıklamış olduğumuz gibi Yüce Allah'ın: 'Yakın olan (kıyamet günü) yaklaştıkça yaklaştı'' (en-Necm, 57) buyruğu gibidir. O halde o geçmiş olan zamana nisbetle oldukça yakın demektir. Çünkü Katade'nin, Enes'ten rivayet ettiğine göre dünya ömrünün büyük bir bölümü geçmiş bulunmaktadır. Bu rivayete göre Enes (r.a) şöyle demiştir: Rasülullah (s.a.v.) güneşin batmak üzere olduğu sırada bir hutbe irad etti ve şöyle buyurdu: "Sizin dünyanızdan (üzerinden) geçen zamana oranla geriye kalan bölümü, ancak bu günden geçen süreye göre geriye kalan gibidir." O sırada biz güneşin ancak çok az bir bölümünü görebiliyorduk.

 

Ka'b ile Vehb de şöyle demişlerdir: Dünya(nın ömrü) altıbin yıldır. Vehb dedi ki: Bunun beşbinaltıyüz yılı geçmiş bulunmaktadır. Bunu da en-Nehhas zikretmektedir.

"Ve ay yarıldı." Ay da yarılmış bulunmaktadır, demektir.

 

Huzeyfe bu ayet-i kerimeyi: "O saat yaklaştı ve ay yarıldı" şeklinde; (...) fazlası ile okumuştur. İlim adamlarından bir çoğunluk da bu şekilde okumuşlardır. Ayrıca bu Buhari'nin Sahih'inde ve başka eserlerde İbn Mesud, İbn Ömer, Enes, Cübeyr b. Mut'im ve İbn Abbas (r.anhum)'dan gelen bir rivayet olarak da sabit olmuştur. 

 

Enes'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: Mekkeliler Peygamber (s.a.v.)'dan bir ayet (bir mucize) istediler. Bunun üzerine Mekke'de ay iki kere yarıldı. İşte: "O saat yaklaştı ve ay yarıldı" buyruğundan itibaren: "Devam edip giden bir büyüdür" buyruğuna kadar olan buyruklar bunun üzerine nazil oldu. "Devam edip giden" süregiden demektir. Ebu İsa et-Tirmizi dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir. 

 

Buhari'nin lafzı ile rivayette Enes şöyle demiştir: Ay iki parçaya ayrıldı. Bir kesim de; henüz ayın yarılması gerçekleşmiş değildir. Bu gerçekleşmesi beklenen bir olaydır, demiştir. Kıyametin kopmasının ve ayın yarılmasının zamanı yaklaşmıştır, demektir. Kıyamet kopacağı vakit sema ve içinde bulunan ay ve diğer şeyler yarılmış ve çatlamış olacaktır. el-Kuşeyri de böyle demiştir. el-Maverdi'nin naklettiğine göre bu cumhurun görüşüdür. O ayrıca şöyle demektedir: Çünkü ay yarılacağı vakit, onu görmeyecek bir kimse kalmayacaktır. Buna sebeb ise, bunun bir ayet (mucize, alamet ve belge) olmasıdır. Ayetlerin görülmesi noktasında insanlar birbirine eşittir.

 

el-Hasen dedi ki: Kıyamet yaklaştı. Kıyamet geleceğinde ikinci defa Sura üfürülmesinden sonra ay yarılmış olacaktır.

 

"Ve ay yarıldı" buyruğunun. iş açıklık kazandı ve ortaya çıktı, anlamına geldiği de söylenmiştir. Araplar açık ve seçik olan hususlara ayı misal verirler.

 

Şair şöyle demiştir: "Ey anamın oğulları! Bineklerinizin göğsünü doğrultunuz, Çünkü ben sizden başka bir kabileye daha çok meylediyorum. Çünkü artık ihtiyaçlar baş göstermiş gece ise aylıdır.

 

Katedilecek mesafeler için binekler ve yükler bağlanmış bulunuyor."

 

Ayın yarılmasının karanlık esnasında doğması ile karanlığın yarılması, ortadan kalkması anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da sabaha "felak" denmesine benzer. Çünkü bu durumda karanlık, üzerinden açılıp dağılmaktadır. Nitekim sabahın infilakı (ayrılması) inşikakı (yarılıp, ayrılması) diye de ifade edilir. en-Nabiğa'nın şu beyitinde olduğu gibi: "Onlar bir uğultu ile birlikte geri dönüp gittiklerinde Sabahın yarılması sırasında bir davetçi çağırdı bizi."

 

Derim ki: Adalet sahibi ahad ravilerin nakli ile ayın Mekke'de yarıldığı sabit olmuştur. Kur'an'ın buyruklarının zahirinden anlaşılan da budur. Bu mucizede bütün insanların eşit olması da gerekmez. Çünkü bu bir gece ayeti (mucizesi) idi. Ayrıca Peygamber (s.a.v.)'ın meydan okuması esnasında ondan iddiasını ispatlamasının istenmesi üzerine gerçekleşmiştir. Rivayet edildiğine göre Hamza b. Abdu'l-Muttalib, Ebu Cehil'in Resulullah (s.a.v.) Peygambere sövmesi üzerine öfkelenip müslüman olunca kendisine, imanında yakinini arttıracak bir mucizeyi göstermesini istemiştir. Daha önce de belirtildiği gibi Sahih'te kendilerine bir ayet (mucize) göstermeyi bizzat Mekkelilerin istedikleri de kaydedilmiş bulunmaktadır. Bunun üzerine o da onlara İbn Mesud ve başkalarının rivayet ettiği gibi ayın iki parçaya yarıldığını gösterdi. 

 

Huzeyfe'den rivayete göre o, Medain'de bir hutbe irad etmiş ve sonra şöyle demiştir: Şunu bilin ki; kıyamet oldukça yaklaştı ve ay Peygamberiniz (s.a.v.)'ın döneminde yarılmış bulunuyor.

 

İfadede takdim ve tehir olduğu ve takdirin şöyle olduğu da söylenmiştir: Ay yarıldı ve kıyamet yaklaştı. Bu açıklamayı İbn Keysan yapmıştır. Daha önce el-ferra'dan şöyle dediğini de nakletmiştik: Şayet iki fiil anlam itibariyle birbirine yakın ise herhangi birisini öne alabilir, diğerini sonraya bırakabiliriz. Bu açıklamaları Yüce Allah'ın: "Sonra yaklaşıp sarktı. " (en-Necm, 8) buyruğunu açıklarken nakletmiştik.

 

"Eğer bir ayet görseler yüz çevirirler." Bu, onların ayın yarıldığını gördüklerine delildir. İbn Abbas dedi ki: Müşrikler bir araya gelerek Resulullah (s.a.v.)'ın yanına gittiler ve: Şayet sen doğru söylüyor isen haydi ayı ikiye ayır da biz de onu görelim, dediler. Bunun yarısı Ebu Kubeys tepesi üzerinde, yarısı da Kuayka'an tepesi üzerinde olsun dediler. Resulullah (s.a.v.) kendilerine: "Bunu yaparsam iman edecek misiniz?" diye sordu. Onlar: Evet dediler. Gece dolunay gecesi idi. Resulullah (s.a.v.) Rabbinden istediklerini kendisine vermesini diledi. Gerçekten de ay iki parçaya ayrıldı. Resulullah (s.a.v.) da müşriklere: "Ey filan, ey filan şahit olun" diye seslendi. 

 

İbn Mesud'un rivayet ettiği hadiste ise şöyle denilmektedir: Resulullah (s.a.v.) döneminde ay ikiye ayrıldı. Kureyşliler de: Bu Ebu Kebşe'nin oğlunun büyüsünden dolayı böyledir. O sizi büyülemiş bulunuyor. Bundan dolayı yolculuktan dönecek olanlara sorunuz, dediler. Yolculuktan dönenlere sordular. Onlar da: Biz ayın yarıldığını gördük, dediler. Bunun üzerine: "O saat yaklaştı ve ay yarıldı, eğer bir ayet görseler yüz çevirirler" buyruğu indi. Yani onlar Muhammed (a.s)'ın doğruluğuna delalet eden bir ayet (mucize) görecek olsalar, iman etmekten yüz çevirirler.

 

"Ve: Devam edip giden bir büyüdür, derler." Bu tabir Arapların bir şey geçip gittiğinde kullandıkları: "O şey geçip gitti" tabirlerinden alınmıştır. Bu açıklamayı Enes, Katade, Mücahid, el-Ferra, el-Kisai ve Ebu Ubeyde yapmıştır. en-Nehhas da bunu tercih etmiştir. Ebu'l-Aliye ve ed-Dahhak de: Muhkem, güçlü ve çetin demektir, diye açıklamışlardır ki, bu da güç ve kuvvet anlamına gelen; (...)'den gelmektedir. Nitekim şair Lakit şöyle demiştir: "Nihayet eğriliğe rağmen sağlam kararını verdiğinde Gerçekten kararı sağlamdı, ne dilinde tutukluk vardı, ne de yumuşak ve zelildi."

 

el-Ahfeş de: Bu, halatın iyice eğilip bükülmesi demek olan: (...)'den alınmıştır.

Bunun "acı" anlamındaki: (...) den geldiği de söylenmiştir. Mesela: "O şeyacı oldu, acıdı" demektir. (...) şeklinde muzariinde "mim" harfinin üstün okunması da aynı şekildedir. "Acılık" demektir. Bu şekilde olana: "Acı" denilir. Bu işin başkası tarafından yapılmasını anlatmak üzere de (...) diye kullanılır.

 

er-Rabi: Devam edip, giden ve etkili olan, diye açıklamıştır. Yeman geçip giden, Ebu Ubeyde batıl diye açıkladığı gibi; devamlı, sürekli diye de açıklamıştır. Şair de şöyle demiştir: "Ve dosdoğru hiçbir şey üzerine daimi (sürekli ve devamlı) değildir."

 

Biri ötekine benzer, diye de açıklanmıştır. Yani Muhammed (s.a.v.)'ın fiilleri hep bu şekilde sürüp gitmiştir. O, gerçeği olan hiçbir şey getirmemiştir. Aksine bütün yaptıkları gösterdiği hayallerden ibarettir. Yerden semaya doğru geçip gitmiştir, anlamında olduğu da söylenmiştir.

 

"Hem de" bizim peygamberimizi "yalanladılar ve hevalarına" sapıklıklarına, kendi seçip tercih ettikleri şeylere "uydular. Halbuki her işin kararlaştırılmış bir vadesi vardır." Amel eden herkes ile ameli karar kılar. Hayır cennette onu işleyenlerle birlikte karar kılar, şer de cehennemde onu işleyenlerle birlikte karar kılar.

 

"Kararlaştırılmış bir vade" anlamı verilen lafzı Şeybe "kaf" harfini üstün olarak; (...) diye okumuştur. Yani herbir şeyin -herhangi bir öne alınış ya da sonraya bırakılış sözkonusu olmaksızın- gerçekleşeceği özel bir vakti vardır.

 

Ebu Cafer b. el-Ka'ka'dan "kaf" harfi ile "re" harfini kesreli olarak: (...) diye okuduğu rivayet edilmiştir. Bu durumda o ikinci kelimeyi "emr: İş"in sıfatı yapmaktadır. Buna göre "her" lafzının mübteda olarak merfu gelmiş olması, haberinin de hazfedilmiş olması mümkündür.

Şöyle buyurulmuş gibi olur: Ummu'l-Kitap'ta (Levh-i Mahfuz'da) karar bulmuş herbir emir mutlaka gerçekleşecektir. "Saat (kıyamet)" lafzına atıf ile merfu olması da mümkündür. O zaman da anlam şöyle olur: Kıyamet ve gerçekleşmesi kararlaştırılmış herbir iş yakınlaştı. Yani kıyamet gününde işlerin karar bulacağı vakit de yaklaşmış bulunmaktadır.

"Kararlaştırılmış bir vadesi" anlamındaki lafzı merfu' olarak okuyanlar da bunu "her" lafzının haberi olarak böyle okurlar.

 

"Andolsun onlara" kabul etmeleri halinde küfürlerini sürdürmelerini engelleyecek şekilde "kendisinde alıkoyucu özelliği olan" bazı "haberler gelmiştir." Bundan dolayı Yüce Allah onlara kendisine ihtiyaç duyacaklarını ve kendilerine şifa teşkil edeceğini bildiği hususları hatırlatmıştır. Yoksa sözkonusu edilecek daha başka çok şeyler de vardır. Onun bize anlattıkları, bizim kendisine ihtiyaç duyduğumuzu bildiği şeylerdir. Bunun dışındaki şeyleri bize sözkonusu etmemiştir. İşte Yüce Allah'ın: "Andolsun onlara ... özelliği olan haberler gelmiştir" buyruğu bunu anlatmaktadır. Yani Yüce Allah bu kafirlere geçmişteki ümmetlerin haberlerinden "kendisinde alıkoyucu özelliği olan haberler"i getirmiştir.

 

"Alıkoyucu özelliği olan" lafzının aslı: (...) şeklinde olup "te" harfi "dal"a dönüştürülmüştür. Çünkü "te" hemsli bir harf, "ze" ise cehr (açıklayıcı) sıfatına sahib bir harftir. Bundan dolayı "te"nin yerine mahreci itibariyle kendisine uygun "dal" harfini getirmiştir. Bu "dal" harfi cehr sıfatında da "ze" harfine uygun bir harftir. Bu lafız "alıkoymak, vazgeçmek" anlamına gelir. "Onu alıkoydu, vazgeçirdi" denilir. "O da vazgeçti" anlamındadır. "Onu ben alıkoydum, vazgeçirdim."; "O da vazgeçti" demektir.

 

Nitekim şair şöyle demiştir: "Süslenmeye gerek duymayacak kadar güzellerin o istekleri, Onu hevasının peşine gitmekten alabildiğine alıkoydu."

 

Bu lafız "iftial" veznindeki "te"yi "ze"ye dönüştürüp, ze'yi de yine ona idgam etmek suretiyle: (...) diye de okunmuştur. Bunu ez-Zemahşeri nakletmiştir.

 

"En üstün seviyede ve yeterli bir hikmettir" buyruğunda kastedilen Kur'an-ı Kerim'dir. Bu da Yüce Allah'ın; "Kendisinde alıkoyucu özelliği olan" buyruğundaki: (...)'den bedeldir. Hazfedilmiş bir mübtedanın haberi de olabilir. O ... bir hikmettir, demek olur.

 

"Uyarılar ise" onlar yalanlayıp muhalefet ettikleri takdirde "fayda vermiyor." Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O ayetler ve korkutmalar iman etmeyecek bir topluluğa fayda vermez. "(Yunus, 101) Buna göre bu buyruktaki (...), nefy (olumsuzluk) edatıdır. Uyarıp korkutmaların onlara faydası olmaz demektir.

 

Bunun azarlamak anlamında bir soru olması da mümkündür. Yani onlar uyarıp korkutmalardan yüz çevirmeleri halinde, bunların kendilerine ne faydası olur ki?

"Uyarıp korkutmalar" lafzının uyarıp korkutmak anlamında olması mümkün olduğu gibi "nezir: Uyarıp korkutan"ın çoğulu olması da mümkündür.

 

"O halde onlardan yüz çevir." Onlara iltifat etme!

 

Bunun (cihadı emreden) kılıç ayetiyle nesh olduğu söylenmiştir. Bir görüşe göre ifade burada tamam olmaktadır. Daha sonra Yüce Allah: "O günde o çağırıcı bilinmedik bir şeye çağırır" diye buyurmaktadır. Bu buyruktaki "O günde" buyruğunda amel eden "kabirlerinden çıkarlar''(el-Kamer, 7) buyruğu, yahutta "zilletleri okunarak" anlamındaki lafız ya da "o günü hatırla ki" takdirinde hazfedilmiş bir fiildir. Bir diğer görüşe göre ise, nasb ile gelmesi "fe" harfinin hazfi ve emrin cevabındaki ameli dolayısıyladır. Buna göre de ifade: "Sen onlardan yüz çevir, çünkü onlar için çağırıcının çağıracağı o gün vardır" takdirindedir.

 

Bir başka açıklamaya göre: Ey Muhammed, sen onlardan yüz çevir. Çünkü sen onlara karşı delilini ortaya koymuş bulunmaktasın ve sen: "Onları davetçinin çağıracağı o gün bir görsen" demektir.

 

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: "Kıyamet gününde sen onlardan yüz çevir, onlara ve hallerine dair bir şey sorma!" Çünkü onlar "bilinmedik bir şeye" çağırılacaklar ve onlara büyük bir azap isabet edecektir. Bu da, bir kimseye pek büyük bir işi haber verdiğimiz vakit: Filanın başına geleni hiç sarma! demeye benzer.

 

Bir başka açıklamaya göre: Davetçinin davet edeceği o günde herbir iş karar bulmuş olacaktır, demektir.

 

İbn Kesir "bilinmedik" anlamındaki lafzı "kef" harfini sakin olarak: (...) diye okumuştur. Diğerleri bu harfi ötreli okumuşlardır. Bunlar iki ayrı söyleyiştir. "Zorluk" ve "İş, meşguliyet" kelimelerinde olduğu gibi. Lafız olarak, pek korkunç ve büyük iş demek olup, bu da kıyamet günüdür. "çağırıcı, davetçi" ise İsrafil (a.s)'dır.

 

Mücahid ve Katade'den "kef" harfi esreli, "re" harfi üstün meçhul bir fiil olarak; (...) diye okudukları da rivayet edilmiştir.

 

"Gözlerinden zilletleri okunarak" buyruğunda geçen: "Gözlerdeki zillet" boyun eğmek ve zelil olmak demektir. Bu zilletin gözlere izafe edilmesi izzetin de, zilletin de etkilerinin insanın bakışında görülmesinden dolayıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Gözleri zilletle bakacaktır." (en-Naziat, 9); "Zilletten boyunlarını bükmüş, göz ucuyla gizlice baktıklarınıgörürsün." (eş-Şura, 45)

 

Bir kimsenin zelil olmasını anlatmak üzere: (...) ile (...) denilir.

 

"Gözünü sakındırdı" (öteye, ileriye bakamadı, önüne baktı gibi).

 

Hamza, el-Kisai ve Ebu Amr "Zilletleri okunarak" anlamı verilen lafzı "hı" harfinden sonra "elif" ilavesi ile: (...) diye okumuşlardır. İsm-i failler eğer çoğul Cisimlerden önce zikredilecek olurlarsa) tekil olarak gelmeleri caizdir. "Gözlerinden zillet okunarak" gibi, müennes olarak gelmeleri de caizdir, bu da: "Gözleri önlerine eğilmiş olarak" (el-Kalem, 43) buyruğunda olduğu gibidir; çoğul olarak gelmesi de mümkündür. Buradaki: "Gözlerinden zilletleri okunarak" buyruğunda olduğu gibi. Şair de şöyle demiştir:

 

"Ve İyad b. Nizar b. Mead oğullarından Güzel yüzlü genç delikanlılar."

"Zilletleri okunarak" lafzı: "Zelil" lafzının çoğuludur.

 

Nasb ile gelmesi ise: "Onlardan" lafzındaki "he" ve "mim" (onlar)dan hal olduğundandır. (Yani onların halini bildirir.) Bundan dolayı bu takdire göre "onlardan" anlamındaki lafız üzerinde vakıf yapmak güzel olmaz. Bununla birlikte "çıkarlar" buyruğundaki zamirden hal olması caizdir. O takdirde "Onlardan" lafzı üzerinde vakıf yapılabilir.

 

Mübteda ve haber olmak üzere: "Gözlerinden zilletleri okunur" diye de okunmuştur. Cümlenin i'rabdaki mahalli ise, hal olarak nasptır. Şairin şu mısraında olduğu gibi: "Ben cömertlik ve lütfu onun yanında hazır iki şeyolarak gördüm."

 

"Darmadağın çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar." buyruğundaki (...): kabirler demek olup, tekili (...) dir.

 

"Davetçiye hızlıca koşarak." Bir başka yerde de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O gün insanlar darmadağın pervaneler gibi olacak.'' (el-Karia, 4) O halde bunlar iki ayrı zamanda, iki ayrı niteliktir. Bunların birincisi kabirlerden çıkış esnasındadır. İnsanlar dehşete kapılmış olarak nereye gideceklerini bilmeyerek kabirlerinden çıkacaklar, birbirlerine karışacaklar. İşte o vakit onlar maksad olarak gözettiği belli bir yön olmaksızın darmadağınık pervaneler gibi biri diğerinin içine girecektir, karışacaklardır. İkincisi ise davetçinin seslenişini duyacakları vaktin niteliğidir. O vakitte etrafa dağılmış çekirgeler gibi olacaklardır. Çünkü çekirgelerin gözettikleri belli bir yönleri vardır.

 

"Hızlıca koşanlar olarak" demektir. Bu açıklamayı Ebu Ubeyde yapmıştır. Şairin şu beyitinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Yurtları Dicle'dedir onların ve görüyorum ben onları, Dicle'de semaa (çalgı ve şarkı dinlemeye) hızlıca gittiklerini görüyorum."

 

ed-Dahhak, yönelenler olarak, Katade, kastedenler olarak, İbn Abbas, bakanlar olarak, İkrime, sese kulaklarını açanlar olarak, diye açıklamışlardır. Anlamlar birbirine yakındır. Bir kimse gözünü ayırmaksızın bir şeye yönelip, gidecek olursa: "Adam gözünü ayırmaksızın yöneldi, yönelir" denilir. Boynunu uzatıp, başını o tarafa dönecek olursa: (...) denilir. Şair de şöyle demiştir: "Nimr b. Sa'd beni köle etti kendisine, halbuki gördüğüm o ki; Nimr b. Sa'd bana itaat eden birisidir ve boynunu uzatmış, başını da bana doğru çevirmiştir."

 

"Yaratılışında boynunda bir tarafa meyil bulunan deve" demektir. "Hızlıca koştu" anlamındadır.

 

"Kafirler: Bu zorlu bir gündür, derler." Yani onlar bu sözleri kıyamet gününde karşı karşıya kalacakları zorluklardan ötürü söyleyeceklerdir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Kamer 9-17

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR