ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

VAKIA

81

/

87

أَفَبِهَذَا الْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ {81} وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ {82} فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ {83} وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ {84} وَنَحْنُ أَقْرَبُ

إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ {85} فَلَوْلَا إِن كُنتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ

{86} تَرْجِعُونَهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ {87}

 

81. Şimdi siz bu sözü mü küçümseyip hafife alıyorsunnz?

82. Ve rızkınızı yalanlamaktan ibaret mi kılacaksınız?

83. Hele o bir boğaza gelince;

84. O vakit siz de bakar dururken;

85. Evet, o zaman Biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.

86. Eğer siz gerçekten hesaba çekilmeyecek olsaydınız;

87. Doğru söyleyenler iseniz onu geri çevirebilirdiniz.

 

"Şimdi siz bu sözü mü" yani Kur'an-ı Kerim'i mi "küçümseyip hafife alıyorsunuz?" buyruğundaki -"küçümseyip, hafife alıyorsunuz" anlamı verilen: (...) lafzını İbn Abbas, Ata ve başkaları "yalanlıyorsunuz" diye açıklamışlardır, -Lafzi manası itibariyle yağlayan, yağ süren- demek olan ''İçi dışından farklı olan kimse" demektir. Zahirinin yumuşaklığı itibariyle böyle birisi yağa benzetilmiş gibidir. Mukatil b. Süleyman ve Katade, "kafir oluyorsunuz" diye açıklamışlardır. Bunun bir benzeri Yüce Allah'ın: ''Onlar senin kendilerine yumuşak davranmanı arzu ettiler. Kendileri de bunun üzerine yumuşak davranacaklardı." (el-Kalem, 9) buyruğudur.

 

el-Müerric dedi ki: "Yağ süren" münafık veya küfrünü saklamak için yumuşak davranan kafir kimse demektir. "Yalanlamak, küfür ve münafıklık" anlamındadır. Bunun asıl anlamı yumuşak davranmak ve açığa vurduğundan farklı olan şeyleri iç!ne gizlemektir. Ebu Kays b. elEslet de şöyle demiştir: "Kararlılık ve güçlülük elbetteki İçindekini gizleyip (iki yüzlülük etmekten) bitkinlikten ve zaaf göstermekten daha hayırlıdır."

 

(...) ile (...) şekilleri aynı anlamdadır. Bir kesim de şöyle demiştir: ''Gizledim, sakladım" anlamında, "Aldattım" anlamındadır.

 

ed-Dahhak -ayet-i kerimedeki bu lafzı- yüz çevirenler diye açıklamıştır.

Mücahid, kafirlerle onu inkar etmek üzere bir arayagelen kimseler anlamındadır. İbn Keysan şöyle demiştir: Bu Allah'ın üzerindeki hakkının ne olduğunu akledip kavrayamayan ve bir takım gerekçelerle bu hakkı bertaraf edip, kendisinden uzaklaştırmaya çalışan kimse demektir.

 

Bazı dilciler de bu lafzı, Kur'an'ı kabul etmek hususunda kesin ve kararlı olmayı terkedenler diye açıklamışlardır.

 

"Ve rızkınızı yalanlamaktan ibaret mi kılacaksınız?" buyruğu hakkında İbn Abbas: Siz şükrünüzü yalanlamaktan ibaret mi kılıyorsunuz diye açıklamıştır. el-Heysem b. Adi'nin naklettiğine göre ise Ezdişenueliler: filanın rızkı nedir? diye sorduklarında, onun şükretmesi nedir? diye kastederlermiş. "Rızık" adının rızka şükretmenin yerine kullanılmasının uygunluğu, rızka şükretmenin rızkı arttırmayı gerektirmesinden dolayıdır. Bu anlamıyla şükür de bir rızık demektir.

 

"Ve rızkınızı ... kılacaksınız" buyruğu, eğl'r yerine getirecek olursanız. rızkınızın şükrü de sizin için bir rızık olarak geri dönecektir, diye de açıklanmıştır.

 

Siz rızkı "yalanlamaktan ibaret mi kılacaksınız?" Yani sizler yalanı amayı şükrün yerine mi koyuyorsunuz' Bu da Yüce Allah'ın: "Onların Beyt'in yanında duaları ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan başka bir şey değildi," (Enfal, 35) buyruğuna benzemektedir, Yani onlar dua etmiyorlardı. Aksine onlar dua (ve namaz) yerine ıslık çalıyorlar, el çırpıyorlardı. Bu buyrukla kullara isabet eden bir hayrını herhangi bir şekilde adeten bir takım sebepler olarak görülmekte olan araçların verdiği bir şey olarak gÖrmemeleri gerektiğini açıklamaktadır. Aksine bunu Yüce Allah tarafından gelmiş olarak görmeleri, sonra da nimet ise ona şükür ile karşılık vermeleri, eğer hoşlanmadıkları bir şey ise Yüce Allah'a ibadet etmek, O'nun Önünde zilletle boyun eğmek suretiyle sabrederek karşılamaları gerektiğini açıklamaktadır.

 

Ali b, Ebi Talib'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) Yüce Allah'ın: ''Ve şükrünüzü yalanlamaktan ibaret mi kılacaksınız'' diye okumuştur,

 

Yine İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre bu buyrukla kastedilen belirli birtakım yıldızların doğuşu sebebiyle yağmurun yağdığının söylenmesidir, Bu da Arapların filan yıldızın doğması sebebiyle bize yağmur yağdırıldı, demeleridir. Bu açıklamayı Ali b, Ebi Talib, Peygamber (s.a.v.)'den, diye rivayet etmiştir,

 

Müslim'in, Sahih'inde İbn Abbas'tan şöyle dediği Zikredilmektedir: Peygamber (s.a.v.) döneminde insanlara yağmur yağdırıldı. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İnsanlardan kimi şükredici, kimi de kafir olarak sabahı etti. (şükredenler): Bu Allah'ın rahmetidir, dediler. Bir kısmı da: Şu, şu yıldızın doğuşu doğru çıktı, dediler, Bunun üzerine şu: "Hayır, işte yıldızların doğup battıkları yerlerine yemin ederim." (75, ayet) buyruğundan itibaren "ve rızkınızı yalanlamaktan ibaret mi kılacaksınız" buyruğuna kadar olan ayetler nazil olduyı

 

Yine ondan gelen rivayete göre Peygamber (s.a.v.) bir sefere çıkmıştı. Beraberindekiler susadılar. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ne dersiniz? Eğer sizin için Allah'a dua edip de size yağmur yağdırılacak olursa, acaba şu yıldızın doğuşu dolayısıyla bu yağmur yağdı, diyecek misiniz?" diye sordu, onlar: Ey Allah'ın Rasülü bu zaman (yağmur yağmasına sebep olan) yıldızların doğuş zamanı değildir, dediler. Bunun üzerine Peygamber iki rekat namaz kıldı, Rabbine dua etti. Bir rüzgar çıktı, sonra bulut göründü ve onlara yağmur yağdırıldı. Peygamber (s.a.v.) beraberinde bir grub ashabı bulunduğu halde bir adamın yanından geçtiler. Adamın elindeki bir kaba su doldurduğunu ve bu arada: Şu yıldızın doğuşu sebebiyle bize yağmur yağdırıldı, dediğini; fakat bu Allah'ın bir rızkıdır demediğini gördüler. Bunun üzerine: "Ve rızkınızı yalanlamaktan ibaret mi kılacaksınız?" Yani Allah'ın sizi rızıklandırmanıza karşı O'na şükretmenizi, nimeti "yalanlamaktan ibaret mi kılacaksınız" ve bize şu yıldızın doğuşu dolayısıyla yağmur yağdırıldı mı diyeceksiniz. Bu da şuna benzer: Benim sana yapmış olduğum iyiliği sen bana kötülük yaparak mükafatlandırdın, benim senin üzerindeki nimetlerime karşılık da beni düşman belledin.

 

Muvatta'da da Zeyd b. Halid el-Cüheni'den şöyle dediği rivayet edilmektedir; Resulullah (s.a.v.) Hudeybiye'de geceden yağmış olan bir yağmur akabinde bize sabah namazını kıldırdı. Namazı bitirince insanlara doğru yönelerek şöyle dedi; "Rabbinizin ne söylediğini biliyor musunuz?" Onlar; Allah ve Rasülü daha iyi bilir, dediler. şöyle buyurdu: "Kullarımın bir bölümü Bana mümin, yıldızları da inkar eden olarak sabahladı. Kim Allah'ın lütuf ve rahmetiyle bize yağmur yağdırıldı, dediyse işte o kimse Bana mümin, yıldızlara da kafir bir kimsedir. Şu, şu yıldızın doğuşu sebebiyle bize yağmur yağdırıldı diyen kimse ise yıldızlara iman eden ve Bana kafir olan bir kimsedir."

 

Şafii -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dedi ki: Bir kimsenin, şu şu yıldızın doğuşu sebebiyle bize yağmur yağdırıldı, demesini sevmiyorum. Her ne kadar yıldızın doğması bizce yaratılan ve fayda vermeyen, zararı da olmayan bir vakit ise de, yağmur yağdırmayan ve yağacak yağmuru alıkoyamayan bir şey ise de bu böyledir. Bununla birlikte söylenmesini uygun gördüğüm: -Şu ay bize yağmur yağdırıldı, demek gibi- bize şu vakit yağmur yağdırıldı, denilmesidir. Bir kimse eğer cahiliye dönemindeki müşriklerden bazılarının kastettikleri şekilde yağmuru yağdıranın yıldızın doğuşu olduğunu kastederek, şu yıldızın doğuşuyla bize yağmur yağdırıldı, diyecek olursa bu sözüyle kafir olur, tevbe etmeyecek olursa kanı helaldir.

 

Ebü Ömer b. Abdi'l-Berr dedi ki; Peygamber (s.a.v.)'ın Yüce Allah'ın: "Kullarilndan kimisi Bana mümin, kimisi de kafir olarak sabahı etti" dediğini nakletmesine gelince, bence buna iki türlü anlam verilebilir. Birincisi eğer yıldızın doğuşu yağmurun yağmasını gerektirip; Yüce Allah'tan ayrı olarak bulutu meydana getiren olduğuna inanan bir kimse ise; bu açıkça kafir olur, bundan dolayı tevbe etmesi istenir. Eğer kabul etmeyecek olursa Öldürülür. Çünkü böylesi İslamı bir kenara bırakmış ve Kur'an'ı reddetmiş olur. İkinci açıklamaya göre; bu kimsenin o yıldızın doğuşu ile birlikte Yüce Allah'ın yağmur yağdıracağına inanması ve Allah'ın takdiri ve ilmi gereğince yağmurun yağdığına sebeb teşkil ettiğini kabul etmesidir. Böyle bir inanış her ne kadar mübah bir şekil ise de, bunda da Yüce Allah'ın nimetinin inkarı ve yağmuru dilediği vakit indirdiği hususundaki hikmetinin inceliklerinin bilinmemesi sözkonusudur. O yağmuru kimi zaman şu yıldızın, kimi zaman öbür yıldızın doğuşu esnasında yağdırdığı gibi, çoğu zaman bir yıldız doğmakla birlikte beraberinde hiç de yağmur yağmayabilir. Bu ise Allah'tan gelen bir şeydir, yıldızın doğuşuyla ilgisi yoktur. Nitekim Ebu Hureyre de sabahı ettiğinde eğer yağmur yağdığını görürse: Bize fethin doğuşu ile yağmur yağdırıldı, der; sonra da Yüce Allah'ın: "Allah insanlara herhangi bir rahmeti fethedecek (açacak) olursa onu tutacak olmaz." (Fatır, 2) buyruğunu okurdu.

 

Ebu Ömer (b. Abdi'l-Berr) dedi ki: Bu bana göre Rasülullah (s.a.v.)'in: "Allah'ın lütuf ve rahmetiyle bize yağmur yağdırıldı" demesi kabilindendir. Yine Ömer b. el-Hattab'ın, Abbas b. Abdu'I-Muttalib ile yağmur duasına çıktığı vakit ona: Ey Rasülullahın amcası! Süreyya yıldızının doğacağı daha kaç konağı var? diye sorması da bu kabildendir. Hz. Abbas da ona şöyle demişti: ilim adamlarının iddia ettiklerine göre bu yıldız aşağı doğru kaydıktan sonra yedi gün süreyle ufukta görünür. Yedinci gün geçmeden onlara yağmur yağdırıldı. Bunun üzerine Ömer (r.a): Allah'a hamdolsun. Bu Allah'ın lütuf ve rahmetiyledir, dedi. Sanki Ömer -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- Süreyya yıldızının doğuşu esnasında yağmurun yağacağının ümid edileceği ve bekleneceği bir vakit olduğunu biliyor, bundan dolayı ona bu hususu sorarak doğuş vakti çıktı mı yoksa henüz doğacağı vakitlerden bir süre kaldı mı diye sormuş gibi idi.

 

Süfyan b. Uyeyne'nin İsmail b. Umeyye'den rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.v.) seferlerinden birisinde bir adamın şöyle dediğini duymuş: Bize arslan burcunun kolu ve alnı(ndaki yıldızların doğuşu) sebebiyle yağmur yağdırıldı. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.): "Yalan söyledin. Bilakis bu Yüce Allah'ın bize su ihsan etmesidir" diye buyurmuştur. 

 

Süfyan (hadisteki) "asanin" lafzını arslanın kolu ve alnı diye açıklamıştır. "Yalanlamak ... kılacaksınız" anlamı verilen (...) buyruğu genel olarak ''Yalanlamak"tan gelen bir fiil olarak okunmuştur. Ancak Asım'dan rivayetle el-Mufaddal ile Yahya b. Vessab şeddesiz olarak ve "te" harfi üstün olmak üzere "Yalan söylemek. .. kılacaksınız" diye okumuşlardır. Anlamı da daha önce açıkladığımız şekilde; bize şu yıldızın doğuşu sebebiyle yağmur yağdırıldı, diye söyleyenlerin sözleridir.

 

Enes b. Malik'in rivayet ettiği hadiste de şöyle dediği sabit olmuştur: Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "üç husus ümmetim arasında kalmaya devam edecektir: Makam ve mevkilerle övünmek, ağıt yakmak ve yıldızların doğuş ve batışı ile yağmurun yağdırıldığına inanmak."

Bu rivayetin Müslim'in lafzı şöyledir: "ümmetim arasında cahiliye işlerinden olup, asla terketmeyecekleri dört husus vardır: Makam ve mevkilerle övünmek, neseblere dil uzatmak, yıldızlar ile yağmur istemek ve ağıt yakmak.''

 

"Hele o bir boğaza gelince" yani hele can yahut ruh boğaza geldiğinde ...

Candan daha önce sözedilmemiş olmakla birlikte (burada sözkonusu edilmesi) anlamın bilinmesinden ötürüdür. Hatim şöyle demiştir: "Söyle bana ey Mavi, varlığın delikanlıya faydası ne olur? O (can) bir gün gelip boğaza dayanır ve bundan ötürü göğüs daralırsa."

 

Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: "Ölüm meleğinin damarları kesen ve ruhu kısım kısım toplayan yardımcıları vardır. Nihayet can boğaza geldiğinde bu sefer ölüm meleği onu alır. "

 

"O vakit siz de" Benim emrim ve egemenliğime "bakar dururken ... " Siz hiçbir şeye güç yetiremeksizin can çekişene bakıp dururken diye, de açıklanmıştır. İbn Abbas dedi ki: Bu buyrukla, can çekişen ölünün yakınlarından hazır bulunup canının ne zaman çıkacağını bekleyen kimseleri kastetmektedir. Diğer taraftan: Bu onların kardeşleri hakkında: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi yahut öldürülmezlerdi" (Al-i İmran, 156) diyenlerin kanaatlerini reddetmektedir. Yani madem böyle (diyorlar) ne diye onlardan herhangi bir kimsenin canını boğaza gelip dayandığı vakit geri çeviremiyorlar.

 

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Can çekişme esnasında herhangi birinizin canı boğazına gelip dayandığında ve siz de onun yanında bulunuyorken niçin onun ruhunu -o kimsenin Ömrünün uzamasını şiddetle arzulayıp, hayatta kalmasını istemenize rağmen- bedenine geri çeviremiyorsunuz? Bu da onların: "O dünya hayatımızdan başka bir şey değildir ölürüz, diriliriz ve bizi ancak zaman helak etmektedir." (el-Casiye, 24) şeklindeki sözlerini de reddetmektedir.

 

Canının alınması halinde olan kimseye hitab olduğu da söylenmiştir.

Yani eğer senin başına gelen bu hal, Allah'tan değil ise, ne diye canını koruyamıyor, çıkmasını önleyemiyorsun?

 

"Evet, o zaman Biz O'na sizden" kudret, ilim ve durumunu görmekle "daha yakınız. "

Amir b, Abdi'l-Kays dedi ki: Ben her neye baktımsa mutlaka Yüce Allah'ın o şeyden bana daha yakın olduğunu görmüşümdür. Bu buyrukla Yüce Allah, onun canını almakla görevli olan Bizim elçilerimiz "sizden daha yakın"dırlar demek istemiştir. "Ama" onları "göremezsiniz."

 

"Eğer siz gerçekten hesaba çekilmeyecek olsaydınız ... " Siz gerçekten amellerinizin karşılığını görmeyecek ve bundan dolayı hesaba çekilmeyecek olsaydınız ... demektir. Yüce Allah'ın: "Gerçekten biz mi hesaba çekilip cezalandırılacağız?" (es-Saffat, 53) buyruğunda da bu anlamda (aynı kökten gelen kelime) kullanılmıştır ki; hesaba çekilip, cezalandırılacağız, amellerimizin karşılığını göreceğiz, demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden (belirtilen ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

(Allah'ın) mülkiyeti ve kahru galebesi altında bulunmayanlar (olsaydınız) ... diye de açıklanmıştır. el-Ferra ve başkaları "Ona sahib ve malik oldum" demektir, demişlerdir. Ayrıca el-Ferra, el-Hutay'a'nın şu beyitini de zikretmektedir: "Sen oğullarının işlerine öyle malik kılındın ki, sonunda Onları undan da daha ince bir hale soktun,"

 

Bununla sen onlara egemen ve hakim kılındın, onların maliki oldun, demek istemiştir. ''Onu zelil kıldı, onu köleleştirdi" demektir. "Onu itaatim ve mülküm altına aldım, o da itaat altına girdi" denilir. el-Fatiha Suresi'nde "din gününün maliki" (Fatiha 4. ayet, 21. başlıkta) buyruğu açıklanırken buna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

 

"Doğru söyleyenler iseniz onu" ruhu bedene "geri çevirebilirdiniz." Yani bunu asla geri çeviremeyeceksiniz, Böylelikle sizin malik ve egemeniniz olmadığım ve hesaba çekilmeyeceğinize dair iddialarınız da çürütülmüş olmaktadır.

 

"Onu geri çevirebilirdiniz" buyruğu Yüce Allah'ın: "Hele o bir boğaza gelince" buyruğu ile: "Eğer siz gerçekten hesaba çekilmeyecek olsaydınız" buyruklarının cevabını teşkil etmekte, her ikisine tek bir cevab verilmiş bulunmaktadır. Bu açıklamayı el-Ferra yapmıştır.

Arapların kimi zaman aynı anlamdaki iki hususu tekrar ettikleri de olur. Yüce Allah'ın: "Benden size bir hidayet gelir de kim Benim hidayetime uyarsa, onlar için korku yoktur ve onlar asla üzülmezler de" (el-Bakara, 38) buyruğu da bu kabildendir. Burada iki şarta tek bir cevab verilmiştir.

 

Diğerinin kendisine delalet etmesi dolayısıyla birisinin hazfedildiği de söylenmiştir. ifadede takdim ve tehir olduğu da söylenmiştir ki, ifadenin takdiri şöyledir: Eğer sizler gerçekten hesaba çekilmeyecek kimseler olsaydınız, onu geri çevirebilmeli değil miydiniz? Şu ölenin canını boğazına gelip dayandığı vakit niye, tekrar bedenine geri döndüremiyorsunuz?

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Vakıa 88-96

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR