KALEM 28 / 32 |
قَالَ
أَوْسَطُهُمْ
أَلَمْ
أَقُل
لَّكُمْ لَوْلَا
تُسَبِّحُونَ
{28} قَالُوا
سُبْحَانَ رَبِّنَا
إِنَّا
كُنَّا
ظَالِمِينَ {29}
فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ
عَلَى
بَعْضٍ
يَتَلَاوَمُونَ
{30} قَالُوا يَا
وَيْلَنَا
إِنَّا
كُنَّا طَاغِينَ
{31} عَسَى رَبُّنَا
أَن
يُبْدِلَنَا
خَيْراً
مِّنْهَا
إِنَّا
إِلَى
رَبِّنَا
رَاغِبُونَ {32} |
28.
Ortancaları: "Ben size demedim mi, Allah'ı tesbih etmeli değil
miydiniz?" dedi.
29.
"Rabbimiz münezzehtir. Gerçekten biz zalimlermişiz" dediler.
30.
Karşılıklı olarak birbirlerini kınamaya başladılar.
31.
Dediler ki: "Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgınlar imişiz."
32.
"Rabbimizin bize ondan hayırlısını ihsan etmesi umulur. Muhakkak ki biz
Rabbimizden dileyenleriz."
"Ortancaları"
onların en iyileri, en adaletli olanları ve en akıllıları "ben size
demedim mi, Allah'ı tesbih etmeli değil miydiniz?" Yani istisna yapmalı
değil miydiniz? Onların istisna yapmaları bir tesbih idi. Bu açıklamayı Mücahid
ve başkaları yapmıştır. Bu da bu ortancalarının onlara istisnada bulunmalarını
emretmiş olduğunu, fakat ona itaat etmediklerini göstermektedir.
Ebü Salih dedi ki:
Onların istisna yapmaları: "subhanallah'' demeleri idi.
Ortancaları onlara:
Allah'ı tesbih etmeli değil miydiniz, dedi. Yani siz subhanAllah demeli ve size
verdiklerine karşı şükretmeli (değil mi)siniz.
en-Nehhas dedi ki:
Tesbihin asıl anlamı Yüce Allah'ı tenzih etmektir.
Bundan dolayı Mücahid
tesbihi "inşaallah" demenin yerinde kullanmış ve böylece
açıklamıştır. Çünkü buyruğun anlamı O'nun iradesi, dilemesi olmadan 'herhangi
bir şeyin olabileceğinden yana Yüce Allah'ı tenzih etmektir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Yaptığınızdan dolayı Allah'tan mağfiret dilemeli ve kötü niyetinizden dolayı
O'na tevbe etmeli değil misiniz? Çünkü onlar bu işi kararlaştırdıklarında ortancaları
onlara bunu söyledi ve Yüce Allah'ın günahkarlardan intikam alışını onlara
hatırlattı.
"Rabbimiz
münezzehtir ... dediler." Bu sözleriyle günahlarını itiraf ettiler ve Yüce
Allah'ı yaptığı bu işte zalim olmaktan tenzih ettiler. İbn Abbas onların
"Rabbimiz münezzehtir" sözlerinin günahımızdan ötürü Allah'tan
mağfiret dileriz, anlamında olduğunu söylemiştir. "Gerçekten biz"
yoksulları alıkoymak istemekle kendi kendimize haksızlık eden
"zalimlermişiz, dediler."
"Karşılıklı olarak
birbirlerini kınamaya başladılar." Yemin etmek ve yoksulları alıkoymak
hususunda biri ötekini kınamaya ve: Bu şekilde hareket etmeyi sen bize
söyledin, demeye başladılar.
"Dediler ki:
Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgınlar imişiz." Fakirlerin haklarını
engellemek ve istisnada bulunmayı terketmekle isyankar olanlarmışız, demektir.
İbn Keysan dedi ki: Allah'ın nimetlerine karşı azgınlık ettik. Daha önceden
atalarımızın o nimetlere şükrettiği gibi biz şükretmedik.
"Rabbimizin bize
ondan hayırlısını ihsan etmesi umulur." Birbirleriyle ahideştiler ve şöyle
dediler: Eğer Allah bize ondan hayırlısını verecek olursa, andolsun ki,
atalarımızın yaptıklarının benzerini uygulayacağız. Böylece Allah'a dua
ettiler, O'na niyazda bulundular. Allah da aynı gecede onlara onun yerine ondan
hayırlısını verdi. Cebrail'e o yanmış olan bahçeyi söküp Şam topraklarından
Buzğur denilen yere koymasını ve Şam'dan bir bahçe alıp onun yerine koymasını
emretti.
İbn Mesud dedi ki: O
insanlar ihIasa yöneldiler. Allah da onların samimi olduklarını bildiğinden
onlara "el-hayavan" denilen bir bahçeyi, öbür bahçelerinin yerine
verdi. Bu bahçede bir katırın sadece tek bir salkım yüklendiği üzüm
yetişiyordu.
el-Yemani Ebu Halid dedi
ki: Ben sözü edilen o bahçeye girdim. O bahçedeki herbir salkımın ayakta duran
siyahi bir adamı andırdığını gördüm.
el-Hasen dedi ki: Bahçe
sahiplerinin: "Muhakkak ki biz Rabbimizden dileyenleriz" demelerinin,
onların imanlarının bir neticesi mi olduğunu, yoksa müşriklere sıkıntı gelip
çattığı vakit söyledikleri türden bir söz mü olduğunu bilemiyorum. O bu
sözleriyle bunların mü'min olup olmadığı hususunda kanaat belirtmemiş
olmaktadır.
Katade'ye bahçe
sahipleri hakkında: Onlar cennetlik midir, yoksa cehennemlik midir? diye
sorulmuş. O da: Sen gerçekten beni çok yoracak bir, yükümlülükle karşı karşıya
bıraktın, diye cevap vermiştir. Çoğunluk onların tevbe edip ihlasa
yöneldiklerini söylemiştir. Bunu da el-Kuşeyri nakletmektedir.
"Bize ... ihsan
etmesi" (anlamı verilen): (...) lafzı genel olarak şeddesiz okunmuştur.
Medineliler ve Ebu Amr ise şeddeli okumuşlardır. İki ayrı söyleyiştir.
Şöyle de açıklanmıştır:
(Şeddeli okuyuşun mastarı olan) "tebdil" bir şeyi değiştirmek ya da o
şeyin bizzat kendisi mevcut olmakla birlikte durumunda değişiklik yapmak
demektir. (şeddesiz okuyuşun mastarı olan) "ibdal" ise bir şeyi
kaldırıp bir başkasını onun yerine koymak demektir. Buna dair açıklamalar daha
önce Nisa Suresi'nde (56. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN