MÜDDESSİR 32 / 48 |
كَلَّا وَالْقَمَرِ
{32}
وَاللَّيْلِ
إِذْ
أَدْبَرَ {33} وَالصُّبْحِ
إِذَا
أَسْفَرَ {34}
إِنَّهَا
لَإِحْدَى الْكُبَرِ
{35} نَذِيراً
لِّلْبَشَرِ
{36} لِمَن شَاء
مِنكُمْ أَن
يَتَقَدَّمَ
أَوْ
يَتَأَخَّرَ
{37} كُلُّ نَفْسٍ
بِمَا
كَسَبَتْ
رَهِينَةٌ {38}
إِلَّا أَصْحَابَ
الْيَمِينِ {39}
فِي
جَنَّاتٍ
يَتَسَاءلُونَ {40}
عَنِ
الْمُجْرِمِينَ
{41} مَا
سَلَكَكُمْ
فِي سَقَرَ {42} قَالُوا
لَمْ نَكُ
مِنَ
الْمُصَلِّينَ
{43} وَلَمْ نَكُ
نُطْعِمُ
الْمِسْكِينَ
{44} وَكُنَّا
نَخُوضُ
مَعَ
الْخَائِضِينَ
{45} وَكُنَّا
نُكَذِّبُ
بِيَوْمِ
الدِّينِ {46}
حَتَّى
أَتَانَا
الْيَقِينُ {47} فَمَا
تَنفَعُهُمْ
شَفَاعَةُ
الشَّافِعِينَ
{48} |
32. Ama
öyle yapmıyorlar. Andolsun ay'a,
33. Geri
geldiğinde geceye,
34.
Aydınlandığı zaman sabaha,
35.
Muhakkak ki o, büyüklerden biridir.
36.
İnsanlar için bir uyarıcıdır.
37.
Aranızdan ileri gitmek veya geri kalmak isteyene.
38.
Herbir nefis, kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır.
39.
Ashabu'l-Yemin müstesna,
40.
Cennetlerdedirler. Birbirlerine soru sorarlar;
41.
Suçlular hakkında:
42.
"Sizi Sekar'a ne sürükledi?"
43.
Derler ki: "Biz namaz kılanlardan değildik.
44.
"Yoksullara yemek yedirmezdik.
45.
"Biz de dalanlarla birlikte dalardık.
46.
"Din gününü de yalanlardık.
47.
"Nihayet ölüm bize gelip çattı.
48.
"Artık şefaat edenlerin şefaati onlara fayda vermez."
"Ama öyle
yapmıyorlar. Andolsun ay'a" buyruğu hakkında el-Ferra dedi ki: "Ama
öyle yapmıyorlar" lafzı kasem (yemin) için bir sıladır (fazladan
gelmiştir) ki, ifade: "Ve andolsun ay'a" taktirindedir.
Gerçek şu ki, andolsun
ay'a anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu iki açıklamaya göre; "Ama öyle
yapmıyorlar" lafzı üzerinde vakıf yapılmaz. Bununla birlikte et-Taberi
bunun üzerinde vakıf yapmayı caiz kabul etmiş ve cehennem bekçilerine karşı
direneceklerini iddia eden kimselerin görüşlerini reddetmek anlamında kabul
etmiştir. Yani durum cehennem bekçilerine karşı direneceğini iddia eden
kimselerin söyledikleri gibi değildir.
Daha sonra Yüce Allah,
buna ay'a ve daha sonra gelen şeylere yemin ederek şöyle buyurmaktadır:
"Geri geldiğinde" yani geri gittiğinde "geceye"
"Geri gitti"
şekli ile: (...) şekli aynı anlamdadır. Nafi', Hamza ve Hafs: '' ...
iyinde" diye (elif'siz) okumuşlar, diğerleri ise "elif"H olarak;
(...) diye okumuşlardır. Buna karşılık ikinci kelimeyi (...) şeklinde
"elifsiz olarak okumuşlardır ki; her ikisi de aynı anlamda iki ayrı
söyleyiştir.
Aynı anlamda olmak üzere;
(...) ile (...) denilir. Tıpkı: "Gece geldi" derken, (...) da
denilebildiği gibi. Nitekim Araplar: "Giden dün" demişlerdir ki giden
anlamında (...) da derler. Sahr b. Amr b. eş-Şirrıd es-Sülemı dedi ki:
"Andolsun sizleri birer ikişer öldürdük Murre'yi de geçen dün gibi
terkettim."
Beyitin son kelimesi:
(...) diye de rivayet edilmektedir. Bu el-Ferra ve el-Ahfeş'in görüşüdür. Bazı
dilciler ise şöyle demektedir: (...) tabiri gece geçmesi halinde kullanılır.
(...) ise geçmeye koyulduğu vakit kullanılır,
Mücahid dedi ki: İbn
Abbas'a Yüce Allah'ın: "Geri geldiğinde geceye" buyruğu hakkında soru
sordum da o gece geri gidinceye kadar sustu. Ey Mücahid dedi, işte gecenin geri
gittiği zaman budur, dedi.
Muhammed b. es-Semeyka;
"Geri geldiğinde geceye" şeklinde "iki elif" ile okumuştur.
Abdullah b. Ubey'in mushafında da bu şekilde iki elif iledir.
Kutrub dedi ki: (...)
diye okumak: "Geri döndü, geri geldi" demektir. Bu da Arapların
arkadan gelen bir kimseyi anlatmak üzere: ''Filan geri geldi" ifadelerinden
alınmıştır.
Ebu Amr dedi ki:
Kureyşin şivesi de bu şekildedir. İbn Abbas'tan gelen bir rivayette de şöyle
dediği zikredilmektedir: Doğrusu: (...) şeklindedir. Çünkü ("elif"siz
hali) ancak devenin sırtı hakkında kullanılır.
Ebu Ubeyd de (...)
şeklini kullanmış ve şöyle demiştir: Çünkü böylesi ondan sonra gelen harflere
daha uygun düşmektedir. Nitekim Yüce Allah, daha sonra: ''Aydınlandığı zaman
sabaha" diye buyurmuştur. Buna göre nasıl onların biri; (...) iken
diğerleri (...) şeklinde gelir. Kur'ani Kerim'de kasemden sonra; (...) diye
gelen bir yer yoktur. Ondan sonra gelen hep (...) edatıdır.
"Aydınlandı"
demektir. Genel olarak da "elif" ile okunmuştur. İbn es-Semeyka' ise
(...) diye okumuştur ki, bunlar da iki ayrı söyleyiştir. "Filanın yüzü
aydınlandı" anlamında (...) denildiği gibi; fiil (...) şeklinde de
kullanılabilir. Hadiste şöyle denilmiştir: "Sabah namazını aydınlık
vakitte kılınız. Çünkü böyleSi ecrin daha da büyümesine sebeptir. '' Sabah
namazını aydınlık vaktinde kılınız, demektir. Ortalık aydınlanıncaya kadar
namazı uzatınız diye de açıklanmıştır.
"Aydınlık olmak,
aydınlatmak" demektir. "Yüzü güzellikle parıldadı" anlamındadır.
''Kadın yüzünü açtı, gösterdi" demektir. Bu şekilde hareket eden kadına
da; "Yüzü açık kadın" denilir. Bununla birlikte "karanlığı silip
süpürdü" anlamında: (...)'den gelmesi de mümkündür. "Ev
süpürüldü" anlamına gelmesi gibi. Düşen ağaç yapraklarına; (...) denilmesi
de buradan gelmektedir. Bunlara bu ismin veriliş sebebinin rüzgarların onları
önünekatıp sürüklemesi (süpürmesi) olduğu da söylenmiştir. ''Süpürge"
demektir.
"Muhakkak ki o,
büyüklerden biridir." lafzı kasemin (yeminin) cevabıdır. Yani şüphesiz ki
bu ateş "büyüklerden" büyük musibetlerden "biridir."
Mukatil'in açıklaması daşöyledir: "Büyükler (el-kuber)" ateşin
isimlerinden birisidir. İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre "muhakkak ki
o" yani onların Muhammed (s.a.v.)'i yalanlamaları "büyüklerden
biridir," büyük günahlardan bir günahtır, demektir.
Bir başka açıklamaya
göre; şüphesiz ki kıyametin kopması büyük işlerden birisidir, demektir.
Bu lafız pek büyük
cezalar anlamındadır. Recez vezninde şair şöyle demiştir: "'Ey
İbnü'l-Mualla, o büyük cezalardan birisi indi Zamanın musibetidir ve değişip
duran hallerin en sağır olanıdır o.''
"Büyükler" in
tekili; (...) şeklinde gelir. ''Küçük" ün çogulunun; (...) diye gelmesi;
"Büyük'' ün çoğulunun (...) diye gelmesi gibi.
"Biridir"
lafzı genel olarak bu şekilde okunmuştur. Bu, müennes olarak, bina edilmiş bir
isimdir, müzekker olarak bina edilmiş değildir. "Ukba ve uhra"
kelimeleri gibi. Bundaki "elif'' kat' elifidir, vasıl halinde kaybolmaz.
Cerir b. Hazim, İbn
Kesir'den hemzenin hazfi ile "Muhakkak ki o büyüklerden biridir'' diye
okuduğunu rivayet etmiştir.
İnsanlar için bir
uyarıcıdır'" buyruğundan kasıt, cehennem ateşidir. Yani nitelikleri
belirtilen bu cehennem ateşi "insanlar için bir uyarıcıdır."
Bu buyrukla; "Bir
uyarıcıdır" buyruğu; "Muhakkak ki o" lafzındaki zamirden hal
olarak nasb ile gelmiştir. Bu açıklamayı ez-Zeccac yapmıştır. "Uyarı"
anlamındaki lafzın, müzekker olarak gelmesi, azab anlamında oluşundan
dolayıdır. Yahutta nisbet anlamı ile; ''Uyarıcı özelliğine sahib" demek
olabilir. Bu da Arapların (...): Boşanmış kadın, temiz kadın" demelerine
benzer.
el-Halil dedi ki: Nezir:
Uyarıcı, korkutucu lafzı "nekr'' gibi mastardır.
Müennese (bu şekliyle)
sıfat yapılmasının sebebi de budur.
el-Hasen dedi ki:
Allah'a yemin ederim ki, O, insanları cehennem ateşinden daha dehşetli bir
şeyle uyarmış, korkutmuş değildir.
"Nezir:
Uyarıcı"den kastın, Muhammed (s.a.v.) olduğu da söylenmiştir.
Yani sen insanlara
uyarıcı olarak kalk; yani sen onlar için bir korkutucu olarak dikiL. Buna göre
"uyarıcı" lafzı surenin baş taraflarında geçen "kalk ve
uyar" lafzındaki "kalk!" emrinden haldir.
Ebu Ali el-Farisi ve İbn
Zeyd, bu İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir, demişlerse de el-Ferra bunu kabul
etmemektedir.
İbnu'l-Enbari dedi ki:
Bazı müfessirler anlamının şöyle olduğunu söylemişlerdir: "Ey örtünüp
bürünen! İnsanlar için bir uyarıcı olarak kalk!" Ancak böyle bir açıklama
güzel değildir. Çünkü her ikisi arasındaki ifadeler alabildiğine uzamış
bulunmaktadır.
Bir başka açıklamaya
göre, bu Yüce Allah'ın sıfatlarındandır. Ebu Muaviye ed-Darir şunu rivayet
etmektedir: Bize İsmail b. Semi, Ebu Rezın'den anlattı. "İnsanlar için bir
uyarıcıdır" buyruğu hakkında dedi ki: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ben
sizi ondan uyarıyorum. O halde ondan sakının ve korkun.
Bu açıklamaya göre;
"Uyarıcı" lafzı hal olarak nasbedilmiştir. Yani: "Biz. cehennem
bekçilerini yalnız meleklerden yaptık." Bununla insanlara uyarıcı olayım
diye (yaptım), demek olur.
Lafzın, Yüce Allah'ın:
"Rabbinin ordularını O'ndan başka kimse bilmez" buyruğundaki
"O" lafzından hal olduğu da söylenmiştir.
Şöyle de açıklanmıştır:
Bu mastar konumundadır. Sanki: "İnsanları kesinlikle uyarmak için"
diye buyurmuş gibidir.
el-Ferra dedi ki:
Buradaki "uyarıcı"nın "uyarmak" anlamında olması da
mümkündür. ''Bir uyarıda bulun!" demektir. Bu da Yüce Allah'ın:
"Benim korkutmam ... nasılmış?" (Mülk, 17) buyruğuna benzer ki:
"Benim korkutmam, benim uyarmam" demektir.
Buna göre surenin başı
ile alakalı olmaktadır. Yani: "Kalk ve uyar." Bu da; "(...)
anlamındadır (ki uyardıkça uyar, iyiden iyiye uyar, gibi bir anlam ifade eder).
Takdir edilen bir fiil
ile nasbedildiği de söylenmiştir.
İbn Ebi Able: "Bir
uyarıcıdır" şeklinde ref ile: "O" takdiri ile okumuştur. Yani
şüphesiz ki Kur'an-ı Kerim -ihtiva ettiği vaad ve tehditler dolayısıyla- bütün
insanlık için bir uyarıcıdır, diye açıklanmıştır.
"Aranızdan ileri
gitmek veya geri kalmak isteyene" buyruğunda yer alan: ''... yene"
lafzındaki "lam" harfi "bir uyarıcıdır" lafzına taalluk
etmektedir. Yani o aranızdan hayır ve itaate doğru ileri geçmek yahutta şer ve masiyete
doğru geri kalmak isteyen kimseler için bir uyarıcıdır. Yüce Allah'ın:
"Andolsun ki sizden" hayırda "öne geçenleri de Biz
bilmişizdir" o hususta "sizden sonraya kalanları da
bilmişizdir." (Hicr, 24) buyruğu buna benzemektedir.
el-Hasen dedi ki: Bu
buyruk, her ne kadar haber vermek suretinde ise de, aslında bir tehdittir. Yüce
Allah'ın: "Artık dileyen iman etsin, dileyen kafir olsun." (Kehf, 29)
buyruğu gibidir.
Kimi tevil bilginleri de
şöyle demiştir: Buyruk, Allah'ın ileri gitmesini veya geri kalmasını istediği
kimselere ... anlamındadır. Yani buradaki "istemek," Yüce Allah ile
alakalıdır. Öne geçirmek iman, geriye kalmak küfürdür. İbn Abbas şöyle derdi:
Bu, Muhammed (s.a.v.)'a iman ve itaat ile öne geçen kimselerin ardı arkası
kesilmeyen bir mükafat ile mükafatlandırılacağına, buna karşılık itaatten geri
kalarak Muhammed (s.a.v.)'ı yalanlayan kimsenin ise ardı arkası kesilmeyen bir
ceza ile cezalandırılacağına dair bir haber ve bir tehdittir.
es-Süddi:
"Aranızdan" daha önce sözü geçen cehennem ateşine "ileri gitmek
veya" cennete gitmek üzere ondan "geri kalmak isteyene" diye
açıklamıştır.
"Herbir nefis
kazandıkları karşılığında rehin alınmıştır," Kazandıkları ile rehin
alınmış, işledikleri ile sorumlu tutulacaktır. Bu yaptıkları onu ya
kurtaracaktır yahutta helake götürecektir.
"Rehin
alınmıştır" buyruğu, Yüce Allah'ın: "Her nefis kendi kazandıkları
karşılığında bir rehinedir" (Tur, 21) buyruğundaki "nefis"
lafzının müennesliği dolayısıyla müennes gelmiş değildir. Çünkü eğer, sıfat
olarak gelmesi kastedilmiş olsaydı -tenis te 'si gelmeksizin"rehın"
denilirdi. Çünkü "mef'ul" anlamında kullanılan "fail"
veznindeki kelimelerde müzekker ile müennes arasında bir fark yoktur. Ancak
buradaki ke-
. lime "rehin
bırakmak ve alınmak" anlamında bir isimdir. (...)'in "sövmek"
anlamında: (...) diye kullanılması gibi. Sanki: ''Her nefis kazandıkları
karşılığında rehin alınmıştır" denilmiş gibidir. el-Hamase'dekişu beyit de
bu kabildendir:
''Toprağı bol, o vadide
gömüldüğü mezarın toprağına rehin olan Küveykib tepesindeki o tepe(de yatan) o
kimseden sonra mı (katillerini affedeceğiz)?" şair burada: "Toprağın rehin aldığı
..." demiş gibidir, Buyruk: Herbir nefis Allah'ın nezdinde kazancı
karşılığında kurtulması sözkonusu olmaksızın rehin alınmıştır, demektir.
"Ashabu'l-Yemin
müstesna." Onlar günahları karşılığında rehin alınmazlar. Kimliklerinin
tayini hususunda farklı görüşler vardır. İbn Abbas, bunlar meleklerdir,
demişlerdir. Ali b. Ebi Talib: Günah kazanmamış, bundan dolayı kazandıkları
karşılığında rehin alınmamış olan müslümanların küçük çocuklarıdır, demiştir.
ed-Dahhak: Allah'tan
kendileri için iyilik (cennet) ezelden beri takdir edilmiş olduğu kimselerdir,
demiştir. Buna yakın bir açıklama İbn Cüreyc'den gelmiştir. O, şöyle
demektedir: Herbir nefis ameli karşılığında hesaba çekilecektir.
"Ashabu'l-yemin müstesna" onlar ise cennetliklerdir, hesaba
çekilmezler.
Yine Mukatil de böyle
demiştir: Bunlar misak gününde Allah'ın kendilerine: Bunlar da cennetliktir ve
bundan dolayı da aldırış etmiyorum, dediği Adem'in sağında bulunan
cennetliklerdir. el-Hasen b. Keysan da şöyle deniştir: Bunlar ihlas sahibi
müslümanlardır. Bunlar rehin alınmayacaklardır. Çünkü bunlar (vaktiyle)
üzerlerindekini eksiksiZ yerine getirmişlerdir.
Ebu Zabyan'dan, o İbn
Abbas'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bunlar Müslümanlardır.
Bir açıklama da
şöyledir: Hak ashabı ile iman ehli olanlar müstesnadır.
Bunlar kitabları sağ
taraflarından verilecek olanlardır, diye de açıklanmıştır.
Ebu Cafer el-Bakır dedi
ki: Bizler ve bizim taraftarlarımız Ashabu'l-Yeminiz. Buna karşılık bizleri
yani ehl-i beyti buğzeden herkes ise rehin alınacaktır.
el-Hakem dedi ki: Bunlar
Allah'ın kendi (dini)ne hizmet için seçtiği kimselerdir. Bunlar rehin alınanlar
arasına girmezler. Çünkü bunlar Allah'ın (dininin) hizmetkarları ve
seçkinleridir. Kazandıklarının onlara bir zararları olmaz.
el-Kasım dedi ki: Her
nefis hayır olsun, şer olsun kazancı karşılığında rehin alınacaktır.
Kazandıklarına ve dinine hizmetlerine değil de, Allah'ın lütuf ve rahmetine
güvenenler müstesna, Çünkü kazandıklarına güvenen herkes rehin alınacaktır.
Allah'ın lütfuna güvenen herkes ise rehin alınmayacaktır.
"Cennetlerde"
cennetlerin bahçelerinde "dirler. Biribirlerine soru sorarlar. Suçlular"
müşrikler "hakkında."
"Sizi Sekar'a ne
sürükledi?" Buraya girmenize ne sebeb oldu? (Mealde: sürüklemek anlamı
verilen fiil ile aynı kökten gelmek üzere): şöyle demeye benzer: ''İpi şuna
sürükledim (soktum)."
el-Kelbi dedi ki: Cennet
ehlinden olan bir kimse cehennem ehlinden olan bir kimseye adını söyleyerek: Ey
filan ... diye sorar.
Abdullah b. ez-Zübeyr'in
kıraatinde; "Ey filan seni Sekar'a ne sürükledi?" şeklindedir. Yine
ondan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ömer b. el-Hattab bu şekilde okumuştur.
Ancak bu Kur'an'a dil uzatanların ileri sürdükleri gibi Kur'an böyledir, diye
değil, tefsir olmak üzere gelmiş bir kıraattir. Bu açıklamayı Ebu Bekr b.
el-Enbarı yapmıştır.
Mü'minler, meleklere
akrabalarına dair soru sorarlar, melekler de müşriklere soru sorarak onlara:
"Sizi Sekar'a ne sürükledi" diye sorarlar; şeklinde de açıklanmıştır.
el-Ferra dedi ki: Bu
açıklamada ashabu'l-yemin'in (mü'minlerin küçük yaşta ölmüş) çocukları olduğu görüşünü
destekleyen bir taraf vardır. Çünkü onlar günahın ne olduğunu bilmezler.
Cehennemlikler
"derler ki: Biz namaz kılanlardan" namaz kılan mü'minlerden
"değildik. Yoksullara yedirmezdik." Yani sadaka vermezdik. "Biz
de dalanlarla birlikte dalardık." Batıl ehli ile birlikte batıllarında
karışıp giderdik.
İbn Zeyd dedi ki:
Muhammed (s.a.v.)'in durumu hakkında dalanlarla birlikte biz de dalardık. Bu da
onların -Allah'ın laneti üzerlerine olsun- o bir kahindir, bir delidir, bir
şairdir, bir sihirbazdır şeklindeki sözleridir.
es-Süddi dedi ki: Yani
bizler de yalanlayıcılarla birlikte yalanlardık. Katade dedi ki: Birisi azdı mı
biz de onunla birlikte azardık.
Anlamının, bizler
başkalarına uyan kimselerdik, kendisine uyulan kimseler değildik, şeklinde olduğu
da söylenmiştir.
"Din gününü de
yalanlardık." Yani amellerinin karşılığının verileceği, kulların arasında
hüküm verileceği, kıyamet gününü tasdik etmezdik, doğrulamazdık.
"Nihayet ölüm
(yakın) bize gelip çattı." Yani ölüm, gelip bizi buldu. Yüce Allah'ın:
"Ve sana yakın (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et" (el-Hicr,
99) buyruğunda da bu anlamdadır.
"Artık şefaat
edenlerin şefaati onlara fayda vermez." Bu buyruk, günahkarlara şefaatin
doğru olduğuna delildir. Çünkü tevhid ehlinden birtakım kimseler, günahları
sebebiyle azab gördükten sonra onlara şefaat edilecektir, Yüce Allah da
tevhidleri ve şefaat edilmesi sebebiyle onlara merhamet buyurup, cehennemden
çıkartacaktır. Kafirler hakkında ise şefaat edecek bir şefaatçi olmayacaktır.
Abdullah b. Mesud (r.a)
dedi ki: Peygamberiniz (Allah'ın salat ve selamı ona) dört şefaatçiden birisi
olacaktır. Cebrail, sonra İbrahim, sonra Musa veya isa, sonra da sizin
Peygamberiniz -Allah'ın salat ve selamı üzerine olsun- sonra melekler, sonra
peygamberler, sonra sıddiklar, sonra şehidler (şefaat edecektir). Geriye
birtakım kimseler cehennemde kalmaya devam edecektir. Onlara: "Sizi
Sekar'a ne sürükledi" denilecek, onlar "derler ki: Biz namaz
kılanlardan değildik, yoksullara yedirmezdik ... Artık şefaat edenlerin şefaatl
onlara fayda vermez." Abdullah b. Mesud dedi ki: İşte cehennemde
(ebediyyen) kalacaklar, bunlar olacaktır. Biz bunun senedini "et-
Tezkire" adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN