ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

İNSAN

19

/

22

وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ إِذَا رَأَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤاً مَّنثُوراً

{19} وَإِذَا رَأَيْتَ ثَمَّ رَأَيْتَ نَعِيماً وَمُلْكاً كَبِيراً {20} عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُندُسٍ خُضْرٌ وَإِسْتَبْرَقٌ وَحُلُّوا أَسَاوِرَ مِن فِضَّةٍ وَسَقَاهُمْ رَبُّهُمْ شَرَاباً

طَهُوراً {21} إِنَّ هَذَا كَانَ لَكُمْ جَزَاء وَكَانَ سَعْيُكُم مَّشْكُوراً {22}

 

19. Etraflarında ölümsüz, yeni yetişmiş çocuklar da dolaşır. Onları gördüğün zaman, kendilerini saçılmış inci sanırsın.

20. Nereye bakarsan, orada pek çok nimetler ve büyük bir saltanat görürsün.

21. Üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir ve Rabbleri onlara son derece temiz bir şarab içirmiştir.

22. İşte bu, gerçekten sizin için bir mükafattır. Yaptıklarınızın karşılığını da fazlası ile görmüşsünüzdür.

 

"Etraflarında ölümsüz, yeni yetişmiş çocuklar da dolaşır" buyruğu ile kaplarla etraflarında kimlerin dolaşacağını açıklamaktadır. Yani onlara ebedi kılınmış, yeni yetişmiş çocuklar hizmet edecektir. Çünkü böyleleri hizmeti daha çabuk görürler. Daha sonra "ölümsüz" diye buyurmaktadır. Yani bunlar gençlikleri, tazelikleri, güzellikleri üzere kalacaklardır.

Yaşlanmazlar, değişikliğe uğramazlar. Zaman ne kadar geçerse geçsin aynı yaşta kalırlar.

''Ebedi kılınmışlar" ölmeyecekler, ölümsüz kimseler diye de açıklanmıştır. Bunlara bilezik giydirilmiş, küpeler takılmış, diye de açıklanmıştır. Yani bunlar süslenmiş olacaklardır. Çünkü: ''Süslemek" anlamındadır. Bu husus daha önceden (el-Vakıa, 17. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Onları gördüğün zaman, kendilerini saçılmış inci sanırsın." Güzellikleri, çoklukları ve renklerinin berraklığı, arı ve duruluğu dolayısıyla sen onları meclisin etrafında dağılmış inciler sanırsın. İnci, bir yaygı üzerine saçıl-dığı vakit, bir ipe dizilmiş halinden daha güzel görünür.

 

Me'mun'dan nakl edildiği ne göre el-Hasen b. Sehl'in kızı Buran ile gerdeğe girdiği gece altındandokunmuş bir halı üzerinde idi. Daru'l-Hilafe'nin kadınları da o halı üzerine inci saçmışlardı. İncinin bu halı üzerinde saçılmış halini görünce, bu manzaradan hoşlanmış ve şöyle demişti: Allah, Ebu Nuvas'ın iyiliğini versin. O şu beyiti söylerken sanki şu manzarayı görmüş gibidir: "Sanki onun (o şarabın) üstündeki küçük, büyük kabarcıklar Altından bir zemin üzerindeki küçük inci parçaları gibidir."

 

Bir görüşe göre, "etrafa saçılmış inciler"e benzetilmeleri, hizmete çabu koşacak olmalarıdır. Huru'l-İyn'in durumu ise farklıdır. Çünkü onlar, sarılmış sarmalanmış incilere benzetilmişlerdir. buna sebep ise onların hizmete koşturulmayarak değerlerinin yüksek tutulacak olmasıdır.

 

"Nereye bakarsan orada pek çok nimetler ve büyük bir saltanat görürsün" buyruğunda geçen; ''Nereye" mekan zarfıdır. Orada cennette demektir. Bu zarftaki amil ise "görürsün" lafzının ihtiva ettiği manadır. Sen gözünle nereyi görecek olursan ... demektir.

 

el-Ferra dedi ki: İfadede hazfedilmiş: (...) vardır. ''Sen orada her nereye bakarsan ... " demek olur. Yüce Allah'ın: "Andolsun aranızdakiler kopmuş ... " (el-En'am, 94) buyruğunun: Aranızdaki şeyler (bağlar) ..... anlamında olmasına benzemektedir.

 

ez-Zeccac dedi ki: Burada: (...) edatı el-Ferra'nın belirttiği üzere: (...)'e mevsuldur. Ancak mevsulun düşürülüp, sılasının bırakılması caiz değildir. Fakat: "Bakarsan" fiili mana itibariyle: "Orada" lafzına teaddi etmekte (geçişli) olup anlam şöyledir: Sen gözünle oraya bakacak olursan ... "ora"dan kasıt ise cennettir. el-Ferra bunu da zikretmiş bulunmaktadır.

 

"en-Naim: Pek çok nimetler"; nimet olarak kendisinden yararlanılan diğer bütün şeyler; "büyük bir saltanat" ise, meleklerin onların huzuruna girmek için izin istemeleridir. Bu açıklamayı es-Süddi ve başkaları yapmıştır.

 

el-Kelbi de şöyle demiştir: Bu, Allah tarafından bir elçinin gelerek giyecek, yiyecek ve içkiler ile türlü hediyeleri konağında, Allah'ın dostuna getirmesi, huzuruna girmek için ondan izin istemesidir. İşte büyük saltanat (el-mulku'l-azim) budur. Mukatil b. Süleyman da böyle açıklamıştır.

 

Büyük saltanatın cennetliklerden herbirisinin arka arkaya yetmiş tane teşrifatçısının olmasıdır. Allah'ın dostu lezzet ve sevinç içerisinde iken, Allah nezdinden gelen bir melek, huzuruna girmek için izin isteyecektir. Bu melek, alemlerin Rabbi Yüce Allah tarafından gönderilmiş bir mektub, bir hediye ve bir bağış ile gelecektir. Bunların hiçbirisini daha önce Allah'ın dostu cennette görmüş olmayacaktır. En dışarıdaki teşrifatçıya: Allah'ın dostunun huzuruna girmek için izin istiyorum. Benim yanımda alemlerin Rabbinden getirdiğim bir mektub ve bir hediye vardır, diyecektir. Bu teşrifatçı kendisinden sonraki. teşrifatçıya: Bu, alemlerin Rabbinin elçisidir. Beraberinde bir mektub ve bir hediye bulunmaktadır. Allah'ın dostunun huzuruna çıkmak için izin istiyor, diyecektir. O da aynı şekilde Allah'ın dostunun hemen yanındaki teşrifatçıya ulaşıncaya kadar böylece izin isteyecek. Ona: Ey Allah'ın dostu diyecek işte alemlerin Rabbinin elçisi senin huzuruna girmek için izin istiyor. Beraberinde de alemlerin Rabbinden getirdiği bir mektub ve bir hediye vardır. Ona izin veriliyor mu? Allah'ın dostu: Evet ona izin verin, diyecek. O teşrifatçı kendisinden sonrakine: Evet ona izin verin diyecek, o da diğerine aynı şeyi söyleyecek ve en baştaki teşrifatçıya ulaşıncaya kadar bu böyle gidecek, en dıştaki teşrifatçı meleğe: Evet ey melek sana izin verdi diyecek, huzuruna girip selam verecek ve sana es-Selam (olan Allah)'ın selamını getirdim. Bu alemlerin Rabbinin sana gönderdiği hediyesi, bu da O'nun mektubudur, diyecek. Mektubun üzerinde: "Asla ölmeyen haydan, vaktiyle olmuş olan hayyan diye yazılı olduğu görülecektir. Mektubu açınca şunları görecek:

 

"Kuluma ve dostuma selam, rahmetim ve bereketlerim olsun. Ey dostum Rabbini görmek için arzu duyacağın zaman gelmedi mi?" Duyacağı şevk onu alelacele harekete geçirecek, buraka binecek, burak gaybleri bilenin ziyaretine şevk ile onu alıp uçuracak. Rabbi ona hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir insanın kalbinden geçirmediği şeyleri verecek.

 

Süfyan es-Sevri dedi ki: Bize ulaştığına göre "büyük saltanat" meleklerin onlara selam vermesidir. Bunun delili de Yüce Allah'ın şu buyruklarıdır:

 

"Melekler de her kapıdan onların yanına girip sabrettiğiniz şeylere karşılık selam sizlere: Yurdün ne güzel sonucudur bu (derler)!" (er-Ra'd, 23, 24) Büyük saltanat (mülk)ün herhangi bir hükümdarın başının üzerinde olduğu gibi başlarının üzerindeki taçlar olduğu da söylenmiştir. Tirmizi el-Hakim şöyle demektedir: Bundan maksat istediklerinin gerçekleşmesi anlamındaki "mülkü't-tekvin"dir. Bir şey istediler mi ona: ol diyeceklerdir.

 

Ebu Bekr el-Verrak şöyle demiştir: Bu, arkasında yok olmanın gelmeyeceği bir mülktür. Peygamber (s.a.v.)'dan gelen haberde de şöyle denilmektedir: "Büyük mülk (saltanat) şudur: Makam itibariyle onların en alt mertebede olanları mülküne bakar ve onun ikibin yıllık bir mesafe olduğunu görür. En yakın tarafını gördüğü gibi en uzak tarafını da görür." (Peygamber devamla) buyurdu ki: "Onların makam itibariyle en üstünleri ise günde iki defa Rabbinin yüzüne bakacaktır. ''

 

Bunca nimetleri veren Allah'ın şanı ne Yücedir.

 

"üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır" buyruğundaki "üzerlerinde" anlamındaki lafzı Nafi, Hamza ve İbn Muhaysın "ye" harfi sakin (med harfi) olarak: (...) diye okumuşlardır. İbn Mesud, İbn Vessab ve diğerlerinin: (...) diye okumaları ile İbn Abbas'ın: Sen bir adamın üzerindeki elbisenin üstünde ondan daha değerlisinin olduğunu bilmez misin? şeklindeki tefsirini de gözönünde bulundurarak Ebu Ubeyd de bu kıraati tercih etmiştir.

 

el-Ferra dedi ki: Bu lafız mübteda olarak merfudur. Haberi ise "ipekten ... elbiseler vardır" buyruğudur. İsm-i fail ile de (ki Ebu Ubeyd'in tercih ettiği kıraate işaret etmektedir) cem' (çoğul) kastedilir,

 

el-Ahfeş'in görüşüne göre bunun mütekaddim ism-i fail olmak üzere tekil olması da mümkündür. "Elbiseler vardır" ibaresi, haberin yerini tutan ve onun sebebiyle merfu olmuş bir kelime olur. Bundaki (Ebu Ubeyd'in tercih ettiği şekliyle) izafet, tahsis olunmadığından ötürü, infisal (ayırma) takdiri halinde sözkonusudur. Bu lafzın mübteda olması ise izafet sebebiyle tahsis edilmesinden dolayıdır.

 

Diğerleri ise ("ye" harfini) nasb ile: (...) diye okumuşlardır, el-Ferra dedi ki: Bu lafız, bu bakımdan: ''üstlerinde" ekmeye benzer. Araplar: ''Kavmin evin içindedir" diyerek "içinde" anlamındaki kelimeyi -mekan adı olduğundan dolayı- zarf olarak nasb ile okurlar. ("alihim" şeklinde med harfi olarak) ez-Zeccac ise bunu kabul etmeyerek şöyle der: Bu, bizim zarflar hakkında bilmediğimiz açıklama türlerinden birisidir. Eğer bu zarf olsaydı "ye" harfinin sakin okunması caiz olmazdı. Fakat hal olarak nasbedilmesi iki şekilde açıklanabilir. Birinci açıklamaya göre, Yüce Allah'ın: "Etraflarında ... dolaşır" buyruğundaki zamir iyilerin etrafında "ölümsüz yeni yetişmiş çocuklar" iyi kimseler üzerinde ipekli elbiseler olduğu halde dolaşır demektir. Onlar, bu halde iken etraflarında dolaşırlar, anlamındadır. İkinci açıklamaya göre "çocuklar"dan hal olmasıdır; yani "onları gördüğün zaman kendilerini" elbiselerin bedenleri üzerinde olduğu halde "saçılmış inci sanırsın."

 

Ebu Ali dedi ki: Halde amil olan ya "onlara bir güzellik, bir sevinç verir." (...) buyruğudur yahutta "sabretmeleri sebebi ile onları. .. mükafatlandırır" (...) buyruğudur. (Ebu Ali) dedi ki: Zarf olması Ve bundan dolayı munsarif gelmiş olması da mümkündür.

 

el-Mehdevi dedi ki: Zarf olarak ism-i fail olması da mümkündür, Bu da: ''O evin bir tarafındadır" demeye benzer, Ayrıca "üzerlerinde" lafzı: ''üstünde, üzerinde'' anlamında olduğundan dolayı onun gibi değerlendirilerek zarf da kabul edilmiş olabilir.

 

İbn Muhaysın, İbn Kesir ve Asım'dan rivayetle Ebu Bekr "yeşil" anlamındaki lafzı "ince ipek" anlamındaki lafzın sıfatı olarak: (...) diye cer ile; ''Kalın ipek" anlamındaki lafzı da "elbiseler" lafzına atıf ile ref' ile okumuştur. Buyruk anlamı ise, onların üzerlerinde ince ipek elbiseler ile kalın ipek vardır demektir olur.

 

İbn Amir, Ebu Amr ve Yakub "yeşil" anlamındaki lafzı "elbiseler"in sıfatı olarak ref ile, "kalın ipek" anlamındaki lafzı da "ince ipek" lafzının sıfatı olarak cer ile okumuşlardır. Bu okuyuşu, anlamının güzelliği dolayısıyla Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim tercih etmişlerdir. Çünkü yeşil, elbiselerin en güzel sıfatı olduğundan dolayı merfu okunmuştur. Kalın ipeğin de ince ipeğe atfedilmesi, cinsin cinse atfı dolayısıyla güzeldir. Mana da şöyle olur: Onların üzerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Yani onların bu iki türden elbiseleri olacaktır.

 

Nafi' ve Hafs ise, her ikisini de ref' ile okumuştur. Bu durumda "yeşil" anlamındaki lafız "elbiseler" anlamındaki lafzın sıfatı olur. Çünkü hepsi de çoğul lafzı iledir. "Kalın ipek" anlamındaki lafız da "elbiseler"e atf olur.

 

el-Ameş, İbn Vessab, Hamza ve el-Kisai de her ikisini önce ve kalın ipek anlamındaki lafızları) cer ile okumuşlardır. Bu durumda "yeşil" anlamındaki lafız "ince ipek"in sıfatı olur. "İnce ipek" anlamındaki lafız da cins ismi olur. el-Ahfeş de cins ismin -çirkin görmekle birlikte- çoğul isim ile nitelendirilmesini uygun bulmuştur.

 

Mesela; şöyle denir: "İnsanları sarı dinar ile beyaz dirhemler helak etti." Ancak bunun dilde kullanılması (ve doğru olması) uzak bir ihtimaldir. Bu okuyuşa göre anlam şöyle olur: Onların üzerinde ince yeşil ipekten elbiseler ile kalın ipekten elbiseler vardır.

İbn Muhaysın dışında hepsi: "Kalın ipek" anlamındaki lafzı munsarıf okumuşlardır. O, bu lafzı munsarıf kabul etmeyerek cer mahallinde nasb ile okunması gerektiğinden (...) diye okumuştur. Çünkü bu kelime a'cemi (Arapça olmayan) bir kelimedir. Ancak bu yanlıştır, çünkü başına tarif harfi alan nekre bir kelimedir. Dolayısıyla (...) denilebilir. Şu kadar var ki İbn Muhaysin eğer bu ismi bu tür elbiselerin özel adı olduğunu iddia ederse (o takdirde gayr-ı munsarıf kabul edilebilir).

 

Hemze vasl ile ve meftuh olarak: "Kalın ipek" diye de okunmuştur. Fetha ile okunuşu: (...)'den gelen "istef'al" diye isim yapılmış olmasındandır. Ancak bu da doğru değildir, çünkü bu kelime Arapçalaştırılmış bir kelimedir ve bunun başka bir dilde Arapçalaştırıldığı da meşhurdur. Bunun aslının: (...) olduğu bilinmektedir.

 

Sündüs: ince ipek, istebrak ise kalın ipek demektir. Bu açıklama daha önceden (el-Kehf, 31. ayet) ile (er-Rahman, 54. ayetin tefsirinde) geçmiş bul unmaktadır, "Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir." buyruğu daha önce geçen: ''....dolaşır" buyruğuna atfedilmiştir. fatır Süresi'nde: "Orada altın bileziklerle ve incilerle süslenirler." (Fatır, 33); el-Hac Süresi'nde de: "Onlar orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler" (el-Hac, 23) diye buyurulmaktadır.

 

Denildiğine göre, erkekler gümüşle, kadınlar altın ile süsleneceklerdir. Bir diğer açıklamaya göre, kimi zaman altın takınacaklar, kimi zaman gümüş takınacaklar. Bir başka açıklama da şöyle yapılmıştır: Onlardan herhangi birisinin bileğinde altından iki bilezik, gümüşten iki bilezik, inciden iki bilezik bulunacaktır. Böylelikle cennetteki güzelliklerin hepsini bir arada takınmış olacaklardır, Bu açıklamayı Said b. el-Müseyyeb yapmıştır.

 

Herbir kesime nefislerinin meylettiği şekilde bunlardan birileri verilecektir, diye de açıklanmıştır.

 

"Ve Rabbleri onlara son derece temiz bir şarab içirmiştir" buyruğu hakkında Ali (r.a) dedi ki: Cennet ehli cennete yöneldiklerinde altından iki pınar fışkıran bir ağacın yanından geçeceklerdir. Bu pınardan birisinden içecekler ve bu sefer nadratu'n-naim (cennet nimetlerinin parlaklığı) üzerlerine akacak. Bunun sonucunda tenleri asla değişmeyecek, saçları ebediyyen kirlenmeyecektir. Sonra ötekisinden içecekler, bu sefer karınlarında rahatsız edici ne varsa hepsi dışarı çıkacaktır, Daha sonra cennet bekçileri onları karşılayarak: "Selam olsun üzerinize! Tertemiz geldiniz, hemen oraya ebediler olarak girin" (ez-Zümer, 73) diyeceklerdir.

 

en-Nehai ve Ebu Kilabe dedi ki: Bu yediklerinden sonra içtikleri takdirde kendilerini tertemiz edecek olan bir şarabtır. Yiyip, içtikleri ise misk sızıntısı olacak ve karınları da şişmeksizin içeri doğru zayıflayacaktır.

 

Mukatil dedi ki: Bu içecek, cennetin kapısındaki bir pınardandır. Bu pınar bir ağacın dibinden kaynar. Ondan içen bir kimsenin kalbinde bulunan kin, aldatmak ve kıskançlıkları söküp çıkarır. Bu Ali (r.a)'dan gelen rivayetin manasını ifade eder. Şu kadar var ki, Mukatil'in açıklamasından tek bir pınar olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre buradaki "tahur: son derece temiz" mübalağa anlamını ifade etmek için kullanılan "fe'ul" vezninde bir kelime demektir. Bunun tahir (temiz) anlamında olduğu şeklinde Hanefi'nin lehine delil olacak bir taraf da olmaz, Buna dair açıklamalar daha önceden Furkan Suresi'nde (48. ayet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.

 

Tayyib el-Cemmal dedi ki: Sehl b. Abdullah'ın arkasında yatsı namazını kıldım. "Ve Rabbleri onlara son derece temiz bir şarab içirmiştir" buyruğunu okuyunca dudaklarını, ağzını sanki bir şey emiyormuş gibi hareket ettirmeye koyuldu. Namazını bitirince kendisine: Sen bir şeyler mi içiyorsun'I Yoksa Kur'an mı okuyorsun" denilince şu cevabı verdi: Allah'a yemin ederim, eğer bu buyruğu okuduğuın vakit ondan aldığım lezzet, onu içeceğim vakit ondan alacağım lezzet gibi olmasa bunu okumam.

 

"işte bu gerçekten sizin için bir mükafattır." Yani onlara: bu sizin için bir mükafat yani sevaptır, denilecek.

 

"Yaptıklarınızın karşılığını da fazlası ile görmüşsünüzdür." Allah, size amelinizin karşılığını fazlasıyla vermiş bulunmaktadır. Allah'ın kuluna "Şükür"ü yaptığı itaatini kabul etmesi, onu övmesi ve ona bu itaatinin mükafatını vermesidir.

 

Said'in rivayetine göre, Katade şöyle demiştir: Günahlarını onlara bağışlamış, yaptıkları iyiliklerinin de mükafatlarını onlara vermiş olacaktır,

 

Mücahid de şöyle demiştir: ''Yapılanın karşılığının verilmesi" amelin kabul edilmesi demektir. Anlamlar birbirine yakındır. Çünkü şanı Yüce Allah, ameli kabul ederse, ona şükretmiş olur. Ona şükretti mi de karşılığında fazlasıyla mükafat vermiş olur. Çünkü büyük lütuf sahibi olan O, Yüce Rabbimizdir.

 

İbn Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Habeşli bir adam, ey Allah'ın Resulü dedi. Sizler suretlerinizle, renklerinizle ve nübuvvetle bize üstün kılındınız, Eğer ben senin iman ettiğine iman edersem, senin amelin gibi amelde bulunursam, ben de seninle cennette olacak mıyım, diye sordu, Peygamber şöyle buyurdu: "Evet, nefsim elinde olana yemin ederim ki, siyahi bir kimsenin cennetteki beyazlığı ve aydınlığı bin yıllık mesafeden görülür." Sonra Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim la İlahe illallah derse, bununla onun Allah nezdinde bir ahdi olur. Kim subhanallahi velhamdulillahi derse bunun karşılığında Allah nezdinde yüzyirınidörtbin hasenesi olur.'' Bunun üzerine adam: Peki bütün bunlar böyleyken buna rağmen nasıl biz helak oluruz? diye sordu, Peygamber şöyle buyurdu: "Kişi kıyamet gününde öyle amellerle gelir ki, eğer onu bir dağın üzerine bırakacak olursa, o dağa bile ağır gelir. Bu sefer Allah'ın nimetlerinden bir nimet gelir, Allah rahmetiyle lütufta bulunması hali müstesna neredeyse o nimetin tamamını tüketecek gibi olur." (İbn Ömer) dedi ki: Daha sonra Yüce Allah'ın: "İnsan üzerinden öyle uzun bir süre geçti ki ... " (1. ayet) buyruğu "Nereye bakarsan orada pek çok nimetler ve büyük bir saltanat görürsün" buyruğuna kadar nazil oldu.

 

Habeşli O şahıs şöyle dedi: Ey Allah'ın Resülü, benim gözlerim senin gözlerinin cennette göreceklerini görecek midir? Peygamber (s.a.v.): "Evet'' diye buyurdu. O Habeşli şahıs ağladı ve sonunda ruhunu teslim etti. İbn Ömer dedi ki: Ben Rasülullah (s.a.v.)'ın "İşte bu gerçekten sizin için bir mükafattır. Yaptıklarınızın karşılığını da fazlasıyla görmüşsünüzdür" buyruğunu okuyarak onu mezarına indirdiğini gördü. Ey Allah'ın Rasülü, bunun mahiyeti nedir'r diye sorduk, şöyle buyurdu: Nefsim dinde olana yemin ederim, Allah onu durdurdu, sonra da: Ey kulum! Andolsun ki senin yüzünü ağartacağım, bembeyaz edeceğim ve andolsun cennette nasıl istersen seni öylece yerleştireceğim. Güzel amelde bulunanların mükafatı ne güzeldir diye buyurdu."

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

İnsan 23-26

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR