ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

BURUC

4

/

7

 

قُتِلَ أَصْحَابُ الْأُخْدُودِ {4} النَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِ {5} إِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ {6} وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ {7}

 

4, 5. Lanet olsun tutuşturulmuş ateş hendeklerinin sahiplerine!

6. O zaman onlar, o ateşin etrafında oturuyorlar;

7. Ve onlar mü'minlere yaptıkları şeyleri görüyorlardı.

 

"Lanet olsun ... ateş hendeklerinin sahiblerine!" ibn Abbas dedi ki: Kur'an-ı Kerim'de yer alan her: "Lanet olsun"; lanet edildi demektir.

 

el-Ferra'nın görüşüne göre bu, yeminin cevabıdır. (Başına gelmesi gereken) "lam" ise mukadderdir. Yüce Allah'ın: "Andolsun güneşe ve aydınlığına" (eş-Şems, 1) diye buyurduktan sonra; "Onu temizleyen muhakkak felah bulmuştur." (eş-Şems, 9) diye buyurmasına benzer. Bu da; "Andolsun ... felah bulmuştur" demektir.

 

ifadede takdim ve tehir olduğu da söylenmiştir. Yani hendek sahibleri Öldürüldü, burçlara sahib gök hakkı için. Bu açıklamayı Ebu Hatim es-Sicistani yapmıştır. İbnu'I-Enbari dedi ki: Bu yanlıştır. Çünkü herhangi bir kimsenin Zeyd kalktı Allah hakkı için, anlamında; "Allah'a yemin ederim ki Zeyd kalktı" demesi doğru değildir.

 

Bazıları yeminin cevabının: "Şüphe yok ki Rabbinin azabla yakalayıverişi pek çetindir" (12. ayet) olduğunu söylemişlerse de, bu güzel bir açıklama değildir. Çünkü her ikisi arasında ifadeler alabildiğine uzayıp gitmiş olmaktadır.

 

Cevabın: "Şüphe yok ki mü'min erkeklerle, mü'min kadınlara işkence edip .. ," (10. ayet) buyruğu olduğu da söylenmiştir.

 

Yeminin cevabı hazfedilmiştir. Yani andolsun burçlara sahib göğe, Elbette sizler ölümden sonra diriltileceksiniz, anlamındadır, diye de açıklanmıştır. ibnu'l-Enbari'nin tercih ettiği de budur.

 

"Hendekler"; Yerde uzunlamasına açılmış büyük yarık demektir. Çoğulu: (...) diye gelir, Gözyaşlarının aktığı yer için kullanılan: "Yanak" da buradan gelmektedir. ''Yastık" da bu köktendir. Çünkü yanak, (aynı kökten gelen) onun üzerine konulur, Birtakım yaralardan dolayı kişinin yüzünde eğer uzunlamasına izler oluşursa: "Adamın yüzünde (uzunlamasına) derin izler oluştu" denilir. Şair Tarafe şöyle demiştir: "Ve bir yüz ki; sanki güneş onun üzerine örtüsünü açmıştır Rengi parlaktır, onda (parlaklığı veren) çizgileri yoktur."

 

"Tutuşturulmuş ateş" buyruğundaki "ateş" lafzı, "hendekler"den bedeli iştimaldir.

"Tutuşturulmuş" lafzı genel olarak "vav" harfi üstün olarak okunmuştur. Bu da odun demektir.

 

Katade, Ebu Reca ve Nasr b. Asım ise mastar olarak "vav"ı  ötreli okumuşlardır. alevli ve alev alarak yanan ateş demek olur. İnsanların bedenlerinde yanan, diye de açıklanmıştır.

Eşheb el-Ukayli, Ebu's-Semmal el-Adevi ve İbn es-Semeyka; (...) diye her iki kelimeyi de Ötreli okumuşlardır ki; alevi bulunan o ateş, onları yaktı, demek olur.

 

"O zaman onlar, o ateşin etrafında oturuyorlar(dı)." Yani o hendekleri açıp ateşin üzerinde oturanlar, mü'minleri o ateşe atıyorlardı. Bunlar İsa ile Muhammed (ikisine de selam olsun) arasındaki fetret döneminde Necran denilen yerde idiler. Onlara dair hadisi rivayet edenler, bazı farklılıklarla birlikte rivayetlerinin anlamı birbirine yakındır.

 

Müslim'in Sahih'inde Suhayb'dan rivayete göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca krala dedi ki: Ben artık yaşlandım. Sen bana genç birisini gönder de ona büyüyü öğreteyim. Kral ona büyüyü öğretmek üzere bir genci gönderdi. Bu gencin gidip geldiği yolda bir rahib vardı. Onun yanına oturup sözlerini dinledi, hoşuna gitti. Bundan dolayı, büyücüye gidip geldiğinde rahibe de uğrar, onun yanında otururdu. Büyücüye varınca, büyücü onu döverdi. Bu halini rahibe anlatıp şikayette bulundu. Rahib ona: Büyücüden korkacak olursan ailem beni geç gönderdi, dersin. Ailenden korkacak olursan, büyücü beni alıkoydu, dersin. O bu halde iken, insanları bir yerde alıkoymuş pek büyük bir hayvan ile karşılaştı. Bugün büyücünün mü üstün, rahibin mi üstün olduğunu Öğreneceğim gündür, dedi. Bir taş aldı ve: Allah'ım, eğer rahibin durumu Senin tarafından büyücünün durumundan daha çok sevilen bir hal ise, bunu hayvanı öldür ki, insanlar yollarına devam edebilsinler dedi ve taşı attı. O hayvanı öldürdü. İnsanlar da yollarına devam ettiler.

Rahibe giderek durumu bildirdi. Rahib ona: Evladım dedi, Bugün sen benden daha üstünsün. Sen gördüğüm şu hale ulaşmış bulunuyorsun. Şüphesiz pek yakında sen birtakım belalarla sınanacaksın. Eğer sınanacak olursan, sakın beni kimseye söyleme.

 

Delikanlı anadan doğma körü, abraşı iyileştiriyor, insanların diğer hastalıklarını tedavi ediyordu. Kral ile birlikte oturup kalkan kör birisi bu durumu işitti. Ona pek çok hediyeler götürerek dedi ki: Eğer bana şifa verecek olursan, buradakilerin hepsi senin olacaktır. Delikanlı: Ben kimseye şifa veremem dedi. Şifayı ancak Allah verir. Eğer sen Allah'a iman edecek olursan, ben de Allah'a dua eder, sana şifa verir. Bu şahıs Allah'a iman etti, Allah da ona şifa verdi.

 

Krala giderek önceden yanında oturduğu gibi oturdu. Kral ona: Senin yeniden görmeni sağlayan kimdir? diye sordu. o: Rabbimdir, dedi. Kral: Senin benden başka bir rabbinde mi varmış? deyince, arkadaşı: Benim de Rabbim, senin de Rabbin Allah'tır, dedi. Kral onu yakalattı ve delikanlıyı gösterinceye kadar ona işkence edip durdu. Delikanlı getirilince kral ona: Evladım dedi senin büyücülüğün anadan doğma körü ve ahraşı iyileştirecek noktaya, şunu şunu yapacak hale kadarda mı ulaştı? dedi. Delikanlı: Ben hiç kimseye şifa veremem, şifayı ancak Allah verir, dedi.

 

Kral onu alıp yakalattı ve rahibin yerini gösterinceye kadar ona işkence edip durdu. Rahib getirildi, ona: Dininden dön denildi. Ancak rahib bunu kabul etmedi. Kral testerenin getirilmesini istedi. Testere başının tepesine, saçlarını ayırdığı yere yerleştirildi ve iki parçası yere düşünceye kadar başını ortadan biçti.

 

Daha sonra kralın sohbet arkadaşı getirildi ona: Dininden dön, denildi. O da kabul etmeyince testere başının ortasına, saçlarını ayırdığı yere yerleştirildi ve iki tarafı da düşünceye kadar testere ile başını biçti. Daha sonra genç dedikanlı getirildi, ona da: Dininden dön, denildi. Genç de bu teklifi kabul etmeyince, kral onu arkadaşlarından birkaç kişiye teslim etti ve: Bunu alın, filan filan dağa götürün. Onu dağın tepesine çıkartın, zirvesine ulaştığınız vakit dininden dönerse mesele yok, aksi takdirde onu aşağıya atın, dedi. Delikanlıyı alıp gittiler ve onunla birlikte dağın tepesine çıktılar. Delikanlı: Allah'ım, ne ile dilersen onların kötülüklerine karşı beni koru! dedi. Dağın üZerinde iken dağ sarsılmaya başladı, aşağı düştüler. Delikanlı kralın yanına yürüyerek geldi, kral ona: Seninle beraber gönderdiklerim ne yaptı? diye sordu. Delikanlı: Allah, onlara karşı beni korudu, dedi.

 

Kral delikanlıyı arkadaşlarından bir diğer gruba teslim etti ve: Bunu alıp götürün, büyükçe bir gemiye bindirin. Denizin ortasına ulaştırın. Eğer dininden dönerse (mesele yok) aksi takdirde onu denize atın, dedi.

 

Delikanlıyı alıp gittiler. O da: Allah'ım, dilediğin şekilde onlara karşı beni koru! diye dua etti, Onlar içinde oldukları halde gemi ters dönüp battı ve suda boğuldular. Delikanlı ise krala yürüyerek geri geldi, Kral ona: Beraberindekiler ne yaptı? diye sordu, O da: Onlara karşı, Allah beni korudu, dedi, Delikanlı krala dedi ki: Benim söyleyecekleerimi yapmadığın sürece beni öldüremeyeceksin, Kral: Peki o nedir? diye sordu, Delikanlı dedi ki: Herkesi bir yerde toplayacaksın, Beni de bir ağacın üzerinde asacaksın, Sonra benim ok torbamdan bir ok al. Bu oku yaya yerleştir, sonra da: Bu delikanlının Rabbi olan Allah adına, de ve bana oku at. Eğer sen böyle yapacak olursan. beni öldürebileceksin,

 

Kral halkı bir meydanda topladı. Delikanlıyı bir ağaca astı, sonra onun ok torbasından bir ok alıp oku yaya yerleştirdikten sonra: Bu delikanlının Rabbi Allah adına! deyip ona oku attı. Ok alnına isabet etti, Delikanlı elini okun düştüğü yerde alnına koydu ve vefat etti,

Ahali: Delikanlının Rabbine iman ettik, delikanlının Rabbine iman ettik, delikanlının Rabbine iman ettik, dedi, Bu sefer krala gidilip, ona: Şimdi korktuğun şey başına geldi mi? Allah'a yemin olsun ki korktuğun şey başına geldi, İnsanlar iman etti, denildi, Bunun üzerine yolların başlarında hendekler kazılmasını emretti, Hendekler kazıldı, ateşler yakıldı ve şu emri verdi: Kim dininden dönmeyecek olursa, o kimseyi o hendeklere atınız, Ya da ona: Haydi buraya atla, denilsin (diye rivayet edilmiştir.) Denileni yaptılar. Nihayet beraberinde bir yavrusu bulunan bir kadın geldi, Hendeğe atlamakta tereddüt etti. Yavrusu ona: "Anacığım sabret. Çünkü sen hak üzeresin, dedi.'' Bu hadisi (Müslim'den başka) Tirmizi de bu manada rivayet etmiştir.

 

Tirmizi'de şu ifadeler de yer almaktadır: "Delikanlının yolu üzerinde manastırında ibadet eden bir rahib vardı." Ma'mer dedi ki: Zannederim o günlerde manastırlarda bulunan kimseler müslüman idiler. Yine orada şöyle denilmektedir: İnsanları alıkoyan o hayvan bir arslan idi. Sözü edilen delikanlı defnedildi, -(Devamla) dedi ki-: "Nakledildiğine göre, Ömer b. el-Hattab döneminde kabrinden çıkarıldığında, öldürüldüğü vakit koyduğu şekliyle parmağı alnı üzerinde duruyordu." Tirmizi dedi ki: Bu hasen, garib bir hadistir.

Bunu ed-Dahhak da, İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. İbn Abbas dedi ki: Necran'da bir kral vardı. Onun ahalisi arasında kölesi bulunan bir adam vardı. O bu kölesine büyüyü öğretmek üzere bir büyücüye gönderdi. Kölenin yolu İncil okuyan bir rahibin yanından geçiyordu. Rahibten duydukları hoşuna gidiyordu. Rahibin dinine girdi. Döndüğü bir günde çok büyük bir yılanın insanların yolunu kestiğini gördü. Bir taş alıp; "Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi olan Allah adına'" dedi (ve taşı attı) yılanı öldürdü ... Sonra da az önce anlatılanlara yakın şeyleri zikretti ... Kral ona ok atıp o köleyi öldürünce, kralın ülkesinin ahalisi: Abdullah b. Samir'in ilahından başka hiçbir ilah yoktur, dediler, Abdullah b. Samir o kölenin adı idi, Kral bu işe çok kızdı ve emir verdi, hendekler kazıldı. Oraya odunlar toplandı, ateş yakıldı. ülkesindeki ahaliyi ateşe sundu. Tevhidden vazgeçip dönenlere ilişmedi, dini üzerinde sebat edenleri ise ateşe attı. Süt emziren bir kadın getirildi, ona: Dininden dön, aksi takdirde seni çocuğunla birlikte (ateşe) atarız, denildi. Kadın çekindi ve içten içe dininden dönmek istedi. Süt emen bebek ona: Anacığun üzerinde bulunduğun inanç üzere sebat göster. Şüphesiz ki bu, bir göz açıp kapatacak kadar bir süredir, dedi. Kadını, çocuğu ile birlikte attılar.

 

Ebu Salih'in, İbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre ateş, hendeklerden yukarılara çıktı. Kralın ve arkadaşlarının üzerinden kırk zira kadar yükseldi ve onları yaktı.

 

ed-Dahhak dedi ki: Bunlar bir hristiyan topluluğu idiler. Yemen'de Resulullah (s.a.v.)'in peygamber olarak gönderilmesinden kırk yıl önce yaşamışlardı. Onları yakalayan Yusuf b, Şerahil b, Tubba el-Himyeri idi. Bunlar otuz küsur adam idiler. Onlara hendek kazmış ve onları bu hendekte yakmıştı. Bunu el-Maverdi nakletmiştir.

 

es-Sa'lebi'nin ondan (ed-Dahhak'tan) naklettiğine göre Ashab-ı Uhdud İsrailoğullarından idiler. Bunlar pek çok erkek ve kadın yakalamışlar ve onlara hendekler kazmışlardı. Sonra bu hendeklerde ateşler yaktılar, arkasından mü'minler bu hendeklerin başına getirildiler. Onlara: Ya küfre döneceksiniz yahut ateşe atılacaksınız, dediler. İddia ettiklerine göre bu kimse Danyal ve arkadaşları idi. Bu açıklamayı Atiyye el-Avfi yapmıştır. Buna yakın bir rivayet İbn Abbas'tan da nakledilmiştir.

 

Ali (r.a) dedi ki: Bir kral sarhoş olup, kızkardeşi ile birlikte oldu. Bunu yönetimi altındakiler için bir kanun haline getirmek istedi. Fakat bunu kabul etmediler. Bu kadın ona; Yüce Allah, kızkardeşleri nikahlamayı helal kıldı, diye bir hutbe irad ettirmesi görüşünü ona işaret etti. Fakat onun bu dedikleri kabul edilmedi, Bu sefer ona onlar için hendekler kazmasını ve kendisine karşı gelen herkesi oraya atmasını telkin etti, O da bunu yaptı. İşte onlardan geri kalanlar kızkardeşleriyle evlenirler. Bunlar da mecusilerdir. Bunlar önceleri kitab ehli idiler.

 

Yine Ali (r.a)'dan rivayet edildiği ne göre Uhdud sahiblerinin (başına gelen olayların) sebebi şu idi. Yüce Allah, bir peygamberi Habeşlilere göndermişti. Ona birtakım insanlar tabi oldu. Ancak kavimleri bu iman edenlere hendekler kazdı. Peygambere uyan kimse bu hendeklere atılırdı. Süt emen bir bebeği bulunan bir kadın getirildi. Kadın bu işten korktu. Bebeği ona: Anacığım devam et ve korkma. dedi.

 

Eyyüb'un rivayetine göre İkrime dedi ki: "Lanet olsun hendeklerin sahiblerine" buyruğu hakkında dedi ki: Bunlar senin kavminden Sicistan'dan idiler.

 

el-Kelbi dedi ki: Bunlar Necran hristiyanları idi. Bu hendeklerin başına iman etmiş kimseleri yakalayıp getirdiler. Onlara yedi hendek kazdılar. Herbir hendeğin uzunluğu kırk zira, eni ise oniki zira idi, Daha sonra bu hendeğe naft (petrol) ve odun atıldı. Onlar da bu ateşe sunuldular. (Tekliflerini) kabul etmeyen kimseyi bu ateşe attılar.

 

Bu kimselerin Kustantin zamanında Konstantiniye'de bulunan hristiyan bir topluluk olduğu da söylenmiştir.

 

Mukatil dedi ki: Uhdud sahibleri üç grubtur. Birisi Necran'da, diğeri Şam'da, diğeri ise Fars topraklarındadır. Şam'dakinin adı Romalı Antiniyanus'dur. Fars diyarındakinin adı, Buht Nassar'dır. Arab topraklarındakinin adı Yusuf b. Zü Nuvas'dır. Allah Fars diyarı ile Şam diyarındaki hakkında Kur'an'dan herhangi bir buyruk indirmedi, fakat Necran'da bulunan kimse hakkında Kur'an'dan buyruklar indirdi. Şöyle ki; müsIüman iki kişi vardı. Bunlardan birisi Tihame'de, diğeri Necran'da idi. Biri ücretle işçi oldu. Bir taraftan çalışıyor, diğer taraftan İncil okuyordu, Onu işçi tutanın kızı İncil'in okunuşundaki nuru gördü, babasına haber verdi, o da müslüman oldu, İsa'nın yükseltilmesinden sonra erkek, kadın seksenyedi kişiye ulaştılar. Yusuf b, Zu Nuvas b. Tubba el-Himyeri onlar için bir hendek kazdı ve o hendekte bir ateş yaktı. Onlara küfre dönmelerini teklif etti, Küfre dönmeyi kabul etmeyenleri ateşe attı ve: İsa'nın dininden dömen kimse ateşe atılmayacak, dedi. Bir kadının beraberinde henüz konuşmaya başlamamış küçük çocuğu vardı. Dininden geri dönecek oldu, Oğlu kendisine: Anacığım dedi, Ben senin önünde asla sönmeyen bir ateşş görüyorum, Her ikisi de kendilerini ateşe attı. Allah o kadını da, oğlunu da cennete koydu, Bir gün içinde o ateşe yetmişyedi kişi atıldı.

 

İbn İshak, Vehb b. Münebbih'den naklen dedi ki: Meryem oğlu İsa (a.s)'ın dinine mensub kimselerden geriye Kimyun adında bir kişi kalmıştı. Bu kişi salih, çokça ibadet eden, dünyaya karşı zahid, duası kabul olunan bir zattı. Kasabalarda, kentlerde dolaşırdı. Bir yerde tanındı mı mutlaka oradan çekip giderdi. Yapı ustası idi, çamur yapardı.

 

Muhammed b. Ka'b el-Kurazı dedi ki: Necranlılar müşrik kimseler olup, putlara taparlardı. Necrana yakın bir kasabada büyücü bir kişi vardı. Bu da Necranlıların çocuklarına büyü öğretirdi. Kimyun buraya gelip yerleşince, Necran ile büyücünün bulunduğu o kasaba arasında bir çadır kurdu. Necranlılar çocuklarını o büyücüye gönderiyor, o da onlara büyü öğretiyordu. Samir ona Abdullah b. es-Samir'i gönderdi. Bu da Necranlıların çocukları ile birlikte idi. Abdullah bu çadırda duran kimsenin (Kimyun) yanından geçti mi onun namaz kılması ve ibadeti hoşuna giderdi. Onun yanında oturmaya ve onun sözlerini dinlemeye başladı. Nihayet İslama girdi. Allah'ı tevhid etti ve ona ibadet etti. Allah'ın ism-i a'zam'ı hakkında sormaya koyuldu. Rahib ona bildiklerini öğretiyor fakat bu ismi ondan gizleyip, kardeşimin oğlu dedi. Sen onu taşıyamazsın, onu taşıyamayıp zaafa düşeceğinden korkarım dedi. Ebu Samir ise oğlunun diğer çocuklar gibi büyücüye gidip geldiğini zannediyor, hatırına başka bir şey gelmiyordu. Abdullah, rahibin kendisine Allah'ın ismi a'zamını öğretmek istemediğini görünce, ok yapımında kullanılan tahta parçalarını toplayıp, bir araya getirdi. Allah'ın bildiği ne kadar ismi varsa onu bir parça üzerine yazıyordu. Herbir isme bir ok ayırmış oldu. Nihayet bütün isimleri yazınca bir ateş yaktı. Okları tek tek bu ateşe atmaya koyuldu. Nihayet ism-i azama gelince, Onu da ateşe attı. Bu ok harekete gelip, ateşten çıktı ve ateşin ona hiçbir zararı olmadı. Bu oku alıp adamının yanına gitti ve kendisine öğretmeyip, gizlediği Allah'ın ism-i a'zamını öğrenmiş olduğunu ona haber verdi. Abid ona: O nedirr diye sorunca, genç şu ve şudur dedi. Abid: Peki nasıl öğrendin? diye sorunca, ona yaptıklarını bildirdi. Abid ona:

 

Kardeşimin oğlu onu isabet ettirdin, fakat kendini iyi kolla! Ancak kendini koruyacağını da zannetmiyorum. Abdullah b. Samir Necran'a girdi mi artık her kimde birrahatsızlık görüyor ise mutlaka: Ey Allah'ın kulu sen Allah'ı tevhid et, dinime gir, ben de senin için Allah'a dua edeyim, O da senin başına gelen bu beladan seni esenliğe kavuşturup afiyet verecek diye teklif ediyor, o şahıs da: Olur deyip, Allah'ı tevhid edip müslüman oluyordu. Genç de onun için Allah'a dua ediyor, şifa buluyordu. Öyle ki Necran'da bir musibeti bulunan herkes onun yanına geldi ve onun dinine uydu, o da o kimseye dua etti ve iyileşti.

 

Nihayet onun bu durumu krallarına bildirildi. Kral onu çağırarak şöyle dedi: Sen benim ülke ahalimi, benim aleyhime ifsad etmiş oldun. Benim ve atalarımın dinine muhalefet ettin. Andolsun seni ibretli bir şekilde cezalandıracağım, dedi. Genç Buna gücün yetmez, dedi. Kral onu birileriyle yüksekçe dağa gönderiyor, tepesi üzerine atılıyor, fakat hiçbir şey olmaksızın ayağa kalkıyordu. Onu Necran sularına atılmak üzere gönderiyordu. Bu sulara düşen herşey mutlaka yok olur, giderdi. Bu sulara atılıyor, fakat ona hiçbir şey olmaksızın dışarı çıkıyordu. Nihayet onu aciz bırakınca Abdullah b. Samir ona dedi ki: Allah'ı tevhid etmedikçe benim iman ettiğime sen de inanmadıkça beni öldüremeyeceksin. Eğer sen bunu yaparsan o vakit bana musallat kılınır ve beni öldürebilirsin.

 

Bu kral Allah'ı tevhid etti ve onun getirdiği şekilde şehadet getirdi. Sonra ona bir sopa ile darbe indirdi. Başında pek büyük olmayan küçük bir yara açtı ve onu öldürdü. Kral da olduğu yerde öldü.

 

Necranlılar Abdullah b. Samir'in dinini hep birlikte kabul ettiler. O da Meryem oğlu İsa'nın getirdiği İncil'e ve onun hükmüne bağlı idi. Daha sonra onların din mensuplarına isabet eden olaylar ve onların başlarına gelen musibetler, bunların da başına geldi. İşte Necran'da hristiyanlığın esası buraya dayanır.

 

Yahudi Zu Nuvaş, Himyer'den askerleriyle üzerlerine yürüdü. Onları yahudiliği kabul etmeye davet etti ve yahudi olmak ya da öldürülmekten birisini tercih etmelerini istedi. Onlar öldürülmeyi tercih ettiler. Onlar için hendekler açtı. Kimilerini ateşte yaktı, kimilerini kılıçla öldürdü, Kimilerinin de azalarını kesti. Nihayet onlardan yirmibin kişi öldürdü. Vehb b. Münebbih, oniki bin kişi dedi.

 

el-Kelbi dedi ki: Ashab-ı Uhdud yetmişbin kişi idiler.

 

Vehb dedi ki: Daha sonra Aryat, Yemen'i ele geçirince, Zü Nuvas kaçarak çıkıp gitti. Atıyla denize yürüdü ve suda boğuldu.

 

İbn İshak dedi ki: Burada sözü edilen zü Nuvas'ın asıl adı Zür'a b. Tubban Es'ad el-Himyeri'dir. Aynı şekilde ona Yusuf da deniliyor idi. Bunun sallanan saç örükleri vardı. Bundan dolayı ona zü Nuvas (örüklü) adı verildi. O bu işi Necranlılara yaptı, onlardan adı Devs zü Salehan olan birisi kurtuldu. Onlardan intikam almak üzere Habeşlileri, Necranlıların üzerine gitmeye teşvik etti. Onlar da Yemen'i ele geçirdiler ve zü Nuvas denizde kendisini denize atarak öldü. Amr b. Mad'ikerib onun hakkında şunları söylemektedir: "Sanki sen en nimetli yaşayış süren Zü Ruayn Yahut zü Nuvas'mışsın gibi, beni tehdit mi ediyorsun? Fakat senden önce nice nimet görmüş kimse vardı, İnsanlar arasında sapasağlam ve sabit mülk sahibi, Eski dönemden taat döneminden beri süre gelen, Büyük kahredici zorba ve katı kimseler.

 

Zaman onların mülklerini ortadan kaldırdı, sonunda Bu kimilerinden, kimilerine aktarılır oldu."

 

(Burada sözü geçen) Zü Ruayn, Himyer krallarından bir kraldır. Ruayn onun bir kalesi idi. Bu kişi de el-Haris b. Amr b. Himyer b. Sebe' soyundandır.

 

 

İnanç Dolayısıyla Karşı Karşıya Kalınan Mihnetler ve Bunlara Karşı İnananların Takınmaları Gereken Tutum:

 

İlim adamlarımız dedi ki; Yüce Allah, bu ayet-i kerimede, bu ümmetin iman edenlerine kendilerinden önce Allah'ı tevhid edenlerin karşı karşıya kaldıkları zorlukları bildirmekte ve bu yolla onları teselli etmektedir. Peygamber (s.a.v.) de onlara karşılaştıkları işkence ve acılara, fiilen yaşadıkları meşakkatlere sabır göstersinler diye onlara bu delikanlının kıssasını anlattı ki; onlar da bu delikanlının sabır, haktaki sebat ve ona sımsıkı sarılması, davasının güçlenerek ortaya çıkması için kendisini feda etmesi, yaşının küçüklüğüne rağmen insanların dinine girmesi ve sabrının büyüklüğü hususunda, bu delikanlının gösterdiği örneklere uysunlar. Rahib de aynı şekilde sımsıkı hakka sarılarak sabretmiş ve sonunda testere ile ikiye bölünmüştür. Aynı şekilde birçok insan da Yüce Allah'a iman edip, iman onların kalplerine yerleşince, kök salınca, ateşe atılmaya dahi sabrettiler ve dinlerinden geri dönmediler.

 

İbnü'I-Arabi dedi ki: -Daha önce en-Nahl suresi'nde (106. ayet, 2. başlık ve devamında) geçtiği üzere- bu, bize göre mensuhtur.

 

Derim ki: Bize göre mensuh değildir. Nefsi güçlü olan ve dininde sebat gösteren kimseler için, bu gibi hususlar üzerinde sabretmek daha uygundur, Yüce Allah Lukman'dan haber vererek şöyle buyurmaktadır: "Oğulcuğum namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, münkerden alıkoy. Sana isabet edene de sabret. Çünkü bunlar kesin olarak emredilen işlerdendir" (Lukman, 17)

 

Ebu Said el-Hudri'nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki zalim bir hükümdar huzurunda söylenecek adaletli (hak) bir söz, en büyük cihad türündendir." Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiş olup. 'hasen, garib bir hadistir" demiştir.

 

İbn Sencer (Muhammed b, Sencer) Peygamber (s.a.v.)'in azadlılarından Umeyme'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Peygamber (s.a.v.)'ın abdest almasına yardım ediyordum, Ona bir adam geldi Ve: Bana tavsiyede bulun, dedi, Peygamber: ''Parça parça edilsen yahut ateşte yakılsan dahi Allah'a hiçbir şeyi ortak koşma ... " diye buyurdu.

 

İlim adamlarımız dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'in ashabından pek çok kimse öldürülmek, asılmak ve ağır işkencelere tabi tutulmakla mihnete uğratıldı. Onlarsa sabrettiler ve hiç bu kabilden şeylere (ruhsatlara) iltifat etmediler. Bu hususta Asım, Hubeyb ve arkadaşlarının kıssası ile onların karşı bırşıya kaldıkları savaşlar, mihnetler, ölüm, esirlik, yakılmak ve daha benzer hususlar örnek olarak yeter. Nahl Suresi'nde (az önce belirtilen yerde) bu hususta gücü yeten ve tahammül gösteren kimseler hakkında bu tutumun icma' ile kabul edilmiş olduğuna dair açıklama geçmiş bulunmaktadır. Bu açıklamayı oradan takib edebilirsiniz,

 

"Lanet olsun ... hendeklerin sahiblerine." Bu, o kafirlere Yüce Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmaları için yapılan bir bedduadır.

 

O mü'minlerin öldürüldüğüne dair haber vermek anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani onlar ateşte yakılarak öldürüldüler, fakat sabrettiler.

 

Bir başka açıklamaya göre bu, sözü edilen o zalimler hakkında haber veren bir buyruktur. Çünkü rivayet edildiği ne göre Yüce Allah, hendeklere atılan kimselerin ruhlarını ateşe ulaşmadan önce kabzetmiştir. Hendeklerden bir ateş çıkıp, ateşin başında oturan o kimseleri yakmıştır.

 

Bir diğer görüşe göre; mü'minler kurtuldu ve ateş orada oturan kimseleri yaktı. Bunu en-Nehhas zikretmiştir.

 

''Etrafında" lafzı; ''yanımda" demektir. Burada: "üzerinde" lafzı; "Yanında" demektir.

 

"Etrafında" buyruğunun hendeklerin kıyılarında, ona yakın olan yerlerde, anlamında olduğu da söylenmiştir. Şairin şu mısraında olduğu gibi: "Ve bol bağışlarda, basit şeylerde ateşin üzerinde (yakınında) kaldı."

 

"O zaman" lafzındaki amil, (...) "lanet olsun" anlamındaki buyruk-

tur ki; o vakitte onlara lanet olundu, demektir.

 

"Ve onlar, mü'minlere yaptıkları şeyleri görüyorlardı." Yani kafirler, orada hazır bulunuyorlardı. Onlar mü'minlere küfrü teklif ediyorlar. Tekliflerini kabul etmeyeni ateşe atıyorlardı. Bu ifadeler onları önce katı yüreklilikle, diğer taraftan da bu hususta gayretli olmakla nitelendirilmektedirler.

 

"...i" burada; "Beraber" anlamındadır. Yani onlar mü'minlere yaptıklarına aynı zamanda tanık idiler.

 

DEVAM VE SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Buruc 8-9

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR