باب: أخذ
الصدقة من
الأغنياء،
وترد في
الفقراء حيث
كانوا.
63. Zekatın, Zenginlerden Alınıp Aynı Yerdeki Fakirlere
Verilmesi
حدثنا
محمد: أخبرنا
عبد الله:
أخبرنا
زكرياء بن
إسحق، عن يحيى
بن عبد الله بن
صيفي، عن أبي
معبد، مولى
ابن عباس، عن
ابن عباس رضي
الله عنهما
قال:
قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم لمعاذ بن
جبل، حين بعثه
إلى اليمن:
(إنك ستأتي
قوما أهل كتاب،
فإذا جئتهم
فادعهم إلى:
أن يشهدوا أن
لا إله إلا
الله، وأن
محمدا رسول
الله، فإن هم
أطاعوا لك بذلك
فأخبرهم أن
الله قد فرض
عليهم خمس
صلوات في كل
يوم وليلة،
فإن هم أطاعوا
لك بذلك،
فأخبرهم أن
الله قد فرض
عليهم صدقة،
تؤخذ من
أغنيائهم
فترد على
فقرائهم، فإن
هم أطاعوا لك
بذلك، فإياك
وكرائم
أموالهم،
واتق دعوة
المظلوم، فإنه
ليس بينه وبين
الله حجاب).
[-1496-] İbn Abbas r.a. şöyle anlatır: Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem Muaz İbn Cebel'i Yemen'e gönderirken ona şöyle buyurdu: "Sen ehl-i
kitap olan bir topluluğa gidiyorsun. Yanlarına varınca onları "Allah'tan
başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun Resulü olduğuna" şahitlikte
bulunmaya davet et. Bu konuda sana itaat ederlerse onlara, Allah'ın günde beş
vakit namaz kılmayı farz kıldığını haber ver. Bu konuda da sana itaat ederlerse
onlara, Allah'ın, zenginlerden alınıp fakirlere verilmek üzere zekatı farz kıldığını
haber ver. Eğer bu konuda da sana itaat ederlerse mallarının en değerli
olanlarını almaktan sakın. Mazlumun duasından da kork. Çünkü mazlum ile Allah
arasında hiçbir perde yoktur."
AÇIKLAMA: İsmailî şöyle
demiştir: Hadisten ilk anlaşılan, zekatın, alındığı yerin fakirlerine verilmesi
gerektiğidir.
İbnü'l-Müneyyir şöyle der: "Buharı, zekatın, toplandığı
beldeden başka bir yere naklinin caiz olduğu görüşündedir. Çünkü
"fakirlerine" denilirken kastedilen "Müslümanların
fakirleri"dir. Zekat, hangi Müslüman fakire verilmiş olursa olsun,
buradaki hadisin genel anlamına uygun düşer."
Hadisten ilk akla gelen, zekatın, başka bir beldeye
aktarılmaması gerektiğidir. "Onların fakirlerine" ifadesindeki
zamir, muhataplara yönelik olduğu için sadece o beldenin fakirlerine verilmesi
lazımdır.
Fakat İbn Dakîkü'l-îd birinci görüşü tercih ederek, "Her ne
kadar akla ilk gelen görüş bu olmasa da şu husus (zekatın başka beldelere
nakledilebileceğini) güçlendirmektedir: Genel şer'i kurallar bakımından muayyen
şahıslar dikkate alınmaz. Dolayısıyla ne namaz, ne de zekat konusunda şahıslar
dikkate alınmaz, konuşma bakımından onlara yönelinmiş olsa da, verilen hüküm
sadece muhataplara aittir denemez" demiştir.
Alimler, zekatın başka bir yere nakli konusunda ihtilaf
etmiştir:
Leys, Ebu Hanîfe ve mezhep arkadaşları bunun caiz olduğu
görüşündedir. Ibnü'l-Münzir Şafiîden aynı görüşü nakletmiş ve kendisi de bunu
tercih etmiştir.
Şafiîlerdeki sahih olan görüşe, Malİkİler ve cumhura göre zekatı
toplandığı yerden başka bir yere nakletmemek gerekir.
Eğer nakledilirse, Malikilerde sağlam olan görüşe göre zekat
yerine verilmiş sayılır. Şafiîlerdeki sahih olan görüşe göre ise zekat yerine
verilmiş sayılmaz. Fakat zekatın toplandığı yerde zekat almaya ehil kimseler
yoksa nakledilebilir. Buharî'nin de bu görüşü tercih ettiğini söylemek çok uzak
bir görüş olmaz. Çünkü başlıkta, "oradaki" şeklinde tercüme
ettiğimiz, ifadesi, zekat toplanılan yerde, zekat almaya ehil kimseler varsa
nakledilmemesİ gerektiğini îma etmektedir.
Ravh İbnü'l-Kasım'ın rivayetinde, "İlk davet edeceğin şey
Allah'a ibadet-olsun. Allah'ı tanırlarsa .." şeklindedir. el-Fadl
İbnü'l-Ala'ın rivayetinde ise, "Allah'ı tek olarak kabul etmeye (tevhide),
eğer bunu kabul ederlerse .." şeklindedir.
Bu rivayetler şöyle te'lif edilebilir: Allah'a ibadetten
kastedilen onu "bir" kabul etmektir (tevhid). Tevhidden kasıt ise,
Allah'a (varlık ve birliğine) ve Resulünün peygamberliğine şahitlikte
bulunmaktır.
Dinin temeli olduğu için Allah'tan başka ilah olmaması ve Muhammed'in
onun Resulü olması ile başlanmıştır. Bu ikisini kabul etmeden yapılan hiçbir
amel sahih olmaz.
Tevhid inancına sahip olmayanlardan, hem Allah'tan başka ilah
olmadığına hem de Muhammed'in onun Resulü olduğuna dair şahitlik yapmaları
istenir.
Tevhid inancında olanlardan ise, bunun yanında Muhammed'in
peygamber olduğunu da kabul etmesi istenir.
Şirke girenden veya Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğuna inanmak gibi
şirki gerektiren şeylere inananlardan ya da Allah'ı başka şeylere
benzetenlerden ise, sahip oldukları inançları ortadan kaldıracak şekilde
tevhide yönelmeleri istenir.
Bazı alimler bu hadisi delil olarak kullanarak, "(Müslüman
olmak için) İslam'a aykırı olan her türlü inançtan sıyrılmak şart
değildir" demiştir. Bu görüş, "Bir şeyi inkar eden, başka bir şeye
inanıyor demektir. Dolayısıyla kafirliğine sebep olan şeyleri terketmedikçe
İslam'a girmiş olmaz" şeklindeki anlayışın tersidir.
Bu iddiaya şöyle cevap verilebilir: Kelime-i şehadet, Allah'a
teşbihte bulunmayı, Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu kabul etmeyi vb. hususları
terketmeyi gerektirir. Dolayısıyla bunlarla yetinile-bilir. Bu görüşe delil
olarak, sadece Allah'tan başka ilah olmadığına dair şahitlikte bulunmanın
yeterli sayılmayıp, Hz. Muhammed'in Allah Resulü olduğunu kabul etmenin de
istenmesi gösterilmiştir. Cumhur da bu görüştedir.
Bazı alimler, birinci şahitlikle (tevhid) Müslüman olunur. Daha
sonra ikinci şahitliği (risalet-peygamberlik) de yapması istenir, demiştir. Bu
görüş ayrılığının neticesi, riddet {dinden dönme) konusunda ortaya çıkmaktadır.
Hadisteki "İtaat ederlerse" ifadesi, şahitlik edip
boyun eğerlerse anlamındadır. Çünkü ehl-i kitap, her ne kadar Allah'a İbadet
edip onu tanıdıklarını göstermiş olsalar bile buna şahitlikte bulunmuyorlardı.
İlim sahibi kelamcılar şöyle demiştir: Allah'ı, yaratıklarına
benzeterek (teşbih) tanıyan, ona el, oğul gibi şeyler İzafe eden kimseler,
hakikatte, her ne kadar kendileri tersini söylese bile onların ma'bûdu Allah
değil, ibadet ettikleri diğer varlıklardır.
Yukarıdaki hadis, kafirlerin İslam'ın fürû hükümleriyle muhatap
olmadığı görüşüne delil olarak getirilmiştir. Çünkü önce imana, sonra amele
davet edilmişlerdir.
Hadiste "beş vakit" namazdan bahsedilmesi, vitir
namazının farz olmadığına delil olarak getirilmiştir. Bu konudaki geniş
açıklama ilgili bölümde yer almıştı.
"Zenginlerinden alınır" ifadesi, zekatı, devlet
başkanının almakla sorumlu olduğunu gösterir. Ya bizzat ya da temsilcisi
vasıtasıyla bu görevi yerine getirir. Zekat vermek istemeyen kimselerden zorla
alır.
Zekat toplanırken en değerli malların ahnmamasındaki nükte
şudur: Zekat, fakirler için bir lütuf ve iyilik olması için vardır. Bundan
dolayı razı olmaları durumu hariç, zekat toplarken, zenginlerin malına zarar
vermek uygun düşmez.
"Mazlumun bedduasından sakın" şu anlama gelir:
Zulümden kaçın ki, mazlum sana beddua etmesin. Hadis, zulmün her çeşidinden
kaçınılması gerektiğine işaret etmektedir.
Zekatın, en İyi mallardan alınması yasaklandıktan sonra
"mazlumun bedduasından sakının" denilmesi, böyle yapılması halinde
bunun bir zulüm olduğunu işaret etmek içindir.
Allah ile zulme uğrayan kimse arasında "perde"
olmaması, duanın kabul olunması için bir engel bulunmaması anlamındadır. Bu
ifade ile günahkar bir kimse bile olsa, mazlumun duasının makbul olduğu
anlatılmak istenmiştir. Nitekim Ahmed'in Ebû Hureyre'den merfû olarak
naklettiği sahih senetli bir hadiste, "Zulme uğrayan kimsenin yaptığı dua
makbuldür. Günahkar bile olsa, günahı kendi sorumluluğunda olan bir
husustur" buyurmuştur. Hadiste, insanlar ile Allah arasında bir perde
bulunduğu, bu perdenin Allah'ı insanlardan gizlediği gibi bir kasıt söz konusu
değildir.
Hadisten Çıkarılan Sonuçlar
Bir toplulukla savaşmadan önce onları Allah'ı tek olarak kabul
etmeye (tevhid) davet etmek gerekir.
Devlet başkanı, görevlilerine, ihtiyaç duydukları hüküm ve diğer
konularda tavsiyelerde bulunmalıdır.
Zekat toplamak üzere memur gönderilebilir. Haber-i vahid İle
amel etmek gereklidir.
Çocuk ve delinin malından zekat almak vaciptir. Çünkü
"zenginlerinden" ifadesi geneldir. Bu görüşü Kadı Iyaz belirtmiştir.
"Zenginlerine" ifadesindeki zamir, Müslümanlar için
kullanılmıştır. Dolayısıyla ister, zekat toplanan beldede ister başka bir
yerde olsun, kafirlere zekat verilemez.
Fakirler zekat vermekle yükümlü değildir.
3.CİLT BİTTİ.
4.CİLT BİR SONRAKİ SAYFA İLE BAŞLIYOR.