SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’T-TEVHİD

<< 2420 >>

باب: {وكان عرشه على الماء} /هود: 7/. {وهو ربُّ العرش العظيم} /التوبة: 129/.

22. ALLAH TEALA'NIN "O'NUN ARŞI SU ÜZERİNDEDİR. "(Hud 7) "O, YÜCE ARŞ'IN SAHİBİDİR."(Tevbe 129) SÖZÜ

 

قال أبو العالية: {استوى إلى السماء}: ارتفع. {فسواهنَّ} /البقرة: 29/: خلقهنَّ  .وقال مجاهد: {استوى} علا {على العرش} /الأعراف: 54  /.وقال ابن عباس: {المجيد} /البروج: 15/: الكريم، و{الودود} /البروج: 14/: الحبيب، يقال: حميد مجيد، كأنه فعيل من ماجد، محمود من حَمِدَ.

Ebu'l-Aliye, "isteva ile's-semai"(Araf 54) ayetindeki "isteva" kelimesini "irtefea =yükseldi", "fesewahunne"(Bakara 29) ayetini "halakahunne=onları yarattı" şeklinde tefsir etmiştir. Mücahid, "isteva" fiilini, "arşın üzerine yükseldi" şeklinde tefsir ederken, İbn Abbas "el-medd"(Büruc 15) kelimesini "el-kerım =şerefli", "el-vedud"(Buruc 14) kelimesini "el-habıb=çok seven" şeklinde tefsir etmiştir. "Hamıdun medd" denilir ki kelime, "fa'llun" ölçüsünde gibi olup, "macidun"den, "mahmudun" ise "hamıd"den türemiştir.

 

حدثنا عبدان، عن أبي حمزة، عن الأعمش، عن جامع بن شدَّاد، عن صفوان بن محرز، عن عمران بن حصين قال:

 إني عند النبي صلى الله عليه وسلم إذ جاءه قوم من بني تميم، فقال: (اقبلوا البشرى يا بني تميم). قالوا: بشَّرتنا فأعطنا، فدخل ناس من أهل اليمن، فقال: (اقبلوا البشرى يا أهل اليمن، إذ لم يقبلها بنو تميم). قالوا: قبلنا، جئناك لنتفقه في الدين، ولنسألك عن أول هذا الأمر ما كان، قال: (كان الله ولم يكن شيء قبله، وكان عرشه على الماء، ثم خلق السماوات والأرض، وكتب في الذكر كل شيء). ثم أتاني رجل فقال: يا عمران أدرك ناقتك فقد ذهبت، فانطلقت أطلبها، فإذا السراب ينقطع دونها، وايم الله لوددت أنها قد ذهبت ولم أقم.

 

[-7418-] İmran b. Husayn şöyle anlatmıştır: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında bulunduğum bir sırada birden Temim oğullarından bir topluluk çıkageldi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara

 

"Müjdeyi kabul edin ey Temim oğulları!" buyurdu. Onlar "Sen bize müjdeledin. (Beytü'l-mal'den dünyalık da) ver!" dediler. Bu sırada Yemen halkından birtakım insanlar içeriye girdiler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu sefer onlara

 

"Ey Yemenliler! Temim oğulları müjdeyi kabul etmek istemediler" buyurdu. Yemenliler "Biz kabul ettik (Ya Resulallah!) Esasen bizler senin yanına din hususunda derin anlayışlar kazanalım ve senden bu işin (yani yaratılışın) ewelinde neler olduğunu soralım diye geldik!" dediler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem

 

" (Ezelde) Allah vardı ve ondan önce hiçbir şey yoktu. Allah'ın arşı su üzerinde bulunuyordu. Sonra Allah gökleri ve yeri yarattı. Sonra (levhde) kainatın tamamını takdir ve tespit edip yazdı" dedi. Sonra tam bu sırada bana bir adam geldi ve "Ya İmran! Yetiş deven kaçıp gittil" dedi. Ben hemen deveyi aramak üzere gittim. Bir de ne göreyim, benimle devem arasını serap kesmişti. Allah'a yemin ederim ki keşke devem gitmiş olsaydı da ben yerimden kalkmasaydım (ve Nebiin sözlerini dinleseydim) diye arzu ettim.

 

 

حدثنا علي بن عبد الله: حدثنا عبد الرزاق: أخبرنا معمر، عن همَّام: حدثنا أبو هريرة،

 عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: (إن يمين الله ملأى لا يغيضها نفقة، سحَّاء الليل والنهار، أرأيتم ما أنفق منذ خلق السماوات والأرض، فإنه لم ينقص ما في يمينه، وعرشه على الماء، وبيده الأخرى الفيض، أو القبض، يرفع ويخفض).

 

[-7419-] Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah'ın sağ eli dopdoludur. Harcamak onu eksiltmez. O, gece gündüz daima çok cömert olup devamlı verir durur. Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri verdiği nimetlerinin mahiyetini bana bildirebilir misiniz? Şu muhakkak ki onun sağ elindeki nimetler hiç eksilmez. Onun arşı su üzerindedir. Onun diğer elinde de feyiz veya kabz (yani tutma) vardır ki (bir kısım kavimleri) yükseltir, (diğer bazılarını da) alçaltır."

 

 

حدثنا أحمد: حدثنا محمد بن أبي بكر المقدمي: حدثنا حمَّاد بن زيد، عن ثابت، عن أنس قال:

 جاء زيد بن حارثة يشكو، فجعل النبي صلى الله عليه وسلم يقول: (اتق الله، وأمسك عليك زوجك). قال أنس: لو كان رسول الله صلى الله عليه وسلم كاتماً شيئاً لكتم هذه.

قال فكانت زينب تفخر على أزواج النبي صلى الله عليه وسلم تقول: زوَّجكنَّ أهاليكنَّ، وزوجني الله تعالى من فوق سبع سماوات.

وعن ثابت: {وتخفي في نفسك ما الله مبديه وتخشى الناس}. نزلت في شأن زينب وزيد بن حارثة.

 

[-7420-] Enes şöyle demiştir: Zeyd b. Harise geldi. Eşi Zeyneb binti Cahş'tan şikayet ediyordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de (Zeyd zevcesini boşamak istedikçe) ona

 

"Ya Zeyd! Allah'tan kork, eşini yanında tut" diyordu. Aişe r.anha eğer Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah'ın kitabından bir şey gizleseydi, şu "Eşini yanında tut. Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa uuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah'tır"(Ahzab 37) ayetini gizlerdi demiştir. Enes şöyle dedi: Zeyneb bnt. Cahş, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diğer kadınlarına karşı övünür ve "Sizleri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile kendi aileleriniz evlendirdi. Halbuki beni onunla yedi kat göklerin üstünden Yüce Allah evlendirdil" derdi. Ravi Sabit el-Bünanı 'fillah'ın açığa u uracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun" ayeti Zeyneb ile Zeyd b. Harise hakkında indi demiştir.

 

 

حدثنا خلاد بن يحيى: حدثنا عيسى بن طهمان قال: سمعت أنس بن مالك رضي الله عنه يقول:

 نزلت آية الحجاب في زينب بنت جحش، وأطعم عليها يومئذ خبزاً ولحماً، وكانت تفخر على نساء النبي صلى الله عليه وسلم، وكانت تقول: إن الله أنكحني في السماء.

 

[-7421-] Enes b. Malik şöyle dedi: Hicab ayeti (Ahzab 37) Zeyd ve Zeyneb bnt. Cahş'ın hakkında indi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem O gün Zeyneb'in düğün yemeği olarak insanlara et ve ekmek yedirdi. Zeyneb de Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diğer eşlerine karşı övünüp, iftihar ederdi ve "Şüphesiz Allah beni Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile gökte nikah etti" derdi.

 

 

حدثنا أبو اليمان: أخبرنا شعيب: حدثنا أبو الزناد، عن الأعرج، عن أبي هريرة،  عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: (إن الله لما قضى الخلق، كتب عنده فوق عرشه: إن رحمتي سبقت غضبي).

 

[-7422-] Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Yüce Allah bütün yaratıkları yaratmayı hükmettiği zaman arşının üstünde yanında bulunan bir kitapta şunu yazdı: 'Şüphesiz benim rahmetim gazabımı geçmiştir'" dedi.

 

 

حدثنا إبراهيم بن المنذر: حدثني محمد بن فليح قال: حدثني أبي: حدثني هلال، عن عطاء بن يسار، عن أبي هريرة،

 عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: (من آمن بالله ورسوله، وأقام الصلاة، وصام رمضان، كان حقاً على الله أن يدخله الجنة، هاجر في سبيل الله، أو جلس في أرضه التي ولد فيها). قالوا: يا رسول الله، أفلا ننبِّئ الناس بذلك؟ قال: (إن في الجنة مائة درجة، أعدها الله للمجاهدين في سبيله، كل درجتين ما بينهما كما بين السماء والأرض، فإذا سألتم الله فسلوه الفردوس، فإنه أوسط الجنة، وأعلى الجنة، وفوقه عرش الرحمن، ومنه تَفجَّر أنهار الجنة).

 

[-7423-] Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah'a ve onun Resulüne iman eder de namaz kılar ve ramazan orucu tutarsa onu cennete koymak Allah üzerine bir hak olur. O kimse ister Allah yolunda hicret etsin, isterse üzerinde doğduğu toprağında otursun." Bunun üzerine sahabiler

 

"Ya Resulallah! Bu müjdeyi insanlara haber vermeyelim mi?" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şüphesiz cennette yüz derece vardır. Allah onları kendi yolunda cihad eden mücahitler için hazırladı. Her iki derecenin arasındaki mesafe gökle yer arasındaki mesafe gibidir. Sizler Allah'tan istediğiniz zaman firdevsi isteyin. Çünkü o cennetin en üstünü ve en yüksek olanıdır. Firdevsin üstünde Rahmanın arşı vardır. Cennetin ırmakları firdevsten fışkırıp akarlar" buyurdu.

 

 

حدثنا يحيى بن جعفر: حدثنا أبو معاوية، عن الأعمش، عن إبراهيم هو التيمي، عن أبيه، عن أبي ذر قال:

 دخلت المسجد ورسول الله صلى الله عليه وسلم جالس، فلما غربت الشمس قال: (يا أبا ذر، هل تدري أين تذهب هذه). قال: قلت: الله ورسوله أعلم، قال: (فإنها تذهب تستأذن في السجود فيؤذن لها، وكأنها قد قيل لها: ارجعي من حيث جئت، فتطلع من مغربها، ثم قرأ: ذلك مستقرٌّ لها). في قراءة عبد الله.

 

[-7424-] Ebu Zerr şöyle demiştir: Ben mescide girdim, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem oturmakta idi. Güneş batınca bana "Ya Eba Zerr! Bu güneş nereye gider bilir misin?" diye sordu. Ebu Zerr dedi ki: Ben "Allah ve Resulü en iyi bilendir" dedim. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem

 

"Güneş gider, secde halinde izin ister de kendisine izin verilir. Sanki ona 'Nereden geldin ise oraya dön!' denilir. O da battığı taraftan doğar" buyurdu. Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Zalike mustekarrun leM=Bu onun için belirlenen yerdir" ayetini okudu. Bu okuyuş, Abdullah b. Mesud'un okuyuşuna göredir.

 

 

حدثنا موسى، عن إبراهيم: حدثنا ابن شهاب، عن عبيد بن السبَّاق: أن زيد بن ثابت. وقال الليث: حدثني عبد الرحمن بن خالد، عن ابن شهاب، عن ابن السبَّاق: أن زيد بن ثابت حدثه قال:

 أرسل إلي أبو بكر، فتتبعت القرآن، حتى وجدت آخر سورة التوبة مع أبي خزيمة الأنصاري، لم أجدها مع أحد غيره: {لقد جاءكم رسول من أنفسكم}. حتى خاتمة {براءة}.

حدثنا يحيى بن بكير: حدثنا الليث، عن يونس بهذا، وقال: مع أبي خزيمة الأنصاري.

 

[-7425-] Zeyd b. Sabit şöyle demiştir: Ebu Bekir bana haber gönderip çağırttı ve Kur'an'ın toplanması için ardına düşüp gereği gibi araştırmamı emretti. Araştırmamın sonunda et-Tevbe suresinin sonunu Ebu Huzeyme el-Ensari'nin beraberinde (yazılı) olarak buldum, bu ayetten ondan başka kimsenin yanında yazılı olarak bulmadım. Ayet 'Andolsun size kendinizden öyle bir Nebi gelmiştir ki"(Tevbe 128) şeklinde başlayıp, surenin sonuna kadar devam ediyordu.

 

 

حدثنا معلَّى بن أسد: حدثنا وهيب، عن سعيد، عن قتادة، عن أبي العالية، عن ابن عباس رضي الله عنهما قال:

 كان النبي صلى الله عليه وسلم يقول عند الكرب: (لا إله إلا الله العليم الحليم، لا إله إلا الله رب العرش العظيم، لا إله إلا الله رب السماوات ورب الأرض رب العرش الكريم).

 

[-7426-] İbn Abbas r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem keder ve sıkıntı zamanında şu duayı okurdu: "La ilahe illaIlahu'l-alimu'l-Halim. La ilahe illallahu Rabbu'l-arşi'l-azim. La ilahe illallahu Rabbu's-semavati ve'l-ardi ve Rabbu'l-arşi'l-kerim = Allah'tan başka ilah yoktu, ancak azamet hilm sahibi Allah vardır. Allah'tan başka ilah yoktur, ancak büyük arşın sahibi Allah vardır. Allah'tan başka ilah yoktur, ancak göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve kerim arş'ın Rabbi olan Allah vardır."

 

 

حدثنا محمد بن يوسف: حدثنا سفيان، عن عمرو بن يحيى، عن أبيه، عن أبي سعيد الخدري،

 عن النبي صلى الله عليه وسلم: قال النبي صلى الله عليه وسلم: (يصعقون يوم القيامة، فإذا أنا بموسى آخذ بقائمة من قوائم العرش).

 

[-7427-] Ebu Said el-Hudri r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Kıyamet gününde insanlar (o günün şiddetinden) bayılıp düşeceklerdir. O anda ben kendimi Musa'ya yakın bulacağım. Musa arşın direklerinden birisine tutunmuş bulunacak."

 

 

وقال الماجشون: عن عبد الله بن الفضل، عن أبي سلمة، عن أبي هريرة، عن النبي صلى الله عليه وسلم قال: (فأكون أول من بعث، فإذا موسى آخذ بالعرش).

 

[-7428-] Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "(Onlarla beraber ben de bayılacağım). Ben ilk ayı!tılan olurum. O anda ben Musa'yı arşa yapışmış bulurum" demiştir.

 

 

Fethu'l-Bari Açıklaması:

 

"Yüce Allah'ın 'O'nun arşı su üzerindedir.' 'O, yüce arşın sahibidir' sözü." Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat isimli eserinde şöyle der: Tefsir bilginleri, arşın taht olduğu, bunun Yüce Allah'ın yarattığı bir cisim olup, meleklerine taşımalarını emrettiği ve ta'zim edip, etrafında tavaf etmek suretiyle ibadette bulunmaları emrini verdiği noktasında görüş birliği etmişlerdir. Tıpkı Yüce Allah'ın yeryüzünde bir beyt yaratıp, Adem oğullarına bunu tavaf edip, namaz kılarken ona doğru dönmelerini emrettiği gibi. İmam Buharl'nin zikrettiği ayetler ve hadislerle haberler bilginlerin ulaştıkları kanaatin doğru olduğunu göstermektedir.

 

"Mücahid, 'isteva' fiilini, 'arşın üzerine yükseldi' şeklinde tefsir etmiştir."

Firyabı bu haberi Verka vasıtasıyla İbn Ebi Nüceyh'ten mevsul olarak nakIetmiştir .

 

Ebu ısmail el-Herevl'nin el-Faruk isimli eserinde kendi isnadıyla nakline

göre Davud b. Ali b. Halef şöyle demiştir: Dilbilgini Ebu Abdullah b. el-A'rabı yani Muhammed b. Ziyad'ın yanında bulunuyorduk. Birisi ona "er-Rahmanu ale'l-arşi isteva" ayetini okudu ve Muhammed b. Ziyad şöyle dedi: Allah, tıpkı haber verdiği gibi arşının üzerine istiva etmiştir. O kişi "Ey Ebu Abdullah! Bunun manası "istevla" dan ibarettir deyince, Ebu Abdullah "Sus! istııanın zıddı olmadıkça "istevla ale'l-arşi" denmez dedi.

 

Muhammed b. Ahmed b. en-Nadr el-Ezdı şöyle demiştir: İbnü'I-A'rabl'den duydum şöyle diyordu: Ahmed b. Ebu Davud benden Arap dilinde "er-Rahmanu ale'l-arşi isteva" ayetindeki "isteva" fiilinin "istevla" manasına geldiğini gösteren bir örnek ifade bulmamı istedi. Ona dedim ki: "Vallahi bunu bulamadım." Bir başkası şöyle demiştir: "İsteva", "istevla" manasına olsaydı, bu sadece arşa mahsus olmazdı. Çünkü "istiva" bütün yaratıklara üstün oldu, galip geldi demektir. Beğavl'nin tefsirinde nakline göre İbn Abbas ve müfessirlerin çoğunluğu "isteva" kelimesinin manasının "irtefea=yükseldi" manasına olduğu görüşünü benimsediklerini nakletmiştir. Ebu Ubeyd, el-Ferra ve başkalarının görüşü de bu doğrultudadır.

 

Ebu'l-Kasım el-lalekal'nin es-Sünne isimli kitabında Hasan-ı Basrl'nin annesinden nakline göre Ümmü Seleme şöyle demiştir: "el-İstiva" meçhul değildir, nasıllığı aklen bilinemez, bunu ikrar etmek imandır, inkar etmek küfürdür. Rabia b. Ebu Abdurrahman vasıtasıyla nakline göre kendisine "Allah arşın üzerinde nasıl istiva etmiştir?" diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: "İstiva meçhul değildir, nasılolduğu aklen bilinemez. Risalet Allah'a, tebliğ O'nun Resulüne ve teslim olmak bize aittir."

 

Beyhaki'nin ceyyid bir isnadla nakline göre Evzai şöyle demiştir: Tabiun nesiinden birçokları hayatta iken biz "Allah arşının üzerindedir, bunun niteliklerine dair sünnette yer alanlara iman ediyoruz" derdik. Sa'lebI'nin bir başka isnadla nakline göre Evzal'ye "Sümme isteva ale'l-arş" ayetinin manası sorulunca, şöyle dedi: O Allah'ın kendi nefsini nitelediği gibidir. Beyhakl'nin ceyyid bir isnadla nakline göre Abdullah b. Vehb şöyle demiştir: İmam Malik'in huzurunda bulunduğumuz bir sırada birisi içeri girdi ve 'Ey Ebu Abdullah! Yüce Allah 'erRahmanu ale'l-arşi isteva' diyor ama nasıl istiva etti?" dedi. İmam Malik başını önüne eğdi, hiç konuşmadı ve tepeden tırnağa ter içinde kaldı. Sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi: "Allah arşın üzerine kendini nasıl anlatmışsa öylece istiva etmiştir. Burada 'nasıl' diye sorulmaz. Çünkü 'nasıl' sorusu Allah açısından geçersizdir. Ben seni ancak bir bid'atçı olarak görüyorum. Atın bunu dışarı!"

 

Yahya b. Yahya'nın nakline göre İmam Malik, Ümmü Seleme'den nakledilen haberin benzerini rivayet etmiştir. Ancak onun nakline göre Üm mü Seleme "Bunu ikrar etmek vaciptir, soru sormak bid'attır" demiştir. Beyhakl'nin nakline göre Ebu Davud et-Tayalısı şöyle demiştir: Süfyan es-Sevrı, Şu'be, Hammad b. Zeyd, Hammad b. Seleme, Şerik, Ebu Avane "istiva"yı belirlemezler, benzetmezler ve bu hadisleri rivayet edip, bunun nasılolduğunu söylemezlerdi. Ebu Davud "Bizim yaklaşımımız da bu doğrultudadır" demiştir. Beyhaki şöyle devam eder: Bizim büyüklerimiz de bu yaklaşım üzere olmuşlardır. el-lalekal'nin nakline göre Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybanı şöyle demiştir: Doğudan batıya kadar bütün fıkıh bilginleri Rabbin sıfatı konusunda herhangi bir benzetmeye ve tefsire gıtmeksizin Kur'an'a ve sika olan ravilerin Hz. Nebiden naklettikleri hadisler iman etmek gerektiği noktasında ittifak etmişlerdir. Allah'ın sıfatlarından herhangi birini tefsir eden ve Cehmiyyenin söylediği gibisini söyleyen Nebi s.a.v.'in ve sahabilerinin üzerinde oldukları görüşün dışına çıkmış, İslam toplumundan ayrılmış demektir. Çünkü o kimse Rabbi, herhangi bir değeri olmayan sıfatla nitelemektedir.

 

el-Velid b. Müslim şöyle demiştir: Evzai, Malik, Sevri, Leys b. Sa'd'a içinde Allah'ın sıfatlarının olduğu hadisleri sordum, bana şöyle dediler: "Nasıl olduğunu araştırmaksızın hadislerde nasıl geçiyorsa o şekilde kabul ediniz." İbn Ebi Hatim'in Menakıbu'ş-Şafii isimli eserde Yunus b. Abdu'l-A'la'dan nakline göre İmam Şafii şöyle demiştir: "Allah'ın isimleri ve sıfatları vardır ki hiç kimsenin bunları reddetmesi mümkün değildir. Bir kimse bu konudaki delili gördükten sonra buna muhalefet ederse kafir olur. Delil gelmeden önce ise bilmemekle mazurdur. Çünkü bunun bilgisi akılla kavranılamayacağı gibi görme ve düşünmeyle de anlaşılamaz. Biz bu sıfatların varlığını kabul ederiz ancak Yüce Allah'ın nefsinin kimseye benzemediğini ifade ettiği gibi sıfatlarını da başkalarının sıfatlarına benzemekten tenzih ederiz. Yüce Allah Kur'an'da "Leyse ke mislihi şey'un=onun benzeri hiçbir şey yoktur"(Şura 11) demektedir. Beyhaki'nin sahih bir isnadla Ahmed b. Ebü'l-Havari'den nakline göre Süfyan b. Uyeyne şöyle demiştir: Yüce Allah'ın kitabında kendi nefsini anlattığı bütün ayetlerin tefsiri, onları okumak ve herhangi bir yorum getirmemektir. Beyhaki'nin Ebu Bekir ed-Dab'i'den nakline göre ise Süfyan şöyle demiştir: "er-Rahmanu ale'l-arşi isteua=Rahman arşa istiua etmiştir" ayeti hakkında ehl-i sünnetin görüşü" Rahman arşa nasılolduğu bilinmeksizin istiva etmiştir" şeklindedir. Bu konuda selef bilginlerinden gelen haberler çoktur. İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel'in bu konudaki tutumu da böyledir. Tirmizi, Sünen'inde Ebu Hureyre'nin nüzul ile ilgili hadisinin ardından şöyle demiştir: Allah kitabında kendisini nasıl anlatıyorsa arşın o şekilde üzerindedir. (Tirmizi, Tefsir -hadid)

 

İlim ehli birçok kimse de bu hadis ve buna benzer sıfatlar hakkında aynı yaklaşımı benimsemişlerdir. Tirmizi, Sadakanın Fazileti bölümünde şöyle der: Bu rivayetler sabittir. Biz bunlara iman ederiz, başka bir şey gibi görmeyiz. Bunlar hakkında "nasılolur" denmez. Aynı şekilde İmam Malik, İbn Uyeyne ve İbnü'lMübarek'in "Bunları nasıllığını merak etmeksizin olduğu gibi kabul ediniz" dedikleri nakledilmiştir. Ehl-i sünnet ve'l-cemaatten alimlerin görüşleri bu doğrultudadır. Cehmiyye mezhebine gelince, onlar Allah'ın sıfatlarını inkar etmişler ve bu Allah'ı (yaratıklara) benzetmektir (teşbih) demişlerdir. İshak b. Rahuye ise şöyle der: Teşbih "Allah'ın elimiz gibi eli vardır, işittiğimiz gibi işitme duyusu vardır" denildiğinde söz konusu olur.

 

İshak Maide suresinin tefsirinde şöyle demiştir: İmamlar bu hadisleri tefsir etmeksizin iman ederiz demişlerdir. Sevri, Malik, İbn Uyeyne, İbnü'l-Mübarek bunlardandır. İbn Abdilben şöyle der: Ehl-i sünnet alimleri kitap ve sünnette yer alan bu sıfatların ikrar edilmesi noktasında görüş birliğine varmışlardır. Ancak onlar bu sıfatlardan hiçbirinin nasılolduğunu belirtmemişlerdir. Cehmiyye, Mutezile ve Haricilere gelince, onlar şöyle derler: Bu sıfatları kabul eden kimse benzetmede (teşbih) bulunuyor demektir. Karşı taraf ise Cehmiyye, Mutezile ve Haricilere "muattıla" ismini vermişlerdir. İmamü'l-Harameyn, er-Risaletu'nNazzamiyyede şöyle der: Allah'ın sıfatları konusunda alimler farklı tavırlar takınmışlardır. Bazıları bunların tevil edilmesini ve bu konuda kitabın ayetleriyle sahih sünnetlere yapışmak gerektiğini söylerken, selef aIimleri bunların tevilinden kaçınmışlar ve nasıl ifade edilmişlerse o şekilde kabul edip manalarını Allah'a havale etmişlerdir.(Buruc 15)

 

Bizim görüş olarak beğendiğimiz ve inanç olarak benimsediğimiz, selef bilginlerine uymaktır. Çünkü icma-ı ümmetin de iii değeri taşıdığı noktasında kesin delil vardır. Bu ifadelerin tevil edileceği kesin olsaydı bilginlerin bunlara olan ilgisi, şeriatın fürCıuna olan ilgilerinden daha fazla olurdu. Sahabe, tabiCın dönemi tevilden kaçınarak geçtiğine göre uyulması gereken yolun bu olduğu anlaşılmaktadır.

 

Fukahau'l-emsar denilen Sevrı, Evzaı, MaIik, Leys ve çağdaşları olan üçüncü asrın alimlerinden daha önce nakilde bulunmuştuk. Aynı şekilde bunlardan ilim alan imamların görüşü de böyledir. Şu halde şeriatın sahibi olan Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şehadeti ile tüm asırların en hayırlısı olan ilk üç asrın aIimlerinin üzerinde ittifak ettikleri görüşe nasılolur da güvenilmez.

 

"İbn Abbas 'el-mecid' keIimesini 'el-kerım=şerefIi', 'el-vedCıd' keIimesini 'elhabıb=çok seven' şeklinde tefsir etmiştir." İbn Ebi Hatim'in AIi b. Ebi Talha vasıtasıyla nakIine göre İbn Abbas el-BurCıc suresindeki "zü'l-arşi'l-mecid"369 ayetini tefsir ederken şöyle demiştir: "el-Mecid", "el-kerım=şerefli" anlamındadır. Yine İbn Ebi Hatim'in nakIine göre İbn Abbas bundan bir önceki ayet olan "ve hüve'lğafCıru'l-vedCıd" ifadesini şöyle tefsir etmiştir: "el-VedCıd", "el-habıb=sevgili" anlamındadır.

 

Burada "el-mecid" keIimesine, "el-vedCıd" keIimesinden önce yer verilmesi, Yüce Allah'ın "zü'l-arşi'l-mecid" ifadesinde yer alan "el-mecid" keIimesini tefsir etmek gayesine yöneIiktir. İbn Abbas bunu tefsir ettikten sonra ondan önce geçen ismin tefsirini konu dışı olarak ele aldı. Böylece "el-mecid" keIimesinin öylesine merfu olarak okunduğuna ve "zü'l-arş" keIimesinin merfu olarak onun sıfatı olduğuna işaret etmek istemiştir. Kıraat aIimleri "el-mecid" keIimesinin okunuşu hakkında ihtilaf etmişlerdir. Merfu olarak "el-mecidu" okunursa kelime Yüce Allah'ın sıfatlarından biri olur. "el-Meddi" şeklinde kesreIi okunursa bu takdirde "el-arş" keIimesinin sıfatı olur.

 

368 Manaların Allah'a havale edilmesi selefbilginlerinin mezhebi değildir. Selefbilginleri Rebl'a'nın "istiva meçhul değildir. Nasılolduğu akılla bilinmez" ifadesinde olduğu gibi bunun bilgisini Allah'a havale etmişlerdir.

 

İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Bu konuda İmam Buharl'nin zikrettiği rivayetlerin tümü İbn Abbas'ın nakli hariç "arş" kelimesini ihtiva etmektedir. Fakat o bununla bir nükteye dikkat çekmek istemektedir ki o da şudur: Ayette yer alan "el-medd" kelimesi esreli (meksur) okunduğu takdirde arşın sıfatı olmaz ki kadim ve ezeli olduğu vehmine kapılınmasın. Tam tersine o, Allah'ın sıfatıdır. Kelimenin merfu okunması bunun bir delili iken, "el-vedud" kelimesine bitişmesi diğer delilidir. Böylece iki kıraatin aynı manada bir araya gelmesi için esre (kesre) mücaveret (komşuluk) kesresi olur.

 

Bu kelimenin Buhari'de kendisinden sonra gelen kelime ile birlikte Allah'ın sıfatı olması da bunu teyit etmektedir.

 

"Müjdeyi kabul edin ey Temim oğulları!" Ebu Asım'ın rivayetine göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Müjdeler olsun ey Temim oğulları!" buyurmuştur. Bu müjdeden maksat Müslüman olan kimsenin cehennemde ebedi olarak kalmaktan kurtulacağı ve bundan sonra -Allah'ın affetmesi hariç- kişinin ameline göre karşılığını alacağıdır.

 

"Onlar 'Sen bize müjdeledin. (Beytü'l-mal'den dünyalık da) ver!' dediler."

Sevrl' nin , Meğazı bölümünde Cami'den nakline göre "Bize müjde verdiğine göre şimdi (Beytü'l-mal'den dünyalık da) ver dediler."

 

Yine Meğazı bölümünde Süfyan'a dayanan bir rivayete göre "Bunun etkisi onun yüzünde görüldü" ifadesi yer almaktadır. Yine aynı rıvayete göre onlar "Ya Resulallah! Bize müjde verdin" demişlerdir. Bu ifade onların Müslüman olduklarını ve dünyalığı (acil) istediklerini göstermektedir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onlara öfkelenmesi, bilgilerinin azlığını fark etmesindendir. Çünkü onlar emellerini fani olan dünya nimetlerine bağlamışlar ve dün yalı ğı ebedi ahiret sevabını elde edecekleri dini derinlemesine anlamaya tercih etmişlerdir.

 

Dbı şöyle der: Temım oğullarının dünyalıktan başka dertleri olmayınca Nebi s.a.v.'e "Bize müjde verdin. Şimdi bize (beytü'l-mal'den dünyalık da) ver" dediler. Bundan dolayı Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Yemenlilere

 

"Temim oğulları müjdeyi kabul etmek istemediler" demiştir.

 

"(Ezelde) Allah vardı ve ondan önce hiçbir şey yoktu." Bed'ü'l-halk Bölümünde bu ifade daha önce "Ondan başka hiçbir şey yoktu" şeklinde geçmişti. Bu ifadeden alemin sonradan olma olduğu sonucu çıkarılmaktadır. Zira "Ondan başka bir şey yoktu" ifadesi bunu açıkça belirtmektedir. Zira Allah'tan başka her şey mevcut değilken sonra var olmuştur.

 

Ebu Hureyre'nin naklettiği "Şüphesiz cennette yüz derece vardır. Allah onları kendi yolunda cihad eden mücahitler için hazırladı" şeklindeki beşinci hadisin açıklaması "Allah üzerine haktır" cümlesiyle birlikte geçmişti. Bunun manası Yüce Allah'ın "Ketebe Rabbukum ala nefsihi'r-rahmete=Rabbiniz merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı"(En'am 54) ayet i ile aynı manayadır. Bu ifade, merhametin onun açısından bağlayıcı olduğu anlamına gelmez. Çünkü onun açısından kendisine ne emreden ve ne de yasaklama getiren yoktur ki ondan yapmasını talep etmek gereken şeyi ona farz kılsın. Ayetin manası, Yüce Allah'ın vaad ettiği sevabı yerine getireceğidir. Çünkü o vaadinden caymaz.

 

Ebu Zerr'in rivayet ettiği altıncı sıradaki hadisin açıklaması Bed'ü'l-halk ve Yasın suresinin tefsirinde geçmişti. Burada maksat Allah'ın arşının yaratılmış (mahluk) olduğunu belirtmektir. Zira arşın üstü ve altı olduğu sabittir. Alt ve üst ise yaratıkların niteliklerindendir. Güneşin batıdan nasıl doğacağı Rikak Bölümünde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in "Ben ve kıyamet işte şu ikisi gibi olduğumuz. halde gönderildim" ifadesi açıklanırken geçmişti. İbn Battal şöyle demiştir: "Güneşin izin istemesi" Allah'ın onda hayat yaratıp, bu esnada dile gelmesidir. Çünkü Allah cansızlara ve ölülere hayat vermeye kadirdir.