SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

SALAT BAHSİ

<< 856 >>

DEVAM: 143-144. Rüku' Ve Secdede Belini Düz Tutmayan'ın Namazı

 

730 حَدَّثَنَا الْقَعْنَبِيُّ حَدَّثَنَا أَنَسٌ يَعْنِي ابْنَ عَيَّاضٍ ح و حَدَّثَنَا ابْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنِي يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ وَهَذَا لَفْظُ ابْنِ الْمُثَنَّى حَدَّثَنِي سَعِيدُ بْنُ أَبِي سَعِيدٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ دَخَلَ الْمَسْجِدَ فَدَخَلَ رَجُلٌ فَصَلَّى ثُمَّ جَاءَ فَسَلَّمَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَرَدَّ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَيْهِ السَّلَامَ وَقَالَ ارْجِعْ فَصَلِّ فَإِنَّكَ لَمْ تُصَلِّ فَرَجَعَ الرَّجُلُ فَصَلَّى كَمَا كَانَ صَلَّى ثُمَّ جَاءَ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَسَلَّمَ عَلَيْهِ فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَعَلَيْكَ السَّلَامُ ثُمَّ قَالَ ارْجِعْ فَصَلِّ فَإِنَّكَ لَمْ تُصَلِّ حَتَّى فَعَلَ ذَلِكَ ثَلَاثَ مِرَارٍ فَقَالَ الرَّجُلُ وَالَّذِي بَعَثَكَ بِالْحَقِّ مَا أُحْسِنُ غَيْرَ هَذَا فَعَلِّمْنِي قَالَ إِذَا قُمْتَ إِلَى الصَّلَاةِ فَكَبِّرْ ثُمَّ اقْرَأْ مَا تَيَسَّرَ مَعَكَ مِنْ الْقُرْآنِ ثُمَّ ارْكَعْ حَتَّى تَطْمَئِنَّ رَاكِعًا ثُمَّ ارْفَعْ حَتَّى تَعْتَدِلَ قَائِمًا ثُمَّ اسْجُدْ حَتَّى تَطْمَئِنَّ سَاجِدًا ثُمَّ اجْلِسْ حَتَّى تَطْمَئِنَّ جَالِسًا ثُمَّ افْعَلْ ذَلِكَ فِي صَلَاتِكَ كُلِّهَا قَالَ الْقَعْنَبِيُّ عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِي سَعِيدٍ الْمَقْبُرِيِّ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ وَقَالَ فِي آخِرِهِ فَإِذَا فَعَلْتَ هَذَا فَقَدْ تَمَّتْ صَلَاتُكَ وَمَا انْتَقَصْتَ مِنْ هَذَا شَيْئًا فَإِنَّمَا انْتَقَصْتَهُ مِنْ صَلَاتِكَ وَقَالَ فِيهِ إِذَا قُمْتَ إِلَى الصَّلَاةِ فَأَسْبِغْ الْوُضُوءَ

 

Ebu Hureyre (r.a.)'den nakledilmiştir: Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mescide girmiş onun arkasından bir zat girerek namaz kılmış, sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e selam vermiş, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selamı almış ve o zata: Dön de namazını kıl, çünkü sen namaz kılmadın" buyurmuştur. O zat dönerek evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kılmış, sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gelerek selam vermiş Resulullah: "Ve aleykesselamu" dedikten sonra: “Dön de (yeniden) kıl, zira sen namaz kılmadın" buyurmuş ve bunu üç defa tekrarlamış, nihayet o zat: Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben bundan a'lasını beceremiyorum. Bana öğret, demiş, Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: "Namaz'a kalktığın zaman tekbir al. Sonra kolayına geldiği kadar Kur'an oku, sonra rüku' et ve organlar yatışincaya kadar rükuda kal. Sonra başını kaldırarak iyice doğrul. Sonra secdeye vararak (azalann) yatışıncaya kadar secde et. Sonra başını kaldır ve (azalarını) yatışıncaya kadar otur ve bunu bütün namazlarında böyle yap" buyurmuşlardır.

 

Ebu Davud dedi ki: el-Ka'nebf'nin Saîd b. Ebt Saîd el-Makburî vasıtasıyle Ebu Hureyre (r. a.) 'den naklettiğine göre (Resul-i Ekrem sözünün) sonunda, "Bunu (böyle) yaptığın zaman namazın tamamdır. Bundan eksilttiğin şey kadar namazından eksiltmiş olursun" buyurmuş. Sözünün başında ise, "Namaza kalktığın zaman abdesti güzel al" buyurmuştur.

 

 

Diğer tahric: Buharî, imam; Tırmızî, salat, isti'zan; Nesaî, iftitah, tatbîk, sehv, "ibn Mace, ikame

 

AÇIKLAMA:    

 

Resülullah (s.a.v.)'in arkasından mescide giren zat Hallad b. Rafı (r.a.)'dir. Nesaî'nin rivayetinde mescide giren kimsenin bedeviye benzediği ve gelişi güzel namaz kıldığı zikrediliyorsa da bundan, gelen zatın Hz. Hallad'dan başka birisi olması icab etmez. Ravi onu bedeviye ben­zetmiş olabilir. Hz. Hallad'ın kıldığı namaz gündüz namazlarından biri imiş. Resülullah kendisine uç defa namazı yeniden kıldırmış. Fakat Hallad (r.a.) üçünü de aynı şekilde hatalı olarak kılmış ve bundan a'lasını yapamayacağı­nı arz ederek ne şekilde kılması lazım geldiğini Öğretmesi için Resul-i Ekrem (s.a.v.)'e ricada bulunmuş. O da kendisine bu mevzuda lazım gelen talimatı hadistç beyan edildiği şekilde vermiştir. Hadisin bu kısmı muhtelif şekiller­de rivayet edilmiştir. Son olarak Resülullah (s.a.v.), "Ve bunu bütün namaz­larda böyle yap" buyurarak ondan sonra kılacağı farz veya nafile namazlarda bu talimata göre hareket etmesini tavsiye eylemiştir.

 

Ulema arasında "Müsî' hadisi" diye bilinen bu hadis, birçok ihtilaflı meseleleri ihtiva etmekte ve tarafların hepsi için delil olma niteliği taşımaktadır.

 

 

BAZI HÜKÜMLER

 

 

1. Müslümanın selamını almak farzdır. Selam vermek ise, sünnettir. Bu hadis, ihtiyaç anında vaz-u nasihat etmek selam almaktan daha mühimdir" diyenlerin aleyhine delildir. Bu görüşü benimseyen kimseler hadisteki "Redde (reddetti)" fiilinin manasını anlayamamış olacak ki, onu "selamı almadı" manasına kabul etmiş ve ihtimal ki Resulullah (s.a.v.) onun selamını cehlinden dolayı bir te'dib olmak üzere kabul etmemiştir. Bundan da selamı almamak suretiyle te'dibin caiz olduğu anlaşılır" demiştir. Yahut hadisi burada rivayet edilen şekliyle görmemiş başka rivayetine itimad etmiştir. Çünkü bir rivayette hadisteki "redde" fiili zikredilmemiştir.

 

2. Hadiste "dön de (yeniden) kıl" emrine bakarak Kadı İyaz "Cahilin ibadette bilmeyerek işlediği fiiller doğru bile olsalar sahih ve kafi değillerdir." demişse de onun bu sözü hadisten "namaz sahih olmadı" manası kast edilmiş olmasına bağlıdır." Halbuki Ayni'nin beyanına göre, hadisten murad, namazın kemal üzere kılınmamış olmasıdır. Çünkü hadisin bir rivayetinde "Bunu yaptın mı, namazın tamam oldu demektir. Bundan noksan yaparsan namazın da noksan kalır" buyrulmuştur. Noksan olarak kılınan namaza da namaz hükmü verildiğine göre burada, "çünkü sen namaz kılmadın" buyurulması, "istenildiği şekilde mükemmel olarak kılmadın" demektir. Hasılı buradaki olumsuzluk ifadesi namazın zatına değil, sıfatına aittir. Eğer Hallad (r.a.)'ın kıldığı namaz fasit olsaydı, Resulullah (s.a.v.)'in onunla meşgul olması abes sayılırdı. Halbuki Resul-i Ekrem (s.a.v.) abesle iştigal eden hiç bir kimsenin fiilini takrir buyurmamış ve kabul etmemiştir. Hanefiyye ulemasından, İmam A'zam ile İmam Muhammed'in bu hadise bakarak rüku' ve secdelerde tuma'ninet yani aza yerli yerine yerleşecek kadar durmak vacibtir, bir rivayete göre sünnettir, dedikleri rivayet edilir. Fakat fıkıh ulemasının ihtilaflarını beyan hususunda merci sayılan Tahavi bu hususta Hanefiyye uleması arasında ihtilaf zikretmemiştir. Tahavi'ye göre Sevri, Evzai, Ebu Hanife, Ebu Yusuf, Muhammed, Malik, Şafii, Abdullah b. Vehb ve bir rivayette Ahmed b. Hanbel Hazretleri, "Rüku'un miktarı namaz kılanın sırtı dümdüz olacak derecede eğilmek, secdenin miktarı da organlar yatışacak kadar secde halinde kalmaktır. Namaz ancak bununla tamam olur" demişlerdir.

 

3. Namaza girmek ancak tekbirle olur. Tekbir ittifakla farzdır.

 

4. Namazda kıraat farzdır.

 

5. Resulullah (s.a.v.)'in "sonra kolayına geldiği kadar. Kur'an oku" buyurması, kıraatin mutlak surette farz olduğuna delildir. Bu hadis "Fatiha'yı okumak farz değildir" diyen Hanefiyye ulemasının delilidir. Çünkü Fatiha'yı okumak farz olsaydı, ta'lim makamında bulunan Resulullah (s.a.v.) onu emrederdi.

 

Hattabi (319-388) Resulullah (s.a.v.)'irr bu sözünün mutlak olduğunu, bundan Fatiha kast edildiğini ve Fatihasız namaz caiz olamayacağını söylemiştir.

 

Nevevi (631-676)'de bu hadisin Fatiha'ya hamledildiğini söyler. Çünkü hadiste "sonra kolayına geldiği kadar Kur'an oku" buyurulmuştur. Herkesin kolayca öğrenip bildiği sure ise Fatihadır.

 

6. Hadiste rüku' ile sücud hakkında "aza yerleşinceye kadar" buyurulmuş olması, rüku ve sücudda tume'ninetin, yani organlar sükunet bulup yatışincaya kadar durmanın vacib olduğuna delalet eder.

 

7. Yine Hattabi Resulullah (s.a.)'in, "bunu bütün namazlarında böyle yap" cümlesiyle istidlal ederek namazın her rekatında rüku ve secde farz olduğu gibi kıraatin de farz olduğunu söylemiş ve "kıyasla amel eden ulema, namaz kılan kimse ilk iki rekatta okur, son iki rekatta ise tesbih eder, dilerse hiç birşey okumaz" dediler ve bu mevzuda Ali b. Ebi Talib'den hadis rivayet ettiler. Hz. Ali; "Namaz kılan kimse ilk iki rekatta okur, son iki rekatta ise, tesbih eder" demiştir. Onlar bu hadisi Haris vasıtasıyla rivayet etmişlerdir. Fakat ulema öteden beri Haris hakkında söz edegelmişlerdir. Şa'bi onu ta'n etmiş ve kendisine yalancılık isnadında bulunmuştur. Sahih sahipleri de ondan hadis rivayet etmemişlerdir. Hz. Ali'den böyle bir rivayet sahih olarak gelmiş olsa bile, yine hüccet sayılmaz. Çünkü sahabeden bir cemaat bu hususta ona muhaliftirler. Ebu Bekr, Ömer, Abdullah b. Mes'ud, Aişe (r.anha) ile başkaları bunlar arasındadır. Hattabi sözlerine şöyle devam etmektedir: "Resulullah (s.a.v.)'in sünneti bu hususta tabi olmaya değer en güzel hüccettir. Ubeydullah b. Ebi Rafi' vasıtasıyla Hz. Ali'den rivayet edilen bir hadiste ise Hz. Ali öğle ile ikindinin ilk iki rekatlarında Fatiha ile birlikte birer sure, son rekatlarında ise, yalnız birer Fatiha okumasını emretmektedir." Hattabi'nin bu sözlerine Hanefiler tarafından şöyle cevab verilmiştir: Hz. Ali hadisinin her rekatta okunacağına delalet ettiğini kabul etsek bile, başka hadisler yine kıraatin ilk iki rekata mahsus olduğuna delalet ediyor.

 

Cabir b. Semure (r.a.)'den rivayet edilen bir hadiste: "Son İki rekatta kıraati hazfet" denilmiştir. Hz. Ali hadisinin Haris tarikına ta'n edildi ise, aynı hadisi Abdurrezzak Musannef'inde Ma'mer yoluyla Zühri'den o da Ubeydullah b. Ebi Rafi'den rivayet etmiştir. Bu rivayetlerde de, "Ali öğle ile ikindinin ilk iki rekatlarında Fatiha ile beraber sure okur, son iki rekatlarda okumazdı" denilmektedir. Bu rivayetin isnadı sahihtir ve Hattabi'nin sözüne aykırıdır. Sonra Hattabi'nin "Çünkü sahabeden bir cemaat bu hususta ona muhaliftirler" sözü kabul görmemiştir. Ibn Mes'ud, Aişe ve Abdullah b. Yezid (r.anhum) Hazretleri ile İbrahim en-Nehai, İbn el-Esved ve Süfyan es-Sevri'den dahi aynı manada hadisler rivayet edilmiştir.

 

Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Acaba neden bu hadiste niyet, son oturuş ve ta'dil-i erkan gibi bazı farzlarla son oturuştaki teşehhüd ve Nebi (s.a.v.)'e salavat getirmek gibi farziyyeti ihtilaflı bazı fiiller zikredilmemiştir?

 

Cevab: İhtimal o zat bunları bildirdi, yahut Resulullah (s.a.v.) onları da beyan etmiş de ravi hadisi ihtisar etmiştir. (Maksadlı olarak kısaltmıştır.)

 

8. Namazın rükünlerinden birini ihlal eden kimsenin, o namazı yeniden kılması icabeder. Vaciblerden birini yapmayana ise ihtiyaten yeniden kılmak müstehabtır.

 

9. Nafile bir ibadete başlamak onu tamamlamayı gerektirir. Çünkü zahire bakılırsa, o zatın kıldığı namaz nafile idi.

 

10. Hadis-i şerif emir bilma'ruf ile nehiy anil münkeri tazammun eder.

11. Ta'lim, sertlik ve katılık göstermeden yumuşaklıkla yapılmalıdır.

12. Maksat beyan edilmelidir.

13. İmam cemaati ile birlikte mescidde oturabilir.

14. Alime teslimiyet ve inkıyat gerekir.

15. İnsan hata ve taksiratını itiraf etmelidir.

16. Resulullah (s.a.v.) güzel ahlak sahibiydi ve ashabına son derece iyi muamelede bulunurdu.

 

17. Kadı İyaz: "Bu hadiste Farsça tercüme ile namaz kılmayı caiz görenler aleyhine delil vardır. Zira Arapça olmayan şeye Kur'an denilmez" demiştir. Ayni, Kadi'nin bu sözüne şöyle mukabele etmiştir: "Bu hilaf, Kur'an'ın yalnız manaya mı, yoksa nazımla mananın ikisine birden mi isim olduğuna bağlıdır. Kur'an yalnız mananın ismidir, diyenler Hak Teala Hazretlerinin geçen ümmetlerin kitaplarında vardı" ayet-i kerimesini delil getirirler. Çünkü onların kitablarında Kur'an Arabça değildi. Kadi'nin "zira Arabça olmayan şeye Kur'an denilemez" sözü itiraz götürür. Çünkü Allah'ın Musa aleyhisselama indirdiği Tevrat'a Kur'an denilir. Halbuki Tevrat Arabça değildir. İncil ile Zebur da öyledir. Zira Kur'an Allah'ın zatı ile kaim tecezzi kabul etmeyen ve ondan ayrılmayan kelamdır.

 

Şu kadar var ki Arabça nazü olunca ona Kur'an denilmiş, Musa'ya inince Tevrat, İsa'ya inince incil, Davud'a indiği zaman da Zebur ismi verilmiştir, ibarelerin muhtelif olması muhtelif itibarlara göredir. Bize göre burada hata eden Kadı İyaz (r.a.) değil, Ayni'nin kendisidir. Kadı'nin sözü doğrudur. Bunu Kur'an-ı Kerim'in ilmi arifinden bile anlamak mümkündür. Şöyle ki Kur'an-i Kerim Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimize Cibrü-i Emin vasıtasıyla indirilen ve ondan bizlere tevatür yolu ile nakledilen nazm-i celildir. Tarif, efradını cami, ağyarını mani olacaktır. İşte Kur'an-ı Kerim'in efradını cami, ağyarını mani tarifi budur. Bu tarifte ağyarı meneden kayıtları tetkik edersek görürüz ki, Kur'an Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimize indirilen kitabdır. Diğer Peygamberlere indirilen kitaplar bu kayıtlarla tariften hariç bırakılmıştır. Çünkü onlara Kur'an denilemez. Bu suretle Kur'an deyip de İncil veya Tevrat anlamının önüne geçilmiştir. "Cibril-i emin vasıtasıyla indirilen" diyoruz. Bu kayıtla da onun vasıtasıyla indirilmiş olmayan hadis-i kudsi ve ehadis-i nebeviyye tarifin dışında bırakılmıştır. Onlar da Kur'an değildir. Zira kudsi hadislerin manaları Allah tarafından olsa da, lafızları Peygamber (s.a.v.) Efendimizindir. Nebevi hadislerin ise, hem lafzı, hem de manası Resülullah (s.a.v.)'dendir. Kur'an'a gelince O'nun hem nazmı, hem de manası Allah tarafındandır. Bu sebebledir ki O'na "Vahy-i metlüv" derler. "Tevatür" kaydıyle de mütevatir olmayan bütün haberler Kur'an'ın tarifinden çıkarılmıştır.

 

Görülüyor ki: Kur'an-ı Kerim'i tarif için onu başkalarından ayıracak bir takım ihtizari kayıtlar konulmuştur. Şu halde nasıl olur da İncil'e ve diğer semavi kitablara da Kur'an denilebilir? Onlara da Kur'an denilseydi, bu tariften hariç bırakılır mı idi?

 

Kur'an'ın geçmiş ümmetlerin kitaplarında bulunması iddiası doğru değildir. Çünkü müfessirin-i kiramın beyanlarına göre, semavi kitablarda indirilen Kur'an'ın kendisi değil zikridir. Yani ahir zaman Peygamberine Kur'an denilen pek mübarek ve bütün dünyamızı ve ahiret hayatımızı cem' eden bir kitap indirileceği o ümmetlere de bildirilmiş. Bu suretle Kur'an-ı Kerim'in namı, şanı indirilmesinden yüzlerce yıl evvel dillere destan olmuştur. Yoksa bizzat Kur'an o dillerle de indirilmiş değildir. Mezkur ayet Kur'an'ı medih sadedinde nazil olmuştur. Onu en mükemmel şekilde medh-ü sena, indirilmesinden çok evvel indirileceğini haber vermekle olur. "Kur'an-ı Kerim geçmiş ümmetlere de indirilmiştir" dersek, bu sefer medh zemme dönüşür. Zira akıllı geçinen bazı kimseler derhal ileri atılarak; "Allah haşa başka birşey bulamıyor mu ki, ikide bir temcid pilavı gibi bu kitabı kulların önüne sürüyor? Biz bunu eskilerden öğrendik, okuduk, tekrar indirmek abesle iştigal olmaz mı?" diyecekler.

 

Kur'an'ın zatullah ile kaim bir sıfat olmasına gelince: Ayni merhumun da itiraf ettiği vecihle, o tecezzi ve bölünme kabul etmez. Binaenaleyh onun kullara indirilmesi de mevzuu bahis olamaz. Kullar ona imanla mükelleftirler. Bizi alakadar eden ciheti ise, Nebi (s.a.v.) vasıtasıyla bizlere taalluku olan cihetidir. İşte biz buna Kur'an diyoruz...

 

18. Alime bir mesele sorulduğu zaman cevab verirken, alimin, soran için lüzumlu gördüğü başka bir meseleyi anlatması müstehabtır. Bu bir nasihat ve irşad olur.

 

19. Emir bilmaruf vazifesini ifa edene, karşısındakinin hatalı hareketi muvacehesinde sabırlı davranmak müstehabdır. Bu onun yaptığına rıza göstermek manasına gelmez.

 

20. Resulullah (s.a.v.)'in, Hz. Hallad'ın namazı kusurlu kıldığını gördüğü halde kusurlarını söylemeyip namazı tekrar kılmasını emir buyurması, bazılarına göre bu hususta kendisine vahy geldiği içindir. Her halde o zatın kendi bildiklerine aldanarak işlediği kusurları te'dib ve irşad için söylememiş olsa gerektir. Nihayet Hallad özür dileyerek kusurlarını söylemesini rica edince onu irşad buyurmuştur. Nevevi'ye göre ise, kusurlarını birden bire söylememesi usulüne uygun olarak kılınacak namazı kendisine iki defa kıldırması meselenin ehemmiyet ve büyüklüğünü ona göstermek içindir. Vaktin geçmediğini görerek terkettiği fiilleri kendisine ikaz etmek istemiştir. İbn Dakik el-İyd: "Takrir buyurmak mutlak surette cevaza delil değildir. Onun cevaza delil olabilmesi için ortada mani bulunmaması şarttır. Şüphesiz ki Hallad'ın namazı tekrar kılmakla kendisini toparlayarak bu hususta verilecek talimatı kabule hazırlanması, sual sorması, talimde acele etmek için bir manidir. Bu hususta, zahiri hala yahut hususi bir vahye istinaden fırsatın kaçması tehlikesi bulunmadığı Resulullah (s.a.v.)'ın malumu olmuştur" demektedir.

 

21. Namazda euzu besmele çekmek, subhaneke yada veccehtu okumak, el bağlamak, intikal tekbirleri almak, oturuş şekilleri, otururken elleri dizlerin üzerine koymak ve buna benzer hadisde zikredilmeyen şeyler vacib değildir.