SAHİH-İ MÜSLİM |
HAC |
86- MEDİNE'DE
YERLEŞMEYE, ONUN SIKINTILARINA KATLANMAYA TEŞVİK BABI
3323-475/1- Bize Hammad b. İsmail b. Uleyye de tahdis etti. Bize
babam, Vüheyb'den tahdis
etti, o Yahya b. Ebi İshak'dan
rivayet ettiğine göre kendisi el-Mehri'nin azadlısı Ebu Said'den
tahdis ettiği üzere Medine'de darlık ve sıkıntı ile
karşı karşıya kalmışlardı. Onun için Ebu Said el-Hudri'nin yanına giderek:
Ben aile halkı çok olan birisiyim. Biz darlık ve sıkıntı içindeyiz. Bundan
dolayı ailemi köylerden birisine taşımak istedim dedi.
Bunun üzerine Ebu Said: Bunu yapma. Medine'den
ayrılma. Çünkü biz Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte çıktık -zannederim: Usfan'a kadar geldik dedi- orada birkaç
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Çocuklarımı
köylerden birisine taşımak istedim." Dil bilginlerinin dediklerine göre
"rif" ekin ekilen ve bol mahsul alınan
verimli araziye denilir. Çoğulu eryaf gelir. "Eryafne rife" (köye gittik)
demektir. "Erafetil arz" yer verimini bol
verdi demektir. Bu şekilde verimli araziye de "rifeh"
denilir.
"Geride aile
halkımız! himayesiz bıraktık." Yani yanlarında erkekler ve onları
koruyacak kimseler yok.
"Bineğimin
hazırlanmasını emrederim." Yani onun üzerine yükleri eğerleri bağlanır
(yola koyulmak üzere hazırlanır).
"Sonra da Medine'ye
varıncaya kadar bir düğümünü dahi çözmem.'' Yani Medine'ye ulaşıncaya kadar
devemin üzerinden yükünün ve eğerinin semerinin bir düğümünü dahi çözmem. Buna
sebep ise Medine'ye çabuk varmak isteğim olacaktır.
"Ben de Medine'nin
iki dağı arasını haram kıldım." Me'zim mim
harfinden sonra bir hemze ve ze harfi kesreli olarak
dağ demektir. İki dağ arasındaki dar geçit ve benzeri şeyler olduğu da söylenmiştir.
Ama burada doğrusu birinci anlamdır. Yani daha önce Enes'in rivayet ettiği
hadiste ve diğerlerinde geçtiği gibi Medine'nin iki dağının arasını haram
kıldım anlamındadır.
"Hayvana yem vermek
maksadı dışında onun hiçbir ağacının yaprağı silkelenmez." Hayvan yemi
anlamındaki "aif" lafzı lam harfi sakindir.
Lam harfi fethalı okunursa hayvana yem olarak vedlen
ot, saman, arpa ve benzerlerine denilir. Buradan yem yapmak üzere ağaç
yapraklarının alınmasının caiz olduğu hükmü anlaşılmaktadır. Burada kastedilen
de budur. Ve bu ise dalların yapraklarının (gereksiz yere) silkelenip
koparılmasından farklı bir durumdur. Çünkü bu haramdır.
"Medine'deki her
bir dağ yolu ve her bir geçitin üzerinde mutlaka onu
koruyan iki melek vardır ... " Bu ifadeler Medine'nin faziletini, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
zamanında korunduğunu, Medine'yi koruyanların çokluğunu bunları Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e daha çok ikram olmak üzere dağ yollarını dahi
kapsayacak kadar çok olduğunu göstermektedir.
Dil bilginlerinin
açıklamalarına göre şin harfi kesreli olarak "şi'b" iki dağ arasında giriş ve çıkışı olan aralık
(geçit) demektir. İbnü's-Sikkit
ise bu dağdaki yoldur diye açıklamıştır. Meşhur söyleyişe göre nun harfi fethalı olarak ''nakb"
-ki Kadı Iyaz ötreli söyleyişi de (nuk şeklinde) nakletmektedilr- bu
da aslında şi'b gibidir. Dağdaki yol olduğu da
söylenmiştir. Ahfeş der ki: Medine'nin enkabı (nakbları) yolları ve
dağları arasındaki geçitleridir.
"Medine'de daha
yüklerimizi koymadan Abdullah b. Gatafan oğulları
bize baskın yaptı. Halbuki bundan önce onları harekete geçirecek bir şey
olmamıştı." Yani onlar Medine'de yokken Medine himaye altında idi ve
korunuyordu. Tıpkı Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in haber verdiği gibi. Nihayet Abdullah b. Gatafan oğulları biz oraya geldiğimizde Medine'ye baskın
yaptılar. Halbuki bundan önce Medine'ye baskın yapmalarını engelleyen açık bir
engel yoktu. Ayrıca onları bu şekilde harekete geçirecek ve onunla
uğraşacakları bir düşmanları da yoktu. Aksine bizim Medine'ye gelmeden önce
onların buna kalkışmayışlarının sebebi meleklerin -Nebi {Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in haber verdiği şekilde- Medine'yi
korumalarıdır.
Dil bilginleri der ki: Haceşşer, hacetilharb ve haceennas demeleri yani şer harekete geçti, savaş
hareketlendi, insanlar onu hareketlendirdiler demektir. Hictuzeyden:
Bu iş için onu harekete geçirdim demektir.
Abdullah oğullarına
gelince bu bazı nüshalarda bu şekilde ayn harfi
fethalı olarak Abdullah diye zikredilmiştir. Birçoğunda ise küçültme ismi
olarak "Ubeydullah" diye geçmektedir.
Doğrusu birincisidir. Bu ilmin erbabı arasında bunda görüş ayrılığı yoktur.
Kadı Iyaz
dedi ki: Bize bunun Abdullah olduğunu, Ebu Muhammed elHuşeni, Taberi'den, o
el-Farisi'den diye Abdullah oğulları şeklinde doğruya uygun olarak tahdis etti. Fakat Müslim'in nüshalarında üstadlarımız nezdinde İbn Mahhan ile el-Culudi'nin rivayet
yollarından küçültme ismi olarak "Ubeydullah
oğulları" diye gelmiştir. Ama bu bir hatadır. Cahiliye döneminde bunlara Abdıluzza oğulları deniyordu. Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) onlara Abdullah oğulları adını
verdi. Bu sebebten dolayı Araplar da onlara isimleri
tahvil edildiğinden (değiştirildiğinden) Muhavile
oğulları demiştir. Allah en iyi bilendir.
3324-476/2- Bize Zuheyr b. Harb da tahdis etti, bize el-Mehri'nin azadlısı Ebu Said,
Ebu Said el-Hudri'den tahdis ettiğine göre Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'ım, bizim için sa'ımızı
ve müddümüzü bereketli kıl ve bereket ile birlikte
iki bereket ihsan buyur" buyurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
3325- .. ./3- Bunu bize Ebu Bekr b. Ebu
Şeybe de tahdis etti, bize Ubeydullah b. Musa tahdis etti,
bize Şeyban haber verdi. (H.) Bana İshak b. Mansur da
tahdis etti, bize Abdüssamed
haber verdi, bize Harb -yani b. Şeddad-
tahdis etti, her ikisi Yahya b. Ebu
Kesir'den bu isnad ile aynısını rivayet etti,
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
3326-477/4- Bize Kuteybe b. Said de tahdis etti, bize Leys, Said b. Ebi Said'den
tahdis etti, o el-Mehri'nin
azadlısı Said'den rivayet
ettiğine göre el-Harre gecelerinde Ebu Said el-Hudri'nin
yanına gelerek Medine'den çekıp gitmek hususunda ona danışb ve ona Medine'deki fiyatlardan, çocuklarının
çokluğundan şikayet ederek artık Medine'nin darlık ve sıkıntılarına
katlanamayacağını kendisine haber verince Ebu Said ona: Ne oluyor sana? Ben sana böyle bir şeyi yapmanı
emretmem. Çünkü ben Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinledim dedi:
"Bir kimse Medine'nin sıkıntılarına sabredip de ölürse mutlaka kıyamet
gününde ben o kimseye -eğer müslüman idiyse- şefaatçi
yahut şahit olurum. "
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Harre gecelerinde Ebu Said el-Hudri'nin yanına
geldi." Medine'nin altmış üç gün süreyle talan edildiği meşhur fitne
zamanlarıdır.
"Oradan gitmek
hususunda onunla istişare etti." Buradaki el-cela,
bir şehirden kaçıp başka bir yere gitmek demektir.
3327-478/5- Bize Ebu Bekr b. Ebu
Şeybe, Muhammed D. Abdullah b. Numeyr
ve Ebu Kureyb birlikte Ebu Üsame'den -ki lafız Ebu Bekr ile İbn
Numeyr'e aittir- tahdis
etti. İkisi dedi ki: Bize Ebu Üsame,
el-Veliğ b. Kesir'den tahdis
etti, bana Said b. Abdurrahman
b. Ebu Said el-Hudri'nin tahdis ettiğine göre Abdurrahman kendisine babası Ebu Said'den şunu tahdis etmiştir: O Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinlemiştir: "İbrahim (aleyhisselam) Mekke'yi haram kıldığı gibi ben de Medine'nin
iki karataşlığı arasını haram kılıyorum. " (Said) dedi ki: Sonra Ebu Said birimizin elinde bir kuş -Ebu
Bekir bulur dedi- alıp sonra da salıveriyordu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
3328-479/6- Bize Ebu Bekr b. Ebu
Şeybe de tahdis etti... Sehl b. Huney dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) eli ile Medine'yi göstererek: "Şüphesiz ki o
güven altında bir haremdir" buyurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
Medine hakkında: "Şüphesiz ki o güvenli bir haremdir" buyruğunda
Medine'nin avının ve ağacının haram oluşu hususunda cumhurun görüşünün lehine
bir delil vardır. Mesele daha önceden geçmiş idi.
3329-48017- Bize Ebu Bekr b. Ebu
Şeybe de tahdis etti, bize Abde Hişam'dan tahdis etti, o babasından, o Aişe'den
şöyle dediğini rivayet etti:
Medine'ye geldiğimizde
oldukça ağır bir havası olduğunu gördük. Ebu Bekir de
rahatsızlandı, Bila! de rahatsızlandı. Rasulullah {-sa-) ashabının
hastalandığını görünce: "Allah'ım! Bize Mekke'yi sevdirdiğin gibi veya
daha fazla Medine'yi sevdir ve havasını sağlıklı bir hava haline dönüştür.
Bizim için sa'ını da, müddünü
de bereketli kıl. Onun sıtmasını da Cuhfe'ye
yönlendir" buyurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Medine'ye
geldiğimizde oldukça ağır bir havası vardı." Buradaki "vebie: ağır hava" vebalı demektir. Veba ise kırıp
geçiren ölüm demektir. Asıl anlamı bu olmakla birlikte özellikle orayı yurt
edinmemiş yabancılar için çokça hastalıklara sebep olan ağır ve sıkıntı veren
bir havası olan yer hakkında da kullanılır. Şayet başka sahih bir hadiste
vebanın bulunduğu yere gitmek yasaklandığı halde vebanın olduğu yere nasıl
gittiler diye sorulacak olursa buna Kadı Iyaz'ın da
zikrettiği iki şekilde cevap verilir: Birincisi: Bu iş yasaktan önce idi. Çünkü
bu yasak Medine'nin yurt edinilmesinden sonra Medine'de sözkonusu
olmuştu. İkincisi ise yasaklanan, kırıp geçiren ölüm ile neticelenen veba ve
benzeri salgın hastalıkların bulunduğu yere gitmektir. Medine'de bulunduğu
söylenen bu hastalık sebebi ise yabancıların bir çoğunun kendisinden dolayı
hastalandıkları ağır ve vahim bir hava idi. Allah en iyi bilendir.
"Onun sıtmasını Cuhfe'ye taşı." Hattabi ve
başkaları dedi ki: O zaman da Cuhfe'de yerleşik
bulunanlar Yahudilerdi. Bu hadiste kafirlere hastalanmaları, rahatsızlanmaları,
ölmeleri için beddua edilebileceğine delil vardır.
Aynı zamanda müslümanların sağlıklı olmaları, yaşadıkları yerlerin iyi
olması, oraya bereket ihsan edilmesi, zorluk ve sıkıntılarının giderilmesi için
müslümanlara dua edileceği de anlaşılmaktadır.
Genellikle bütün ilim adamlarının kanaati budur. Kadı Iyaz
dedi ki: Bu ise bir takım sufilerin dua etmek,
tevekkül ve rızaya aykırıdır ve duanın terk edilmesi gerekir şeklindeki
görüşlerine de; kader ezelden beri hükmü sabit olduğuna göre dua etmenin bir
faydası yoktur diyen mu'tezilenin görüşüne de
aykırıdır. Bütün ilim adamlarının benimsediği kanaate göre dua başlı başına bir
ibadettir. Duanın da ancak kaderde tespit ve tayin edilmiş olan kadarı ile
kabul edilir.
Bu hadis-i şerifte Yüce
Nebi'mizin (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
nübüvvet belgelerinden bir belge vardır. Çünkü burası o günden sonra uzak
durulan bir yer oldu. Onun suyundan her kim içerse mutlaka sıtmaya yakalanır.
3330- .. ./8- Bize Ebu Kureyb de tahdis
etti, bize Ebu Üsame ve İbn Numeyr, Hişam
b. Urve'den bu isnad ile
buna yakın olarak tahdis etti.
Diğer tahric: Buhari, 1889
3331-481/9- Bana Zuheyr b. Harb tahdis etti ... İbn Ömer dedi ki:
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'i: "Medine'nin zorluk ve
sıkıntılarına dayanan kimseye kıyamet gününde şefaatçi yahut şahit olurum"
buyururken dinledim.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
3332-482/10- Bize Yahya
b. Yahya da tahdis edip dedi ki: Ben Malik'e, Katan
b. Vehb b. Uveymir el-Ecda'dan rivayetini okudum, o Zubeyr'in
azad!ısı Yuhannis'den
kendisine şunu haber verdiğini rivayet etti: Kendisi fitne zamanında Abdullah
b. Ömer'in yanında otururken onun azad!ı bir cariyesi
yanına gelip ona selam verdi ve: Ey Ebu Abdurrahman! Ben {Medine'den} çıkmak istedim. Çünkü zaman
bizim aleyhimize oldukça şiddetlendi dedi. Abdullah ona: Otur be kadın! Çünkü
ben Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'i: "Bir kimse Medine'nin
zorluk ve sıkıntısına katlanacak olursa şüphesiz ona kıyamet gününde bir şahit
yahut bir şefaatçi olurum" buyururken dinledim dedi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "ez-Zubeyr'in azadlısı Yuhannis" ye ötreli, ha harfi fethalı, nun harfi ise kesreli ve fethalı telaffuz edilebilir (Yuhannis ve Yuhannes
şekillerinde) Bunlar meşhur iki söyleyiştir. Diğer rivayette ise Musab b. ez-Zubeyr'in azadlısı Yuhannis denilmektedir.
Bu ise onlardan birisinin gerçek anlamda azadlısı,
diğeri için mecazi manada azadlısı olduğu anlamına
gelir.
İbn Ömer azadlı cariyesine, otur be
kadın dedi." Burada (be kadın diye tercüme ettiğimiz): "leka'" lam harfi fethalı olup ayn
harfi ise kesre üzere (leka'i) mebnidir. Dil bilginlerinin
dediklerine göre kadın için kaf harfi uzatılarak
"lekaa" erkek için ise lam harfi ötreli, kaf fethalı olarak "luka'"
denilir. Bu lafız adi kimse, bayağı kimse, başkası ile doğru dürüst konuşamayan
aptal ve küçük kişi hakkında kullanılır. İbn Ömer'in
bu sözüne karşı çıkarak ona bu şekilde hitap edişi kendisine müntesip olan ve
kendisi ile alakası bulunan birisi olduğundan ötürü ona nazının geçmesinden
dolayıdır. Ayrıca o bu azadlı cariyesini Medine'de
kalmanın fazileti dolayısı ile orada ikamete teşvik etmiştir.
İlim adamları der ki: Bu
babta geçen diğer hadisler ile bundan sonra gelecek
hadislerin hepsi Medine'de ikamet etmenin, Medine'nin sıkıntılarına,
Medine'deki geçim darlığına sabredip katlanmanın faziletli olduğuna açıkça
delalet etmektedir. Ayrıca bu faziletin kıyamet gününe kadar devam edeceğini de
göstermektedir.
İlim adamları Mekke ile
Medine'de mücavirlik yapmanın hükmü hakkında farklı kanaatlere sahiptir. Ebu Hanife ve bir kesimin dediğine göre Mekke'de mücavirlik
mekruhtur. Ahmed b. Hanbel
ve bir başka kesim ise Mekke'de mücavirlik mekruh değil hatta müstehaptır demişlerdir. Mekke'de mücavirliği mekruh
görenler çeşitli sebeplerden dolayı bunu mekruh görmüşlerdir: Usanma ve orada
fazla kalmanın vereceği alışkanlık dolayısı ile saygının azalacağı korkusu ve
Mekke'de günah işleme korkusu bunlardandır. Çünkü Mekke'de günah işlemek başka
yerlere göre daha çirkindir. Nitekim orada işlenen bir iyilik de başka
yerlerdekine göre daha büyüktür. Mekke'de mücavirlik yapmayı müstehap kabul edenler orada yapılabilen itaatlerin başka
yerde yapılamaması, oradaki namazların hasenatının ve başka hususların mükafaatının kat kat verilmesini
hesaba katarlar.
Tercih olunan kanaate
gelince her ikisinde de mücavirlik müstehaptır. Ancak
kişinin sözü geçen sakıncalı durumlara ve başka hallere düşme kanaatinin daha
ağır basması hali müstesnadır. Mekke'de de Medine'de de ümmetin geçmişlerinden
de, sonrakilerinden de kendilerine uyulan sayılamayacak kadar zat mücavirlik
yapmıştır. Ama mücavirlik yapacak kimsenin sakıncalı hususlardan ve onların
sebeplerinden de korunması ve çekinmesi gerekir. Allah en iyi bilendir.
3333-483/11- Bize
Muhammed b. Rafi'de tahdis
etti ... Musab'ın azadlısı Yuhannis, Abdullah b. Ömer'den şöyle dediğini rivayet etti:
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'i: "-Medine'yi kastederek- kim
onun zorluk ve sıkıntılarına katlanırsa kıyamet gününde ben de ona bir şahit
yahut bir tanık olurum" buyururken dinledim.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
3334-484/12- Bize Yahya
b. Eyyub, Kuteybe ve İbn Hucur da birlikte İsmail b.
Cafer'den tahdis etti, o el-A'la
b. Abdurrahman'dan, o babasından, o Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine
göre Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Ümmetimden
Medine'nin zorluk ve sıkıntılarına kim sabrederse mutlaka kıyamet gününde ona
bir şefaatçi yahut bir şahit olurum."
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
3335- .. ./3- Bize İbn Ebu Ömer de tahdis etti, bize Süfyan, Ebu Harun Musa b. Ebu İsa'dan tahdis ettiğine göre o Ebu
Abdullah el-Karraz'ı şöyle derken dinledim: Ebu Hureyre'yi şöyle derken
dinledim: Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu deyip aynısını
rivayet etti.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
3336- .. ./14- Bize
Yusuf b. İsa da tahdis etti, bize el-Fadl b. Musa tahdis etti, bize Hişam b. Urve, Salih b. Ebu Salih'den haber verdi, o
babasından, o Ebu Hureyre'den
şöyle dediğini rivayet etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Bir kimse Medine'nin zorluk ve sıkıntılarına katlanacak olursa ... "
diye hadisi aynen rivayet etti.
Diğer tahric: Tirmizi, 3924
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
87- MEDİNE'NİN
TAUN'UN VE DECCAL'İN ORAYA GİRMESİNE KARŞI KORUNDUĞU BABI