|
|
Daha
önce anlattığımız üzere, Haris bin Amr bin Hucr el-Kindi Arapların başına geçip
Nu'man bin İmruü'l-Kays'ı öldürünce, Kubad ona bir elçi gönderip önceki
hükümdar ile aralarında bir anlaşma bulunduğunu ve kendisiyle görüşmek
istediğini bildirdi. Kubad bir zındık olmasına rağmen iyilikten yana olan, kan
dökülmesinden hoşlanmayan ve düşmanlarını idare etmesini bilen bir kişi idi.
Nihayet bir gün Haris bin Amr Kubad'ın yanına geldi ve hiçbir Arab'ın Fırat'ı
geçmemesi hususunda anlaşmaya vardılar, fakat Haris bin Amr el-Kindi hırsa
kapılıp, adamlarına Fırat'ı geçip Sevad bölgesine akın ve baskınlar yapmalarını
emretti. Durumu öğrenen Kubad bu hadisenin Haris bin Amr'ın elinin altından
çıktığını anladı ve onu huzuruna çağırıp: "Bir kısım hırsız Araplar şöyle
şöyle yapmışlar." dedi, bunun üzerine Haris bin Amr Kubad'a: "Böyle
bir şeyin vuku bulduğunu bilmiyorum, Arapları ancak maddi imkan ve askerlerle
durdurabilirim." dedi ve ondan Sevad bölgesinden bazı yerler istedi. Kubad
bu isteğini kabul etti ve ona Fırat'ın alt kısmından altı bölge (kaza) tahsis
etti. Bunun üzerine Haris bin Amr Yemen'de bulunan Tubban'a haber göndererek
onu Acem (İran) memleketleri üzerine yürümeğe teşvik ve tahrik etti. Bu durum
karşısında Tubba' hemen harekete geçerek Hire'ye geldi ve yeğeni Şemir
Zü'l-Cenan'ı Kubad'ın üzerine gönderdi. Nihayet Kubad ile savaşa tutuşan Şemir
onu yendi ve Rey şehrine çekilmeğe mecbur etti, sonra da burada yakalayıp
öldürdü. Bundan sonra Tubba' Şemir'i Horasan'a, kendi oğlu Hassan'ı da Suğd'a
gönderdi ve onlara: "Hanginiz Çin'e önce girerse, oraya hakim
olacaktır." dedi. Hassan ve Şemir'den her biri büyük bir orduya sahipti;
hatta söylendiğine göre sahip oldukları bu orduların sayısı altı yüz kırk bin
kişiden ibaretti. Ayrıca Tubba' diğer yeğeni Ya'fur'u da Bizans üzerine
gönderdi. Ya'fur, Kostantiniyye'ye (İstanbul'a) geldiği zaman Bizans halkı onun
itaatine girip vergi verdi. Ya'fur sonra buradan Roma üzerine yürüdü ve
burasını muhasara etti. Fakat beraberindeki askerlerin arasında veba
hastalığının yayılması üzerine Rumlar saldırıya geçtiler ve hepsini kılıçtan
geçirip öldürdüler, öyle ki içlerinden kurtulan olmadı.
Sonra
Şemir Zü'l-Cenan Semerkant üzerine yürüyüp burasını muhasara etti, fakat ele
geçiremedi. Şemir, Semerkant hükümdarının ahmak birisi olduğunu ve işleri
kızının idare ettiğini duyunca bu kıza hediyeler gönderdi ve ona: "Ben
seninle evlenmek için geldim, yanımda ise dört bin sandık dolusu altın ve gümüş
var. Bunları sana vereceğim ve ben kendim Çin'e geçeceğim. Eğer bu toprakları
ele geçirirsem hanımım olursun, şayet ölürsem bunlar senin olur." diyerek
haber gönderdi.
Şemir'in
bu sözleri kıza iletilince: "Teklifini kabul ediyorum, altın ve gümüş
sandıklarını göndersin." dedi. Bunun üzerine Şemir her sandığa ikişer kişi
yerleştirerek dört bin sandık gönderdi. Semerkant şehrinin dört kapısı vardı ve
her kapıyı ikişer bin kişilik muhafız korurdu. Şemir, sandıktaki kişilerin
dışarı çıkma zamanını belirlemek için parola olarak zil çalınmasını
kararlaştırdı. Nihayet sandık içerisindeki kişiler şehre sokulunca, Şemir
yüksek sesle bağırdı ve zil çalındı. Bunun üzerine adamlar hemen sandıklarından
çıkıp şehrin kapılarını tuttular. Bundan sonra Şemir askerinin başında olduğu
halde şehre girdi ve ahalisini öldürüp, şehirde ne varsa hepsini alıp götürdü.
Böylece Semerkant işini tamamladıktan sonra Şemir Çin üzerine yürüdü; Türkleri
hezimete uğratarak ülkelerine girdi. Şemir Çin ülkesine gelip Hassan bin Tubba'
ile karşılaştığı zaman, Hassan ondan üç yıl önce Çin'e gelmiş bulunuyordu.
Nihayet
Hassan ve Şemir ölünceye kadar her ikisi de Çin ülkesinde kaldılar. Bir
rivayete göre onların buradaki ikamet müddetleri yirmi bir yıldır. Diğer bir
rivayete göre ise, onlar almış oldukları ganimetIer, esirler ve mücevherler ile
birlikte gelmiş oldukları yoldan geri dönerek Tubba'ın yanına geldiler, sonra
hepsi birlikte tekrar ülkelerine geri döndüler. Tubba' ise Yemen'de öldü ve
ondan sonra bir daha Yemen hükümdarlarından diğer kavimlerle savaşmak üzere
memleketinden çıkan olmadı.
Tubba'ın
hükümdarlığı yüz yirmi bir yıl sürdü. Bir rivayete göre Yahudiliğe girmiştir.
İbn
İshak şöyle diyor: "Doğu seferine çıkan Tubba' son Tubba' olup adı Tübban
Es'ad Ebu Kerib idi. Bu Tubba', birçok memleketi ele geçirdikten sonra doğu
seferinden dönerken yolunu Medine'ye uğratmıştı. Bu ilk geçişi esnasında
ahaliye dokunmayıp oğlunu onların yanında bırakmıştı, fakat oğlunun bir tuzak
neticesinde öldürülmesi üzerine şehri tahrip edip halkının kökünü kazımak ve
yok etmek maksadıyla tekrar Medine'ye hareket etti, Tubba'ın üzerlerine
gelmekte olduğunu duyan Medine'nin yerlileri Ensar, Neccaroğullarının Amr bin
MebzuIoğulları kolundan olan Amr bin et-Talle'nin komutası altında toplandılar
ve Tubba' ile savaşmak üzere üzerine yürüdüler. Gündüzleri Tubba' ile savaşıyor,
geceleri ise onu takip ediyorlardı. Bu sırada Tubba'ın yanına
Kurayzaoğullarından iki Yahudi alimi geldi ve ona: ''Senin yapmak istediklerini
duyduk. Medine'yi yıkmak, ahalilisini yok etmek hususunda ısrar etsen bile bunu
yapamayacaksın. Aynı zamanda senin başına pek yakında bir felaketin gelip
gelmeyeceğinden emin değiliz.'' dediler. Bunun üzerine Tubba': ''Bunun böyle
olmasının sebebi nedir?'' diye sordu. Onlar: ''Medine şehri Kureyş'ten gelecek
olan bir peygamberin hicret yurdu olacaktır.'' diye cevap verdiler. Tubba',
onların bu sözleri üzerine Medine'yi yıkmaktan ve halkını öldürmekten vazgeçti,
hatta onların bu sözlerini beğenip dinlerine girdi. Bu iki Yahudi alimden
birinin adı Ka'ab, diğerinin ki ise Esed idi. Tubba' ve kavmi ise putperest
idiler. Bundan sonra Tubba' yolu üzerinde bulunan Mekke'ye geldi ve Kabe'ye
çubuklu alaca kumaştan bir örtü giydirdi. Rivayete göre Kabe'ye ilk örtü
giydiren kişi Tubba' idi. Ayrıca Kabe'ye bir kapı ve bir anahtar yaptırdIktan
sonra Mekke'den ayrıldı, Yemen'e hareket etti. Nihayet Yemen'e gelen Tubba'
kavmini Yahudiliğe davet etti; fakat kavmi buna yanaşmadı ve onu ateşin
hakemliğine davet etti. Yemenlilerin iddialarına göre, bir ateşleri vardı ve
ihtilaflı konuların çözümünde bu ateşe başvururlardı. Bu ateş haksızı yakar,
haklıya zarar vermezdi. Tubba' kavminin bu teklifine: ''Adaletli ve insaflı
hareket ettiniz.'' diye cevap verdi. Nihayet Tubba'ın kavmi putlarıyla,
beraberinde Yemen'e getirdiği iki Yahudi alimi de boyunlarında asılı olan
Tevrat kitaplarıyla birlikte gelip ateşin çıkacağı yere oturdular. Ateş çıkınca
onları kuşatıp sardı, putlarını, putlarla birlikte getirmiş oldukları şeyleri
ve putları taşıyan Himyerli adamları yakıp yok etti. Öteki iki Yahudi alimi
ise, Tevrat kitapları boyunlarında asılı olduğu halde hiçbir zarar görmeden,
sadece alınları terleyerek ateşten çıktılar. Bunun üzerine Himyerli Tubba' ın
kabul ettiği Yahudilik dinine girdiler.
Bundan
önce, bir kahin olan Şafi' bin Küleyb es-Sadefi Tubba'ın yanına gelip bir
müddet kalmıştı. Bir gün Tubba' ona: ''Sen benim mülk ve saltanatıma denk başka
bir milletin mülk ve saltanatını biliyor musun?'' diye sordu. Şafi bin Küleyb:
''Hayır, Gassan hükümdarının mülk ve saltanatından başka yoktur.'' diye cevap
verdi. Bu defa Tubba': ''Gassan'ın mülk ve saltanatını aşan daha üstün bir mülk
ve saltanat var mıdır?'' diye sordu. Şafi bin Küleyb: ''Evet vardır. Bu mülk ve
saltanatın sahibi olan zat, hayır ve iyilikleri olan, iyilikleri kabul edilen,
nitelikleri Zebur'da tavsif olunan, ümmeti bütün semavi kitaplarda üstün
görülen ve karanlıkları nurla gideren peygamber Hz. Ahmed (s.a.v.)'dir. O,
Lueyy ve Kusayy oğullarındandır. Geldiği zaman ne mutlu O'nun ümmetine!'' diye
cevap verdi. Bunun üzerine Tubba' Zebur'a baktığı zaman Hz. Muhammed
(s.a.v.)'in anlatıldığını gördü."
"Bu
Tubba', yani Tübban Es'ad Ebü Kerib bin Melikeykerib'den sonra Rabia bin Nasr
el-Lahmi hükümdar oldu. Rabi'a bin Nasr öldükten sonra Yemen ülkesinin
hakimiyeti tekrar Hassan bin Tübban Es'ad'ın eline geçti."
"Rabi'a
bin Nasr hükümdar olduğu zaman korkulu bir rüya gördü. Bunun üzerine ne kadar
sihirbaz, kahin ve falcı varsa hepsini huzuruna getirtti ve onlardan görmüş
olduğu korkulu rüyanın tabir edilmesini istedi, onlar da Rabi'a'dan görmüş
olduğu rüyayı anlatmasını istediler. Rabi'a: ''Eğer gördüğüm rüyayı size
anlatırsam, yapacağınız tabir beni tatmin etmez.'' dedi. Rabi'a'nın bu sözü
üzerine içlerinden birisi: ''Eğer hükümdar rüyasının tabirinden mutmain olmak
istiyorsa, Satih ve Şıkk'a haber salsın, zira onun rüyasını ancak onlar tabir
edebilirler.'' dedi. Satih'ın asıl adı Rabi' bin Rabi'a idi. Aynı zamanda Zi'b
bin Adiyy'e nisbeten ona ''ez-Zi'bi'' de deniyordu. Şıkkın neseb şeceresi ise,
Şıkk bin Mus'ab bin Yeşkur bin Enmar idi."
"Rabi'a
onlara haber gönderdi ve Şıkk'tan önce Satih geldi. Satih hükümdar Rabi'a'nın
huzuruna girince önce ona rüyasını ve rüyasının tabirini sordu. Bunun üzerine
Satih: ''Sen bir kafatası gördün, bu kafatası karanlık bir yerden çıkıp
hayvanların otladığı bir yere düştü ve kafatası olan hayvanları yiyip
bitirdi.'' dedi. Hükümdar Rabi'a: ''Söylediklerin tamamen doğrudur, hiç hata
yapmadın. Acaba bu rüyanın yorumu nedir?'' diye sordu. Satih: ''İki kara taşlık
arasında yaşayan kuş ve böcekler adına yemin ederim ki, Habeşliler
topraklarınızı istila edecek ve Ebyen ile Cureş arasındaki yerleri ellerine
geçireceklerdir.'' diye cevap verdi. Bunun üzerine hükümdar Rabi'a: ''Ey Satih!
Baban hakkı için söylüyorum, bu, asap bozucu ve üzücü bir şeydir. Acaba bu
söylediklerin benim zamanımda mı, yoksa benden sonra mı olacak?'' diye sordu.
Satih: ''Bu senin zamanında değil, senden altmış veya yetmiş yıl sonra vuku
bulacaktır.'' diye cevap verdi. Bu defa Rabia: ''Onların bu hakimiyeti devam
edecek mi, yoksa kesintiye uğrayıp sona mı erecek?'' diye sordu. Satih: ''Yetmiş
küsur yıl sonra hakimiyetleri son bulacak, sonra toplu halde burada
öldürülecekler, sağ kalanlar ise burasını terk edip kaçacaklar'' dedi. Hükümdar
Rabi'a: ''Onların öldürülüp memleketten çıkarılması kimin tarafından
olacaktır?'' diye sordu. Satih: ''Aden tarafından çıkacak olan İrem Zu Yezen
bunu üstlenecek ve Yemen'den onları sürüp çıkaracaktır'' dedi. Hükümdar Rabia:
''Bu zatın hükümranlık ve saltanatı devam edecek mi yoksa kesintiye uğrayıp son
bulacak mı?'' diye sordu. Satih: ''Kendisine gökten vahiy inen ve Galib bin
Fihr bin Malik bin Nadr'ın soyundan gelen pak ve akıllı bir peygamber onun
saltanat ve hükümranlığına son verecek ve uzun müddet hükümranlık ve saltanat
onun kavmi (ümmeti)nde kalacaktır.'' diye cevap verdi. Bu defa Rabi'a: ''Acaba
bu uzun müddetin bir sonu var mıdır?'' diye sordu. Satih: ''Evet vardır. Bu
müddetin sonu, geçmiş ve geleceklerin toplandığı, iyilerin bahtiyar olup
kötülerin bedbaht olduğu kıyamet günüdÜL'' diye karşılık verdi. Son olarak
Rabi'a: ''Ey Satih! Bu söylediklerin doğru mu?'' diye sordu. Satih: ''Evet
doğrudur. Tan yerinin aydınlığına, gecenin karanlığına ve tam aydınlanan sabah
vaktine yemin ederim ki, sana haber verdiğim şeyler elbette doğrudur'' diye
cevap verdi."
"Bundan
sonra Rabia'nın huzuruna Şıkk geldi ve ona: ''Ben korkulu bir rüya gördüm, bu
rüyayı ve yorumunu bana söyle.'' dedi. Rabia, her iki kahinin söylediklerinin
birbirine uyup uymadığını kontrol etmek için Satih'ın söylediklerini ona
açmadı. Bunun üzerine Şıkk: ''Evet, sen bir kafatası gördün, bu kafatası
karanlık bir yerden çıkıp yüksek bir tepe ile bir çimenlik arasına düştü ve
bütün canlıları yiyip bitirdi.'' dedi. Hükümdar Rabia Şıkk'ın bu sözlerini
duyunca: ''Yanılmadın, doğru söyledin, fakat bu rüyanın yorumu nedir?'' diye
sordu. Şıkk: ''İki kara taşlık arasında yaşayan insanlar adına and içerek derim
ki, ülkenize Sudanlar (siyahiler) gelecek ve Ebyen ile Necran arasındaki
yerleri ellerine geçirip hakim olacaklardır.'' diye cevap verdi. Hükümdar
Rabia: ''Ey Şıkk! Baban hakkı için söylüyorum, bu, insanı öfkelendirecek acıklı
bir hadisedir. Acaba bu ne zaman olacaktır?'' diye sordu. Şıkk: ''Senin
hakimiyetinden biraz sonra vukua gelecektir. Sonra Zu Yezen hanedamndan mazisi
temiz, şan ve şeref sahibi bir genç çıkıp onlara zilletin acısını tattıracak ve
sizi onların elinden kurtaracaktır'' diye karşılık verdi. Rabia: ''Acaba onun
hükümranlığı devam edecek mi, yoksa son bulacak mı?'' diye sordu. Şıkk:
''Onların hükümranlığı bir peygamber ile son bulacak, bu peygamber din ve
fazilet sahibi insanlar arasına hak ve adaleti getirecek, hükümranlık ise
'fasıl günü'ne kadar onun ümmetinin elinde bulunacaktır.'' diye cevap verdi.
Bunun üzerine hükümdar Rabi'a: ''Fasıl günü ne demektir?'' diye sordu. Şıkk:
''İdare ve yetki sahiplerinin hesaba çekilip cezalandırılacakları, gökten ölü
ve dirilerin duyabilecekleri bir nidanın geleceği ve bütün insanların tayin
edilen bir vakitte hesap vermeleri için toplandıkları bir gündür.'' diye cevap
verdi."
"Rabia
böylece kahinlere soracaklarını sorup cevaplarını aldıktan sonra, gerekli
ihtiyaçlarını hazırlayıp oğullarını ve diğer aile fertlerini Irak'a gönderdi.
Hire hükümdarı olan Nu'man bin Münzir, Rabi'a bin Nasr'ın Irak'a gönderdiği
oğullarının devam eden neslinin bir kalıntısı olup asıl nesep şeceresi Nu'man
bin Münzir bin Nu'man bin Münzir bin Amr bin İmruü'l-Kays bin Amr bin Adiyy bin
Rabia bin Nasr'dır."
"Rabia
bin Nasr'ın ölmesi üzerine, Hassan bin Tübban bin Ebu Kerib bin Melikeykerib
bin Zeyd bin Amr Zü'l-ez'ar'ın Yemen hükümdarlığına geçmesi ve onun Yemen
halkını yanına alarak kendinden önceki yemen tübba'larının yaptıkları gibi Arap
ve Acem topraklarını çiğnemek maksadıyla harekete geçip yola çıkması,
Habeşlileri harekete geçirdi ve hükümdarlığın Himyerilerin elinden çıkmasına
sebep oldu. Nihayet Hassan bin Tübban Irak'a gelince Yemenli Arap kabileleri
onunla beraber bu sefere katlanmak istemeyerek kendi memleketlerine geri dönme
arzusuna kapıldılar, bu arada kardeşi Amr ile Hassan'ı öldürmesi ve yerine
kendisini geçirmeleri, sonra Yemen'e birlikte dönmeleri konusunda konuştular.
Amr, onların bu tekliflerini kabul etti; ancak Zü Ru'ayn el-Hımyeri buna karşı
çıktı ve Amr'a engelolmak için onu caydırmağa çalıştı, fakat Amr onun sözlerine
kulak asmadı. Bunun üzerine Zü Ru' ayn eline bir kağıt alarak şu mealdeki
mısraları yazdı:
''Acaba
uykusuzluğumu uyku ile değiştiren birisi yok mu? Gecesini huzur içinde geçiren
kişi bahtiyardır. Himyerliler, hükümdarlarına ihanet edip gaddarlıkta
bulundular. Allah, Zü Ru'ayn'in özrünü kabul eder.''
"Zü
Ru'ayn, bu mısraları üzerine yazmış olduğu kağıdı mühürleyip Amr'ın yanına
geldi ve O'na: ''Al bu kağıdı bir yere koy.'' dedi. Amr, kağıdı aldı ve bir
yere bıraktı. Bu arada Hassan kardeşi Amr ile Yemenli Arap kabilelerinin
kendisini öldürmeyi kararlaştırdıklarını öğrenince şu mealdeki iki mısra'ı
söyledi: ''Ey Amr! Beni öldürmek hususunda acele etme; çünkü sen etrafına
adamlar toplamadan da hükümdarlığı alabilirsin.''
"Fakat
Amr kardeşi Hassan'ı öldürmek hususunda direndi ve ''Rahbetü Malik'' denilen
yerde öldürdü. Bir rivayete göre buranın diğer adı ''Furdatu Nu'm'' idi. Bundan
sonra Amr Yemen'e döndü, fakat uykusuzluk hastalığına tutuldu. Durmadan
uykusuzluğunun sebebini tabip, kahin ve fakılardan soruyor ve onlara şikayette
bulunuyordu. Nihayet sorduğu kimselerden birisi ona: ''Bir kimse kardeşini veya
akrabasını haksız yere öldürürse, mutlaka uykusuzluk hastalığına tutulur.''
dedi. Amr bu sözü işitince, kardeşi Hassan'ı öldürmeğe teşvik ve tahrik eden
herkesi öldürdü. Öldürülme sırası Zü Ru'ayn'a gelip de onu öldürmek istediği
zaman Zü Ru'ayn: ''Benim senin yanında beratım var.'' dedi. Amr: ''Ne gibi bir
beratın var?'' diye sorunca, Zü Ru'ayn: ''Sana emanet olarak bıraktığım yazıyı
çıkar.'' dedi. Amr, yazıyı çıkarıp baktığında Zü Ru'ayn tarafından yazılmış
olan ve yukarıda bahsi geçen iki mısra'ı gördü ve onu öldürmekten vazgeçti;
fakat çok geçmeden Amr öldü, onun ölümü ile de Himyeriler dağılıp
parçalandılar. "
Bana
göre, Ebu Ca'fer et-Taberi'nin Kubad'ın Rey'de öldürüldüğü ve onun
öldürülmesinden sonra Tubba'ın buraları ele geçirdiğine dair yapmış olduğu
nakil doğru değildir ve fahiş derecede hatalıdır. Aslında onun bu naklinden
bahse bile gerek yoktur. Eğer Taberi'nin Tarihindeki ana başlıkları,
özelliklerini ihlal etmeden muhtevasını zikretmeyi kendimize şart koşmamış
olsaydık, onun zikrettiği bu hususları buraya almamak daha uygun olacaktı. Bu
nakildeki hata yönüne gelince: Taberi, Kubad'in Rey'de öldürüldüğünü
zikretmektedir; halbuki Fars tarihçileriyle diğer tarihçiler arasında Kubad'ın
belli bir tarihte kendi eceliyle öldüğü hususunda ihtilaf bulunmamaktadır.
Yukarıda da zikrettiğimiz üzere, onun hükümdarlığı belli bir müddet devam
etmiştir. Ayrıca bu rivayet hariç, Kubad'ın öldürüldüğüne dair hiç bir nakil de
mevcut değildir. Diğer taraftan Kubad ölünce yerine oğlu Kisra Enuşirvan
geçmiştir. Bunun böyle olduğu "Kıra nebki .. " cünılesiyle başlayan
kaside başlığından daha meşhurdur. Eğer Fars hükümdarlığı Kubad'ın ölümünden
sonra Himyerilere geçmiş olsaydı, kendisinden sonra yerine oğlu Enuşirvan nasıl
geçip hükümdar olabilir? Hatta Bizans'ı kendisine vergi getirmeğe zorlayacak ve
diğer milletlerin hükümdarlarını itaati altına alacak kadar tahtını nasıl
sağlamlaştırabilirdi?
Sonra
Ebu Ca'fer et-Taberi, Tubba'ın oğlu Hassan'ı Çin'e, Şemir'i Semerkant'a, oğlan
kardeşinin oğlunu, yani yeğenini Bizans'a gönderdiğini ve yeğeninin
Kostantiniyye'yi ele geçirdikten sonra Roma'ya hareket edip burasını muhasara
ettiğini zikrediyor . Yemen ve Hazaramevt'in ne kadar nüfusu vardır ki, bu
ikisinden ordular teşekkül etsin. Kaldı ki onların bir kısmı memleketIerini
korumak için yerlerinde kalacaklar. Hal böyle iken Tubba'ın bir orduyla
çıkmasını, Hassan'ın diğer bir orduyla harekete geçip Çin gibi askeri
kalabalık, savaşçıları çok olan ülkeye yürümesini, Tubba'ın yeğeninin bir başka
orduyla Kisra gibi birisiyle karşılaşıp hezimete uğrattıktan sonra ülkesini ele
geçirmesini, yine aynı orduyla Semerkant gibi kalabalık nüfuslu ve büyük bir
şehri kuşatmasını, yine başka bir orduyla Ya'fur'un harekete geçip Bizans
üzerine yürümesini ve Kostantiniyye'yi ele geçirmesini bir türlü anlayamıyorum.
Halbuki Müslümanlar memleketlerinin çokluğuna, ülkelerinin genişliğine ve
sayılarının nüfusça çokluğuna rağmen Kostantiniyye'yi ve civarındaki yerleri
almak için çok çaba sarfettiler. Yemen ise asker ve nüfus bakımından en küçük
bir ülkedir. Şu halde onların bu nakledilenleri yapmağa güçleri yetmez. Hele
Tubba' ile birlikte bulunan bir kısım askerle bu işleri yapmağa nasıl güç
yeter? İşte bu tür nakiller kulakları tırmalar, akıl ve havsalalar bunları
kabul etmez.
Diğer
taraftan Ebu Ca'fer, Tubba'ın Fars, Bizans, Çin ve diğer ülkeleri KuMd'ın
öldürülmesinden sonra, yani oğlu Enuşirvan'ın hükümdarlığı döneminde ele
geçirdiğini zikrediyor. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, hükümdarlığı kırk yedi yıl
devam eden hükümdar Enuşirvan'ın döneminde dünyaya geldiği hususunda ihtilaf
yoktur. Yine Habeşlilerin Yemen'i ele geçirmelerini müteakip Himyerllerin
hükümranlığının sona erdiği konusunda da ihtilaf yoktur. Himyerllerin en son
hükümdarı ise ZU Nuvas'tır ve onların hükümranlığı ZU Nuvas 'tan önce sarsılıp
gevşediği ve nizamları bozulduğu için Habeşliler göz koyup ülkelerini
ellerinden almışlardır. Himyerilerin Yemen hakimiyetleri ise Kubad'ın dönemine
rastlamaktadır. O halde Habeşlilerin Yemen hakimiyetinin KuMd'ın döneminde
olduğu kesin olarak bilinirken ve Habeşlilerin Yemen'i ele geçirmezden önce,
Yemen hükümdarı olan Tubba'ın KuMd'ı öldürüp ülkesini ele geçirmesi nasıl
mümkün olur? Bu, kabul edilemez ve vukuu da imkansızdır.
Habeşlilerin
Yemen hakimiyeti yetmiş yıl sürmüştür. Bir rivayette daha fazla sürdüğü
söylenir. Onların Yemen hakimiyetinin sona ermesi, Enuşirvan'ın hükümdarlığının
sonlarına doğru olmuştur. Bu husustaki tarihi nakiller bilinmektedir ve Seyf
Zü-Yezen hadisesi bu hususu apaçık ortaya koymaktadır. Habeşlilerden sonra
Yemen, Müslümanlar tarafından fethedilip ele geçirilinceye kadar Farsların
elinde kalmıştır. Bu durum karşısında Fars memleketlerini eline geçiren
Tubba'ın hükümdarlık müddeti, kendisinden sonra gelen Himyerli hükümdarların
hükümranlık müddetleri ve yetmiş yıl süren Habeşlilerin Yemen hakimiyetleri
kırk küsur yıl devam eden Enuşirvan'ın hükümdarlık müddetinin içerisine nasıl
sığdırılabilir? Mesela, bu hakimiyet müddetleri arasında yetmiş yıl süren Habeş
hakimiyetinin kırk küsur yıl devam eden Enuşirvan'ın hükümdarlık müddetinden
önce sona ermesi çok garip ve hayreti mucip bir şeydir. Eğer Ebu Ca'fer
et-Taberi bu hususu düşünseydi, böyle bir nakilde bulunmaktan elbette haya
ederdi.
Bundan
daha garibi de, Ebu Ca'fer'in adı geçen Tubba'dan sonra yerine Rabia bin Nasr
el-Lahmi'nin hükümdar olduğunu söylemiş olmasıdır. Adı geçen Rabi'a ise
Cezime'nin kız kardeşinin yeğeni Amr bin Adiyy'in atasıdır. Amr bin Adiyy'in
Mülukü't-tavaif döneminde dayısı Cezime'den sonra Hire hükümdarlığına gelmesi,
Erdeşir bin Babek'in hükümdarlığından doksan beş yıl önce olmuştur. Erdeşir ile
Kubad' ın arasında ise yaklaşık yirmi hükümdar gelip geçmiştir. Bu durum
karşısında Amr'ın atası olan Rabi'a Kubad'dan bu kadar uzun zaman önce
yaşamasına rağmen nasılolur da Kubad'dan sonra hükümdar olur? Eğer Ebu Ca'fer
et-Taberi bu hadiseyi: "Kubad'ın döneminde meydana gelen hadiseler"
başlığı altında vermemiş olsaydı, bir tevil ihtimali olabilirdi. Hatta Ebu
Ca'fer bununla da yetinmeyip Tubba'ın seferini anlattıktan sonra "Kubad'ı
öldürdü ve ülkesini ele geçirdi." şeklinde bir de cümle eklemiştir.
İbn
İshak ise, Tubba'lardan doğu seferine çıkan kişinin son Tubba' olduğunu
söylüyor ve ''son Tubba''' sözüyle de doğuya sefer yapan ve buraları ele
geçiren Tubba'ların sonuncusunu kasdediyor; çünkü İbn İshak olsun, başkaları
olsun, doğu seferine çıkan Tubba'ın ölümünden sonra bir takım Tubba'ların
hükümdarlık yaptıklarını, sonra uzun süren bir karışıklık neticesinde
Habeşlilerin göz koymasıyla ülkeleri olan Yemen'in ellerinden çıktığını söylüyorlar.
Ebü Ca'fer'in bu sözünün doğru olması için bu Tubba'ın Kubad'ın döneminde
yaşadığı kabul edilirse, şüphe yoktur ki Yemen ülkesi elinden alınan son
Tubba'ın Ümeyyeoğulları (Emeviler) zamanında yaşaması, Habeşlilerin Yemen'i
istila edip ele geçirmeleri, Abbasoğullarının (Abbasilerin) hilafete
geçmelerinden bir müddet sonra olması ve İslam'ın başlangıcının ise onların
hükümdarlıklarından üç yüz yıl sonra olması gerekir.
Sonra
İbn İshak, Amr bin Talle el-Ensari'nin Tubba'a karşı koyup üzerine yürüdüğünü
söylüyor. Halbuki Amr bin Talle'nin yaşlı bir zat olarak Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e yetiştiği ve Bedir savaşından dönerken vefat ettiği rivayet
edilmektedir. İbn İshak'ın bu sözünün doğru olmadığının bir delili de şudur:
Müslümanlar savaş maksadıyla Fars memleketleri üzerine yürümek istedikleri
zaman, devamlı surette Farslar Müslüman Araplara savaşla ilgili mektuplaşma ve
konuşmalarında: "Siz milletlerin en hakiri, en zelili ve sayıca en
azısınız." derlerdi ve Müslüman Araplar da onların bu sözlerini sineye
çekip itiraf ederlerdi. Eğer Tubba'ın hükümdarlığı yakın bir zamanda olsaydı,
Araplar onların bu sözlerine karşı: "Biz daha dün sizin hükümdarınızı
(yani Kubad'ı) öldürdük, ülkenizi elinizden aldık, namusunuzu çiğnedik ve
mallarınıza el koyduk." diyerek kendilerini savunurlardı. Arapların böyle
söylemeyip, Farsların kendilerine söyledikleri sözleri ikrar edip itiraf
etmeleri, bu Tubba'ın çok uzun zaman önce yaşadığını veya böyle bir Tubba'ın
olmadığını gösterir. Kaldı ki Farslar ne geçmişte ve ne de yakın bir tarihte
böyle bir şeyin vaki olduğunu kabul etmezler; çünkü onlar, Mülukü't-tavaif
(bölge hükümdarları) dönemi hariç, Keyumers'ten itibaren İslam'ın gelişine
kadar mülk ve saltanatlarının kesintiye uğramadan devam ettiğini iddia ederler.
Keyumers ise bazı Farslılara göre Hz. Adem'in kendisidir. Bununla birlikte
Mülukü't-Tavaif döneminde ülkenin bir kısmında hakimiyetini sürdüren Fars
hükümdarlarının saltanatları tamamen kesintiye uğramamıştır. Bu arada
tarihçiler doğu seferine çıkan ve ülkeler fetheden Tubba' hakkında pek çok
ihtilaf etmişlerdir. Bir rivayette bu Tubba'ın Şemir bin Guşş olduğu, diğer bir
rivayette ise onun Tubba' Es'ad olup Şemir Zü'l-Cenan'ı Semerkant'a gönderdiği
söylenir. Bu hususta neticesinde fayda hasıl olmayan bir takım ihtilaflar daha
vardır. Hulasa, yapılan bu hataların açıklığa kavuşmasında bu kadarı kafidir.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
LAHTl'A (LAHI'A
?)'NIN HÜKÜMDARLIĞI