İBNÜ’L-ESİR el-Kamil fi’t-Tarih |
|
HİCRETİN ALTMIŞ
BİRİNCİ YILI OLAYLARI (680-681 M.)
HZ. HÜSEYİN (R.A.)'IN
ŞEHİD EDİLMESİ
HİCRİ
61.YIL
Hz.
Hüseyin yoluna devam etti. Günün ortasında arkadaşlarından birisi tekbir
getirince O'na: "Neden tekbir getirdin?" diye sordu. Adam:
"Hurma ağaçlarını gördüm." diye karşılık verdi. Fakat
Esedoğulları'ndan iki kişi: "Bu bölgede kesinlikle hurma ağacı yoktur."
dedi. Bu sefer Hz. Hüseyin onlara:
"Peki
bu sizce nedir?" diye sorunca bu iki adam: "Bunun gelen atlılardan
başka bir şeyolduğunu sanmıyoruz." diye cevap verdi. Hz. Hüseyin
kendilerine:
"Ben
de aynı şey olduğunu sanıyorum." dedikten sonra: "Kendisine sığınıp
arkamıza alacağımız ve gelenlere karşı tek bir istikametten duracağımız bir
sığınak yok mudur?" diye sorduğunda iki kişi: "Öyle bir yer
vardır." dediler ve şöyle devam ettiler: "İşte Zu Husum denilen yer
yan tarafındadır. Sola doğru oraya gidersin. Şayet bunlardan önce oraya varacak
olursan, orası tam istediğin gibi bir yerdir." Hz. Hüseyin oraya doğru
gitti. Giderken, gelen atlılar da hızla yaklaşıp göründü ve onların gitmekte
olduğu yöne doğru üzerlerine gelmeye başladı. Hz. Hüseyin Zü Husum Dağı'na
onlardan önce varıp konakladı. Gelenler 1000 atlı olup başlarında Temimli ve
daha sonra Yerbululara mensup olan Hurr bin Yezid vardı. Bunlar da tam öğle
sıcağında gelip Hz. Hüseyin'in ve beraberindekilerin karşısında durdular. Hz.
Hüseyin arkadaşlarına ve yanında bulunan gençlere: "İnsanlara su veriniz,
atlara da içebildikleri kadar su içiriniz." dedi.
Bunlar
verilen talimatı yerine getirdiler. Gelenler Kadisiye'den geliyordu. Onları bu
bin atlı ile birlikte Hz. Hüseyin'i karşılamak üzere Husayn bin Numeyr
göndermişti. Öğle namazının vakti gelinceye kadar, Hz. Hüseyin ile karşı
karşıya durdular. Hz. Hüseyin müezzinine emredip ezan okumasını istedi ve o da
ezanı okudu. Hz. Hüseyin, beraberindekilerin yanına çıkarak Allah'a hamd-ü
senada bulunduktan sonra şunları söyledi:
"Ey
insanlar! Şu içinde bulunduğunuz durum Allah'a ve sizlere karşı bir öşürdür.
Ben size mektuplarınız ve elçilerinizle: "Bize gel, bizim şu anda bir
imamımız yoktur; olur ki Allah senin sayende bizleri hidayet üzere toplar"
şeklinde mesaj göndermeniz üzerine gelmiş bulunuyorum. Şayet siz beni
rahatlatacak ahitlerde bulunur söz verecek olursanız şehrinize gelirim; fakat
böyle bir şey yapmayacak olursanız yahut da benim gelişimden hoşlanmadıysanız
sizi terk eder ve geldiğim yere geri dönerim."
Seslerini
çıkarmayınca müezzine: "İkamet getir" dedi ve o da ikamet getirdi.
Hz. Hüseyin Hurr'e: "Kendi arkadaşlarınla ayrıca namaz kılmak istiyor
musun." diye sordu. Hurr: "Hayır, namazı sen kıldır, biz de sana
uyarız." diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Hüseyin onlara namaz
kıldırdı. Daha sonra çadırından içeriye girdi. Arkadaşları etrafına toplandı.
Hurr da yerine geri döndü. İkindi vakti olunca Hz. Hüseyin onlara ikindi
namazını kıldırdı ve onlara karşı dönerek, Allah'a hamd-ü sena'da bulunduktan
sonra şunları söyledi:
"Ey
insanlar! Eğer siz Allah'tan korkarsanız ve hakkı sahiplerine vermeyi kabul
ederseniz bu, Allah'ı daha çok hoşnut edecektir. Bizler ehl-i beytiz; bu işe,
şu kendilerine düşmediği halde iddiada bulunanlardan ve aranızda zulüm ve
düşmanlıkla iş görenlerden daha layıkız. Şayet sizler bizden hoşlanmıyor, bu
konudaki hakkımızı bilmezlikten geliyor ve şu anda mektuplarınızda ve
elçileriniz vasıtası ile ifade ettiğiniz görüşten başka bir görüşe sahip
bulunuyor iseniz sizi bırakıp gideriz." Bunun üzerine Hurr şöyle söyledi:
"Allah'a
yemin ederim, bizler senin sözünü ettiğin mektup ve elçilerin ne olduğunu
bilmiyoruz."
Bunu
duyan Hz. Hüseyin mektup sayfaları dolu iki torba çıkardı ve onları bu
gelenlerin önüne dağıttı. Hurr kendisine şunları söyledi: "Bizler sana bu
mektupları yazan kimselerden değiliz. Biz sizinle karşılaşmamız halinde seni
Küfe'de Ubeydullah bin Ziyad'ın yanına götürmedikçe yanından ayrılmamakla
emrolunmuş kimseleriz." Bunun üzerine Hz. Hüseyin şöyle karşılık verdi:
"Böyle bir şeyi yapmağa kalkışacak olursan ölümün sana bunu
gerçekleştirmekten çok daha yakın olduğunu göreceksin." Daha sonra Hz.
Hüseyin arkadaşlarına atlarına binip gitmeleri için emir verdi, ancak Hurr
onlara engel oldu. Bunun üzerine: "Hayanası kaybedesice, ne
istiyorsun?" diye çıkışınca, Hurr şu cevabı verdi: "Allah'a yemin
ederim, eğer senden başka birisi bana bu sözü söylemiş olsaydı, ben annesine
hakaret etmeden onu bırakmazdım ve kim olduğuna bakmazdım; fakat Allah'a and olsun,
ben senin annen hakkında mümkün olan en güzel sözleri söyler, bunun dışında
başka hiç bir şekilde söz edemem." Hz. Hüseyin O'na: "Peki ne
istiyorsun?" diye sorunca Hurr: "Seni İbn Ziyad'ın yanına götürmek
istiyorum." diye cevap verdi. Hz. Hüseyin: "O halde, Allah'a yemin
ederim, senin peşinden gelmeyeceğim." deyince Hurr:
"O
halde, Allah'a yemin ederim, ben de seni bırakmayacağım," dedi. Karşılıklı
olarak konuşmalarına devam ettiler. Daha sonra Hurr: "Ben seninle
çarpışmak emrini almadım, sadece seni Kufe'ye götürünceye kadar senden
ayrılmamakla emrolundum. Kabul etmeyecek olursan seni Kufe'ye götürmeyecek ve
Medine'ye de ulaştırmayacak bir yola koyu!. Bu konuda ben İbn Ziyad'a yazarım,
sen de Yezid'e yahut da İbn Ziyad'a yaz. Belki Allah bana seninle ilgili herhangi
bir şeye katılmaktan esenliğe kavuşturacak bir yol açar." dedi. Daha sonra
her ikisi da Uzeyb ile Kadisiye arasındaki yola koyuldular. Hz. Hüseyin
gidiyor, Hurr da O'nun yanında yol alıyordu.
Daha
sonra Hz. Hüseyin onlara bir konuşma yaptı. Allah'a hamd-ü sena ettikten sonra
şunları söyledi:
"Ey
insanlar! Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sizden zalim, Allah'ın haram
kıldıklarını helal kabul eden, Allah'ın ahdini bozan, Resulullah (s.a.v.)'ın
sünnetine aykırı hareket eden, Allah'ın kulları arasında haksızlıkla davranan
bir yönetici görüp de onun bu durumunu herhangi bir hareket veya söz ile
değiştirmeyen bir kimse olursa, Allah'ın böyle bir kimseyi de bu zalim
yöneticiyi koyduğu yere koyması hakkıdır. Haberiniz olsun ki şunlar şeytana
itaate koyulmuş, Rahman'a itaat etmeyi bırakmış, fesat çıkartmış, Allah'ın
hadlerini askıya almış, ganimetleri kendi hesabına geçirmiş, Allah'ın haram
kıldıklarını helal, helal kıldıklarını haram kabul etmiş bulunuyorlar. Ben ise
bunu değiştirmek hakkına herkesten çok sahip olan kişiyim. Mektuplarınız ve
elçileriniz, bana bey'at ettiğiniz haberiyle geldi. Sizlerin beni düşmana
teslim etmeyeceğinizi ve kesinlikle beni yardımsız bırakmayacağınızı bildirdi.
Şayet sizler verdiğiniz bey'at üzere devam edecek olursanız, kendiniz için
doğru yolu bulursunuz. Ben Ali'nin ve Resulullah (s.a.v.)'ın kızı Fatıma'nın
oğlu Hüseyin'im. Ben sizinle birlikteyim. Benim ailem de sizin ailenizle
birliktedir. Artık bu durumda bana uymalı, beni örnek almalısınız. Şayet bana
uymayıp vermiş olduğunuz ahdi bozacak, bey'atimi yerine getirmeyecek olursanız
yemin ederim ki bu, sizin yapmadığınız bir şey değildir; çünkü sizler bunu
babama da, kardeşime de, amcamın oğlu Müslim bin Akil'e de yaptınız. Sizin
söylediklerinize kanan zaten aldanmış bir kimsedir. Sizler kendi kısmetinizi
yitirmiş, payınızı kaybetmiş kimseler oluyorsunuz. ''Artık kim sözünden cayarsa
kendi nefsinin aleyhine caymış olur.'' (Feth suresi, 10). Allah sizlere ihtiyaç
bırakmayacaktır. Vesselam."
Bunun
üzerine Hurr, Hz. Hüseyin'e şunları söyledi: "Ben sana kendi hakkında
Allah'ı hatırlatırım. Açıkça söylüyorum ki, savaşacak olursan kesinlikle
öldürüıürsün." Bunun üzerine Hz. Hüseyin: "Sen beni ölümle mi
korkutuyorsun ve sizler beni öldürecek kadar ileri gidecek misiniz? Sana ne söyleyeceğimi
bilemiyorum. Fakat sana Evsl'nin, amcasının oğluna Resulullah (s.a.v.)'ın
yardımına gitmek isterken söylediklerini söylemek istiyorum. O'na: "Nereye
gidiyorsun? Sen öldürüleceksin" deyince şunu okumuştu:
''Yoluma
gideceğim, ölümden dolayı yiğitler ayıplanamaz. Hayır niyet edip Müslüman
olarak cihad ederler ise, Salih kimselere iyi davranıp, günahlardan ayrılıp
Lanetlilere muhalefet ederlerse. Yaşarsam pişman olmanı, ölürsem kınamazlar
beni, Hayatta kalıp da mecbur kalırsan işte en büyük zillet.''
Hurr
O'nun bu sözlerini işitince önünden çekildi. ''Uzeybu'l-Hicanat'' denilen yere
varıncaya kadar yanında yürüdü. Buraya, vaktiyle Nu'man'ın hecin develeri
otladığı için bu isim verilmişti. Burada bulunuyorlarken karşıdan birden
Küfe'den gelen ve binekleri üzerinde bulunan dört kişi göründü. Bunlar
yanlarında Nafi' bin Hilal'e ait olan el-Kamil adındaki bir atı da
sürüklüyorlardı. Kılavuzları Tirimmah bin Adiyy de beraberlerinde bulunuyordu.
Hz. Hüseyin'in yanına yaklaşınca Hurr onların üzerine gitti ve: "Bunlar
Küfe'lidir, bunları ya alıkoyacağım, ya da geri çevireceğim," dedi Bunun
üzerine Hz. Hüseyin şunları söyledi: "Kendimi nasıl koruyorsam, bunları da
öylece koruyacağım. Bunlar benim yardımcılarımdır, benimle beraber gelmiş olanlar
gibidir. Şayet benimle aranı bozmak istemiyorsan mesele yok, aksi takdirde
seninle çarpışırım." Bunun üzerine Hurr onlara ilişmedi. Hz. Hüseyin
gelenlere:
"Geride
bıraktığınız insanların durumunu bana bildiriniz." deyince onlardan biri
olan Mücemma bin Ubeydullah el-Aizi şu cevabı verdi: "İnsanların
şereflilerini soruyorsan, onlara büyük rüşvetler verildi, heybeleri dolduruldu.
Onlar hep birlikte sana karşıdırlar. Geri kalan kimselere gelince, bunların
kalpleri sana meyletmekle birlikte kılıçları sana karşı çekilecektir."
Daha
sonra Hz. Hüseyin onlara elçisi Kays bin Müshir'in durumunu sordu.
Öldürüldüğünü ve Kays'ın yaptıklarını öğrenince gözleri yaş la doldu ve
gözyaşlarını tutamadı. Daha sonra şu mealdeki ayetleri okudu: ''Onlardan kimisi
vardır ki ahdini yerine getirmiştir, kimisi de vardır ki beklemektedir ve onlar
(Allah'a verdikleri sözde) hiçbir değişiklik yapmadılar.'' (Ahzab suresi, 23)
ve şöyle dua etti: "Allah'ım, bize ve onlara cenneti nasip kıl, bizleri ve
onları senin rahmetinin karargahında senin gizli olan ve müminlerin arzuladığı
sevabında bir araya getir!"
Tirimmah
bin Adiy Hz. Hüseyin'e şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim, seninle
birlikte çok kişi olacağını zannetmiyorum. Şayet sana karşı seninle birlikte
gördüğüm şu kimselerden başkaları savaşmayacak olursa bu bile yeter. Fakat ben
Küfe'den ayrılışımdan bir gün önce şehrin dışında gözlerimin şimdiye kadar daha
fazlasını bir arada görmediği bir kalabalık gördüm. Bunlar senin üzerine
yürümek üzere hazırlanmıştı. Allah adına rica ediyorum, eğer onlara bir karış
yaklaşmamak imkanın varsa bunu yap, eğer Allah'ın seni bunlara karşı koruyacağı
bir beldeye inmek ve orada görüşünü ortaya koyup yapacağını açıkça
belirleyinceye kadar kalmak istiyor isen bizim dağımız olan Ecc'e yürü. Allah'a
yemin ederim, biz bu dağ sayesinde Gassan ve Himyer krallarından, Nu'man bin
Münzir'den ve kırmızı ve beyaz renklilerden korunduk. Allah'a yemin ederim,
orada bize şimdiye kadar hiç bir zillet gelmedi. Ben seninle, seni
el-Kurayya'ya yerleştirinceye kadar geleyim. Daha sonra sen Ecc ve Tay'dan
Selma'da bulunan yiğitlere haber gönderirsin. And olsun, on gün geçmeden Tay
Kabilesi'nin bütün yiğitleri piyade ve süvari olarak senin yanına
geleceklerdir. Daha sonra istediğin kadar bizim aramızda kal. Sen şayet savaşa
girecek olursan, ben senin önünde kılıçlarıyla çarpışacak yirmi bin kişinin
kefiliyim. Allah'a yemin ederim, onlar arasında kaldığın ve onlarda gözlerini
kırpacak bir kudret olduğu sürece sana kesinlikle ilişilemeyecektir."
Hz.
Hüseyin kendisine şu cevabı verdi: "Allah seni de, kavmini de
mükafatlandırsın. Bizimle bunlar arasında bir söz geçmiştir. Biz bu sözü
bırakıp gidemeyiz. Ayrıca bu işlerin bizim başımıza ne getireceğini
bilmediğimiz gibi bunların başına ne getireceğini de bilemiyoruz."
Tirimmah daha sonra O'nunla vedalaşarak ailesinin yanına geri döndü ve
beraberindeki yiyecekleri ailesine ulaştırıp Hz. Hüseyin'e yardımcı olacağına
dair söz verdi. Tirimmah verdiği sözü yerine getirdi ve daha sonra Hz.
Hüseyin'in yanına gitmek üzere yola çıktı, fakat ''Uzeybu'ı-Hicanat'' denilen
yere varınca Hz. Hüseyin'in öldürüldüğü haberini aldı ve yeniden ailesinin
yanına döndü.
Daha
sonra Hz. Hüseyin Mukatiloğulları sarayına varıncaya kadar yoluna devam etti.
Orada kurulmuş bir otağ görünce çevresindekilere: "Bu kimindir?" diye
sordu. "Ubeydullah bin Hurr el-Cu'fı'nindir" denilince: "O'nu
bana çağırınız." dedi. Ubeydullah'ı çağırmak üzere elçi gittiğinde adam:
"İnna lillah ve inna ileyhi raci'un. Allah'a yemin ederim, ben Kufe'den,
orada olduğum sürece Hüseyin'in girmesini arzulamadığım için çıkmıştım. And
olsun, O'nu görmek istemediğim gibi O'nun da beni görmesini istemiyorum."
şeklinde konuştu. Elçi geri dönüp Hz. Hüseyin'e durumu haber verdi. Bunun
üzerine Hz. Hüseyin ayakkabılarını giyip O'nun yanına gitti ve ona selam verip
kendisine yardımcı olmasını söyledi. Ancak Ubeydullah aynı şeyleri tekrarladı.
Bunun üzerine Hz. Hüseyin kendisine şunları söyledi: "Sen bana yardım
etmeyecek olursan, bizimle savaşacaklardan biri olacağını düşünerek Allah'tan
kork. Allah'a yemin ederim, bizim söylediklerimizi işittikten sonra bize karşı
olmakta devam eden mutlaka helak olur. Ubeydullah şu karşılığı verdi:
"Senin bu dediğine gelince, Allah'ın izniyle kesinlikle
olmayacaktır."
Sonra
Hz. Hüseyin oradan ayrıldı, yerine döndü. Geceleyin yola koyuldu. Bir süre yol
aldıktan sonra uyukladığı için başı hafifçe önüne eğildi. Daha sonra uyanıp:
"İnna lillah ve inna ileyhi raciun vel hamdu lillahi Rabbil alemin"
dedi. Bunun üzerine Oğlu Ali yanına gelerek: "Babacığım sana feda olayım,
ne diye hamd ettin ve istircada bulundun?" diye sordu. Hz. Hüseyin şu
cevabı verdi: "Yavrucuğum, hafifçe uyukladım, bu sırada atı üzerinde
birini gördüm, şunları söylüyordu: "Bunlar yollarına devam ediyor.
Ecelleri de onlara doğru geliyor." Anladım ki bizim ölümümüz bize haber
veriliyor." Oğlu kendisine: "Babacığım! Allah sana hiçbir kötülüğün
yüzünü göstermesin, bizler hak üzere değil miyiz?" deyince Hz. Hüseyin
O'na: "Kulların kendisine döneceği kimseye yemin ederim ki biz hak
üzereyiz." dedi. Bu sefer oğlu: "O halde hak üzere olduğumuz halde
ölmekten dolayı hiçbir şekilde aldırış etmiyoruz." diye cevap verince Hz.
Hüseyin O'na şöylece dua etti: "Allah seni bir babanın oğluna babası
yerine verdiği mükafatın en hayırlısıyla mükafatlandırsın. "
Sabah
olunca namaz kılıp alelacele bineğine bindi. Taraftarlarıyla birlikte sol yolu
izlemeye başladı. Arkadaşlarını dağıtmak istiyordu. Fakat Hurr gelip O'nu ve
arkadaşlarını geri çevirdi. Hurr onların Küfe tarafına gitmelerini engelleyip
şiddetle geri çevirmek istedikçe onlar geri dönmüyor ileriye doğru gitmek
istiyorlardı. Bu şekilde yolun sol tarafını izleyerek sonunda Ninava'ya kadar
vardılar ve orada Hz. Hüseyin'in indiği yere ulaştılar. Hz. Hüseyin burada
indiği sırada Küfe' den bir atlı geldi. Durup bu atlıyı beklediler. Gelen atlı
Hurr'a selam verdiği halde Hz. Hüseyin'e ve arkadaşlarına vermedi. Hurr'a İbn
Ziyad'dan getirdiği bir mektubu verdi. Mektupta şunlar yazılıydı: "Sen,
elçim yanına varıp da bu mektup eline geçer geçmez, Hüseyin'i dar ve sarp bir
yerde sıkıştırıp bırak. O'nu açıklıkta, savunmasız ve susuz bir yerde
konaklamaya mecbur et. Sana mektubumu getiren bu elçiye emrimi uyguladığına
dair bana haber getirinceye kadar yanından ayrılmamasını emretmiş bulunuyorum.
Vesselam." Hurr gelen mektubu okuduktan sonra onlara şunları söyledi:
"İşte Emirin mektubu bana gelmiş bulunuyor. Bu mektubun elime geçtiği
yerde sizleri dar bir yerde sıkıştırmamı emrediyor. Ayrıca mektubu getiren
elçisine görüşünü ve emrini uygulayıncaya kadar benden ayrılmamasını
emretmiş." Daha sonra Hurr onları susuz ve kasaba olmayan bir yerde inmeğe
mecbur etmek istedi. O'na: "Bırak da Ninava'da ya da Gadiriyye'de veyahut
Şufeyye denilen yerde konaklayalım." denildiyse de: "Hayır, böyle bir
şey yapamam. Bu adam bana casusluk yapmak üzere gönderilmiş bulunuyor."
diye cevap verdi.
Zübeyr
bin el-Kayn Hz. Hüseyin'e şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim, bundan
sonraki durumlar kesinlikle daha ağır ve çetin olacaktır. Ey Resulullah'ın
oğlu! Muhakkak şu anda bunlarla çarpışmak, bunlardan sonra arkadan gelecek
kimselerle çarpışmaktan daha kolaydır. Yemin ederim, bunlardan sonra o kadar
çok sayıda kimse üzerimize gelecek ki bunlara karşı koyamayacağız." Hz.
Hüseyin ise O'na şöyle karşılık verdi: "Savaşı ben başlatacak
değilim." Bunun üzerine Züheyr Hz. Hüseyin'e şu teklifi yaptı: "O
halde bizi şu kasabaya götür, orada konaklayalım, çünkü orası savunulabilir bir
yerdir ve Fırat'ın kıyısında bulunuyor. Şu anda bunlar bizi alıkoymak isteyecek
olurlarsa onlarla çarpışırız, çünkü şimdi onlarla çarpışmak daha sonra
geleceklerle çarpışmaktan bizim için daha kolaydır." Bu sefer Hz. Hüseyin:
"Peki burası neresidir?" diye sorunca Züheyr: "Akr'dır"
diye cevap verdi. Hz. Hüseyin şöyle dua etti: "Allah'ım, ben sana Akr'dan
sığımyorum." dedikten sonra orada inip konakladı. Bu olay hicretin 61.
yılı Muharrem ayının ikinci (2 Ekim 680 M.) Perşembe günü olmuştu.
Ertesi
gün olduğunda Ömer bin Sa'ad bin Ebi Vakkas, Küfe'den dört bin kişi ile geldi.
O'nun buraya gelişinin sebebi şuydu: Ubeydullah bin Ziyad Ömer'i dört bin
kişiye komutan yaparak Destebey'e göndermişti. Deylemliler buranın üzerine
yürüyerek ellerine geçirmiş, Ubeydullah bu sefer O'na Rey üzerine yürümesini
yazmış, Ömer de beraberindeki kuvvetlerle birlikte ''Hammam A'yun'' denilen yerde
karargahını kurmuştu. Hz. Hüseyin'in durumu bu şekilde olunca İbn Ziyad Ömer
bin Sa'ad'ı yanına çağırarak şu talimatı verdi: "Sen Hüseyin'in üzerine
yürü. Önce bu işi halledelim, sonra öbür işe gidersin." Ömer bu görevden
affedilmesini isteyince İbn Ziyad kendisine:
"Olur,
fakat bizim sana vermiş olduğumuz emaneti, görevi geri vermen şartıyla kabul
ediyorum" diye cevap verdi. Bu cevabı alan Ömer, İbn Ziyad'a:
"Düşünmek
üzere bana bu gün mühlet ver." teklifinde bulundu. Ömer kendisine samimi
olarak görüş bildiren kimselerle danıştı. Hepsi böyle bir şey yapmamasını
söyledi. Kız kardeşinin oğlu olan Hamza bin Muğire bin Şu'be yanına gelerek
şunları söyledi: "Allah adına senden şunu istiyorum dayıcığım, Hüseyin'in
üzerine gitme! Günah kazanırsın, akrabalık bağlarını koparırsın. Allah'a yemin
ederim, dünyanı, malını ve yeryüzü hakimiyetini terk etmek senin için Allah'ın
huzuruna Hüseyin'in kanıyla çıkmaktan çok daha hayırlıdır. " Ömer O'na:
"Olur." diye cevap verdi. Gece boyu durumunu düşünüp durdu. Şu beyitleri
okuduğu da işitildi:
"Rey
mülkünü ve Rey'i mi bırakayım, Yoksa zemmedilmiş olarak Hüseyin'in kanıyla mı
döneyim? Onu öldürmek demek engelsiz ateşe girmek demektir. Rey mülkü de göz
aydınlığıdır."
Daha
sonra İbn Ziyad'ın yanına gelerek şunları söyledi: "Sen beni bu işe tayin
ettin ve herkes de bunu işitmiş bulunuyor. Beni bu görevde tutmak istiyorsan
tutmana devam et. Hüseyin'in üzerine de, Küfelilerin ileri gelenlerinden savaş
konusunda benden hiç de geri olmayan bazı kimseleri gönder."
dedikten
sonra bir takım kimseleri de ismen söyledi. İbn Ziyad O'na şöyle dedi:
"Ben kimi göndermek istediğim konusunda senden görüş istemiyorum. Bizim
askerimizle birlikte yola gidersen mesele yok, aksi takdirde bizim görev
talimatımızı bize geri ver." Bunun üzerine Ömer: "O halde yola
çıkıyorum." dedi. İşte Ömer bu ordu ile birlikte Hz. Hüseyin'in bulunduğu
yere kadar geldi. Ömer konakladıktan sonra Hz. Hüseyin'e bir elçi göndererek
buralara ne diye geldiğini sordurdu. Hz. Hüseyin şöyle cevap verdi: "Sizin
şehrinizin halkı, benim yanlarına gelmemi yazdı. Onlar şayet benim gelişimden
memnun değilseler bırakıp giderim." Bu cevabı alan Ömer İbn Ziyad'a mektup
yazarak durumu bildirdi. İbn Ziyad mektubu okuyup ardından şu beyiti okudu:
''Şu
anda pençelerimizle O'nu yakalamışken Kurtulmayı umuyor, oysa iş işten geçti.''
Daha
sonra Ömer'e mektup yazarak, O'na Yezide bey'at etmeyi teklif etmesini emretti.
"Şayet Yezid'e bey'at edecek olursa biz de O'nun hakkında görüşümüzü
ortaya koyacağız." Ayrıca O'na beraberindekilerle birlikte Hz. Hüseyin'i
suya varmaktan men etmesini de emretmişti. Bu emri alan Ömer bin Sa'ad, Amr bin
Haccac'ı beş yüz atlının başına getirerek görevlendirdi. Bunlar suya giden
yolun kenarına indiler ve Hz. Hüseyin ile suyun arasını tuttular. Bu hadise Hz.
Hüseyin'in öldürülmesinden üç gün önce gerçekleşmişti. Ezdli Abdullah bin Ebu'l
Humyn Bedle Kabilesi'nden olan kimselerle birlikte şöyle seslendi: "Ey
Hüseyin suya bakmıyor musun? Sen susuzluktan ölünceye kadar bir damla bile
tatmayacaksın. Bunu gören Hz. Hüseyin: "Allah'ım! Susuz olarak O'nun
canını al ve O'na ebediyen mağfiret buyurma" diye dua etti.
Taberi
der ki: "Daha sonra hastalandı. Bir kap su içiyor, arkasından hemen bu
suyu kusuyor, bir daha su içmeye koyuluyor, içi tamamen su doluncaya kadar yine
içiyor, arkasından bir daha kusuyor ve içtikçe bir türlü suya kanmıyordu,
ölünceye kadar da bu durumu devam edip gitti."
Hz.
Hüseyin ve arkadaşlarının susuzlukları ileri dereceye varınca kardeşi Abbas bin
Ali'ye kırbalar taşıyan yirmi kişilik piyade grubuyla ve otuz atlıyla birlikte
su getirmeleri için emir verdi. Bunlar da suya yaklaştılar. Suyun kenarında
kırbalarını doldurup geri dönünceye kadar çarpışıp durdular. Daha sonra Hz.
Hüseyin Ömer bin Sa'ad'a ensardan Amr bin Karaza bin Ka'ab'ı göndererek O'na:
"Bu gece, benim karargahım ile senin karargahın arasında bir yerde
karşılaşmaya gel." diye haber yolladı. Ömer denilen yere çıktı, ikisi bir
araya gelerek uzun süre kendi aralarında konuştular. Daha sonra her birisi askerleri
arasına geri döndü. İnsanlar kendi aralarında Hz. Hüseyin'in Ömer bin Sa'ad ile
şu şekilde konuştuğundan söz ettiler:
Hz.
Hüseyin: "Benimle beraber gel, Yezid bin Muaviye'nin yanına gidelim ve
ikimiz de askerlerimizi burada bırakalım." Ömer: "Evimin
yakılmasından korkarım." Hz. Hüseyin: "Ben sana ondan daha hayırlı
bir ev yaparım." Ömer: "Çiftliklerim elimden alınır." Hz.
Hüseyin: "Ben sana onlardan daha hayırlısını Hicaz'daki malımdan
veririm." Fakat Ömer bu tekliften hoşlanmadı.
Ömer
ile Hz. Hüseyin arasında böyle bir konuşmanın geçtiği söylendiği halde böyle
bir konuşmayı bunu söyleyenlerden kimse işitmiş değildi.
Denildiğine
göre aralarında daha değişik bir konuşma geçmiş, Hz. Hüseyin Ömer bin Sa'ad'a
şu teklifte bulunmuş: "Şu üç teklifimden birini seçiniz; ya geldiğim yere
dönerim, ya Muaviye'nin oğlu Yezid'in eline, elimi verip bey'at ederim, o da
benim hakkımdaki görüşünü ortaya koyar, yahut da benimle arzu ettiğiniz
Müslüman serhadlerinden birine gelirsiniz, ben de o serhaddin halkından birisi
olurum, onların lehine olan benim de lehime, aleyhine olan benim de aleyhime
olur.
Fakat
Ukbe bin Sim'an'ın şunları söylediği rivayet edilmiştir: "Ben Medine'den
Mekke'ye, Mekke'den Irak'a kadar Hüseyin ile birlikte bulundum, şehit
edilinceye kadar O'ndan ayrılmadım. Şehit edildiği güne kadar halka yaptığı
bütün konuşmaları dinledim. Allah'a yemin ederim ki, bugün insanların dilinde
dolaşmakta olan elini Yezidin eline vererek bey'at etmesinden yahut kendisini
Müslümanların bir serhaddine götürüp orada bırakmalarından hiç bir şekilde söz
etmedi, onlara böyle bir şey söylemedi. O'nun söyledikleri şundan ibaret idi:
"Beni bırakın geldiğim yere gideyim yahut da bu uçsuz bucaksız arzda
serbestçe dolaşayım. Sonunda hepimiz insanların nereye varacaklarını
görürüz." Fakat bu dediğini yerine getirmediler."
Daha
sonra Hz. Hüseyin ile Ömer bin Sa'ad üç veya dört defa bir araya geldiler. Ömer
bin Sa'ad Ubeydullah bin Ziyad'a şunları yazdı: "Yüce Allah çalkantıyı
durdurmuş ve söz birliğini sağlamış bulunuyor. Hüseyin bana gelmiş olduğu yere
dönmeyi veya kendisini arzu ettiğimiz bir serhadde götürmemizi teklif etmiş
bulunuyor, ya da müminlerin emiri Yezid'in yanına giderek bey'atte bulunmak
istediğini söylüyor. Siz de böyle bir şeyden hoşnut olursunuz ve ümmet için de
bunda iyilik ve hayır vardır. "
İbn
Ziyad bu mektubu okuyunca şunları söyledi: "Bu kendi emirine gerçekten
samimi bir şekilde öğüt veren ve kavmine karşı şefkatli olan bir insanın
mektubudur. Evet, bunu kabul ediyorum."
Bunun
üzerine Şemir bin Zu'l-Cevşen ayağa kalkarak İbn Ziyad'a şunları söyledi:
"O,
senin arazinde ve sana yakın bir yerde konaklamış bulunuyorken mi bu
tekliflerini kabul ediyorsun? Allah'a yemin ederim, eğer senin bölgenden
Yezid'in eline elini verip bey'at etmeden ayrılacak olursa kuvvetli ve üstün
olması daha çok umulur. Buna karşılık senin zayıf ve aciz olma ihtimalin de
daha çok yükselir. Sakın bu durumda O'na itaat etmeyesin. O takdirde bu bir
gevşeklik belirtisi olur. O da, arkadaşları da senin hükmünü kabul etsin. Şayet
bu durumda ceza verecek olursan ceza vermeye ehil bir kimsesin affedecek
olursan bu da senin yetkin dahilindedir. Allah'a yemin ederim, ben Hüseyin ile
Ömer'in genellikle askeri karargah arasında geceleyin konuştukları haberini
almış bulunuyorum."
İbn
Ziyad bu sözlere şöyle karşılık verdi: "Gerçekten çok güzel bir görüş
ortaya atmış bulunuyorsun. Bu mektubu al ve Ömer'in yanına git! Hüseyin'e ve
arkadaşlarına benim vereceğim hükmü kabul etmelerini teklif etsin. Kabul edecek
olurlarsa teslim olmuş olarak onları bana göndersin, kabul etmezlerse onlarla
savaşsın. Böyle yapacak olursa sen de O'nun emrini dinleyip itaat et, kabul
etmezse O'nun da diğer askerlerin de emiri sensin. Boynu-nu uçur ve kafasını
bana gönder." Daha sonra bir mektup yazıp O'nun vasıtasıyla Ömer bin
Sa'ad'a gönderdi. Mektupta şunlar yazılıydı:
"Ben
seni Hüseyin'e onunla savaşmaktan geri kalman, O'nu ilerletip uzun süre tanıman
yahut da bana karşı O'na şefaat etmen için göndermedim. Şimdi işi incele. Şayet
Hüseyin ve beraberindekiler hükmü kabul edip teslim olurlarsa onları teslim
almış olarak bana gönder, kabul etmeyecek olurlarsa onları öldürünceye, onların
uzuvlarını kesinceye kadar üzerlerine yürü ve hücum et, çünkü onlar böylesini
hak etmiş bulunuyorlar. Hüseyin öldürülecek olursa atlılar O'nun göğsü ve sırtı
üzerinden geçip çiğnesin; çünkü O hayırsız, birliği bozucu, akrabalık bağlarını
kesici ve zalim birisidir. Sen bizim bu emirlerimizi uygulayacak olursan,
dinleyip itaat edenler nasıl mükafatlandırılırsa seni öylece mükafatlandırırız;
yok kabul etmeyecek olursan o zaman askerlerimiz arasından ayrıl ve
askerlerimizi Şemir ile başbaşa bırak. Vesselam."
Şemir
mektubu aldığında yanında Abdullah bin Ebi'l-Muhil bin Hizam, bulunuyordu.
O'nun halası olan Hizam'ın kızı Um el-Benin Ali'nin hanımı idi. Ondan Abbas,
Abdullah, Ca'fer ve Osman adındaki çocukları olmuştu. Abdullah, İbn Ziyad'a
şunları söyledi: "Eğer bizim kız kardeşimizin çocuklarına bir eman yazmayı
uygun görüyorsan yazıver." İbn Ziyad onlara bir eman yazarak bu emanı
kendisinin bir kölesi ile birlikte onlara gönderdi. Onlar bu eman mektubunu
görünce: "Bizim sizin emanınıza ihtiyacımız yoktur, çünkü Allah'ın emanı
Sümeyye'nin oğlunun emanından daha hayırlıdır." dediler.
Şemir
İbn Ziyad'ın mektubunu Ömer'e ulaştırınca Ömer: "Sana ne oluyor? Vay
haline! Allah kahretsin. Şu getirdiğin ne?" deyip şöyle devam etti:
"Allah'a
yemin ederim, benim kendisine yazmış olduğum şeyi kabul etmekten O'nu sen geri
çevirmiş bulunuyorsun. Bizim düzelmesini ümit ettiğimiz bir işi sen berbat
ettin. And olsun Hüseyin ebediyyen teslim olmaz. O babasının taşıdığı ruhun
aynısını taşıyor." Bu sefer Şemir kendisine: "Peki, ne
yapacaksın?" diye sorunca Ömer şöyle cevap verdi: "Bu işi üzerime
alacağım."
Perşembe
akşamı Muharremin dokuzuncu (9 Ekim 680 M.) günü Şemir Hz. Ali'nin oğlu Abbas'ı
çağırdı, O'nunla birlikte diğer kardeşlerini de istedi. Hep birlikte O'nun
yanına geldiler. Şemir onlara: "Kız kardeşimin çocukları! Sizler eman içindesiniz."
dedi. Fakat onlar şöyle cevap verdiler: "Allah sana da, senin verdiğin
emana da lanet etsin. Sen bizim gerçekten dayımız olsaydın, hiç bize eman verip
Resulullah'ın oğlunu emansız bırakır mıydın?"
İkindiden
sonra Ömer ve askerleri atlarına bindiler. Hz. Hüseyin ise çadırının önünde
kılıcına yaslanmış, kafası dizlerine doğru düşmüş bir halde uyuklamıştı. Kız
kardeşi Zeyneb gürültüyü işitince yaklaşıp uykusundan uyandırdı. Hz. Hüseyin
başını kaldırıp şunları söyledi: "Resulullah (s.a.v.)'i rüyamda gördüm,
bana: "Sen bize doğru geliyorsun" diyordu." Bunun üzerine kız
kardeşi Zeyneb yüzüne vurup: "Vay başımıza gelenlere!" diye feryadı
bastı. Hz. Hüseyin O'na şu cevabı verdi: "Ey kardeşim! Sizin için vay
demek söz konusu değiL. Allah sana rahmet eylesin. Sesini kes, sus." Bu
sefer kardeşi Abbas şöyle dedi: "Kardeşim, bunlar sana doğru gelmiş
bulunuyorlar." Bunun üzerine Hz. Hüseyin: "Kardeşim, bizzat ben atıma
binip gidiyorum." deyince Abbas: "Hayır ben gideceğim." dedi.
Hz. Hüseyin: "Atına bin, karşılarına çık ve onlara: "Ne oluyorsunuz?
Hatırınıza ne geldi?" deyip ne için geldiklerini soruver." diye
karşılık verdi. Kardeşi Abbas aralarında Züheyr bin el-Kayn'ın da bulunduğu
yirmi atlı ile birlikte onların yanına gitti. Onlara durumu sorunca şu cevabı
verdiler: "Emir bize şunu şunu emretmiş bulunuyor." Bunun üzerine
Abbas onlara şöyle dedi: "Acele etmeyin, ben Ebu Abdullah (Hz. Hüseyin'i
kastediyor)'a gidip sözünü ettiğiniz bu hususu arz edeceğim." dedi. Hepsi
yerlerinde durdular. Abbas da Hz. Hüseyin'in yanına gidip kendisini durumdan
haberdar etti. Diğer taraftan Abbas'ın arkadaşları gelenlerle beraber durup
onlarla konuştular ve onlara Allah'ı hatırlamalarını söylediler. Abbas Hz.
Hüseyin'e onların söylediklerini haber verince Hz. Hüseyin Abbas'a şunları
söyledi: "Şimdi onların yanına git. Onları yarın sabaha kadar
geciktirebilirsen iyi olur. Biz de gece boyu namaz kılarız Rabbimize dua eder
ve O'ndan mağfiret dileriz. O da biliyor ki ben kendisine namaz kılmayı,
kitabını okumayı, çok çok dua etmeyi ve istiğfarda bulunmayı seviyordum."
Hz. Hüseyin aynı zamanda ailesine vasiyette bulunmayı da arzu etmişti. Abbas
onlara haber götürüp şunları söyledi: "Bu akşam gidiniz. Biz bu işi
düşünelim. Sabah olunca inşallah karşılaşırız. Sizin teklifinizi ya kabul ederiz
yahut geri çeviririz."
Ömer
bin Sa'ad: "Ne dersin ey Şemir?" diye sorunca Şemir: "Emir
sensin." diye cevap verdi. Bu sefer Ömer bin Sa'ad beraberindeki askerlere
dönüp sordu: "Görüşünüz nedir?" Zebidli Amr bin Haccac şunları
söyledi: "Allah Allah, hayret doğrusu! Allah'a yemin ederim, bunlar
Deylemli olsaydılar ve sizden böyle bir istekte bulunsaydılar yine de onların
dediklerini kabul etmeniz gerekirdi." Diğer taraftan Kays bin Eş'as bin
Kays şunları söyledi: "Onların tekliflerini kabul et. Yemin ederim, yarın
sabah bunlar savaşla karşına çıkacaklar." Bunun üzerine Ömer bin Sa'ad
şunları söyledi: "Onların böyle yapacaklarını bilseydim. Kesinlikle bu
gece fırsat vermezdim." Daha sonra bırakıp geri döndü.
Ömer'in
dönmesinden sonra Hz. Hüseyin arkadaşlarını toplayıp şunları söyledi:
"Yüce Allah'a övgülerin en güzelini, en iyisini sunuyorum. Ben kendisine
sıkıntılı durumlarım için de, genişlik durumlarım için de hamd ediyorum.
Allah'ım! Ben sana bizleri peygamberlik şerefi ile şereflendirdiğin için şükrediyorum.
Bizlere hakkı işitecek kulaklar, görecek gözler, anlayacak kalpler verdiğin
için, Kur'an'ı öğrettiğin için ve dinde bizleri derin bilgi sahibi kıldığın
için hamd ediyorum. Bizleri sana şükredenlerden kıL. İmdi, ben şu
arkadaşlarımdan daha vefakar ve onlardan daha hayırlı arkadaş bilmiyorum. Ben
benim ailemden daha iyi ve akrabalık haklarına onlardan daha çok riayet eden
kimse bilemiyorum, Allah hepinize benim yerime en hayırlı bir şekilde
mükafatlar versin. Ben zannediyorum ki yarın bu düşmanlarla karşı karşıya
kalacağız. Ben hepinize izin veriyorum. Serbest olarak beni bırakıp gidiniz ve
kesinlikle bundan dolayı sizleri kınamayacağım. İşte gecenin karanlığı sizleri
örtmüş bulunuyor. Siz de onu sırtına bindiğiniz bir deve gibi değerlendiriniz. Sizin
her bir erkeğiniz benim ailemden bir erkeğin elinden tutup gitsin. Allah
hepinize mükafatlar versin. Daha sonra bu ülkede, bu ovada ve bu şehirlerde
Allah bu zorluğun sonunu getirinceye kadar dağılınız. çünkü şunu biliniz ki
bunlar beni istiyorlar. Beni ellerine geçirecek olurlarsa başkalarını aramaz ve
benimle oyalanırlar. "
Bunun
üzerine kardeşleri, çocukları, kardeşlerinin çocukları ve Abdullah bin
Ca'fer'in çocukları O'na şöyle sordu: "Ne diye böyle yapalım ki? Senden
sonra hayatta kalmak için mi? Hayır Allah bize böylesini ebediyyen
göstermesin."
Hz.
Hüseyin onlara şunu söyledi: "Ey Akiloğulları! Size ölümden pay olarak
Müslim'in öldürülmüş olması yeter. Haydi, gidiniz, ben sizlere izin
veriyorum." Fakat Akiloğulları şöyle konuştular: "Peki, biz insanlara
ne diyeceğiz? Biz onlara efendimizi, büyüğümüzü, bütün amcaların en hayırlısı
olan amcalarımızın çocuklarını bıraktık mı diyeceğiz? Neden biz de onlara bir
ok olsun atmayalım? Ne diye biz de onlara karşı bir mızrak kullanmayalım,
onlara bir kılıç sallayamayalım? Onları bırakıp da ne yaptıklarını bilmeyelim?
Hayır, Allah'a yemin ederiz, öyle bir şey yapmayacağız. Fakat gerekirse senin
için kendimizi, mallarımızı ve ailemizi feda ederiz. Senin varacağın yere
varıncaya kadar seninle birlikte çarpışacağız. Senden sonra hayatta kalacaksak
böyle bir hayatın Allah belasını versin." Daha sonra Esedli Müslim bin
Avsece önüne dikilerek şunları söyledi: "Bizler seni bırakıp gideriz ha!
Peki, senin hakkını ödediğimiz konusunda Allah'a karşı nasıl bir özür beyan
edeceğiz? Allah'a yemin ederim, mızrağımı göğüslerinde kurmadıkça, kabzası
elimde duran kılıcımla onları vurmadıkça senden ayrılmayacağız. Allah'a yemin
ederim, silahım elimde olmayacak olursa seninle birlikte ölünceye kadar
taşlarla dövüşür ve onlara taş atarım."
Hz.
Hüseyin'in diğer arkadaşları da benzeri şekilde konuşmalar yaptı. Allah onların
hepsine mükafatlar ihsan buyursun.
O
gece kız kardeşi Zeyneb çadırında Ebu Zer el-Gifari'nin azatlısı Huvey ile
birlikte kılıcını tamir etmekte iken Hz. Hüseyin'in şu beyitleri okuduğunu
işitmişti:
''Ey
zaman, of senden, ne biçim arkadaşsın! Ne zamandır gün doğuyor, sabah oluyor.
Nasıl arkadaşsın, nasıl ölü istersin? Zaman birini başkası yerine kabul etmiyor
ki! Emir ancak Celil olan Allah'ındır. Her hayat sahibi bu yoldan gidiyor.''
Bu
beyitleri iki veya üç defa tekrarladı. Kız kardeşi Zeyneb O'nun bu beyitleri
okuduğunu işitince eteklerini sürüyerek yanına kadar gitti ve şu şekilde
bağırmaktan kendisini alamadı: "Vay başıma gelenlere! Keşke ölüm şu anda hayatımı
tüketip bitirse ... Annem Fatıma öldü, babam Ali öldü, kardeşim Hasan öldü. Ey
geçmişlerin halifesi ve şimdi önümde duran bunların hepsi öldü." Hz.
Hüseyin O'na bakıp şöyle dedi: "Canım kardeşim! Sakın şeytan senin dayanma
gücünü alıp götürmesin." Kız kardeşi şöyle karşılık verdi:
"Anam
babam sana feda olsun. Sen adeta ölümünü istiyor gibisin. Canım sana feda
olsun." Hz. Hüseyin yutkundu, gözlerine yaşlar doldu ve sonra şunları
söyledi: "Keklik bu gece bırakılsa uyuyacak." Bu söz üzerine Zeyneb elleriyle
yüzüne vurup şöyle dedi: "Vay başıma gelenlere! Senin nefsin istemeye
istemeye seni zorluyor ha! İşte bu benim kalbimi daha bir parçalayıcı, ruhumu
daha bir etkileyicidir." Daha sonra dövündü, elbisesini yı rttı ve baygın
olarak yere düştü. Hz. Hüseyin yanına varıp yüzüne su döktü ve şunları söyledi:
"Allah'tan
kork ve Allah'ın emrettiği şekilde taziyeni yap. Şunu bil ki, yeryüzündekilerin
hepsi ölecektir. Göktekilerin hepsi kalmayacaktır. Kerim olan Allah hariç her
şey helak olacaktır. Babam benden hayırlıdır, annem benden hayırlıdır, kardeşim
benden hayırlıdır. Bana da, onlara da ve her Müslümana da Resulullah'ta çok
güzel örnek vardır." Bu şekilde O'nu teselli etti ve benzeri şeyler
söyledi. Daha sonra O'na şu tavsiyede bulundu: "Canım kız kardeşim! Allah
adına sana yemin veriyorum, sakın elbiseni yırtmayasın ve benim için yüzünü
tırmalamayasın. Ölecek olursam ''vay başıma, yazıklar bana'' demeyesin. "
Hz.
Hüseyin daha sonra arkadaşlarının yanına çıkarak onlara çadırlarını
birbirlerine yaklaştırmalarını, birinin iplerini diğerine bağlamalarını,
kendilerinin çadırlar arasında yer alarak tek bir taraftan rakiplerini
karşılamalarını, çadırların sağ, sol ve arka taraflarında bırakmalarını
emretti. Akşam olunca hep birlikte namaz kıldılar, Allah'tan mağfiret
dilediler, yalvarıp yakardılar, dua ve niyazda bulundular.
Aşura
(10 Ekim 680 M.) günü olan cuma veya bir görüşe göre cumartesi günü Ömer bin
Sa'ad sabah namazını kıldıktan sonra beraberindeki askerlerle birlikte çıktı. Hz.
Hüseyin de arkadaşlarına savaş vaziyeti aldırdı ve onlara sabah namazını
kıldırdı. Onunla birlikte otuz iki atlı ve kırk piyade bulunuyordu. Zübeyr bin
el-Kayn'ı bu kuvvetin sağ kanadına, Habib bin Mutahhir'i de sol kanadına
yerleştirdi. Bayrağını kardeşi Abbas'a verdi. Çadırları arkalarında bıraktılar.
Ayrıca Hz. Hüseyin bir miktar odun ve kamış toplattırarak arkalarında bulunan
çukurca bir yere doldurmalarını emretti. Bunu geceleyin arkalarından
kendilerine hücum edilmemesi amacıyla yapmışlardı. Burayı ateşe verdiler ve bu
onların işine yaradı.
Ömer
bin Sa'ad askerlerinin Medine'li olan dörtte birinin başına Ezdli Abdullah bin
Züheyr'i, Rabia ve Kindelilerden oluşan öbür dörtte birin başına Kays bin Eş'as
bin Kays'ı, Mezhic ve Esedlilerden oluşan diğer dörtte birin başına Abdurahman
bin Ebi Sebre el-Cu'fi'yi, geri kalan Temim ile Hemdanlılardan meydana gelen
dörtte birin başına da Hurr bin Yezid er-Reyahi'yi görevlendirdi. Bunların
hepsi Hz. Hüseyin'in şehit edilmesine tanık oldular. Hurr bin Yezid Hz. Hüseyin
tarafına geçmişti ve O'nunla birlikte öldürüldü. Ömer sağ kanadının başına Amr
bin Haccac ez-Zübeydi'yi, sol kanadının başına Şemir bin Zu'lCevşen'i,
atlıların başına Urve bin Kays el-Ahmesi'yi, piyadelerin başına Şebes bin Rib'i
el-Yerbu'i et-Temimi'yi getirirken, sancağını da azatlısı Düreyd'e teslim etti.
Ömer
bin Sa'ad ve askerleri yaklaşınca Hz. Hüseyin emir verip kendisine bir otağ
kurulmasını istedi. Daha sonra bir kaba misk konularak getirilmesini emretti.
Arkasından otağa girerek etek tıraşı yaptı. Abdurrahman bin Abd Rabbih ile
Bureyre bin Hudayr el-Hemdani çadırın kapısında durdular ve kendisinden sonra
içeri girip hangisinin önce temizleneceği konusunda birbiriyle itiştiler.
Bureyr Abdurrahman ile şakalaşmaya başlayınca Abdurrahman:
"Allah'a
yemin ederim bu saat batıl işler yapacak bir an değildir." deyince Büreyr
şu cevabı verdi: "Allah'a yemin ederim, benim kavmim benim hem gençken hem
de yaşlıyken batılı sevmediğimi çok iyi biliyor; fakat ben şu karşılaşacağımız
şeylerden dolayı kendimize müjdeler çıkartıyorum. Allah'a yemin ederim, bizimle
hllru'l-in arasında sadece şu karşımızdakilerin üzerimize kılıçlarıyla
gelmesinden başka bir şey yoktur." Hz. Hüseyin işini bitirdikten sonra
onlar içeri girdiler. Daha sonra Hz. Hüseyin bineğine binerek bir mushaf
getirilmesini istedi. Onu önüne koydu. Arkadaşları önünden geçip çarpıştılar.
Ellerini havaya kaldırıp şöyle dua etti: "Allah'ım! Her türlü sıkıntıda
benim güvendiğim sensin, her türlü zorlukta benim ümidim sensin. Başıma gelen,
her işte benim güvendiğim ve benim dayandığım sensin. Kalbim zayıfladığı,
çarenin azaldığı, arkadaşın bırakıp gittiği, düşmanın sevindiği nice
sıkıntılarla karşı karşıya kaldım ki onları sana iletip şekvasını sunduğum ve
herkesi bir kenara bırakıp yalnız sana ilettiğim zaman sen bunları hep
üzerimden gidermiş, sıkıntılarımı kaldırmış ve beni başkasına muhtaç
bırakmamışsındır. Her türlü nimetin sahibi sensin, her türlü iyiliğin sahibi
sensin. Bütün arzuların varacağı yer sensin."
Ömer
ile birlikte bulunanlar kamışIarın alev aldığını görünce Şemir Hz.
Hüseyin'e
şöyle seslendi: "Kıyamet gelmeden önce dünyada ateşe girmeye acele
ettin." Hz. Hüseyin O'nu tanıyarak şu cevabı verdi: "O ateşe girmeye
benden daha çok sen layıksın."
Daha
sonra Hz. Hüseyin bineğine atlayıp herkesin önüne geçti ve herkesin duyacağı
bir şekilde şöyle seslendi: "Ey insanlar! Sözümü dinleyiniz ve acele
etmeyiniz. Ben bunlara sizin üzerimdeki haklarınızı yerine getirecek şekilde
öğüt vereceğim ve ben sizin üzerinize gelmekte mazur kalacağım. Benim özrümü
kabul ederseniz, sözümü tasdik ederseniz, bana karşı adalet ve insafla hareket
ederseniz bununla siz daha mutlu olursunuz. Ayrıca sizin de benim aleyhime
gidecek bir yolunuz olmaz. Yok, benim özrümü kabul etmeyecek olursanız: ''O
zaman bütün kararlılığınızla ve bütün ortaklarınızı toplayıp bir araya
getiriniz. Sonra da sizin yapacağınız iş sizin için bir keder sebebi olmasın.
Daha sonra benim üzerime geliniz ve bana mühlet vermeyiniz.'' (Yunus suresi,
71) ''Muhakkak benim velim kitabı (Kur'an'ı) indiren Allah'tır, O salih
olanları veli ve dost edinir.'' (A'raf suresi, 196)
Kız
kardeşleri bu söylediklerini işitince ağladılar, feryat ve figanı basıp sesleri
yükseldi. Onlara susturmak amacıyla kardeşi Abbas ile oğlu Ali'yi gönderdi ve
şunları ekledi: "Yemin ederim, onlar daha çok ağlayacaklardır." Abbas
ile Ali onları susturmak için gidince şunu söyledi: "Abbas'ın oğlu fazla
uzaklara gitmesin." O bu sözleri kadınların ağlayışlarını işitince
söyledi; çünkü Hz. Hüseyin, Abbas'ın oğlunu kadınları yanına alıp çıkmaktan
nehy etmişti.
Kadınlar
sustuktan sonra Hz. Hüseyin Allah'a hamd-ü senada bulundu; Muhammed'e,
meleklere ve bütün peygamberlere salat-ü selam getirdi ve hepsi derlenemeyecek
ölçüde pek çok söz söyledi. Onun söylediği bu sözlerden daha beliğ sözler
işitilmedi. Daha sonra şunları ekledi: "Sizler benim soyuma bir bakınız,
benim kim olduğumu hatırınıza getiriniz, ondan sonra kendi nefsinizle başbaşa
kalınız, nefsinizi sığaya çekiniz ve düşününüz: Beni öldürmek, çiğnenmesi yasak
olan şeyleri çiğnemek, sizin için helal olabilir mi? Ben peygamberinizin
kızının, peygamberinizin vasisinin ve peygamberinizin amcasının oğlu değil
miyim? Ben müminler arasında Allah'a en yakın olan ve Resulünü en çok tasdik
eden birisi değil miyim? Şehitlerin efendisi Hamza benim babamın amcası değil
midir? Cennette uçan büyük şehit Ca'fer-i Tayyar benim amcam değil midir? Siz
Resulullah'ın bana ve kardeşime şu sözleri söylediğini çokça işitmediniz mi?:
''Sizler cennet gençlerinin efendilerisiniz, sizler sünnet ehlinin göz
bebeğisiniz.'' Benim bu söylediklerimi tasdik ediyorsanız -ki bu hakkın
kendisidir- Allah'a yemin ederim ki, ben yalancıların Allah tarafından
sevilmediğini bildiğim andan bu yana kasti olarak yalan söylemiş değilim. Beni
yalanlıyor iseniz gerçekten sizin aranızda sorduğunuz takdirde bunları size
haber verecek, bu hadisi size söyleyecek kimseler vardır. Ca'fer bin Abdullah'a
veya Ebu Sa'id'e, Sehl bin Sa'ad'e, Zeyd bin Erkam'a ya da Enes'e sorun.
Bunların hepsi sizlere bu hadisi ResuluIlah (s.a.v.)' dan işittiklerini
bildireceklerdir. Acaba bütün bunlarda sizleri benim kanımı akıtmaktan
alıkoyacak, engelleyici bir unsur yok mudur?"
Bunun
üzerine Şemir O'na şöyle dedi: "Bu kimse Allah'a bir uçurumun kenarında
ibadet ediyor, keşke ne söylediğini bilebilse." Habib bin Mutahhir de buna
karşılık olmak üzere şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim, ben senin
yetmiş uçurum kenarında Allah'a ibadet ettiğini görüyorum. Allah senin kalbini
mühürlemiş bulunuyor, O bakımdan sen neler söylediğini bilmiyorsun."
Daha
sonra Hz. Hüseyin şöyle devam etti: "Eğer sizler benim bu söylediklerim
hususunda şüphe içerisinde iseniz, yahut benim Peygamberinizin kızının oğlu
olduğum konusunda şüpheniz varsa, Allah'a yemin ederim, ne sizin aranızda ne de
sizden başkaları arasında bir peygamberin kızının oğlu olarak benden başka hiç
bir kimse yoktur. Siz bana söyleyin: Beni sizden öldürmüş olduğum bir kimseye
karşılık mı, yoksa telef ettiğim bir malınıza karşı mı istiyorsunuz? Yahut
isteğiniz yaraladığım bir kimseye karşı kısas etmek mi?" Hiç kimse O'na
bir şey söylemedi. Bu sefer şöyle seslendi: "Ey Şebes bin Rib'i ey Haccar
bin Ebcer, ey Kays bin Eş'as, Zeyd bin Haris! Sizler bana yanınıza gelmem için
mektuplar yazmadınız mı?" Bunlar: "Biz böyle bir şey yapmadık."
dediler. Fakat Hz. Hüseyin onlara: "Hayır yaptınız." diye cevap
verdi, sonra şunları söyledi: "Ey insanlar! Eğer sizler beni değersiz
görüyorsanız bırakın yeryüzünde güvenlik duyabileceğim bir yere gideyim. "
Kays
bin Eş'as, İbn Ziyad'ı kast ederek O'na şunları söyledi: "Neden amcamın
oğlunun hükmünü kabul etmiyorsun? Kesinlikle sen ondan hoşuna gitmeyecek bir
muamele görmeyeceksin." Hz. Hüseyin O'na şu cevabı verdi: "Sen
kardeşinin kardeşisin, Haşimoğulları'nın senden Müslim bin Akil'in kanından
daha fazla bir şey istemelerini arzu eder misin? Hayır, Allah'a yemin ederim,
onlara kendi elimle zelil bir kimsenin verdiği şeyleri vermeyeceğim. Ben onlara
bir kölenin yaptığı gibi ikrarda bulunmayacağım. Ey Allah'ın kulları! Ben hem
benim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah'a beni taşlamanızdan sığınırım. Ben hem
benim, hem sİzin Rabbiniz olan Allah'a hesap gününe iman etmeyen her
mütekebbirden sığınırım." Daha sonra bineğini çöktürüp sırtından yere
indi.
Züheyr
bin el-Kayn silahlarını kuşanmış olarak atının üzerinde ileriye çıkıp şunları
söyledi: "Ey Kufe halkı! Allah'ın azabından korkan. Müslümanın Müslüman
üzerindeki hakkı ona nasihat etmesidir. Bizler şu ana kadar ve aramızda kılıç
çekilmesi söz konusu olmadığı sürece bir tek dinin sahipleri olan kardeşleriz,
fakat aramıza kılıç girecek olursa her şey biter ve kesilir. O zaman bizler bir
ümmet, sizler ayrı bir ümmet olursunuz. Gerçek şu ki, Allah bizleri de, sizleri
de göndermiş olduğu peygamberi Muhammed (S.A.V.)'in soyundan gelmiş bulunan
kimselerle imtihan etmiş bulunuyor, böylece bizim ve sizin ne yapacağını görmüş
olacak. Sizi Muhammed'e yardımcı olmaya ve azgın oğlu azgın olan Ubeydullah bin
Ziyad'a yardım etmemeye çağırıyoruz. Siz bu ikisinden kötülükten başka bir şey
görmeyeceksiniz: Bunlar gözlerinize mil çeker, ellerinizi ayaklarınızı keser,
kulak ve burunlarınızı kopartır ve sizleri hurma dallarına asarlar. Sizin ileri
gelenlerinizi ve Kurra (Kur'an okuyanları) nızı öldürürler.(2) Nitekim Hucr bin
Adiyy ve arkadaşlarına, Hani bin Urve ve benzerlerine aynı şeyleri yapmışlardır.
"
Karşı
tarafta bulunanlar ona hakaretler yağdırarak İbn Ziyad'a övgülerde bulunduktan
sonra şunları söylediler: "Allah'a yemin ederiz, senin adamını ve onunla
birlikte olanları öldürmedikçe yahut da onu ve arkadaşlarını teslim alarak emir
Ubeydullah bin Ziyad'a göndermedikçe buradan ayrılmayacağız."
Bu
sefer Züheyr onlara şöyle seslendi: "Ey Allah'ın kulları! Fatma'nın oğlu
sevilmeğe ve yardım edilmeğe Sümeyye'nin oğlundan daha layıktır. Siz onlara
yardım etmiyor iseniz ben, onları öldürmekten Allah'ın sizi muhafaza etmesini
dilerim. Adamı amcasının oğlu Yezid bin Muaviye ile başbaşa bırakınız. Yemin
ederim, Yezid siz Hüseyin'i öldürmeden de kendisine itaat etmenizden hoşnut
olacaktır. "
Bu
sözler üzerine Şemir O'na bir ok atarak şöyle dedi: "Allah, senin sesini
kıssın, sus artık! Fazla sözlerinle bizleri çok oyaladın." Züheyr:
"Ey topuklarına işeyenin oğlu! Ben seninle konuşmuyorum. Sen bir davardan
başka bir şey değisin. Allah'a yemin ederim, ben senin Allah'ın kitabından ayeti
bile doğru dürüst bildiğini zannetmiyorum. Kıyamet gününde sana rezilliği ve
acıklı azabı şimdiden müjdeliyorum." diye karşılık verdi.
Şemir
bunun üzerine şöyle dedi: "Bir saat içerisinde Allah senin canını
alacaktır." Züheyr O'na: "Sen beni ölüınle mi korkutuyorsun? Allah'a
yemin ederim, O'nunla beraber ölmek sizinle birlikte ebediyen yaşamaktan daha
sevimlidir," diye karşılık verdi ve daha sonra sesini yükselterek şunları
söyledi: "Ey Allah'ın kulları! Bu katı yürekli ve ahmak herif, sakın
sizleri dininiz konusunda aldanışa düşürmesin. Allah'a yemin ederim,
zürriyetinin ve ehl-i beytinin kanını akıtanlar, onlara yardımcı olanlar ve
onların namuslarını koruyanları öldüren kimseler Hz. Muhammed'in şefaatine nail
olamayacaklardır. "
Hz.
Hüseyin dönmesini emredince O da bırakıp geri döndü.
Ömer
Hz. Hüseyin'e doğru yürümekte iken Hurr bin Yezid yanına gelerek şunları
söyledi: "Allah seni ıslah etsin, sen O'nunla gerçekten savaşacak
mısın?" Ömer: "Evet, Allah'a yemin ederim ki evet, O'nunla yapacağım
savaşın en basit şekli kellelerin düşmesi ve ellerin kaybedilmesi şeklinde
olacaktır." diye cevap verdi. Hurr O'na sordu: "Peki O'nun size
teklif etmiş olduğu noktalardan herhangi bir tanesi sizi memnun edemez
miydi?" Ömer bin Sa'ad şöyle cevap verdi: "Allah'a yemin ederim, eğer
iş benimle bitseydi yapardım, fakat senin emirin (İbn Ziyad) bunları kabul
etmemiş bulunuyor." Hurr yavaş yavaş Hz. Hüseyin'e doğru ilerlemeye
başladı ve O'nu bir titreme tuttu. O'nun kavminden, adı Muhacir bin Evs olan
bir kişi Hurr'a şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim, senin bu durumun
beni şüpheye düşürüyor. And olsun, ben şimdiye kadar seni şu anda gördüğüm
kinle dolu durumda görmüş değilim. Şayet bana: "Küfelilerin en yiğit ve
bahadırı kimdir?" diye sorulsaydı senden başkasını söyleyecek değilim."
Hurr ona şu cevabı verdi: "Allah'a yemin ederim, ben kendi nefsimi Cennet
ile Cehennem arasında serbest bırakıyorum, fakat istersem paramparça edileyim
ve ateşlerde yakılayım, Cennet'e hiçbir şeyi tercih edemiyorum." Daha
sonra atını mahmuzlayarak Hz. Hüseyin'in askerleri arasına katıldı ve Hz.
Hüseyin'e şunları söyledi: "Ey Allah'ın Resulü'nün oğlu, canım feda olsun
sana! Ben seni geri dönmekten alıkoyan, yolda seninle birlikte yürüyen ve seni
buraya sıkıştıran birisiyim. Allah'a yemin ederim, ben onların kendilerine
yapmış olduğu teklifi reddedeceklerini hiç zannetmiyordum. Onların sana karşı
işi buraya kadar getireceklerini kesinlikle beklemiyordum. Kendi kendime şöyle
demiştim: "Ben bazı konularda bunlara itaat etsem de olur. Böylesi onların
beni itaatlerinin dışına çıkmış olarak görmelerinden daha iyidir" ve onlar
zaten senin kendilerini davet edeceğin şeylerden birisini kabul edeceklerdi.
Allah'a yemin ederim, ben onların kesinlikle senin tekliflerini kabul
etmeyeceklerini bilseydim, asla sana karşı bu durumda olmazdım. Şimdi ben sana
karşı yapmış olduklarımdan dolayı Rabbi'me tövbe etmiş olarak geliyorum. Senin
önünde ölü düşünceye kadar seni kendime örnek edinmiş bulunuyorum. Ne dersin
acaba, bu tövbe olabilir mi?" Hz. Hüseyin kendisine: "Evet, Allah
senin tövbeni kabul etsin ve kusurlarını bağışlasın."
Hurr
arkadaşlarının önüne geçtikten sonra da şöyle konuştu: "Ey savaşmak üzere
toplanıp gelmiş olanlar! Sizler Hüseyin'in teklif etmiş olduğu noktalardan bir
tanesini kabul etmiyor musunuz? Böylelikle Allah sizleri savaşmaktan, O'na
karşı çarpışmaktan kurtarmış olacaktır."
Ömer
şu cevabı verdi: "Ben bir çıkar yol bulabilmiş olsaydım bunu çok arzu
ederdim." Bunun üzerine Hurr şöyle dedi: "Ey Küfe'liler, gözlerinizi
açınız, kendinize geliniz! Sizler O'nu çağırdınız, gelince de tutup düşmanına
teslim ettiniz. Sizler O'nun uğrunda canınızı feda edeceğinizi ileri sürdünüz.
Daha sonra öldürmeye kalkıştınız. O'nu yakaladınız, çevresini sardınız ve
Allah'ın uçsuz bucaksız diyarından kendisinin ve ailesinin emin olacağı bir
yere gitmesine imkan tanımadınız. Sonunda esir gibi oluverdi. Ne kendisine bir
faydası dokunabiliyor, ne de kendisine gelecek bir zararı önleyebiliyor. O'nu
beraberindekilerle birlikte Fırat'ın akan suyundan mahrum bıraktınız. Halbuki Yahudiler
de, Hıristiyanlar da, Mecusiler de bu sudan içmekte, Sevad bölgesinin domuzları
ve köpekleri bile bu suya dalıp dalıp çıkmaktadır. İşte kendisi ve ailesinin
efradını susuzluk yere yıkmış bulunuyor. Sizler Hz. Muhammed'den sonra O'nun
zürriyetine ne kadar da kötü davrandınız! Şayet tövbe etmeyecek ve bu durumdan
vazgeçmeyecek olursanız, dilerim Allah'tan, herkesin susuz kalacağı günde size
su vermesin." Bu sözleri üzerine ona ok atmağa başladılar. O da geri dönüp
Hz. Hüseyin'in önünde yerini aldı.
Daha
sonra Ömer bin Sa'ad sancağıyla birlikte ileriye geçti, bir ok alıp attı ve
şunları söyledi: "Benim ilk ok atan kişi olduğuma şahitlik ediniz!"
Daha sonra diğer askerler de ok atmağa başladılar. Ziyad'ın azatlısı olan Yesar
ile Ubeydullah'ın azatlısı Salim ileri atılarak karşılıklı olarak er dilediler.
Onlara karşı Kelbli Abdullah bin Umeyr çıktı. Abdullah Hz. Hüseyin'in yanına
Küfe'den hanımıyla birlikte gelip katılmıştı. Yesar ile Salim O'na: "Sen
kimsin?" diye sorunca o da onlara nesebini söyledi. Ona: "Bizler seni
tanımıyoruz. Bize karşı Züheyr bin el-Kayn, Habib bin Mutahhir ya da Büreyr bin
Hudayr'dan birisi çıksın." dediler. Yesar Salim'in önünde yer alıyordu.
Kelbli, Yesar'a şunları söyledi: "Ey Zaniye'nin oğlu! Sen insanlardan herhangi
bir kimseyle teke tek dövüşmek istemiyor musun? Senin önüne kim çıkarsa mutlaka
senden daha hayırlıdır." Daha sonra üzerine bir hamle yaptı ve O'nu
etkisiz hale getirinceye kadar kılıcıyla vurmaya devam etti. O'na vurmakla
meşgul iken Salim de üzerine bir hamle yaptı, fakat üzerine gelip darbesini
vuruncaya kadar farkına varamadı. Kelbli ondan eliyle korundu ve sol elinin
parmakları uçtu. Daha sonra Kelbli, Salim'in üzerine atılarak O'nu öldürünceye
kadar vurmağa devam etti. Diğer taraftan O'nun hanımı bir demir çubuk alıp
kocasına doğru gelmeye başladı. Hanımına Um Vehb deniliyor idi. Um Vehb
kocasının yanına gelirken: "Anam babam sana feda olsun! Muhammed'in
zürriyeti olan bu iyi insanlar uğruna sen de çarpış." diyordu. Kocası O'nu
hanımların olduğu yere geri göndermek istediyse de kendisi kabul etmeyip şöyle
söyledi: "Seninle birlikte ölmedikçe seni bırakmayacağım." Fakat Hz.
Hüseyin O'na seslenerek şunları söyledi: "Resulullah'ın ailesi için bu
yaptıklarımızdan dolayı dilerim ki sizlere en iyi mükafatlar verilsin! Haydi,
geri dön, Allah'ın rahmeti üzerine olsun, cihad kadınlar için değildir."
Bunun üzerine kadın geri döndü.
Bu
sefer Ömer'in sağ kanadındaki Amr bin Haccac ileri atıldı. Hz. Hüseyin'e
yaklaşınca Hz. Hüseyin ile birlikte olanlar dizleri üstüne oturarak onlara
doğru mızraklarını çektiler! Atları mızrakların olduğu tarafa doğru bir türlü
gidemedi. Atlar geri dönmek isterken bu sefer ok atışında bulundular, onlardan
pek çok kimseyi ölü olarak yere yıktılar, bir kısmını da yaraladılar.
Adı
''İbn Havze'' diye bilinen bir kişi aralarından çıkıp şunları söyledi:
"Sizin
aranızda Hüseyin var mıdır?" Kimse ona cevap vermeyince aynı soruyu üç
defa tekrarladı. O'na: "Evet vardır, ne istiyorsun?" diye sorulunca
şöyle dedi: "Ya Hüseyin! Ben sana ateşi müjdeliyorum." Hz. Hüseyin şu
cevabı verdi: "Yalan söyledin, bilakis ben rahim, şefaatleri kabul eden ve
emirlerine uyulan bir Rabbin huzuruna gidiyorum. Sen kimsin?" Adam:
"Ben İbn Havze'yim," deyince Hz. Hüseyin ellerini yukarıya doğru kaldırıp:"
Allah'ım, sen de onu cehennemine çek!" diye dua etti. İbn Havze bundan
dolayı gazaba geldi, atını aralarında bulunan bir su koluna sürdü. Ayağı atının
kolanlarından birisine takılı olduğu halde atıyla ilerledi, fakat atından
düştü, düşerken de baldırı, bacağı ve ayağı koptu, diğer tarafı ise atın
kalanlarında asılı kaldı. Ölünceye kadar önüne gelen her taşa ve ağaca vura
vura gitti.
Mesruk
bin Vail el-Hadremi de onlarla birlikte çıkmış ve Ali'ye şunları söylemişti:
"Ben Hüseyin'in kafasını elime geçireceğim, O'nun sayesinde İbn Ziyad'ın
yanında mevkiim Yükselecektir." Fakat Allah'ın, İbn Havze'ye Hz.
Hüseyin'in duası üzerine yaptıklarını görünce geri dönmüş ve şöyle demişti:
"Ben
bu peygamber ailesinden bir şeyler gördüm, artık ebediyen onlarla
çarpışmayacağım. "
çarpışma
başlayınca Abdulkayslıların antlaşmalısı olan Yezid bin Ma'kil ortaya atılıp
şöyle dedi: "Ey Bureyr bin Hudayr, Allah'ın, sana neler yaptığını görüyor
musun?" Bureyr: "Allah'a yemin ederim, Allah bana hayır, sana da şer
dilemiştir." diye cevap verdi. Ma'kil: "Yalan söyledin, halbuki sen
bundan önce yalancı değildin. Ben şahitlik ederim ki sen sapıklardansın."
deyince İbn Hudayr şu karşılığı verdi: "Allah'ın yalan söyleyene lanet
etmesi ve batıl yolda olanı da öldürmesi konusunda seninle Allah huzurunda
lanetleşelim mi? Daha sonra ben çıkayım ve seninle tek teke çarpışayım."
Bunun üzerine her ikisi de ortaya çıktılar ve Allah'ın yalan söyleyeni
lanetlemesini, hak üzere olanın batıl üzere olanı da öldürmesini istediler.
Daha sonra teke tek çarpışmaya başladılar. Karşılıklı olarak birbirlerine birer
darbe vurdular. Yezid bin Ma'kil, Bureyr bin Hudayr'a bir darbe indirdi, ancak
bununla O'na herhangi bir şey yapamadı. İbn Hudayr da O'na bir darbe indirdi.
Bu darbeyle miğferini biçti, beynine kadar vardı ve kılıç kafasının ortasında
çakılı olduğu halde yere düştü. Abdlı Radiy bin Munkiz O'nun üzerine hamle
yaptı ve İbn Hudayr ile sarmaş dolaş oldu. Bir süre çarpıştıktan sonra İbn
Hudayr Radiy'in göğsü üzerine oturdu. Bu sefer Ezdli Ka'ab bin Cabir mızrağıyla
O'na hamle yaptı ve mızrağını ucunu sırtında kaybedinceye kadar sapladı.
Mızrağın sırtına saplandığını fark eden İbn Hudayr Radiy'in üzerinden inerken
burnunu ısırıp bir parçasını da kopardı. Ka'ab bin Cabir gelip kılıcıyla bir
darbe indirdi ve O'nu öldürdü. Radiy ayağa kalktığında üzerinden toprağı
silkeliyordu. Ka'ab geri dönünce karısı O'na şunları söyledi: "Sen
Fatıma'nın oğluna karşı olanlara yardımcı oldun ve Kur'an okuyucuların efendisi
olan Bureyr'i öldürdün. Allah'a yemin ederim, ölünceye kadar seninle
konuşmayacağım. "
Ensar'dan
Amr bin Karaza ortaya atılıp Hz. Hüseyin'in önünde çarpıştı ve sonunda
öldürüldü. O'nun kardeşi ise Ömer bin Sa'ad ile beraber idi. Kardeşi
öldürülünce şöyle seslendi: "Ey Hüseyin, ey yalancı oğlu yalancı! Sen
kardeşimi saptırdın ve öldürünceye kadar aldatıp durdun." Bunun üzerine
Hz. Hüseyin şunları söyledi: "Gerçek şu ki Allah senin kardeşini saptırmış
değildir. Bilakis O'na hidayet vermiş ve seni sapıklıkta bırakmıştır."
Amr'ın kardeşi:
"Seni
öldürmezsem yahut bu uğurda ölmezsem Allah benim canımı alsın." diyerek
bir hamle yaptı. Muradlı Nafi' bin HilalO'nun karşısına çıktı, bir darbe vurup
yere düşürdü. Arkadaşları bir hamle yaparak O'nu kurtardılar. Daha sonra tedavi
ettiler ve bilahare iyileşti.
Hurr
bin Yezid Hz. Hüseyin saflarında çetin bir şekilde çarpıştı. O'nun önüne Yezid
bin Süfyan çıktı. Hurr O'nu öldürdü. Nafi' bin Hilal de Hz. Hüseyin tarafında
çarpıştı. Nafi' karşısına çıkan Müzahim bin Hureys'i öldürdü.
Amr
bin Haccac herkesin ortasında bağırarak şunları söyledi: "Sizler kiminle
çarpıştığınızı biliyor musunuz? Bunlar öyle bir şehrin atlılarıdır ki,
ölürcesine savaşırlar. Sizin aranızdan onlara karşı kimse çıkmasın, çünkü onlar
çok azdırlar ve az bir süre hayatta kalırlar. Allah'a yemin ederim sizler
onlara yalnız ve yalnız taşlarla bile hücum edecek olursanız, onları
öldürürsünüz. Ey Küfeliler! İtaatinize devam ediniz, topluluğunuzdan
ayrılmayınız, dinden uzaklaşan ve öndere muhalefet eden kimseleri öldürmekte
tereddüt etmeyiniz."
Buna
karşılık Ömer: "Doğru görüş senin söylediğindir." diyerek askerleri
teke tek çarpışmaktan alıkoydu.
Taberi'nin
dediğine göre, Hz. Hüseyin O'nun bu söylediklerini işitmiş ve şöyle demişti:
"Ey Amr bin Haccac! Sen insanları benim aleyhime mi kışkırtıyorsun, bizler
mi dinden çıktık yoksa sizler mi? Allah'a yemin ederim, ruhlarınız kabzedilip
bu amelleriniz üzerine ölecek olursanız hangimizin dinden çıkmış olduğunu çok
iyi anlayacaksınız."
Arkasından
Amr bin Haccac Hz. Hüseyin'e Fırat tarafından bir hamle yaptı ve karşılıklı
olarak birbirleriyle vuruştular. Esedli Müslim bin Avsece öldürülürken, Amr
geri dönüp Müslim'i olduğu yerde bırakıp gitti. Hz. Hüseyin O'nun yanına
vardığında Müslim can çekişmekte idi. O'na şöyle söyledi: "Ey Müslim bin
Avsece! Allah sana merhamet buyursun. ''Onlardan kimisi adadığını yerine
getirdi. Kimisi de beklemektedir.''" (Ahzab suresi, 23)
Habib
bin Mutahhir Müslim'in yanına varıp şunları söyledi: "Senin ölümün
gerçekten bana ağır geldi, sana Cennet'i müjdeliyorum. Eğer benim de arkandan
yetişeceğimi bilmeyecek olsaydım, sana layık bir şekilde seni korumak üzere
bana vasiyet etmeni arzulayacaktım." Müslim O'na şu cevabı verdi:
"Ben
sana şunu vasiyet ediyorum: Allah sana merhamet buyursun, O'nun yolunda ölmeni
istiyorum." Bunları söylerken eliyle Hz. Hüseyin tarafını işaret ediyordu.
Habib: "Olur, yaparım." diye cevap verdi. Daha sonra Müslim vefat
etti. O'nun bir cariyesi: "Ey İbn Avsece! Amr'ın arkadaşları: ''Bizler
Müslim'i öldürdük.'' diye bağırıyorlar." şeklinde uyardı. Şebes etrafında
bulunanların bir kısmına şunları söyledi: "Hay anneleriniz sizleri
kaybetsin emi! Siz kendinizi kendi ellerinizle öldürüyor ve başkaları uğruna
kendinizi zelil ediyorsunuz! Müslim gibi birisinin öldürülmesinden dolayı nasıl
sevinirsiniz? Kendisine teslim olduğum Allah'a yemin ederim, ben O'nun
Müslümanlar arasında çok büyük kahramanlıklarını görmüşümdür. Azerbaycan'daki
savaşta O'nun, Müslümanların atlıları daha uykuya çekilmeden altı müşriki
öldürdüğünü gördüm. O' nun gibisi öldürülürken sizler nasılolur da
sevinebilirsiniz!"
O'nu
öldürenler Dibablı Müslim bin Abdullah ile Bedileli Abdurrahman bin Ebi Huşkare
idi.
Şemir
sol kanatlara bir hamle yaptı. O'na karşı oldukça sebat ettiler. Ayrıca Hz.
Hüseyin'in ve arkadaşlarının üzerine dört bir yandan hamleler yapılıp hücum
edildi. el-Kelbi ilk öldürdüğü iki kişiden sonra iki kişi daha öldürdükten
sonra öldürüldü. el-Kelbi çok şiddetli bir şekilde çarpışmıştı. O'nu Hani bin
Zübeyd el-Hadrami ile Teymullah bin Sa'lebe'ye mensup bulunan Bukeyr bin Hayy
et-TeymI öldürdü. Hz. Hüseyin ile birlikte bulunanlar çok şiddetli bir şekilde
çarpıştılar. Atlıların sayısı otuz iki kişiden ibaret idi. Küfelilerin atlıları
her ne tarafa hücum ettiler ise püskürtüldüler. Küfelilerin süva-rilerinin
başında bulunan Azre bin Kays bunu görünce Ömer'e haber gönderip şunları
söyledi: "Benim atlılarımın bu birkaç atlıdan bugün neler çektiklerini
görmüyor musunuz? Haydi, onların yanına piyadeleri ve okçuları da
gönderiniz!" Ömer, Şebes bin Ribi'ye şöyle cevap verdi: "Sen onların
üzerine gider misin?" Şebes bunun üzerine: "Fesubhanallah! Mudar
Kabilesi'nin şeyhi ve bütün bu şehir halkının efendisi olan bir kimseyi
okçularla birlikte nasılolur da gönderebilirsin? Bu işe benden daha başkasını
bulamadın mı?" dedi. Onlar Şebes'in sürekli olarak çarpışmak istemediğini
görüp durdular. Öyle ki Şebes Mus'ab'ın emirliği sırasında şunları söylüyordu:
"Allah
bu şehir halkına kesinlikle ve ebediyen iyilik vermeyeceği gibi onları
doğruluğa da iletmeyecektir. Hiç hayret etmez misiniz? Bizler Ali bin Ebi Talib
ile ve O'nun oğlu ile birlikte Ebu Süfyan'ın soyundan gelenlere karşı beş yıl
boyunca savaşıp durduk, daha sonra da O'nun oğlunun üzerine hücum ettik.
Halbuki O yeryüzünün en hayırlı insanı idi. Bizler Muaviye'nin soyundan
gelenler ve Sümeyye'nin oğlu (İbn Ziyad) ile birlikte olup O'nunla savaştık. Bu
öyle bir sapıklıktır ki, bunun benzeri bulunmaz."
Şebes
Ömer'e bu sözleri söyledikten sonra Ömer bin Sa'ad Husayn bin
Numeyr'i
çağırıp O'nunla birlikte silahlı birlikleri ve beş yüz de okçuyu gönderdi.
Bunlar Hz. Hüseyn'e ve O'nunla birlikte olanlara yaklaştılar ve onlara ok
atmağa başladılar. Kısa bir zaman içinde hepsinin bineklerini öldürdüler ve
dolayısıyla hepsi yaya kalıverdiler. Hurr bin Yezid piyade olarak çetin bir
şekilde çarpıştı. Yeni gelenlerle günün ortasına kadar çarpışmalarına devam
ettiler. Allah'ın var etmiş olduğu en çetin bir çarpışma idi bu. Onlara ancak
tek bir istikametten gidebiliyorlardı, çünkü her taraflarını kapatmışlardı ve
yalnız bir taraftan onlarla çarpışmak imkanı kalmıştı. Ömer bu durumu görünce
bu safları dağItmak ve onların çevresini sarmak amacıyla sağ ve sol
taraflarından bazı kimseleri gönderdi. Hz. Hüseyin'in taraftarlarından üç veya
dört kişi çadırların arasına giriyor, bu şekilde, safları bölmek ve malları
talan etmek isteyen kimseyi öldürüyor, ona ya yakından ok atıyor veya onu
kesiyorlardı. Sonunda Ömer bin Sa'ad çadırların yakılmasını emredince çadırlar
yakılmağa başlandı. Hz. Hüseyin onlara: "Bırakınız yaksınlar! Çünkü onlar
buraları yakacak olurlarsa burayı aşıp size varamazlar." dedi. Nitekim de
böyle oldu.
el-Kelbi'nin
hanımı aradan çıkıp kocasının yanıbaşında durdu ve yüzündeki toprakları
silerek: "Artık esenlikle Cennete gir, kutlu olsun sana" derken
Şemir, adı Rüstem olan bir delikanlıya emir verdi, o da elindeki demir bir
çubukla kafasına vurdu, kadın da olduğu yerde vefat etti.
Şemir,
Hz. Hüseyin'in çadırına varıncaya kadar, ileriye doğru hamle yaptı ve şöyle
seslendi: "Bana ateş veriniz, bu evi sahiplerinin üzerinde
yakıvereyim." İçeride bulunan kadınlar feryat ve figanlarla dışarı
çıktılar. Hz. Hüseyin O'na şöyle bağırdı: "Sen benim evimi ailem
içerisindeyken ateşe mi veriyorsun? Allah da seni ateşiyle yaksın. "
Bunun
üzerine Humeyd bin Müslim Şemir'e şunları söyledi: "Bu senin yaptığın iyi
bir şey değildir. Sen Allah'ın azabıyla azaplandırıyorsun, ayrıca çocukları ve
kadınları öldürüyorsun. Allah'a yemin ederim, senin erkekleri öldürmene bile
senin emirin razı değildir." Fakat Şemir, O 'nun bu dediklerine kulak
asmadı. Daha sonra Şebes bin Rib'i gelerek, O'ndan yaptığı bu işe son vermesini
istedi, O da vazgeçti. Geri gitmek isterken Züheyr bin el-Kayn on kişi ile
birlikte ona doğru hamle yaptı ve anılan çadırlardan uzaklaştırdı. Ayrıca
Dibablı Ebu İzze'yi de öldürdüler. Ebu İzze Şemir ile bulunanlardan birisi idi.
Karşı taraftan, onların üzerine pek çok kişi geldi. Hz. Hüseyin
taraftarlarından -az olmaları sebebiyle- bir veya iki kişi öldürüldüğünde hemen
fark ediliyor, ancak diğerlerinden -çok olmaları sebebiyle- fark edilmiyordu.
Namaz
vakti girince Ebu Sümame es-Saidi Hz. Hüseyin'e şunları söyledi: "Canım
sana feda olsun! Ben bunların sana yaklaşmış olduklarını görüyorum. Allah'a
yemin ederim, senin uğruna ben öldürülmeyecek olduğum sürece sen de
öldürülmeyeceksin. Ben ayrıca Rabbime bu namazı kılmış olarak kavuşmak
istiyorum!"
Bunun
üzerine Hz. Hüseyin başını kaldırıp şunu söyledi: "Sen namazı hatırladın,
bu bakımdan Allah seni namaz kılanlardan, hatırlayanlardan ve kılanlardan
kılsın. Evet, bu gerçekten namaz vaktinin başlangıcıdır." Daha sonra da;
"Onlara söyleyin, namaz kılıncaya kadar bize ilişmesinler." dedi. Bu
tekliflerini kabul ettiler. Husayn onlara: "Bu namaz kabul olunmaz"
deyince Habib bin Mutahhir şu cevabı verdi: "Sen Resulullah (S.A.V.)'ın
soyundan gelenlerin namazının kabul olmayacağını ileri sürerken kendininkinin
kabul olunacağını mı zannediyorsun, eşek herif!" Bunun üzerine Husayn O'na
hamle yapınca Habib de karşı çıktı ve atının suratına kılıcıyla bir darbe
indirdi. Atından düşen Husayn'ı arkadaşları gelip kurtardılar. Habib oldukça
çetin bir şekilde çarpıştı. Adı Budeyl bin Suraym olan ve kendisine hamle yapan
Temimoğulları'ndan birisini öldürdü. Bir başka Temimli üzerine hamle yaparak
bir darbe indirdi. Kalkmak isterken Husayn başına kılıcıyla vurdu, Habib yere
düştü. Temimli atından inip başını kesti. Husayn Temimliye: "Onu seninle
birlikte ikimiz öldürdük." deyince Temimli: "Allah'a yemin ederim ki
hayır." diye itiraz etti. Bu sefer Husayn şöyle söyledi: "Sen O'nun
başını ver, atımın boynuna asayım. Böylelikle herkes O'nun öldürülmesinde benim
de ortak olduğumu görmüş olsun. Daha sonra sen o başı al ve İbn Ziyad'a götür,
bunun karşılığında O'nun sana vereceği hiçbir şeye benim ihtiyacım
yoktur."
Temimli
O'nun dediğini kabul etti, Husayn da Habib'in başını alıp herkesin arasında
dolaştırdıktan sonra O'na geri verdi. Kufe'ye vardıklarında Temimli başı alıp
atının boynuna koyarak o halde İbn Ziyad'ın sarayına ilerledi. Ergenlik yaşına
yaklaşmış bulunan Habib'in oğlu Kasım bunu görünce atlının yanına vardı ve ondan
ayrılmayıp birlikte yürüdü. Bu çocuğun yanında yürüyüp durmakta olduğunu gören
adam şüphelendi, ona durumunu sorunca Kasım durumu açıkladı ve gömmek üzere
babasının başını istedi. Adam ona:
"Emir
bu başın gömülmesini kabul etmez, ayrıca onun beni mükafatlandıracağını da ümit
ediyorum." deyince, Kasım: "Fakat Allah en kötü bir şekilde sana
karşılık verir." dedi. Kasım babasını öldürenin gafil bir anını Mus'ab'ın
valilik zamanı gelinceye kadar kollayıp durdu. Mus'ab Bacılmeyra Gazası'nda iken
Kasım askeri ile birlikte oraya girdi. Babasının katilinin çadırında durduğunu
görünce günün ortasında yanına girip öldürdü.
Habib'in
öldürülmesi Hz. Hüseyin'in üzerinde yıkıcı bir tesir bıraktı. Hurr ve Züheyr
bin el-Kayn ileriye doğru hamle yaptılar ve çetin bir şekilde çarpıştılar.
Onlardan biri hamle yapıp karşı tarafın askerleri arasına dalınca diğeri bir
başka hamle yaparak onu kurtarıyordu. Bunu bir süre devam ettirdiler. Daha
sonra birkaç piyade Hurr bin Yezid'in üzerine atılıp öldürdüler. Ebu Sumame
es-Saidi kendisinin düşmanı olan amcasının oğlunu öldürdü. Daha sonra öğle
namazını kıldılar. Hz. Hüseyin onlara bu namazı korku namazı suretinde
kıldırdı. Öğleden sonra çarpışmalarına devam ettiler. Çarpışma oldukça
şiddetlendi. Hz. Hüseyin'in bulunduğu yere kadar vardılar. el-Hamefi Hz.
Hüseyin'in önüne geçerek karşı tarafın attıkları oklara kendisini hedef yaptı.
Kendisi yıkılıp ölünceye kadar Hz. Hüseyin'in önünden ayrılmadı.
Züheyr
bin el-Kayn da çok çetin bir şekilde çarpışmalarını sürdürüyordu.
Kesir
bin Ubeydullah eş-Şa'bi ile Muhacir bin Evs üzerine atılarak O'nu öldürdüler.
Nafi'
bin Hilal el-Cümeli adındaki birisi oklarının üzerine ismini yazmış idi. O'nun
bu okları zehirli idi. Onlarla yaraladığı kimselerin dışında on kişi
öldürmüştü. Nafi'in pazu kemikleri darbelerle kırıldı ve esir alındı. Şemir bin
Zu'l-Cevşen O'nu esir alarak Ömer bin Sa'ad'ın yanına götürdü. Nafi' Ömer'in
yanına götürülürken şöyle diyordu: "Ben yaraladıklarım hariç sizden on iki
kişi öldürdüm, şayet kolum ve pazum yerinde kalmış olsaydı beni esir
alamazdınız."
Şemir
onu öldürmek üzere kılıcını çekince Nafi' şöyle dedi: "Allah'a yemin
ederim, şayet sen Müslüman olsaydın bizim kanlarımızla Allah'ın huzuruna çıkmak
senin için çok büyük bir şeyolurdu. Bizim ecellerimizi yaratıklarının en
kötülerinin elleriyle bitiren Allah'a hamd-ü senalar olsun." Şemir O'nu
öldürdükten sonra Hz. Hüseyin'in arkadaşlarının üzerine bir hamle daha yaptı.
Hz.
Hüseyin ile beraber olanlar karşılarındakilerin çok olduklarını görünce ve hem
Hz. Hüseyin'i, hem de kendilerini koruyamadıklarını anlayınca Hz. Hüseyin'in
önünde ölmek için yarışmağa başladılar. Gıfarlı Azvede'nin iki oğlu olan
Abdullah ile Abdurrahman Hz. Hüseyin'in yanına varıp: "Artık
karşımızdakiler bizleri senin yanına gelmek zorunda bıraktı." diyerek Hz.
Hüseyin'in önünde çarpışmağa başladılar. Cabirli iki genç olan Seyf bin Haris
bin Seri' ile Malik bin Abd bin Seri'de O'nun yanına geldiler. Bunlar hem amca
çocukları, hem de anne bir kardeştiler. Hz. Hüseyin'in yanına vardıklarında ağlıyorlardı.
Hz. Hüseyin onlara: "Niçin ağlıyorsunuz? Ben kısa bir an içerisinde
ikinizin de benim gözbebeğim olacağınızı ümit ediyorum." dedi. İki amca
çocuğu şöyle söyledi: "Allah'a yemin ederiz, kendimiz için değil senin
için ağlıyoruz. Senin etrafının çepeçevre kuşatıldığını görüyor, fakat seni
koruyamıyoruz." Hz. Hüseyin onlara: "Allah sizlere müttakileri
mükafatlandırdığı gibi mükafat versin" diye cevap verip teselli etti.
Şibamlı
Hanzala bin Es'ad gelerek Hz. Hüseyin'in önünde durdu ve yüksek sesle şu ayetleri
okumağa başladı: ''Ey kavmim, gerçekten ben o sürü sürü fırkaların gününe
benzemenizden, Nuh kavminin, Ad'in, Semud'un ve daha sonrakilerin hali gibi
(bir felakete uğramanızdan) korkuyorum. Allah kullarına zulüm isteyecek
değildir. Ey kavm, gerçekten ben size karşı o bağırışıp çağrışma gününden
endişe etmekteyim. O gün (hesap yerini) arkanızda bırakıp (cehenneme)
döneceğiniz gündür. Sizi Allah'tan kurtaracak hiç bir kurtarıcı yoktur. Allah
kimi şaşırtırsa onun yolunu doğrultacak kimse olmaz.'' (Mü'min suresi, 30-33).
Daha sonra şöyle devam etti: "Ey kavmim, sizler Hüseyin'i öldürmeyiniz. O
zaman Allah sizleri büyük bir azaba duçar edecektir. ''Zaten iftira eden kimse
zarar etmiştir.'' (Ta ha suresi, 61)
Hz.
Hüseyin O'na: "Allah sana merhamet buyursun. Gerçekten onlar benim
kendilerini davet etmiş olduğum hakkı kabul etmeyince, azabı zaten hak
etmişlerdi." diyerek şöyle devam etti: "Onlar seni ve seninle
birlikte olanları öldürmeyi kendileri için mubah kabul ederek üzerinize hücum
ettiler ve şu anda da zaten senin salih kardeşlerini öldürmüş
bulunuyorlar." Daha sonra Hanzala Hz. Hüseyin'e selam verip, O'na ve
ailesine dua ettikten sonra ileri atıldı ve öldürülünceye kadar savaşmağa devam
etti.
Cabirli
iki genç de ileri geçerek Hz. Hüseyin'le vedalaştılar ve öldürülünceye kadar
savaşmalarına devam ettiler.
Şakirli
Abis bin Ebi Şebib ile Şakirliler'in azatlısı olan Şevzeb Hz. Hüseyin'in yanına
gelip selam verdiler, daha sonra ileri atılıp çarpıştılar. Şevzeb öldürüldü.
Abis ise teke tek dövüşmek için er diledi. Kahramanlığı dolayısıyla kimse O'na
karşı çıkmayınca Ömer: "O'nu taşa tutunuz" dedi. Her taraftan üzerine
taş yağdırdılar. Durumu gören Abis, zırhını ve miğferini çıkarıp attı ve
kendini taşa tutanların üzerine hamle yapıp hepsini önüne katarak geriletti.
Daha sonra geri dönüp üzerine geldiler ve O'nu öldürdüler. Bir grup kişi hep
birlikte O'nu öldürdüklerini ileri sürdü.
Dahhak
bin Abdullah el-Meşrifi Hz. Hüseyin'e gelerek şöyle dedi: "Ey
Resulullah'ın oğlu! Sen de bilirsin ki ben sana: ''(seninle birlikte) savaşanı
gördükçe senin için savaşırım, ancak savaşan görmeyecek olursam dönebilirim.''
demiştim." Hz. Hüseyin kendisine: "Doğru söylüyorsun, fakat nasıl
kurtulabileceksin? Eğer kurtulabiliyorsan gitmek için sana müsaade ediyorum."
diye karşılık verdi. Dahhak anlatıyor: "Atımın olduğu tarafa gittim. Onu
daha önce bizim safımızdakilerin atlarının kesildiğini görünce gizlemiştim.
Piyade olarak çarpışmış, iki kişi öldürmüş, bir başkasının elini
kesmiştim." Hz. Hüseyin'e defalarca dua etti. Dahhak şöyle devam ediyor:
"Atımı gizlediğim yerden çıkardım, üzerine bindim ve karşı tarafın tam
ortasına bir hamle yapınca bir gedik açıldı. Onlardan tam on beş kişi peşime
takıldı, hepsini geride bırakıp kendimi kurtardım."
Asıl
adı Yezid bin Ebi Ziyad olan Kindeli Ebu Şa'sa Hz. Hüseyin'in önüne diz çökerek
yüz tane ok attı. Bunlardan beş tanesi bile boşa gitmedi. Her ok attıkça Hz.
Hüseyin O'nun için şöyle dua ediyordu: "Allah'ım! Sen O'nun atışına isabet
ver ve mükafatını cennet kıl." Bu Yezid, Ömer bin Sa'ad ile birlikte
çıkanlar arasında idi. Fakat Ömer ve beraberindekiler Hz. Hüseyin'in teklif
ettiği şartları reddedince Hz. Hüseyin'in tarafına geçmiş ve O'nun önünde
çarpışmalarına devam etmişti. Yezid ilk olarak öldürülen kimseler arasındaydı.
Sayda'lı
Amr bin Halid, Cebbar bin Haris es-Selmam, Amr bin Halid'in azatlısı Sa'ad,
Aizli Mücemma bin Ubeydullah'a gelince, bunlar ilk olarak çarpışmağa
başlayanlar arasındadır. Karşı tarafın içlerine doğru ilerleyince etraflarını
sardılar ve onların arkadaşlarıyla olan ilişkilerini kestiler. Bunun üzerine
Hz. Ali'nin oğlu Abbas bir hamle yaparak onları yaralı halleriyle kurtarabildi,
fakat düşmanları onlara yaklaşınca tekrar hamle yaptılar ve yeniden
çarpıştılar. Hepsi de aynı yerde ve henüz çarpışmaların başlangıcında
öldürüldü.
Hz.
Hüseyin ile birlikte bulunanlar arasında en son kalan kişi Has'amlı Suveyd bin
Ebi'l-Muta' olmuştu. Ebu Taliboğulları ailesinden o gün ilk öldürülen kişi ise
Hz. Hüseyin'in oğlu Aliyyü'l-Ekber oldu. Bu büyük Ali'nin annesi Ebu Murre bin
Urve bin Mes'ud'un kızı olan Sakili Leyla'dır. Ali onların üzerine, defalarca
hamle yapıp şu mısraları okumuştu:
''Ben
Ali 'nin oğlu Hüseyn'in oğlu Ali 'yim. Beyt'in Rabbi'ne and ederim ki biz daha
yakınız Peygamber'e. Allah'a and olsun şunun bunun çocuğu aramızda hüküm
veremeyecektir. ''
Aynı
şeyi birkaç defa tekrarladıktan sonra Murre bin Munkiz el-Abdi O'na hamle
yaparak bir mızrak darbesi indirdi. Ali yere düştü. Üzerine çullanıp
kılıçlarıyla parçaladılar. Hz. Hüseyin bunu görünce şunları söyledi: "Seni
öldürenleri de Allah öldürsün. Yavrucuğum, bunlar Allah'a karşı ve Resulüne
karşı saygısızlık etmekte ne kadar da cesurdurlar! Senden sonra dünyanın ne
önemi var." Daha sonra Hz. Hüseyin beraberinde çocuklarıyla birlikte O'na yöneldi
ve onlara: "Haydi kardeşinizi taşıyınız." dedi. Onlar da kardeşlerini
taşıdılar ve önünde çarpıştıkları otağın yanına kadar götürdüler.
Daha
sonra Sudalı Amr bin Subay Müslim bin Akil'in oğlu Abdullah'a bir ok attı.
Abdullah elini alnına koydu, hareket ettiremedi. Arkasından Amr bir ok daha
atarak O'nu öldürdü.
Ömer'in
askerleri her taraftan onların üzerine hücum ediyordu. Taylı Abdullah bin Kutbe
Avn bin Abdullah bin Ca'fer'in üzerine hamle yaptı ve öldürdü. Cüheyneli Osman
bin Halid bin Üseyr ile Hemdanlı Bişr bin Sevt Akil bin Ebi Talib'in oğlu
Abdurrahman'ın üzerine hamle yaptılar ve öldürdüler. Has'anlı Abdullah bin
Urve, Akil'in oğlu Ca'fer üzerine hamle yaparak öldürdü. Daha sonra Hz. Ali'nin
oğlu Hz. Hasan'ın oğlu Kasım elinde kılıç olduğu halde bir hamle yaptı. Ezdli
Amr bin Sa'ad bin Nufeyl ona karşı bir hamle yaparak başına bir kılıç darbesi
vurdu. Kasım yüz üstü yere düştü ve: "Amcacığım" diye bağırınca Hz.
Hüseyin onun yanına kartal hızıyla uçup gitti. Daha sonra kükremiş bir aslan gibi
ileri atılarak Amr'a bir kılıç darbesi vurdu. Amr elini, kılıca karşı siper
edince eli bileğinden koptu ve büyük bir feryatla bağırdı. Küfelilerin atlıları
Amr'ı kurtarmak üzere ileri geçtiler, fakat atlılar ile karşı karşıya gelince
atlar onun üzerinden geçti ve onların ayakları altında ölünceye kadar çiğnenip
durdu. Ortalığın tozu bulutu gidince Hz. Hüseyin Kasım'ın başı ucunda
ayaklarını yokluyor ve bu arada şöyle söylüyordu: "Seni öldürenler
Allah'ın rahmetinden ne kadar uzaktırlar! Kıyamet gününde bunların hasmı senin
deden olacaktır." Daha sonra şunları ekledi: "Allah'a yemin ederim,
sen amcanı çağırırken, amcanın çağırman üzere gelmemesi yahut gelip de sana bir
faydasının dokunmaması ona çok ağır geldi. And olsun, bugün zalimi çok,
yardımcısı az olan bir gündür." Daha sonra onu göğsü üzerinde taşıdı ve
oğlu Ali ile ailesi fertlerinden öldürülen diğer kimselerin yanına koydu.
O
gün uzun bir süre Hz. Hüseyin'in yanına gelen herkes bırakıp geri dönüyor idi,
çünkü hiç kimse O'nu öldürmek istemiyor ve böyle büyük bir günahın altına
girmeyi arzu etmiyordu. Daha sonra Kindeli ve Malik bin enNuseyr adındaki
birisi O'nun yanına geldi, kılıcıyla başına bir darbe indirdi, başındaki
başlığını kopardı, kafasını yaraladı ve başlığın içi kanla doldu. Hz. Hüseyin
kendisine şunları söyledi: "Bu başlığımın parasıyla dilerim ki hiçbir şey
yiyemeyesin ve içemeyesin ve Allah seni zalimlerle birlikte haşr etsin."
Daha sonra Hz. Hüseyin bu başlığını çıkartıp yere attı ve başkasını giydi.
Kindeli Hz. Hüseyin'in bu başlığını alıp gitti. Ailesinin yanına vardığında
başlık üzerindeki kanları yıkamaya başladı. Hanımı O'na: "Resulullah'ın
kızının oğlundan almış olduğun ganimeti mi evime sokacaksın, çıkart onu
dışarıya" diye söylendi.
Taberi
der ki: Bu adam ölünceye kadar kötülük ve fakirlik içeri-sinde yaşayışını
sürdürdü.
Hz.
Hüseyin henüz küçük olan oğlu Abdullah'ı istetti ve kucağına oturttu.
Esadoğulları'ndan birisi O'na bir ok attı ve boğazı kesildi. Hz. Hüseyin,
kanını alarak yere boşalttı ve şunları söyledi: "Rabbim! Eğer gökten bize
zafer ihsan etmeyecek isen bunu daha hayırlı bir şeyin sebebi kıl ve bu
zalimlerden sen intikam al. "
Diğer
taraftan Abdullah bin Ukbe el-Ganevi Hz. Hüseyin'in oğlu Ebu Bekir'e bir ok
attı ve öldürdü. Hz. Ali'nin diğer oğlu Abbas, anne bir kardeşleri olan
Abdullah, Ca'fer ve Osman'a şunları söyledi: "İleri geçin, sizin
mirasçınız ben olayım, çünkü sizin çocuğunuz yoktur." Onlar da aynı şeyi
yaparak ileri geçtiler ve öldüıüldüler. Şöyle ki: Hani bin Subeyt el-Hadrami,
Hz. Ali'nin oğlu Abdullah üzerine bir hamle yaptı ve öldürdü. Daha sonra Hz.
Ali'nin oğlu Ca'fer üzerine de hamle yaparak O'nu da öldürdü. Haveli bin Yezid
el-Asbahi Hz. Ali'nin oğlu Osman'a bir ok attı. Daha sonra Eban bin
Darimoğulları'ndan bir başkası O'nun üzerine hamle yaparak öldürdü ve kafasını
alıp götürdü.
Çadırlardan
birisinden bir genç çıkarak eline bir çubuk aldı, korkup dehşete kapılmış gibi
etrafına baktı. Hani bin Subeyt el-Hadrami olduğu söylenen birisi ona hamle
yaparak öldürdü.
Hz.
Hüseyin aşırı derecede susamış bulunduğundan içmek amacıyla Fırat'a yaklaştı.
Husayn bin Numey bir ok attı ve bu ok ağzına isabet etti. Hz. Hüseyin eliyle
kanları topluyor ve topladığı bu kanları gökyüzüne doğru fırlattıktan sonra
Allah'a hamd-ü senada bulunuyordu. Şöyle dua etti: "Allah'ım! Peygamberinin
kızının oğluna yapılmakta olanları sana şikayet ediyorum. Allah'ım! Sen onların
sayılarını, biliyorsun, onları teker teker öldür ve onlardan hiçbir kimseyi
hayatta bırakma!"
Ona
ok atanın Eban bin Darimoğulları'ndan birisi olduğu da söylenmiştir.
Bu
adam kısa bir süre kaldıktan sonra Allah O'na ne kadar içerse içsin
susuzluğunun gitmemesi gibi bir musibete müptela kıldı. Susuzluğunun
giderilmesi için, içine şeker katılmış sular soğutuluyor ve büyük kaplarla
içine süt katılmış su veriliyordu. Kendisi sürekli olarak: "Bana su
veriniz." diye su istiyor, büyük büyük kaplarla verilen suyu içiyor,
içtikten sonra kısa bir süre sırt üstü yatıyor, daha sonra bir daha: "Bana
su veriniz. Susuzluktan ölüyorum." diyordu. Kısa bir süre geçtikten sonra
karnı devenin karnı gibi şişip çatladI.
Diğer
taraftan Şemir bin Zu'l-cevşen yaklaşık on kişilik bir grup ile Hz. Hüseyin'in
kaldığı yere geldi. Kendisi ile eşyaları arasında kalınca Hz. Hüseyin onlara
şöyle seslendi: "Yazıklar olsun size! Sizler dinine bağlı ve kıyamet
gününden korkan kimseler olamıyorsanız hiç olmazsa soylu ve hür kimseler gibi
olunuz. Benim eşyamı ve ailemi sizin azgınlarınızdan ve cahillerinizden
koruyunuz." O'na: "Senin bu istediğin yerine getirilecektir, ey
Fatıma'nın oğlu" diye cevap verdiler. Daha sonra Şemir beraberindeki
piyadeler ile Hz. Hüseyin'in üzerine yürüdü. Adı Abdurrahman el-Cü'fi olan
Ebu'l-Cenub, Kaş'am bin Nuzer el-Cu'fi, Salih bin Veheb el-Yezeni, Sinan bin
Enes en-Nehai ve Haveli bin Yezid el-Asbahi bunlar arasındadır. Şemir bunları
Hz. Hüseyin'e karşı kışkırtıyor, Hz. Hüseyin ise onlara hamle yapıyor ve
etrafından dağılıyorlardI. Daha sonra Hz. Hüseyin'in etrafını çevirdiler. Hz.
Hüseyin'in yanına ailesi ile birlikte bulunan bir genç gelerek yanında ayakta
dikildi. Bahr bin Ka'ab bin Teymullah bin Sa'lebe Hz. Hüseyin'in üzerine
kılıçla hücum edince bu genç: "Eyadinin oğlu! Sen benim amcamı mı
öldüreceksin?" dedi. Bahr ona bir kılıç darbesi indirince bu genç eliyle
kılıca karşı siper aldı, eli derisine kadar koptu. Genç: "Aman
anneciğim!" diye bağırınca Hz. Hüseyin onu bağrına basarak şöyle dedi:
"Ey kardeşimin oğlu! Başına gelene karşı sabret, çünkü Allah seni salih ve
tertemiz olan babalarının yanına gönderecektir. Seni Resulullah (s.a.v.)'ın,
Ali'nin, Hamza'nın, Ca'fer'in ve Hasan'ın yanına gönderecektir." Daha
sonra Hz. Hüseyin şöyle dua etti: "Allah'ım! Onlara gökten yağmur indirme,
yeryüzünün bereketlerinden onları mahrum et. Allah'ım! Sen onları bir zamana
kadar bile hayattan faydalandıracak olursan, onları darmadağın et, onları bölük
pörçük yap, yöneticiler hiçbir zaman onlardan razı olmasın; çünkü onlar bizlere
yardımcı olmak üzere bizi çağırdılar, fakat bu sefer üzerimize saldırdılar,
bizleri öldürdüler."
Daha
sonra etrafını sarmış piyadelerle onları dağıtıncaya kadar çarpıştı.
Hz.
Hüseyin üç veya dört kişi ile birlikte kalınca kendisine bir kaç pantolon
getirilmesini istedi. Ganimet olarak alınmaması için bunları parça parça etti.
Birileri O'na: "Sen elbisenin altına bir kısa pantolon giysen."
deyince şu cevabı verdi: "Sizin o dediğiniz zillet elbisesidir, benim ise
onu giymemem gerekir. "
Hz.
Hüseyin öldürüldükten sonra üzerindeki eşyaları Bahr bin Ka'ab aldı.
Bu
Bahr'ın elleri kışın su akıtır, yazın ise kupkuru bir ağaç parçasıymış gibi
kururdu.
Sağından
ve solundan Hz. Hüseyin'in üstüne hamle üstüne hamle yapılıyordu. O
sağındakilere hamle yapıyor, onları dağıtıyor, daha sonra solundakilere de
hamle yapıyor, onları da dağıtıyordu. Oğlu, ailesi ve arkadaşları öldürülmüş
olduğu halde O'nun kadar kendisini üzüntüye kaptırmayan, hareketsiz
kalakalmayan ve cesaretle ileri atılan bir kişi daha görülmemiştir. Piyadeler
O'nun sağından ve solundan kurdun saldırısına uğramış koyunlar gibi
dağılıyordu.
Hz.
Hüseyin bu durumda iken, Zeynep şunu söyleyerek dışarı çıktı:
"Keşke
gökyüzü yerin üzerine kapaklanıverse!" Bu sırada Ömer bin Sa'ad yanına
yaklaşmıştı, O'na şöyle dedi: "Ya Ömer! (Hz. Hüseyn'i kast ederek)
Abdullah'ın babası senin gözünün önünde ve baka baka mı öldürülecek?"
Ömer'in gözleri yaşardı, gözyaşlarını tutamadı, yanakları ve sakalının üzerine
aktı. Yüzünü O'ndan çevirdi.
Hz.
Hüseyin'in üzerinde ipek bir cübbe bulunuyordu. Başı sarıklıydı ve saçlarını da
kınalamıştı. Piyade olarak, kahraman atlılar gibi çarpıştı. Atılan oklardan
korunuyor, gediklerden faydalanıp fırsatları değerlendiriyor, atlılar üzerine
hamle yapıyor ve şunları söylüyordu: "Hep birlikte beni öldürmek için mi
bir araya gelmiş bulunuyorsunuz? Allah'a yemin ederim, benden sonra kullarından
kimi öldürürseniz, hiçbir şekilde beni öldürdüğünüz kadar gazaba gelmeyecektir.
And olsun, sizin alçalmanızla Allah'ın beni kerim kılacağını ümit ederim. Zaten
daha sonra benim intikamımı sizin bilemeyeceğiniz bir yerden sizden alacaktır.
Yemin ederim, beni öldürecek olursanız, Allah sizin, güçlerinizi birbirinizin
arasına ve birbirinize karşı koyacak ve birbirinizin kanını akıtacak, bununla
da yetinmeyerek acıklı azabı size kat kat artıracaktır. "
Günün
uzun bir bölümü böylece kaldı. Fakat öldürmek isteselerdi O'nu
öldürebilirlerdi. Herkes O'nu "bizler değil başkaları öldürsün" diye
çekinirken, Şemir ortalıkta şöyle bağırdı: "Ne oluyor size, adamı ne diye
bekliyorsunuz? Anneleri kaybedesiceler, O'nu öldürsenize!" Bunun üzerine dört
bir yandan O'na hamle yaptılar. Temimli Zür'a bin Şerik sol eline bir darbe
indirdi. Omuzuna da bir darbe indirildi. Daha sonra kendisi kalkmağa çalışıp
sendelerken bırakıp gittiler. Nehalı Sinan bin Enes Hz. Hüseyin'e bu durumda
iken hamle yaptı ve mızrağıyla bir darbe indirdi. Hz. Hüseyin bu darbe ile yere
düştü. Sinan, Haveli bin Yezid el-Esbahi'ye: "Kafasını kes!" diye
seslendi. Haveli, bunu yapmak istedi ise de kendisinde bunu yapacak güç
bulamadı. Kendisini bir titreme tuttu. Bu sefer Sinan O'na: "Hay Allah
senin pazunu darmadağın etsin.", diyerek atından indi. Hz. Hüseyin'in
boğazını kesip kafasını kopardı ve Haveli'ye verdi. Hz. Hüseyin'in üzerinde ne
varsa alındı. Pantolonlarını Bahr bin Ka'ab, üzerindeki ipek cübbesini Kays bin
Eş'as aldı. Daha sonra Kays'a: ''Kays-u Katife'' adı verilir oldu.
Ayakkabılarını Esved el-Evdi, kılıcını da Darim Kabilesi'nden bir adam aldı.
Herkes mevcut bulunan yiyeceklere, develere ve elbiselere hücum etti ve bunları
talan ettiler. Ayrıca ağır yüklerini ve mallarını da yağmaladılar. Kadınların
üzerinde ne varsa aldılar, öyle ki kadınların sırtındaki elbiseyi çıkartıyor ve
bunu bile alıyorlardı.
Hz.
Hüseyin'in üzerinde otuz üç mızrak yarası ve otuz dört de darbe tespit edildi.
Bu yaralar okların yaralarının dışında idi.
Süveyd
bin el-Muta' daha önce yere düşmüş ve ağır yaralar almış olarak öldürülenler
arasında kalmıştı. Herkesin "Hüseyin öldürüldü" dediğini işitince
kendisinde bir hafiflik gördü. Elinde bir bıçakla kalkıp ileri atıldı, çünkü
kılıcı daha önce alınmış bulunuyordu. Onlarla bir süre elindeki bıçakla
çarpıştıktan sonra öldürüldü. Onu Urve bin Battan es-Salebi ile Zeyd bin Rukad
el-Cunubi öldürdüler. Suveyd Hz. Hüseyin'in arkadaşları arasında en son
öldürülen kişi oldu.
Daha
sonra Hz. Hüseyin'in oğlu ''Zeynu'l-Abidin'' diye bilinen Ali'nin yanına
vardılar. Şemir O'nu öldürmek isteyince Humeyd bin Müslim: "Fesubhanallah,
çocukları da mı öldüreceksin." diye söylendi. Ali o sırada hasta
bulunuyordu. Ömer bin Sa'ad gelerek: "Bu kadınların çadırına hiç kimse girmeyecek
ve bu hasta çocuğa hiç kimse el uzatma-yacak. Kim bunların mallarından bir
şeyalmış ise onları geri versin." dediyse de hiç kimse hiçbir şeyi geri
vermedi. Herkes Sinan bin Enes en-Neha'i'ye şöyle diyordu: "Sen Ali'nin ve
Resulullah (s.a.v.)'ın kızı Fatıma'nın oğlu Hüseyin'i öldürdün. Sen bunların
mülküne son vermek isteyen Arapların en tehlikeli adamını öldürdün. Haydi, git,
emirlerinin yanına var, onlardan mükafatını iste, çünkü onlar onu öldürmenin
karşılığında bütün hazinelerini sana verecek olsalar bile, bu yine de az
gelecektir." Bunun üzerine Sinan atına bindi, yiğit ve şair bir kişiydi.
Dilinde bir parça ağırlık vardı. Gelip Ömer bin Sa'ad'ın çadırının kapısında
durduktan sonra sesinin çıkabildiği kadar şöyle bağırdı:
''Haydi
atıma altın ve gümüş yükle, Çünkü ben o büyük efendiyi öldürdüm. Anası ve
babası itibariyle en hayırlı insanı, Nesebi itibariyle en soylu olanı
öldürdüm.''
Ömer
bin Sa'ad: "Ben kesin olarak söylüyorum ki sen bir delisin. O'nu içeri
alınız." dedi. Yanına girince O'na elindeki sopayla vurarak şunları
söyledi: "Ey deli, nasıloluyor da böyle konuşabiliyorsun? Allah'a yemin
ederim, şayet İbn Ziyad senin böyle konuştuğunu duyacak olursa boynunu
uçurur."
Daha
sonra Ömer bin Sa'ad Kelbli İmruu'l-Kays'ın kızı ve Hz. Hüseyin'in hanımı
Rebab'ın kölesi olan Ukbe bin Sim'an'ı ele geçirdi. O'na: "Sen
kimsin?" diye sorunca, Ukbe'nin: "Ben köleyim." demesi üzerine
O'nu serbest bıraktı. Bu köleden ve Esedli Murakka' bin Su-mame'den başka
onlardan kurtulan olmadı. Murakka' oklarını bitirip çarpışmaya başlamış, bu
sırada kavminden bir grup eman verince kendisi de onların yanına gitmişti. İbn
Ziyad'a durumu anlatılınca O'nu Zara'ya sürmüştü.
Daha
sonra Ömer bin Sa'ad kendisiyle birlikte bulunanlara: "Kimler çıkıp
Hüseyin'i atlarıyla çiğneyecekler?" diye seslenmiş, bu iş için on kişi
ortaya çıkmıştı. Hadramlı İshak bin Hayve onlardan birisidir. Söz konusu bu
İshak Hz. Hüseyin'in gömleğini almıştı. Daha sonra alaca hastalığına yakalandı.
Bu on kişi gidip Hz. Hüseyin' i atlarına çiğnettiler ve sırtını, göğsünü
tamamıyla ezinceye kadar bu çiğneme işine devam ettiler.
Hz.
Hüseyin'in arkadaşlarından öldürülenlerin sayısı yetmiş iki kişi idi. Hz.
Hüseyin'i ve onunla birlikte öldürülenleri Esedoğulları'ndan el-Gadiriyyeliler,
ölümlerinden bir gün sonra gömmüşlerdi.
Ömer
bin Sa'ad'ın askerlerinden ise yaralı olanların dışında seksen kişi
öldürülmüştü. Ömer onların cenaze namazını kıldı ve gömülmelerini emretti.
*
* *
Hz.
Hüseyin öldürülünce O'nun ve diğer arkadaşlarının kesilen başları Haveli bin
Yezid ve Ezdli Humeyd bin Müslim ile birlikte İbn Ziyad'a gönderildi. Haveli
gittiğinde sarayın kapısının kapalı olduğunu görmüş, bunun üzerine evine
giderek Hz. Hüseyin'in başını evinde bulunan bir leğenin altına koymuş,
yatağına girmiş ve Nevvar adındaki hanımına şöyle demişti: "Ben sana
dünyanın zenginliğini getirmiş bulunuyorum. İşte Hüseyin'in başı senin
bulunduğun bu evdedir." Karısı ise: "Yazıklar olsun sana! Herkes
altın ve gümüş getirirken sen bana Resulullah (s.a.v.)'ın oğlunun kafasını getiriyorsun.
Allah'a yemin ederim, ben seninle hiç bir yerde artık başbaşa
kalmayacağım" diyerek yataktan kalkmış, evin dışına çıkmıştı. Nevvar şöyle
diyor: "Ben leğenden göğe kadar yükselen bir nura uzun süre bakıp durdum.
Daha sonra etrafında kanat çırpan bembeyaz bir kuş gördüm."
Sabah
olunca Haveli başı alıp İbn Ziyad'a götürdü.
Hz.
Hüseyin'in başını götürenin Şemir ile Kays bin Eş'as, Amr bin Haccac ve Urve
bin Kays olduğu da söylenmiştir.
İbn
Ziyad yerine oturduktan sonra gelenlerin huzuruna girmesi için izin verdi.
Kafalar teker teker getirilip önüne konuldu. Elindeki bir değnek ile bir süre
Hz. Hüseyin'in dişleri üzerine vurup durdu. Zeyd bin Erkam O'nun değneğini geri
çekmediğini görünce şöyle dedi: "Bu değneği bu dişlerin arasından çekip
aL. Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah'a yemin ediyorum ki, ben
Resulullah (s.a.v.)'in iki dudağını bu iki dudak üzerinde, onları öperken
görmüşümdür." Ve ağlamağa koyuldu. İbn Ziyad O'na şöyle cevap verdi:
"Hay
Allah senin iki gözünü de sürekli olarak ağlatsın. Allah'a yemin ederim, şayet
sen bunamış ve aklını yitirmiş bir yaşlı olmasaydın senin boynunu
uçururdum." Zeyd, oradan ayrılırken şöyle diyordu: "Ey Araplar! Artık
bu günden sonra sizler köle olacaksınız. Fatıma'nın oğlunu öldürdünüz.
Mercane'nin oğlunu emir yaptınız. İşte o sizin en hayırlılarınızı öldürüyor,
kötülerinizi de köle yapıyor. Sizler zilleti kabul ettiniz. Zilleti kabul
edenler Allah'ın rahmetinden uzak olsun!"
Ömer
Hz. Hüseyin'in öldürülmesinden sonra iki gün daha orada kaldı ve Küfe'ye gitti.
Küfe'ye giderken beraberinde Hz. Hüseyin'in kızlarını, kız kardeşlerini ve
onlarla beraber bulunan bütün çocuklarını alıp gitti. Bu yolculuk sırasında Hz.
Hüseyin'in küçük oğlu Ali henüz hasta bulunuyor idi. Hep birlikte Hz.
Hüseyin'in ve ölü olarak yere yıkılmış arkadaşlarıyla yakınlarının yanından
geçerken kadınlar feryada başladılar ve yüzlerine vurdular. Kız kardeşi Zeyneb:
"Ah ya Muhammed! Semanın bütün melekleri sana selat-ü selam etsin. İşte
Hüseyin düzlükte yatıyor, kanlara boyanmış, azaları kesilmiş. Senin kızların
ise esir alınmış, zürriyetin tek tek öldürülmüş. Rüzgar onların üzerine toprak
savuruyor." diyerek hem kendisi ağladı, hem de dost düşman herkesi
ağlattı.
Onları
İbn Ziyad'ın huzuruna çıkarttıklarında Hz. Zeyneb en adi elbiselerini giydi,
tanınmaz bir hale geldi. Cariyeleri etrafını sardı. Ubeydullah:
"Şu
oturan kadın kimdir?" diye sorunca Zeyneb O'nunla konuşmadı. Üç defa
tekrarladığı halde O'na cevap vermedi. Sonra O'nun cariyelerinden biri:
"Bu Fatıma'nın kızı Zeyneb'dir," deyince İbn Ziyad şöyle dedi:
"Sizleri alçaltan, tek tek öldüren ve ortaya attığınız şeyleri yalanlayan
Allah'a hamd olsun!" Hz. Zeyneb şu cevabı verdi: "Bizleri Muhammed
ile şereflendiren ve tertemiz yapan Allah'a hamd olsun! Bizler kesinlikle senin
söylediğin gibi değiliz. Ancak fasıklar rezil olur ve facirler yalancı
çıkartılır." İbn Ziyad: "Nasıl, Allah'ın senin ailene yaptıklarını
nasıl buldun?" deyince Zeyneb şöyle karşılık verdi: "Onların üzerine
ölüm yazılmıştı. Onlar da öldürülecekleri yere geldiler. Allah seni ve onları
bir araya getirecek ve sizler karşılıklı olarak O'nun huzurunda
muhakemeleşeceksiniz." İbn Ziyad hiddetlenerek şöyle dedi: "Senin
azgın kardeşine ve ailenden asi ve isyankar olanlara karşı duyduğum kinden
artık rahatlamış bulunuyorum." Bu sefer Hz. Zeyneb ağlayarak şu cevabı
verdi: "Yemin ederim sen benim yiğidimi öldürdün, ailemi ortada bıraktın.
Benim akrabalarımı da benden kopardın, kökünü kazıdın. Eğer seni bunlar
rahatlatıyorsa rahatlamış oldun." Bu sefer İbn Ziyad O'na: "Bu bir
kahramanlıktır . Yemin ederim, gerçekten senin baban bir kahramandı."
deyince Zeyneb:
"Bir
kadının kahramanlıkla ne ilgisi olabilir ki?" diye karşılık verdi. İbn
Ziyad Hz. Hüseyin'in oğlu Ali'yi görünce: "Senin adın ne?" diye
sordu. Ali: "Benim adım Ali bin Hüseyin'dir." dedi. İbn Ziyad:
"Allah Ali bin Hüseyin'i öldürmedi mi?" diye sordu, fakat Ali sesini
çıkarmadı. İbn Ziyad: "Ne diye konuşmuyorsun?" diye sorunca Ali şöyle
cevap verdi: "Benim aynı şekilde adı Ali olan bir başka kardeşim daha
vardı. O'nu insanlar öldürdü." İbn Ziyad: "O'nu Allah öldürdü!"
dedi, fakat Ali sesini çıkarmadı. İbn Ziyad tekrar: "Niye
konuşmuyorsun?" diye sorunca Ali şu ayetle cevap verdi: ''Öldüğü zaman
canları alan Allah'tır'' (Zumer suresi, 42) ''Hiç bir nefis için Allah'ın izni
olmaksızın ölmek imkanı yoktur.'' (Al-i İmran suresi, 145). İbn Ziyad O'na:
"Allah'a yemin ederim, sen de onlardansın." dedikten sonra orada
bulunan birine şöyle söyledi: "Eyadam, şuna bir bak ergenleşmiş mi? Ben
bunun artık adam olduğunu sanıyorum." Ahmerli Murri bin Muaz O'nun üzerini
açarak: "Evet, ergenleşmiştir." diye cevap verince İbn Ziyad:
"Onu öldür!" diye emir verdi. Fakat Ali O'na: "Peki bu kadınları
kim görüp gözetecek?" diye sordu. Zeyneb de O'na sarılıp kaldı ve şunları
söyledi: "Ey İbn Ziyad! Bizden öldürdüğün kimseler sana yeter. Bizim
kanlarımızı içmeye kanmadın mı? Bizden kimseyi bıraktın mı?" Ali'nin
boynuna sarıldı ve şunları ekledi:
"Eğer
sen mümin isen Allah adına senden şunu diliyorum: O'nu öldürürsen mutlaka beni
de onunla birlikte öldür." Ali de şöyle konuştu: "Ey İbn Ziyad! Şayet
seninle bu kadınlar arasında bir akrabalık var ise onlarla birlikte İslam'ın
gerektirdiği şekilde bulunacak, Allah'tan korkan, muttaki bir adam
gönder." İbn Ziyad bir süre Zeyneb'e baktıktan sonra şunları söyledi:
"Şu akrabalık duygusu gerçekten hayret verici! Allah'a yemin ederim, ben
O'nun gerçekten Ali'yi öldürecek olursam kendisini de öldürmemi samimiyetle
istediğine inanıyorum. Haydi, genci bırakın, o da kadınlarla beraber
gitsin."
Daha
sonra İbn Ziyad: "Topluca namaza!" diye seslenilmesini emretti.
Herkes namaz için toplandı. İbn Ziyad minbere çıkıp hutbe okudu. Hutbesinde
şunları söyledi: "Hakkı ve hak ehlini ortaya çıkartan, onları galip kılan,
müminlerin emiri Yezid'i ve taraftarlarını muzaffer kılan, yalancı oğlu yalancı
Hüseyin bin Ali'yi ve taraftarlarını öldüren Allah'a hamd olsun!"
Bu
sözler üzerine Ezdli ve bilahare el-Valibli olan Abdullah bin Afif O'nun önüne
atıldı. Abdullah gözlerinden birisini Hz. Ali ile birlikte Cemel Vak'ası'nda,
diğerini de yine O'nunla birlikte Sıffin Vak'ası'nda kaybetmiş ama bir kimse
idi. Mescitten hiç ayrılmaz, geceye kadar orada namaz kılar, daha sonra ayrılır
giderdi. İbn Ziyad'ın bu sözlerini işitince ayağa kalkıp şunları söyledi:
"Ey Mercane'nin oğlu! Gerçek şu ki asıl yalancı oğlu yalancı sensin ve
senin babandır, seni vali tayin eden kimsedir ve onun babasıdır. Ey Mercane'nin
oğlu! Sizler Peygamberlerin çocuklarını öldürüyor, ondan sonra da sıddiklerin
ko-nuştuğu gibi konuşuyorsunuz ha!"
İbn
Ziyad: "Onu yanıma getiriniz!" diye emir verdi. Alıp yanına götürünce
Abdullah Ezdlilerin parolası olan: "Ya Mebrur" diye seslendi. Bunun
üzerine Ezdlilerden bir grup genç yanına varıp O'nu kurtardılar. İbn Ziyad daha
sonra Abdullah'a adamlar gönderip yanına getirtti ve öldürdü. Mescitte
asılmasını emretmesi üzerine astılar. Allah'ın rahmeti O'nun üzerine olsun.
İbn
Ziyad, Hz. Hüseyin'in başının alınarak Kufe'de dolaştırılmasını emretti.
Böylece Hz. Hüseyin'in başı bir görüşe göre bir ağaç üzerinde taşınan ilk baş
oldu. Ancak doğru olan, İslam tarihinde bu şekilde taşınan ilk başın Amr bin
Hamik'in başı olduğudur.
Daha
sonra İbn Ziyad Hz. Hüseyin'in ve arkadaşlarının başlarını Zahr bin Kays
eşliğinde bir grup kişi ile Şam'a, Yezid'in yanına gönderdi. Başları Şemir ve
bir grup kişi ile gönderdiği de söylenmiştir. Onlarla beraber kadın ve
çocukları da göndermişti. Bunlar arasında Hz. Hüseyin'in oğlu Ali de vardı. İbn
Ziyad Ali'nin ellerini ve boynunu demirlerle bağlamış ve onları bineklere
bindirmişti. Yol boyunca Şam'a varıncaya kadar Ali onlarla hiç konuşmadı. Zahr
bin Kays Yezid'in huzuruna girince Yezid ona: "Ne haber?" diye
sorunca Zahr şu cevabı verdi: "Ey Müminlerin emiri! Sana Allah'ın ihsan
ettiği zaferin ve yardımın müjdesini getiriyorum. Allah Ali'nin oğlu Hüseyin'i
önümüze ailesinden on sekiz, taraftarlarından da altmış kişi ile birlikte
çıkarttı. Onların üzerine gittik ve emir Ubeydullah'ın hükmünü kabul
etmelerini, aksi takdirde kendileriyle çarpışacağımızı söyledik. Onlar
çarpışmayı tercih ettiler. Güneşin doğuşu ile birlikte üzerlerine yürüdük, her
taraftan onları kuşattık. Kılıçlarımız tepelerine inince sığınacak bir yer
bulamayıp kaçışmağa ve çukurlarla tepelere sığınmağa başladılar. Adeta
kartaldan kaçan güvercinleri andırıyorlardı. Allah'a yemin ederim, sadece bir
deveyi kesecek yahut da kuşluk vakti uyuyanın uyuyabileceği zamandan fazla bir
süre geçmedi ki biz onların sonuncularını da öldürmüştük. İşte onların
cesetleri çırılçıplak senin önünde. Elbiseleri kumlara batmış, yanakları
toprağa yatmış. Güneş onları kızdırıyor, rüzgarlar onların üzerinden geçip
gidiyor. Akbabalar onların ziyaretçileri, kartallar o kuru ve boş arazilerde
uçup konuyor. "
Taberi
der ki: Yezid gözleri yaşararak: "Başınızdaki o azgın Hüseyin'i
öldürmeseydi yine bana yeterdi. Allah Sümeyye'nin oğluna lanet etsin! Allah'a
yemin ederim, şayet ben karşı karşıya olsaydım, O'nu hapsederdim. Allah
Hüseyin'e rahmet buyursun!" dedi ve bu gelene hiç bir şey vermedi.
Denildiğine
göre Hz. Hüseyin'in ailesi Küfe'ye vardığında İbn Ziyad onları hapsetti ve
Yezid'e durumu haber verdi. Onlar hapiste iken içeriye taşa bağlanmış bir
pusula atıldı. Pusulada şunlar yazılı idi: "Posta sizin durumunuzu Yezid'e
götürdü. Falan gün varacak ve falan gün geri dönecektir. Eğer tekbir sesleri
duyarsanız öldürüleceğinizi biliniz, tekbir sesi duymayacak olursanız o zaman
kendinizi emniyette kabul edebilirsiniz."
Postanın
gelişinden iki veya üç gün önce yine bir taşa bağlı olarak bir mektup atıldı.
Bunda da şu satırlar bulunuyordu: "Artık vasiyetinizi yapınız ve
söyleyeceklerinizi söyleyiniz. Postanın varması yakındır." Daha sonra
posta Yezid' den tutuklu bulunanların kendisine gönderilmesine dair emri
getirdi. Bunun üzerine İbn Ziyad Muhaffir bin Sa'lebe ile Şemir bin
Zu'l-Cevşen'i çağırarak eşyalarla ve Hz. Hüseyin'in başıyla birlikte gönderdi.
Bunlar Dimaşk'a varınca Muhaffir bin Sa'lebe Yezid'in kapısından şöyle
seslendi:
"İnsanların
en ahmak ve alçağının başını getirdik." Yezid bunu duyunca şöyle dedi:
"Muhaffir'den
daha alçak ve daha ahmak birisini O'nun anasından başka bir ana doğurmuş
değildir. O zalim ve her türlü bağı koparıcı bir kimsedir."
Daha
sonra Yezid'in huzuruna girdiler. Başı önüne koydular ve O'nunla konuştular.
Abdullah bin Amir bin Kureyz'in kızı ve Yezid'in hanımı olan Hind bu sözleri
işitince örtünerek dışarı çıktı ve şunları söyledi: "Ey müminlerin emiri!
Bu Ali'nin ve Resulullah (s.a.v.)'in kızı Fatima'nın oğulları olan Hüseyin'in
başı mıdır?" Yezid: "Evet, O'nun için ağla! Resulullah (S.A.V.)'ın ve
Kureyş'in en belli başlı kızının oğlunun yasını tut! İbn Ziyad acele davranıp
O'nu öldürdü. Allah da O'nun canını alsın!"
Daha
sonra Hz. Hüseyin'in başı önünde olduğu halde elindeki çubukla ağzını
kurcalarken insanların huzuruna girmeleri için izin verdi ve bu arada şunları
söyledi: "Bunun ve bizim durumumuz Husayn bin el-Humam'ın şu
söylediklerine benziyor:
''Kavmimiz
bize karşı adaletli olmadı, Kan damlayan kılıçlarımız da hakkı aldı. Bu
kılıçlar bizim için değerli olanların kafasını yere yıkıyor, Onlarsa daha zalim
ve daha asi idi.''
Bunun
üzerine Eslemli Ebu Berze şöyle konuştu: "Elindeki sopayla Hüseyin'in
ağzına mı vuruyorsun? Sopan Hüseyin'in ağzına girmiş bulunuyor. Ben Resulullah
(S.A.V.)'ın o ağzı öptüğünü görmüşümdür. Ey Yezid! Sen kıyamet gününde
geleceksin ve şefaatçin İbn Ziyad olacaktır. Bu da gelecektir ve O'nun
şefaatçisi Muhammed olacaktır." Daha sonra kalkıp gitti.
Yezid
şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ey Hüseyin, eğer seninle çarpışan ben
olsaydım seni öldürmezdim." Daha sonra şunları söyledi: "Bütün
bunların sebebi nedir biliyor musunuz?" O: "Benim babam Ali O'nun
babasından, annem Fatıma da O'nun annesinden daha hayırlıdır. Dedem Resulullah
O'nun dedesinden daha hayırlı olduğu gibi ben de O'ndan daha hayırlıyım ve bu
işte O'ndan daha çok hak sahibiyim." dedi. Babasının benim babamdan daha
hayırlı olmasına gelince: Babalarımız Allah'ın huzurunda delilleriyle ortaya
çıkmışlardır. İnsanlar artık kimin lehine hüküm verildiğini de biliyorlar.
O'nun: "Benim annem O'nun annesinden hayırlıdır." demesine gelince:
Yemin ederim ki Resulullah'ın kızı Fatıma benim annemden hayırlıdır.
"Dedem Resulullah O 'nun dedesinden hayırlıdır." demesine gelince:
Yemin ederim ki Allah'a, ahiret gününe inanan hiç bir kimse aramızda
Resulullah'a denk, Resulullah'a eş değerde hiçbir kimse olduğu görüşünde
değildir. Fakat o derin bilgisine kurban gitmiş ve: ''De ki ey mülkün sahibi
olan Allah'ım ... '' (Al-i İmran suresi, 26) buyruğunu okumamış gibidir."
Daha
sonra Hz. Hüseyin'in başı önünde olduğu halde hanımı ve yakınları huzuruna getirildi.
Hz. Hüseyin'in kızları olan Sukeyne ile Fatıma uzanarak babalarının başını
görmek istediler, ancak Yezid görmelerini önlemek amacıyla önlerinde duruyordu.
Başı görünce hep birlikte feryat ettiler. Bu arada Yezid'in kadınları
bağrışmağa, Muaviye'nin kızları da etrafı velveleye vermeğe başladılar. Hz.
Hüseyin'in yaşça Sükeyne'den daha büyük olan kızı Fatıma şöyle dedi: "Ey
Yezid! Resulullah'ın kızları şu anda esir midir?" Yezid onlara: "Ey
kardeşimin kızı, işte benim de arzulamadığım şey bu idi." deyince Fatıma:
"Allah'a yemin ederim, bizim bir yüzüğümüz bile bırakılmadı." dedi.
Bunun üzerine Yezid: "Sizin başınıza gelmiş olanlar sizden alınanlardan
daha büyüktür." diye karşılık verdi.
Bu
arada Şam'lı bir adam ayağa kalkarak ve Fatıma'yı kast ederek: "Bunu bana
bağışlayıver!" deyince Fatıma kız kardeşi Zeyneb'in elbiselerini yakaladı.
Zeyneb Fatma'dan daha büyük idi, Yezid'e şöyle dedi: "Yalan söyledin ve
çok alçakça hareket ettin. Böyle bir iş ne sana, ne de ona düşer." Bu söz
üzerine Yezid gazaba geldi ve şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim, sen
yalan söyledin, bu bana düşer ve ben onu bağışlamayı istesem bağışlayabilirdim.
" Zeyneb şöyle karşılık verdi: "And olsun, Allah sana böyle bir imkan
vermiş olamaz; ancak senin dinimizden çıkıp başka bir dine göre hüküm vermen
hali bundan müstesnadır." Yezid yine gazaplandı ve adeta aklı başından
gitmişçesine: "Sen bu şekilde bana mı karşılık veriyorsun? Dinden olsa
olsa senin baban ve kardeşin çıkmış olabilir." dedi. Zeyneb de:
"Allah'ın dini ile babamın, kardeşimin ve dedemin dini ile sen de, baban
da, deden de hidayet buldunuz." diye cevap verdi. Yezid bu sefer şöyle
dedi: "Ey Allah'ın düşmanı, yalan söylüyorsun." Zeyneb: "Sen
emir olduğun halde haksızlık ediyor, hakarette bulunuyorsun. Elindeki
otoriteyle bizleri baskı altında tutmak mı istiyorsun?" deyince Yezid
utandı ve sesini kesti. Daha sonra yanından çıkartılıp Yezid'in odalarına
yerleştirildiler. Yezid'in ailesinden olup da onların yanına gelmeyen, onlara
taziyede bulunmayan ve kendilerinden neler alındığını sorup da kat katını
onlara vermeyen hiçbir kadın olmadı. Sükeyne şöyle diyordu:
"Ben
Muaviye'nin oğlu Yezid'den daha iyilikçi bir Allah inkarcısı görmedim."
Daha
sonra Yezid emir verdi, Hz. Hüseyin'in oğlu Ali elleri kolları bağlı olarak
huzuruna getirildi. Ali: "Resulullah (s.a.v.) eğer bizleri bu şekilde, eli
kolu bağlı olarak görecek olsaydı, mutlaka bağlarımızı çözerdi." deyince
Yezid: "Doğru söylüyorsun," diyerek Ali'nin bağlarının çözülmesini
emretti. Daha sonra Ali şöyle söyledi: "Şayet Resulullah bizim bu şekilde
uzak durduğumuzu görseydi bizi yakınlaştırmak isterdi." Bunun üzerine
Yezid emir verdi ve Ali kendisine yaklaştırıldı. Yezid kendisine şöyle dedi:
"Ey Hüseyin'in oğlu Ali! Benim akrabalık bağlarımı koparan, hakkımı tanımayan,
otoritem konusunda benimle mücadeleye girişen senin baban oldu. Allah O'nun
başına senin şahit olduğun şeyleri getirdi." Ali şu ayetle cevap verdi:
''Ne yerde, ne de sizİn nefislerinizde (size isabet eden) hiçbir musibet yoktur
ki, bizler onu yaratmazdan önce (Lehv-i Mahfuz adındaki bir) kitapta yazılı
olmasın. Muhakkak bu Allah'a göre çok kolaydır. Ta ki kaybettiğinize
üzülmneyesiniz, (Allah'ın) size verdiğine de sevinmeyesiniz. Allah zaten her
kibirlenip böbürleneni sevmez.'' (Hadid suresi, 22-23).
Yezid
de O'na şu ayetle cevap verdi: ''Size gelen her bir musibet sizin ellerinizin
kazanması iledir.'' (Şura suresi, 30).
Daha
sonra sustu ve bir şey söylemedi. O'nun, beraberindeki diğer hanımlarla
birlikte dedesi Hz. Ali'nin evinde ağırlanmalarını emretti. Yezid bütün öğle ve
akşam yemeklerinde mutlaka Ali'yi de yemeğe çağırırdı. Bir gün yanında henüz
küçük bir çocuk olan Hz. Hüseyin'in oğlu Amr bulunduğu sırada Ali'yi çağırdı ve
Amr'a Halid bin Yezid'i kast ederek sordu: "Bununla boğuşur musun?"
Amr şöyle cevap verdi: "İkimize de birer bıçak ver, dövüşelim. "
Bunun üzerine Yezid O'nu kucaklayarak şöyle dedi: "Bu benim öteden beri
tanıdığım bir tabiattır. Hiç yılan yılandan başka bir şey doğurur mu?"
Denildiğine
göre Hz. Hüseyin'in başı Yezid'e varınca İbn Ziyad'ın durumu daha bir iyileşti
ve sağlamlaştı. O'na daha fazla şeyler vermeğe başladı, O'nunla olan bağlarını
güçlendirdi ve yaptığından memnun, oldu. Fakat fazla bir süre geçmeden herkesin
O'na kin beslediğini ve lanet edip küfrettiğini haber alınca Hz. Hüseyin'in
öldürülmesine pişman olup şöyle demeye başladı:
"Ben
bazı sıkıntılara katlanıp Hüseyin'i evimde misafir etseydim ve O'nu istediği
şekilde hakim kılsaydım ne kaybederdim? Her ne kadar bu benim otoritemi
zayıflatmış olurdu ise de Resulullah (S.A.V.)'ın haklarını korumuş, O'nun
hukukuna riayet etmiş olurdum. Allah Mercane'nin oğluna lanet etsin, çünkü beni
bu duruma düşüren O oldu. Halbuki Hüseyin ondan bana elini verip bey'at etmek
yahut vefat edinceye kadar herhangi bir serhadde oturmak konularında izin
istemişti; ancak İbn Ziyad bu isteklerini kabul etmeyip O'nu öldürdü, bu yüzden
de Müslümanlar bana kin besledi, onların kalplerine bana karşı düşmanlık tohumu
ekti, iyileri de kötüleri de Hüseyin'i öldürmemi çok büyük bir iş olarak
değerlendirdiklerinden bana buğz ettiler. Bu Mercane'nin oğluna ne yapayım?
Allah O'na lanet etsin, gazap etsin!"
Yezid,
Medine'ye göndermek isteyince Nu'man bin Beşir'e onları hazırlamayı ve uygun
gelecek şekilde ihtiyaçlarını karşılayarak Şam halkından emin birisini onlarla
birlikte göndermesini, ayrıca yanlarına Medine'ye kadar refakat edecek bir grup
atlı da katmasını emretti. Daha sonra vedalaşmak üzere Ali'yi çağırıp şunları
söyledi: "Allah Mercane'nin oğluna lanet etsin! Allah'a yemin ederim,
şayet onun karşısında ben olsaydım ve benden bir şey istemiş olsaydı kesinlikle
onun o isteğini yerine getirirdim ve O'nu -isterse çocuklarımın helakiyle,
ölümüyle neticelensin- elimden geldiğince ölümden kurtarmağa çalışırdım, fakat
gördüğün gibi Allah'ın hükmü böyle tecelli etmiştir. Yavrucuğum, bir ihtiyacın
olursa bana yaz, bildir." Daha sonra bu elçiye onlar hakkında tavsiyelerde
bulundu. Elçi onlarla birlikte çıktı. Geceleyin yol aldıkları zaman fazla ileri
geçmeyecek şekilde onun önünde gidiyorlar, konaklayacak oldukları zaman da o ve
arkadaşları onlardan ancak bir miktar uzaklaşıyorlar, çevrelerinde bekçi gibi
onları korur bir durum alıyorlardı. Bu elçi onların ihtiyaçlarını soruyor,
onlara Medine'ye varıncaya kadar nazik bir şekilde muamele ediyor, iyi bir
şekilde davranıyordu. Hz. Ali'nin kızı Fatıma, kız kardeşi Zeyneb'e şöyle dedi:
"Bu adam bize gerçekten iyilik yaptı. Ne dersin, ona herhangi bir hediye
vererek karşılık verelim mi?" Zeyneb O'na:
"Allah'a
yemin ederim, süs eşyalarımızdan başka verecek hiçbir şeyimiz yoktur."
diyerek karşılık verdi. Her ikisi iki bilezik çıkartıp gönderdiler ve özür
beyan ettiler, fakat bu adam hepsini geri çevirerek şöyle söyledi: "Eğer
ben bunu dünya için yapmış olsaydım sizin bu gönderdikleriniz gerçekten beni
memnun ederdi, fakat Allah'a yemin ederim, ben bu yaptıklarımı sadece Allah
için ve sizlerin Resülullah (S.A.V.)'a olan yakınlığınız dolayısıyla
yapmışımdır."
İmruu'l-Kays'ın
kızı olan er-Rebab Hz. Hüseyin'in hanımı olup onunla birlikte bulunuyordu.
er-Rebab Hz. Hüseyin'in kızı Sukayne'nin annesidir. Hz. Hüseyin'in ailesinden
olan kimselerle birlikte o da Şam'a götürülmüş, daha sonra Medine'ye geri
dönmüştü. Kureyş'in eşrafından olan kimseler talip olmuş, fakat O: "Ben
Resülullah (s.a.v.)'dan sonra hiç bir kimseyi kayınpeder edinemem" diye
cevap vermiş ve bu teklifleri kabul etmemişti. Hz. Hüseyin'den sonra bir yıl
daha yaşadı ve bu süre içerisinde hiç bir evin çatısı altında barınmadı.
Sonunda kalp ağrısından vefat etti. O'nun Hz. Hüseyin'in kabri başında bir yıl
kaldıktan sonra Medine'ye döndüğü ve üzüntüden öldüğü de söylenmiştir.
Ubeydullah
bin Ziyad Hz. Hüseyin'in ölümünü bildirmek üzere Amr bin Said'e bir elçi
göndermişti. Yolda Kureyş'ten bir kişi bu elçi ile karşılaşmış ve:
"Ne
haber?" diye sorunca elçi: "Haber emirin yanındadır" diye cevap
vermiş, bunun üzerine Kureyş'li adam da; "İnna lillah ve inna ileyhi
raciun, Hüseyin öldürüldü." demişti.
Haberi
getiren Amr bin Said'in yanına girmiş, Amr O'na: "Ne gibi bir haberle
geldin?" diye sorunca elçi; "Emir'i sevindirecek haber getirdim,
Ali'nin oğlu Hüseyin öldürüldü." diye cevap vermişti. Bunun üzerine Amr:
"O halde O'nun öldürüldüğünü ilan et!" diye emir verince elçi bu
ilanı yaptı. Haberi duyan Haşimoğulları'nın kadınları feryadı bastı ve Ebü Talib'in
oğlu Akil'in kızı yanında yakın akrabası olan diğer kadınlarla birlikte peçesiz
ve elbiselerini çeke çeke dışarı çıktı. Bu sırada bir taraftan da şu beyitleri
okuyordu:
''Ne
diyeceksiniz, Peygamber size sorsa: Son ümmet olduğunuz halde ne yaptınız,
Benim soyumu ve ailemi benden sonra? Kimini esir aldınız, kimini yaraladınız,
Benim sizden göreceğim karşılık böyle olmamalıydı. Akrabama böyle kötü
davranmamalıydınız.''
Amr
kadınların bu şekilde bağrıştıklarını işitince gülerek şu beyti okudu:
''Ziyadoğulları
'nın kadınları feryadı bastı, Kadınlarımızın Ernab sabahı bağırdığı gibi.''
Ernab,
Zebidoğulları'nın Haris bin Ka'aboğulları'ndan olan Ziyadoğulları üzerine
yaptığı bir baskın olayıdır. Söz konusu bu beyit de Amr bin Ma'dikerib'e
aittir.
Daha
sonra Amr: "Osman için bağırıldığı gibi bağırılıyor." dedi,
arkasından minbere çıkarak halka Hz. Hüseyin'in ölümünü bildirdi.
Abdullah
bin Ca'fer'in iki oğlunun Hz. Hüseyin ile birlikte öldürüldüğünü haber alınca
kölelerinden birisi ve bazı kimseler taziyesine gittiler. Kölesi: "İşte bu
bizim başımıza Hüseyin'in yüzünden geldi." deyince Abdullah ayakkabısıyla
O'nu dürterek şöyle dedi: "Ey kokuşmuşun oğlu! Sen bunu Hüseyin'e mi
söylüyorsun? Allah'a yemin ederim, ben de görmüş olsaydım O'nunla birlikte
öldürülünceye kadar O'ndan ayrılmamayı arzu ederdim. And olsun kardeşim ve
amcamın oğlunun O'nu destekleyerek ve O'nunla beraber sabrederek öldürülmüş
olmaları başıma gelen bu musibeti hafifletici ve kederimi azaltıcı bir
durumdur." Daha sonra şöyle devam etti: "Bizzat benim iki elim
Hüseyin'e karşı yapılması gerekeni yapamadıysa da benim çocuklarım gerekeni
yapmışlardır. "
Kufeliler
Hz. Hüseyin'in başını Şam'a getirip Dimaşk mescidine indiklerinde Mervan bin
Hakem onlara gidip bu işi nasıl yaptıklarını sordu, onlar da anlattılar. Daha
sonra Mervan onların yanından ayrılıp gitti. Arkasından kardeşi Yahya bin Hakem
yanlarına geldi ve onlara aynı soruyu sordu. O'na da aynı şeyi anlattılar.
Yahya onlara şöyle dedi: "Kıyamet gününde Muhammed (S.A.V.)'i artık göremeyeceksiniz.
Hiçbir konuda artık sizinle birlikte olmayacağım"
Yezid'in
yanına girdiklerinde Yahya bin Eksem şu beyitleri okudu:
''Alçak
soylu İbn Ziyad'a yakın Kalabalık asker Taff'a yakındı. Sumeyye 'nin soyu artık
toprak gibidir Al-i Mustafa 'nınsa soyu kalmadı.''
Bunu
duyan Yezid Yahya'nın göğsüne vurarak: "Sus" diye emretti.
Denildiğine
göre, Hz. Hüseyin'in öldürüldüğü gece birisinin şu beyitleri okuduğu
işitilmiştir:
''Ey
bilgisizce Hüseyin'i öldürenler!
Azabı
ve cezayı müjdelerim size,
Gökteki
herkes size beddua ediyor,
Ne
kadar melek ve peygamber varsa ...
Süleyman
da, Musa da, İncil'in sahibi de size lanet ediyor.''
İki
ya da üç ay süreyle güneşin doğuşundan itibaren yükselişine kadar herkes adeta
duvarlara kan sürüldüğünü görüyor gibi oluyordu.
Ra's
Calüt o günleri anlatırken şöyle der: "Kerbela'dan her geçişimde, orayı
geride bırakıncaya kadar atımı koştururdum, çünkü bizler orada bir Peygamber
çocuğu öldürülecek diye kendi aramızda konuşuyorduk ve bundan dolayı korkuya
kapılırdım. Hüseyin'in öldürülmesinden sonra artık kendimi emniyet içerisinde
görmeye başladım. Oradan atımı koşturmadan geçer giderdim. "
Öldürüldüğü
gün Hz. Hüseyin'in elli beş yaşında olduğu söylenmiştir.
Altmış
bir yaşında olduğu da söylenmiş olmakla birlikte bu rivayetin hiçbir değeri
yoktur.
Her
şeyiyle Haşimoğulları'na bağlı, Teym Murra'dan olan şair etTeymi, Hz. Hüseyin'e
ve ailesine yazmış olduğu mersiyede şunları söyler:
''Muhammed
'in aile halkının evlerinden geçtim, Boş kaldıkları günkü halleriyle
benzerlerini görmedim. Allah bir yerden sakinlerini uzaklaştırmasın, İsterse
orayı kendileri bırakıp gitmiş olsun. Haşimlerden nehir kıyısında Taff'da
öldürülenler, Müslümanların boynunu büktü ve onları üzüntüye boğdu. Onlar bir
umutken fada oluverdiler, Çok büyük bir fada ve çok ağır ... Varlıklıya göre
bir damla kanımız varsa, Bir gün onlara bunun karşılığını veririz. Kayslılar
fakir düşerse fakirlerini koruruz, Onlar ise ayağımız kayınca öldürür bizi.''
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
HZ. HÜSEYİN İLE
BİRLİKTE ÖLDÜRÜLENLER
BU YILIN DİĞER OLAYLARI:
HZ. HÜSEYİN İLE
BİRLİKTE ÖLDÜRÜLENLER
EBU BİLAL MİRDAS
BİN HUDEYR EL-HANZALİ'NİN ÖLDÜRÜLMESİ
SELM BİN
ZİYAD'IN HORASAN VE SİCİSTAN VALİLİĞİNE GETİRİLMESİ
YEZİD BİN ZİYAD
İLE TALHATU'T-TALHAT'IN SİCİSTAN VALİLİKLERİ