İBNÜ’L-ESİR el-Kamil fi’t-Tarih

3. CİLT

 

HİCRETİN ALTMIŞ ÜÇÜNCÜ YILI OLAYLARI (M. 682-683)

EL-HARRE VAK'ASI

 

HİCRİ 63.YIL

 

Harre Vak'ası'nın başlangıcı daha sonra kendisinden söz edilecek olan Yezid'e yapılmış olan bey'atın geri alınması olayına kadar uzanır. Bu yıl olunca Medine halkı Yezid'in tayin ettiği Vali olan Osman bin Muhammed bin Ebi Süfyan'ı dışarıya çıkartarak Ümeyyeoğulları'nı muhasara altına aldılar. Bu yaptıkları ise Abdullah bin Hanzala'ya bey'atlerinden sonra olmuştur. Ümeyyeliler onlara bağlı olanlar ve onlarla aynı görüşleri paylaşanlar bin kişi olarak bir araya geldiler, Mervan bin Hakem'in evine yerleştiler ve Yezid'e mektup yazarak yardım istediler. Elçi Yezid'in yanına vardığında Yezid şişmiş olan ayaklarını içinde su bulunan bir leğene batırmış ve bir koltuk üzerinde oturmakta idi. Yezid mektubu okuyunca şu beyti söyledi:

 

''Benim karakterim olan tahammülü değiştirdiler Ben de onlara karşı yumuşaklığı mı sertlikle değiştirdim.''

 

Daha sonra elçiye sordu: "Ümeyyeoğulları bin kişi değil miydi?" Elçi:

 

"Evet, Allah'a yemin ederim, belki de daha fazladırlar" diye cevap verdi. Bunun üzerine Yezid şöyle dedi: "Peki onlar bir günün bir kısmında bile savaşamadılar mı?"

 

Daha sonra mektubu Amr bin Said'e gönderip okuttu ve yanına asker alıp onların üzerlerine yürümesini emretti Ayrıca şunları da ekledi:

 

"Ben daha önce sana bütün emir yetkilerini vermiş ve ülkeyi zapturapt altına almıştım. Şimdi ise Kureyş'in kanları Medine tepesinde akıtılmaktadır. Ben böyle bir işi yüklenmek istemiyorum. "

 

Sonra Ubeydullah bin Ziyad'a da Medine'ye yürümesi için haber göndererek Mekke'de İbn ez-Zübeyr'i de muhasara altına almasını emretti. Daha sonra ise: "Allah'a yemin ederim, ben bu görevlerin her ikisini Resulullah'ın çocuğunu öldüren (Hz. Hüseyin'in öldürülmesini kastediyor) bir fasıka vermem." dedi ve İbn Ziyad'a haber göndererek Özür beyan etti. Sonra, yaşlı ve hasta bir İhtiyar olan Mürreli Müslim bin Ukbe'ye haber gönderdi. Müslim'e ''Müsrif'' adı verilmişti. Onu durumdan haberdar edince Müslim: "Ümeyyeoğulları bin kişi gelmiyor muydu?" diye sorunca elçi: "Evet geliyordu." diye cevap verdi. Bunun üzerine Müslim şöyle dedi: "Peki, bunlar bir günün bir kısmında bile savaşamadılar mı? Bunlar kendilerine yardım edilmeye layık kimseler değildir, bunlar zelil kimselerdir. Ey müminlerin emiri! Sen bunları düşmanlarıyla çarpışarak kendilerini yoruncaya ve sana itaat edip savaşanlarla teslim olanların kimler olduğunu görünceye kadar kendi hallerine bırak!" Yezid O'na şu cevabı verdi: "Yazıklar olsun sana! Onlardan sonra yaşamaktan hayır mı gelir? Haydi, askerlerinle beraber çıkıp git!"

 

Denildiğine göre Muaviye Yezid'e şunları söylemişti: "Senin Medinelilerle karşı karşıya kalacağın bir gün olacaktır. Onlar şayet böyle bir iş yapacak olurlarsa onların üzerine Müslim bin Ukbe'yi gönder, çünkü o samimiyetinden emin olduğum bir adamdır."

 

İşte Medine halkı bu şekilde itaatten çıkınca Yezid Müslim'e Medineliler üzerine gitmesini emretmişti. O da halkın Hicaz'a gitmek üzere hazırlanmalarını ilan ettirmiş ve hem maaşlarını hem de yol hazırlığını karşılamak üzere 100'er dinar almalarını söylemişti. Bu iş için on iki bin kişi müracaat etmiş ve seçilmişti. Yezid kılıcını kuşanmış ve omuzuna bir Arap yayı yerleştirmiş olarak çıkıp askerleri kontrol etti. Bu esnada da şu beyitleri okuyordu:

 

''Gece karanlık basınca ve bunlar Vadi'l-Kura'ya varınca söyle Ebu Bekir'e: Senin bu gördüğün sarhoşlar topluluğu mu, Yoksa uykusu kaçmış uyanıklık mıdır? Vayinkarcıdan vay Din ile aldatıp, düzlükte yürüyenden.''

 

Ordu Müslim'in komutasında yola çıkarken, Yezid O'na: "Sana bir şey olacak olursa, Sekunlu Husayn bin Numeyr'i senin yerine vekil tayin et," deyip şunları ekledi: "Sen onları üç defa vazgeçmeye çağır; kabul edecek olurlarsa mesele yok; aksi taktirde onlarla savaş. Onlara karşı zafer elde edersen üç gün süreyle orayı talan et. Orada bulunan mal, binek, silah ya da yiyeceklerden ne ele geçirirseniz hepsi askerin olacaktır. Üç gün geçtikten sonra artık elini onlardan çek. Hüseyin'in oğlu Ali'ye göz kulak ol, O'na el uzatma ve hakkında hayır tavsiye et, çünkü O bu isyan edenlerle beraber olmamıştır. Bu konuda bana O'ndan mektup gelmiştir."

 

Medineliler Yezid'in valisini ve Ümeyyeoğulları'nı Medine'nin dışına çıkartınca Mervan bin Hakem İbn Ömer ile kendi aile halkını yanında saklaması konusunda görüşmüş, ancak bunu kabul etmeyince bu sefer Hz. Hüseyin'in oğlu Ali ile görüşerek O'na şöyle demişti: "Benim hanımım ve çocuklarım var. Bunlar seninkilerle beraber olsun." Hz. Hüseyin'in oğlu Ali; "Olur" deyince o da Osman bin Affan'ın kızı olan hanımı Aişe'yi ve diğer çocuklarını Ali'nin yanına göndermiş, Ali de hem kendi çocuklarım, hem de Mervan'ın çocuklarını alıp Yenbu'a gitmişti. O'nun Mervan'ın çocuklarını ve onlarla birlikte oğlu Abdullah bin Ali'yi Taife gönderdiği de söylenmiştir.

 

Abdülmelik bin Mervan Yezid'in Medine üzerine asker gönderdiği haberini alınca hadiseyi büyük bir cesaret olarak telakki ettiği için: "Keşke gök yerin üzerine parçalanıp düşüverse!" demişti.

 

Ancak bundan sonra kendisi Haccac'ı gönderip Mekke'yi muhasara etmek, Kabe'yi mancınıklarla taşa tutmak ve İbn ez-Zübeyr' in öldürülmesi ile imtihan edilmişti.

 

Müslim'e gelince; O ordusuyla birlikte yola çıktı, Medine halkı da O'nun gelmekte olduğu haberini aldı. Bunun üzerine Mervan'ın evinde Ümeyyeoğulları'nı daha sıkı bir muhasara altına aldılar ve şöyle söylediler: "And olsun, sizleri ya oradan indirip boyunlarınızı vururuz, yahut da bize karşı hiç bir şekilde azgınlık etmeyeceğinize, herhangi bir açığımızı haber vermeyeceğinize, düşmana yardım etmeyeceğinize dair Allah adına söz verip ant içersiniz. Bu teminatı vermedikçe sizi bırakacak değiliz. Ancak bize istediğimiz sözü verdiğiniz taktirde ilişmez ve sizi buradan çıkartırız." Bunun üzerine onlara istedikleri ahdi verdiler, onlar da Ümeyyeoğulları'nı Medine dışına çıkarttılar.

 

Medineliler Ümeyyeoğulları'nı Medine'den çıkartınca Ümeyyeoğulları ağırlıklarını alıp Vadi'l-Kura'da Müslim bin Ukbe'yle karşılaşıncaya kadar yollarına devam ettiler. Müslim, Osman bin Affan'ın oğlu olan Amr'ı herkesten önce yanına çağırdı ve O'na: "Beni durumdan haberdar et ve ne yapmam gerektiğini söyle!" dedi. Amr: "Hayır, bunu yapamam, çünkü geldiklerini göstermemek ve düşmanlarına yardımcı olmamak üzere bizden söz ve ahit alınmış bulunuyor." dedi. Müslim O'na bağırıp, çağırdı ve: "Allah'a yemin ederim, şayet sen Osman'ın oğlu olmamış olsaydın, boynunu uçururdum. And olsun, senden sonra hiç bir Kureyşliden böyle bir şey kabul etmeyeceğim." dedi. Amr yanından çıkıp arkadaşlarına durumu anlattı. Bunun üzerine Mervan bin Hakem, oğlu Abdülmelik'e: "O'nun yanına benden önce sen giriver, belki senin söyleyeceklerinle yetinir ve bana bir şey sormaz." dedi ve Abdülmelik Müslim'in yanına girdi. Müslim: "Haydi, bildiklerini bize söyle" deyince Abdülmelik şunları söyledi: "Olur, söyleyeyim. Benim görüşüm şu: Beraberinde olanlarla birlikte Zü Nahle denilen yere kadar git. Oraya varınca sen de beraberindekiler de orada konaklayın ve onun gölgesinde oturun. Orada hurma pekmezinden için. Ertesi günü sabah olunca Medine'yi soluna bırakarak yoluna devam et. Daha sonra Medine'ye doğru yolunu çevir. Böylelikle doğudan, Harre istikametinden onlara gider, daha sonra onlarla karşı karşıya gelirsin. Onları tam karşına alınca güneş de doğmuş olacak. Güneş senin arkadaşlarının omuzlarını aydınlatmış olacağından arkadaşlarını rahatsız etmez, fakat onlar güneşten rahatsız olacak ve sizlerin miğferlerinizin, mızraklarınızın, kılıçlarınızın uçlarının ve zırhlarınızın parıltısını görecekler. Onlar sizin batınızda kaldıkları sürece sizin görmeyeceklerinizi görüp duracaklardır. Daha sonra onlarla savaş ve onlara karşı Allah'tan yardım iste."

 

Bunun üzerine Müslim O'na: "Allah senin babana iyiliğini versin. Nasıl bir çocuk dünyaya getirmiş!" diye hayranlığını bildirdi.

 

Daha sonra Mervan Müslim'in huzuruna girince Müslim O'na: "Ne haber?" diye sordu. Mervan şöyle cevap verdi: "Abdülmelik senin huzuruna girmedi mi?" Müslim: "Evet, girdi" dedi ve şöyle devam etti: "Abdülmelik ne biçim adam? Gerçekten ben Kureyş'ten O'nun gibi çok az kimseyle konuşmuşumdur." Mervan O'na şu cevabı verdi: "Abdülmelik ile karşılaştığın zaman benimle karşılaşmışsın demektir. "

 

Daha sonra Müslim her yerde Abdülmelik'in kendisine söylediğini yaptı ve doğu tarafından Medineliler üzerine geldi. Onları çağırarak şöyle dedi:

 

"Müminlerin emiri sizlerin asıl olduğunuzu kabul ediyor, bu bakımdan ben sizin kanınızı akıtmak istemiyorum. Sizlere üç gün süre tanıyorum. Aklınızı başınıza alıp hakka dönerseniz bu dönüşünüzü kabul eder ve sizi bırakıp şu Mekke'de bulunan adamın üzerine yürürüm; eğer kabul etmeyecek olursanız o takdirde size karşı savaşmakta mazur oluruz. "

Üç günlük süre bittikten sonra Müslim: "Ey Medine halkı! Ne yapacaksınız; teslim olup barış mı yapacaksınız, yoksa savaşacak mısınız?" diye sorunca, Medineliler:

 

"Savaşacağız," dediler. Bu sefer Müslim onlara: "Öyle yapmayın, itaat edin; böylece bütün gayret ve gücümüzü bütün isyankar ve fasıkları her yerde etrafında toplamış bulunan bu inkarcının üzerine yöneltiriz." dedi. Bu sözlerle İbn ez-Zübeyr'i kastediyordu. Medineliler onun bu sözlerine şöyle karşılık verdiler:

 

"Ey Allah'ın düşmanları! Sizler oraya gitmek isteyecek olursanız biz sizi bırakmayacağız. Biz sizin Allah'ın Beytul-haram'ına giderek oranın halkını korkuya düşürmenize, inkarcılık yaparak oranın ihtiramını sarsmanıza müsaade eder miyiz? Hayır, Allah'a yemin ederiz, bunu yapmayacağız. "

 

Medineliler bir hendek yapmış ve burada bir grup kişiyi görevlendirmişlerdi. Bunların başında Abdurrahman bin Züheyr bin Abdiavf bulunuyordu ki Abdurrahman bin Avfın amcasının oğludur. Abdullah bin Muti öbür dörtte birin başında bulunuyordu. Bunlar Medine'nin Kureyşlileriydi. Sababe'den olan Ma'kil bin Sinan el-Eşcai, muhacirlerden oluşan bir başka dörtte birin başında bulunuyordu. Onların tümünün komutanı ise ensardan olan ve ''Gasil'' diye bilinen Hanzala'nın oğlu Abdullah idi ve O da en kalabalık dörtte birin başında bulunuyordu. Bu dörtte bir ensardan oluşuyordu.

 

Müslim beraberindekilerle birlikte oldukça kararlı hareket ederek Harre tarafından Medine üzerine geldi ve çadırını Küfe yolu üzerinde kurdurdu. Müslim o sırada hasta bulunuyordu. İki saf arasında kendisine bir kürsü kurulmasını istedi ve: "Ey Şamlılar! Emiriniz uğrunda çarpışınız ve dua ediniz" diye seslendi. Şamlılar sözünü ettiğimiz dörtte birlerin hangisi üzerine hücum ettilerse bozguna uğrattılar. Daha sonra atlıları ''Gasil'' diye bilinen Hanzala'nın oğlu Abdullah'ın üzerine yöneltti. Abdullah onlara karşı beraberindekilerle birlikte bir hamle yaptı ve onları püskürttü. Şamlılar Müslim'in yanına kadar vardılar. Onlara karşı askerleriyle ileri geçti ve onları savaşta direnmeye çağırdı. Onlar da şiddetli bir şekilde çarpıştı.

 

Diğer taraftan Fadl bin Abbas bin Rabia bin Haris bin Abdülmuttalib Gasil'in oğlu Abdullah'ın yanına varmış ve yaklaşık yirmi atlısı ile birlikte iyi bir şekilde çarpışmıştı. Daha sonra Gasil'in oğluna şöyle dedi: "Seninle beraber olup da bineği olanlar benim yanıma gelsin ve benimle birlikte çarpışsın. Ben hamle yaptığım zaman onlar da benimle birlikte hamle yapsınlar. Allah'a yemin ederim, Müslim'in yanına varıp, onu öldürünceye, ya da yolda öldürülünceye kadar bu işi bırakacak değilim." Abdullah O'nun dediğini yaparak bütün atlılarını yanına gönderdi. Fadl Şamlılar üzerine bir hamle yaptı ve onları dağıttı. Arkadaşlarına şöyle seslendi: "Haydi, canım size feda, bir daha hamle yapınız! Allah'a yemin ederim, onların emirini görecek olursam kesinlikle ya öldürürüm yahut da bu yolda öldürülürüm. Şunu iyi biliniz ki, sabredecek olursanız elde edeceğimiz yalnız ve yalnız zaferdir." Daha sonra o ve beraberindekiler bir hamle daha yaptılar, Şamlıların atlıları Müslim bin Ukbe'nin etrafından dağıldılar. Müslim'in yanında yaklaşık beş yüz piyade bulunuyordu. Bunlar dizleri üzerine çökmüş ve karşıdan gelenlere doğru mızraklarını çevirmişlerdi. Fadl da elinde kılıcı olduğu halde Müslim'in sancağına doğru ilerledi ve sancağı tutan'ın kafasına bir darbe indirdi. Miğferini yardı ve tepesini ikiye biçti. Sancağı tutan ölü olarak yere düştü. Bu darbeyi indiren Fadl bu arada şunları söylemişti: "Bu darbeyi benden almış ol. Ben Abdulmuttalib'in oğullarındanım." Fadl O'nu Müslim zannetmişti. Bu bakımdan şöyle seslendi: "Kabe'nin Rabbi'ne yemin ederim, bunların azgınlarını öldürmüş bulunuyorum." Fakat Müslim O'na şu cevabı verdi: "Hayır, durum sandığın gibi değil, yanılıyorsun."

 

O'nun öldürdüğü Bizanslı bir genç idi ve kahraman bir kişiydi. Müslim O'nun elinden sancağı çekip alarak Şam halkını savaşa devam etmek üzere teşvik etti ve: "Bu sancakla birlikte sizler de kendinize geliniz, toparlanınız." diyerek sancağıyla birlikte ileriye gitti. Orada bulunan piyadeler de sancağın önünde dizildiler. Fadl bin Abbas öldürüldü. Fadl ile Müslim bin Ukbe'nin içinde bulunduğu çadırın ipleri arasında ancak on zira'lık bir mesafe kalmıştı. O'nunla beraber Zeyd bin Abdurrahman bin Avf da öldürüldü.

 

Zeyd'in atlıları ve piyadeleri Abdullah bin Hanzala'ya doğru yöneldiler.

 

Müslim arkadaşlarını savaşa teşvik ediyor ve bu arada Medine halkını kötülüyor, atlıları ise Abdullah bin Hanzala ve O'nunla beraber olanlara doğru ileri geçiriyordu. Ancak bu atlılar ellerindeki mızraklarla kılıçlar dolayısıyla onların üzerine gidemiyor ve etraflarından dağıhyorlardı. Müslim, Husayn bin Numeyr ile Abdullah bin İdah el-Eş'ari'ye seslenerek askerleriyle birlikte atlarından inmelerini emretti. Onlar da emre uyarak atlarından inip Abdullah bin Hanzala ve arkadaşlarının üzerine ilerleyince Abdullah bin Hanzala arkadaşlarına şunları söyledi: "Şimdi düşmanınız sizinle çarpışması gereken şekli isabetle tespit etmiş bulunuyor. Ben bir saatlik bir süre geçmeden Yüce Allah'ın sizinle onlar arasında ya lehinize yahut da aleyhinize olmak üzere hükmünü vereceğini zannetmiş idim, ama gerçek şu ki, sizler yardımcılar ve hicret yurdunun sahiplerisiniz. Ben Rabbi'nizin Müslümanların bütün şehirleri arasında bir başka şehirden daha çok razı olduğunu zannetmiyorum. Yine bütün Arap şehirleri arasında herhangi bir şehir halkına şu anda sizinle çarpışmakta olanlardan daha çok gazap ettiğini de zannetmiyorum. Kesinlikle biliniz ki sizden her biriniz mutlaka ölecektir. Allah'a yemin ederim ki şehit olarak ölmekten daha üstün bir ölüm olamaz. İşte bu şehitliği Yüce Allah sizin önünüze getirmiş bulunuyor. Bunu ganimet biliniz ve öylece değerlendiriniz."

 

Daha sonra biri diğerine yaklaştı. Şam halkı onlara ok atışı yapmağa başladılar. Abdullah arkadaşlarına: "Ne diye onlara hedef oluyorsunuz? Cennete daha erken varmak isteyen bu sancağın yanından ayrılmasın!" diye seslendi. Bunun üzerine bu uğurda ölmek isteyen herkes O'nun yanına gitti. Karşılıklı olarak birbirlerine giriştiler ve bu savaşın en şiddetli çarpışmasına tutuştular. Abdullah oğullarını teker teker önüne geçirdi. Sonunda hepsi onun gözü önünde öldürüldüler. Kendisi de kılıcını sallarken şu mısraları okuyordu:

 

''Yok olsun fesadı isteyip azgınlaşan, Hak'dan ve ayetlerinden yan çizen. Zaten Allah ancak isyankarı uzaklaştırır.''

 

Daha sonra kendisi de öldürüldü. O'nunla birlikte anne bir kardeşi olan Muhammed bin Sabit bin Kays bin Şemmas da öldürülmüştü. Abdullah: "Bu kimselerin yerine Deylemlilerin bile beni öldürmüş olmalarını arzu etmem. " demişti.

 

Yine O'nunla birlikte Abdullah bin Zeyd bin Asım ile Muhammed bin Amr bin Hazm el-Ensari de öldürülmüştür. Mervan bin Hakem O'nun yanından geçerken: "Allah sana rahmet eylesin. Senin mescitteki bir direğin yanında namaz kılarken uzun uzun ayakta dikildiğini ne kadar da çok görmüştüm." dedi.

 

Hayatta kalan kimseler de bozguna uğrayıp geri çekildiler ve dağıldılar.

 

Bunlar arasında Muhammed bin Sa'ad bin Ebi Vakkas da vardı. Muhammed bu olaya daha önce sözü edilen iptilasından sonra katılmış bulunuyordu.

 

Müslim üç gün süreyle Medine'nin talan edilip yağmalanmasını serbest bıraktı. O' nun askerleri üç gün süreyle insanları öldürüyor, malları ve eşyaları alıp yağmalıyordu. Bu durum Medine'de bulunan sahabileri oldukça korkutmuştu. Bu bakımdan sahabeden Ebu Said el-Hudri Medine'den çıkıp dağda bulunan bir mağaraya girdi. Şamlılardan biri O'nu takip etti ve bulunduğu mağaraya girdi. Ebu Said gelen Şamlıyı korkutmak amacıyla kılıcını çekti, fakat Şamlı yanından ayrılıp gitmedi. Bu sefer Ebu Said kılıcını kınına sokarak şu ayet-i Kerime'yi okudu:

 

''Sen beni öldürmek için bana elini uzatacak olsan bile ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim.'' (Maide suresi, 28). Bunun üzerine Şamlı O'na: "Sen kimsin?" diye sorunca: "Ben Ebu Said el-Hudri'yim" diye cevap verdi. Şamlı: "Resulullah (s.a.v.)'ın arkadaşı olan Ebu Said mi?" diye sorunca, O: "Evet" diye cevap verdi. Bunun üzerine de Şamlı O'nu bırakıp gitti.

 

Denildiğine göre, Müslim Medine yakınında konaklayınca Medine halkı çok güzel bir şekilde ve büyük kalabalıklar halinde O'nun önüne çıktılar. Şam halkı onlardan korktu ve onlarla savaşmak istemedi. Müslim onların bu durumunu gördüğünde çok ağır hasta idi. Onlara küfredip zemmetti. Onları savaşa teşvik edince Şamlılar da savaşa koyuldular.

Her iki taraf savaşmakta iken Medine'nin içinden, arkalarından bir tekbir işittiler. Bunun sebebi, Hariseoğulları'nın Şam halkını Medine'ye sokmaları ve halkın dağılmaları idi. İşte bu sebeple Medine önünde bulunan hendeğe düşüp ölenler, çarpışma sırasında öldürülenlerden daha fazla olmuştu.

 

Müslim Medinelilerden Yezid'e bey'at etmelerini istedi, çünkü Yezid Medinelileri Müslim'e havale etmişti ve O da onların kan, mal ve aileleri hakkında dilediği şekilde hüküm verecekti. Bu bakımdan Müslim Yezid'e bey'at etmek istemeyeni öldüreceğini söylemişti. O'ndan Yezid bin Abdullah bin Rabia bin Esved, Muhammed bin Ebi'l-Cehm bin Huzeyfe ve Ma'kil bin Sinan el-Eşcai için eman istenmişti. Bu vak'adan bir gün sonra bunlar getirilince Müslim onlara:

 

"Daha önce sözü edilen şarta uygun olarak bey'at ediniz." demiş, Kureyşli iki kişinin: "Biz sana Allah'ın kitabı ve Resulullah'ın sünneti üzere bey'at ediyoruz" demeleri üzerine ikisinin de boyunlarını vurmuştu. Mervan O'na: "Fesubhanallah, sen Kureyş'ten emanla gelmiş iki kişiyi nasılolur da öldürürsün?" deyince elindeki sopa ile onun böğrünü dürterek: "Allah'a yemin ederim, sen bile onların söylediklerini söylemiş olsan öldürürdüm." diye azarlamıştı.

 

Ma'kil bin Sinan'a gelince: Ma'kil onlarla birlikte oturup içmek üzere içecek bir şey istemişti. Müslim O'na: "En çok hangi tür içeceği seversin?" diye sormuş, Ma'kil: "Bal" diye cevap verince Müslim: "O'na getirin, bal içirin" diye emretmişti. Ma'kil doyuncaya kadar içmiş, daha sonra Müslim ona: "Kana kana içtin mi?" diye sorunca Ma'kil: "Evet" diye cevap vermişti. Bu sefer Müslim O'na: "Allah'a yemin ederim, artık bundan sonra ancak Cehennem ateşinde bir şey içebileceksin." demiş, Ma'kil O'na: "Allah için ve akrabalığımız için senden böyle bir şey yapmamanı diliyorum." diye yalvarmışsa da Müslim şu cevabı vermişti: "Yezid'in yanından ayrıldığın gece Taberiye'de benimle karşılaştığın zaman: "Bir ay yürüdük, bir ay döndük, ondan sonra da elimize sıfırdan başka şey geçmedi. Medine'ye dönerek bu fasık oğlu fasıka vermiş olduğumuz bey'ati bozacağız ve muhacirlerden ya da ensardan birisine bey'at edeceğiz", diyen sendin. Gatfan nerde, Eşca'lılar nerde, halifelik nerde! Daha sonra ben bir savaşta karşılaşacak olursam seni mutlaka öldüreceğime dair yemin ettim." Daha sonra Müslim emir vererek Ma'kil'i öldürttü.

 

Yezid bin Vehb getirilince: "Bey'at et!" denildi. O da: "Kitab ve sünnet üzere sana bey'at ediyorum." deyince Müslim: "O'nu öldürün!" dedi. Yezid:

 

"Sana bey'at ediyorum." dediği halde Müslim: "Allah'a yemin ederim ki olmaz" dedi. Mervan aralarındaki bir akrabalık dolayısıyla affedilmesi için Müslim'le konuştu. Ancak Müslim Mervan'ın boynuna bir darbe indirilmesini emrettikten sonra Yezid öldürüldü.

 

 

Daha sonra Mervan Hz. Hüseyin'in oğlu Ali ile birlikte geldi. Ali Mervan ile oğlu Abdülmelik arasında yürüyordu. Müslim'in huzuruna da o şekilde gelip, ikisinin arasında oturdu. Mervan Müslim'den korunmak amacıyla içecek bir şey getirilmesini istedi. Gelen içecekten az bir şey içtikten sonra onu Hz. Hüseyin'in oğlu Ali'ye verdi. Ali bu içeceği eline alınca Müslim O'na: "Bizim içeceğimizden içme!" diye seslendi. Ali'nin eli titredi ve öldürüleceğini zannedip bardağı elinden bırakmadı. Müslim O'na şöyle çıkıştı: "Sen benim yanımda emniyette olmak için bu ikisinin arasında mı yürüyerek geldin? Allah'a yemin ederim, eğer durum bununla bitmiş olsaydı ben senin öldürülmeni emredecektim, fakat mü'minlerin emiri bana senin hakkında tavsiyede bulundu ve senin kendisiyle yazıştığından beni haberdar etti. Şimdi arzu ediyorsan içebilirsin. "

 

Ali o içecekten içtikten sonra O'nu alıp sedirde yanına oturttu ve şöyle sordu: "Ailen korkmuş olabilir, değil mi?" Ali: "Allah'a yemin ederim ki evet!" diye cevap verdi. Müslim bir at getirilmesini emretti. Bu atın eğer takımları takıldıktan sonra bu ata bindirdi ve O'nu geri gönderdi. Ayrıca Medine halkına koştuğu şart üzere Yezid'e bey'at etmesini O'ndan istemedi.

 

Ali bin Abdullah bin Abbas bey'at etmesi için Müslim'in huzuruna getirildi. SekUn'lu Husayn bin Numeyr şöyle dedi: "Bizim kız kardeşimizin oğlu ancak Hüseyin'in oğlu Ali'nin yaptığı bey'at gibi bey'at eder" Ali bin Abdulah'ın annesi Kindeli olduğundan, Kindeliler Husayn'ın yanında yer alınca Müslim de O'nu bırakmak zorunda kaldı. Bunun üzerine Ali şu beyitleri okudu:

 

''Atam Abbas Kusayyoğulları'nın efendisidir, Dayılarımsa hükümler Veliaoğulları. İşte bunlar korudu beni ve Lekiaoğulları. Günahkarın birlikleri ve Şerefsiz bir iş istediler benden de Hızlı eller korudu beni.''

 

Ali burada: ''Günahkar'' (müsrif) kelimesiyle Müslim bin Ukbe'yi kast ediyor. Müslim'e bu Harre Vak'ası'ndan sonra ''Müsrif'' adı verilmişti. Veliaoğulları Kinde'nin bir kolu olup, Ali'nin annesi onlardandır. Lekia da annesinin annesidir.

 

Denildiğine göre Osman bin Affan'ın oğlu Amr Ümeyyeoğulları'ndan olup Medine'nin dışına çıkanlar arasında değildi. O gün Müslim'in yanına getirildiğinde Müslim: "Ey Şam halkı, bunu tanıyor musunuz?" diye sormuş, onlar: "Hayır" diye cevap verince Müslim onlara şöyle demişti: "Bu bir insanın oğlu adi bir heriftir, Osman'ın oğlu Amr'dır." Sonra O'na şöyle dedi:

 

"Medineliler üstün gelince: ''Ben sizden biriyim'' dersin, Şamlılar üstün gelirse: ''Ben müminlerin emiri Osman'ın oğluyum'' dersin." Daha sonra verdiği emirle sakalı tel tel koparıldı. Arkasından şöyle dedi: "Ey Şamlılar! Bunun annesi ağzına bok böceğini koyar, sonra da: "Ey müminlerin emiri, bil bakalım ağzımda ne var?" diye sorardı. Halbuki ağzında kendisini rahatsız eden ve onun için hiç de iyi olmayan bir şey vardı." Annesi Devs Kabilesi'nden idi. Müslim daha sonra Anan serbest bıraktı.

* * *

Harre Vak'ası Hicd 63. yılın Zilhicce ay'ının bitmesine iki gün kala (27 Ağustos 683) olmuştur.

 

Muhammed bin Umare der ki: Ben ticaret amacıyla Şam'a gitmiştim. Bir adam bana: "Nerelisin?", diye sorunca ben: "Medineliyim," diye cevap verdim. Bana: "Orası çok kötü bir yerdir." dedi. Ben kendisine: "Resulullah (S.A.V.) oraya (hoş ve iyi anlamına) ''Taybe'' adını veriyor, sen oraya nasıl pistir diyebilirsin?" diye çıkışınca, adam: "Onun, benimle bir geçmişi vardır. Herkes Harre Vak'ası'na çıkınca ben rüyada adı Muhammed olan birisini öldürdüğümü ve O'nu öldürdüğüm için de Cehenneme girdiğimi gördüm. Onlarla beraber gitmemek için elimden geleni yaptığım halde bir türlü kabul ettiremedim. Sonunda onlarla birlikte yürümek zorunda kaldım. Olay bitinceye kadar hiç savaşmadım. Bu sefer öldürülenler arasında yürürken can çekişmekte olan birisinin yanından geçtim. Bu kişi bana: "Çekiloradan, ey köpek!" dedi. Onun sözü bana çok ağır geldi, ben de onu öldürdüm. Daha sonra rüyamı hatırladım. Medinelilerden bir adam getirdim ve onu ölüler arasından geçirip tek tek ona gösterdim. Benim öldürdüğüm adamı görünce: "İnna lillah, bunu öldüren adam Cennete giremeyecektir." dedi. Kendisine: "Bu kimdir?" diye sordum, bana: "Bu adam Muhammed bin Amr bin Hazm'dir. Resulullah (S.A.V.) döneminde dünyaya gelmiş, Resulullah O'na Muhammed adını ve Ebu Abdülmelik künyesini vermişti." Adamın bana da söylediklerini dinledikten sonra ailesinin yanına gidip beni öldürmelerini söylediysem de kabul etmediler. Diyet teklif ettim, onu da kabul etmediler." (Muhammed bin Umare'nin sözü burada bitiyor.)

 

Harre Vak'ası'nda öldürülenlerden bazıları: "Ensar'dan Abdullah bin Asım. Bu, ezanı rüyasında gören kişi değildir. O Abdullah bin Zeyd bin Sa'lebe'dir. "

 

Ubeydullah bin Abdullah bin Vehb, Vehb bin Abdullah bin Zem'a bin Esved, Abdullah bin Abdurrahman bin Hatib, Zübeyr bin Abdurrahman bin Avf, Abdullah bin Nevfel bin Haris bin Abdülmuttalib.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

ÇEŞİTLİ OLAYLAR (İBN ZÜBEYR...)

 

AYRICA:

 

MÜSLİM'İN ABDULLAH BİN EZ-ZÜBEYR'İ MUHASARA ETMEK ÜZERE GİTMESİ VE ÖLÜMÜ