ORUC’A DAİR GENİŞ BİLGİ:
Bakara 183. Ey iman
edenler! Oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazıldı. Ta
ki takva sahibi olasınız. 184. Sayılı günlerde. Sizden kim hasta veya yolcu
olursa onlar sayısınca (başka günlerde) oruç tutsun. Oruç tutmaya gücü
yetmeyenler de bir fakir doyumu fidye versinler. Bununla beraber kim hayır
yaparsa, işte bu, onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin için daha
hayırlıdır. Eğer bilirseniz.
Bu buyruğun: "Ey
iman edenler ... sayılı günlerde" bölümüne dair açıklamalarımızı altı
başlık halinde sunacağız:
1- Oruç Ne Demektir:
2- Orucun Fazileti:
3- Farz Kılınan Oruç:
4- Sizden Öncekilere Yazıldığı Gibi ..
5- Takva Sahibi Olmak için:
6- Sayılı Günler:
"Sizden kim. hasta veya yolcu olursa
onlar sayısınca başka günlerde (oruç tutsun)"
1- Hastanın Orucu:
2- Yolcunun Oruç Tutması:
3- Yolculuk Yapacak Olanın Geceden Oruç
Açmayı Niyet Etmesi:
4- Yolculukta Oruç Tutmak mı Daha
Faziletlidir, Oruç Açmak mı?
5- Ramazanda Oruç Tutamadığı Gün Kadar
Ramazan Dışında Tutar:
6- Onlar Sayısınca ...
7- Kaza Oruçları Peşpeşe mi Tutulur,
Ayrı Ayrı Tutulabilir mi?
8- Orucun Kazasının Hükmü:
9- Bir Sonraki Ramazana Kadar Kazasını
Yapamazsa:
10- Ramazan Orucunu Şa'ban Bitinceye
Kadar Kaza Etmezse:
11- Bir Sonraki Ramazana Kadar
Hastalığı Devam Edenin Orucu:
12- Fakire Yedirilecek Miktar:
13- Ramazanın Kazasını Yapanın Oruç
Açması veya cima Etmesi:
14- Ramazan Ayında Orucunu Açan ve
Vefat Edenin ya da Yolculuğa Çıkıp Yolculuğunda Ölenin Durumu:
15- üzerinde Ramazandan Oruç Borcu
Olduğu Halde Ölenin Hükmü:
16- Yolculukta Oruç Olmaz Diyenlerin
Delilleri:
"Oruç tutmaya gücü yetmeyenler de bir
fakir doyumu fidye versinler. Bununla beraber kim hayır yaparsa işte bu, onun
için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır, eğer
bilirseniz"
1- Kıraat Farkları:
2- Ayetin Bu Bölümüyle Kimler
Kastedilmiştir?
3- Fidyenin Miktarı:
4- "Hayır Yapmak'' dan Kasıt:
5- Oruç Tutmanız Hayırlıdır:
1- Oruç Ne Demektir:
Yüce Allah: "Ey
iman edenler! Oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi sizin üzerinize de
yazıldı" diye buyurmaktadır.
Bundan önce mükellefler
üzerinde yazılan kısas ve vasiyeti sözkonusu ettikten sonra burada da Allah
onların üzerine oruç tutmayı farz yazdığını, orucu yerine getirmekle yükümlü
tuttuğunu ve orucu farz kıldığını belirtmektedir. Orucun farz olduğu hususunda
görüş ayrılığı yoktur. Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmaktadır: "İslam
beş temel üzerine bina edilmiştir. Allah'tan başka ilah olmadığına ve
Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek,
Ramazan ayı orucu tutmak ve haccetmek." Bu hadisi İbn Ömer rivayet
etmiştir.
Sözlük anlamı itibariyle
oruç (siyam) imsak etmek ve bir halden bir başka hale geçişi terketmek
demektir. Susup konuşmamaya da "savm" denilir. Çünkü bu da
konuşmaktan kendisini alıkoymaktır. Yüce Allah da Hz. Meryem'den haber verirken
şöyle buyurmaktadır: "Gerçekten ben Rahman (olan Allah) için oruç
adadım." (Meryem, 26) Yani konuşmamayı adadım, demektir.
Savm, yine rüzgarın
dinmesi ve esmemesi demektir. Ayakta dikilip duran ve yemini yemeyen hayvan
hakkında da bu tabir kullanılır. Günün mutedil olması hakkında da bu ifade
kullanılır. Gündüzün ortasında güneşin tam tepede olması, (aynı kökten olmak
üzere): "Masam" kelimesiyle ifade edilir. Nabiğa'nın şu beyiti de bu
türdendir:
"Bazı atlar vardır
ki hareketsiz ve yürümez (saime) kimileri de öyle değildir Toz bulutları
altında; kimi atlar da ağızlarındaki gemleri çiğ'ner,"
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Sanki ülker yıldızı kendine has yerlerinde (masam) asılı ve
hareketsiz durmaktadır,"
Bir başka şair de şöyle
demektedir: "Ve en kötü (kuyu) çıkrıklar(ı) ise hareket edip
dönmeyenlerdir,"
İmriu'l-Kays da şöyle
demiştir: "Bırak onu, kederlerini ise; gündüzün olduğu gibi durup Sıcak
olduğu vakit hızlıca yol alan, toplu bir deve ile teselli bul."
Yani güneş hareket etmeyip
bu ağır hareketi dolayısıyla imsak eden (yani hareketsiz duran) gibi olduğunda,
kendini böylece teselli et, demektir. Bir başka şair de şöyle demektedir:
"Nihayet gün ortalanıp itidal bulursa Güneşin de salyaları akıp
inerse."
Bir diğer şair de şöyle
demektedir: "Vecra'da sarı yanaklı devekuşları Uykunun tadına bakmıyor,
hep oruçludur," Yani bunlar hep ayakta durmaktadır.
Bu anlamda bu kelime
şiirde pek çok kullanılmıştır.
Şer'i bir terim olarak
oruç; tan yerinin ağardığından itibaren güneşin batışına kadar niyet ile
birlikte oruç bozan şeylerden uzak durmak demektir. Orucun tam ve mükemmel
olması ise yasaklardan uzak durmak ve haramlara düşmemek ile gerçekleşir. Çünkü
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Her kim yalan söz
söylemeyi ve onun ile ameli terketmeyecek olur ise, o kimsenin yemesini
içmesini terketmesine Allah'ın bir ihtiyacı yoktur."
2- Orucun Fazileti:
Orucun fazileti çok
büyük, sevabı pek fazladır. Buna dair sahih, hasen pek çok hadis-i şerif
gelmiştir ki hadis imamları bunları kitaplarında kaydetmiştir. Bir kısmı da
ileride gelecektir. Orucun faziletine dair şimdilik Yüce Allah'ın orucu kendi
zatına izafe ettiğini bilmek yeterlidir. Nitekim hadis-i şerifte sabit olduğuna
göre Peygamber (s.a.v.) Yüce Rabbinden şöyle buyurduğumı bize bildirmektedir:
"Şanı Yüce ve mübarek olan Allah şöyle buyuruyor: Ademoğlunun bütün
amelleri kendisinindir. Oruç müstesna, O Benimdir, onun mükafatını verecek olan
da Benim,"
Her ne kadar bütün
ibadetler yalnızca Allah'ın ise de orucu kendi zatına tahsis etmesi diğer
ibadetlerden onu farklı kılan şu iki sebep dolayısıyladır: 1- Oruç nefsin
hoşuna giden şeylerini ve arzularını sair ibadetlerden daha ileri derecede
engelleyicidir.
2- Oruç kul ile Rabbi
arasında bir sırdır. Bu ancak Allah'a ayan olur. Bundan dolayı oruç Allah'a has
bir ibadet olarak sözkonusu edilmiştir. Sair ibadetler ise açıktan yapılır.
Kul, belki bunları görsünler ve riyakarlık olsun diye de yapıyor olabilir, O
bakımdan oruç diğer ibadetler arasından Allah'a özellikle tahsis edilmiştir.
Bu hususta başka
açıklamalar da yapılmıştır.
3- Farz Kılınan Oruç:
Yüce Allah'ın
"yazıldığı gibi" buyruğundaki "gibi" anlamındaki
"kef" harfi sıfat olarak nasb mahallindedir. Öncekilere yazıldığı
gibi bir yazılış ya da: Öncekilerin orucu gibi bir oruç", takdirindedir.
"Siyam (oruç)"
kelimesinden hal de olabilir. Yani: Oruç sizden öncekilere yazılmış olduğu
gibi, onlarınkine benzer bir halde size de yazıldı, demek olur.
Kimi nahiv bilgini der
ki: Burada "kef" harfi, "siyam: oruç" için sıfat
mahallindedir. Çünkü burada "siyam" kelimesi (harf-i tarifli gelmiş
olmakla birlikte) katıksız bir marife değildir, Çünkü bunda -şeriatin getirmiş
olduğu açıklamalardan anlaşıldığı gibi- bir bakıma mücmellik sözkonusudur. O
bakımdan bu kelimenin "kema: gibi" ile sıfatlandırılması mümkün
olmuştur. Çünkü bununla ancak nekire (marife olmayan, belirtisiz) isimler
nitelendirilir. O bakımdan burada ibare "sizin üzerinize öyle bir oruç
farz kılındı ki ... " hükmündedir. Ancak bu açıklama zayıf kabul
edilmiştir.
"Ma" edatı ise
cer mahallindedir; sılası ise "sizden öncekilere yazıldı" anlamındaki
ifadedir. "Yazıldı" fiilindeki zamir de "ma" edatına
aittir.
4- Sizden Öncekilere
Yazıldığı Gibi ..
Yüce Allah'ın:
"Sizden öncekilere yazıldığı gibi" buyruğundaki benzetmenin neye
yapıldığı hususunda tefsir alimleri farklı görüşlere sahiptir.
eş-Şa'bi, Katade ve
başkaları şöyle demektedir: Buradaki benzetme orucun zamanı ve miktarı ile
ilgilidir. Yüce Allah Hz. Musa ile Hz. İsa'nın kavimlerine Ramazan ayı orucunu
farz olarak yazdı, onlar ise bunu değiştirdiler. Bilginleri onlara on gün daha
ilave ettiler. Daha sonra bilginlerinden birisi hastalandığında Allah kendisine
şifa verdiği takdirde oruçlarına on gün ilave edeceği adağında bulundu ve bu
adağını yerine getirdi. Bunun sonucunda hıristiyanların oruçları elli günü
buldu. Ancak sıcakta bu kadar süre oruç tutmak onlara ağır gelince bu orucu
yazdan bahara aktardılar.
en-Nehhas bu görüşü
benimseyip şöyle der: Ayette dile getirilen hususa daha uygun bir açıklamadır.
Bu konuda bu görüşün doğruluğuna delalet eden bir hadis-i şerif de vardır ki
(en-Nehhas) bunu Dağfel b. Hanzala'dan müsned olarak rivayet etmiştir. Buna
göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Hıristiyanlar bir
ay boyunca oruç tutmakla yükümlü idiler. Onlardan birisi hastalandI. Bunun
üzerine şöyle dediler: Allah ona şifa verecek olursa oruca on gün ilave
edeceğiz. Daha sonra bir başkası hastalandI. Bu da yediği bir et'ten dolayı
ağzından rahatsızlanmıştı. Onlar: Allah ona şifa verecek olursa yedi gün daha
ekleyeceğiz, dediler. Daha sonra bir başka hükümdar döneminde biz bu yedi günü
(ona) tamamlayalım ve orucumuzu bahar mevsiminde tutalım, dediler. Böylelikle
toplam oruç günlerinin sayısı elliyi buldu."
Mücahid der ki: Yüce
Allah, Ramazan ayı orucunu bütün ümmetlere farz kılmıştır.
Şöyle de denilmiştir:
Onlar işi daha sağlam tutmak istediklerinden otuz günden önce bir gün ondan
sonra da bir gün, oruç tuttular. Ardı arkasına gelen nesiller böyle yaptı,
nihayet oruçları toplam elli günü buldu. Sıcakta bu kadar çok oruç tutmak
onlara ağır geldiğinden dolayı güneş senesi mevsimine naklettiler. en-Nekkaş
der ki: Bu hususta Dağfel b. Hanzala'dan ve Hasan-ı Basri ile es-Süddi'den
gelen bir hadis-i şerif vardır.
Derim ki: Doğrusunu en
iyi bilen Allah'tır ya, şek günü oruç tutmanın mekruh olması bundan dolayıdır.
Ayrıca Ramazan bayramının birinci günü akabinde ve Ramazan'a bitişik olarak
Şevval'in altı gününü tutmanın mekruh olması da bundandır.
eş-Şa'bi der ki: Bütün
yıl boyunca oruç tutsam şek günü mutlaka orucumu açarım, Çünkü hıristiyanlara
bize olduğu gibi Ramazan ayında oruç tutmak farz kılınmıştır. Onlar bunu güneş
senesindeki mevsime havale ettiler, değiştirdiler. Çünkü artık oruç oldukça
sıcak günlere tesadüf ediyordu. O bakımdan otuz gün sayarak (diğer mevsimde)
tutmaya başladılar. Ardından bir başka nesil geldi. Bunlar da kendileri için
işi sağlam tutmak istediler. Otuz günden önce bir gün sonrasında da bir gün
oruç tuttular. Arkalarından gelenler kendilerinden önce gelenlerin yolunu
izlemeye devam etti, nihayet oruçlarının sayısı elli günü buldu, İşte Yüce
Allah'ın: "Sizden öncekilere yazıldığı gibi" buyruğu bunu
göstermektedir.
Bir diğer görüşe göre
buradaki benzetme, öncekilere farz kılınması açısından farziyyetin aslı ile ilgilidir.
Zaman ve keyfiyeti ile alakalı değildir.
Bir diğer görüşe göre
benzetme, onlar hakkında sözkonusu olan orucun niteliği ile ilgilidir.
Yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden uzak durmak bakımından oruçlar
arasındaki benzerlik kastedilmiştir. Oruç açma vakti geldiğinde uyuyan kişi
bunları da yapmazdı. Önceleri hıristiyanlarda böyleydi, İslam'ın ilk
dönemlerinde de böyleydi, Daha sonra Yüce Allah bunu ileride de geleceği üzere
"Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. "(el-
Bakara, 187) buyruğu ile bunu neshetmiştir. Bu açıklama es-Süddi, Ebu'l-Aliye
ve er-Rabi'e aittir.
Muaz b. Cebel ile Ata
şöyle derler: Buradaki benzetme oruç ile ilgilidir. Ne nitelikle ne de sayı ile
ilgidir. Fazlalık ve eksiklik bakımından her iki oruç arasında farklılık
bulunsa bile bu böyledir. Bunun anlamı şudur: "Oruç sizden öncekilere
yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazıldı." Yani İslam'ın ilk dönemlerinde
her aydan üçer gün ve Aşura günü olmak üzere size farz kılındı. "Sizden
öncekiler"den kasıt İbn Abbas'ın görüşüne göre yahudilerdir. Bunlara da
(her aydan) üç gün ve Aşura günü oruç tutmak farz kılınmıştı. Daha sonra bu
şekilde oruç, bu ümmete Ramazan ayında oruç tutma emriyle nesholundu. Muaz b.
Cebel der ki: Bunu Yüce Allah: "Sayılı günlerde" buyruğu ile
neshetti. Daha sonra bu sayılı günler ise Ramazan ayı orucu ile nesholundu.
5- Takva Sahibi Olmak
için:
Yüce Allah'ın: "Ta
ki takva sahibi olasınız" buyruğu muhataplar hakkında bir umuttur. Daha
önceden bu hususa dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. (el-Bakara, 21.
ayette) "Takva sahibi olasınız" buyruğunun buradaki anlamının;
zayıflayasınız şeklinde olduğu söylenmiştir. Çünkü yemek azaldıkça şehvet de
azalır. Şehvet azaldıkça isyanlar da azalır. Böyle bir açıklama güzel mecazi
bir açıklamadır.
Masiyetlerden
"Sakınmanız için oruç size farz kılındı" anlamına geldiği de
söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre de burada takva sahibi olmak genel
özelliğiyledir. Çünkü oruç Peygamber (s.a.v.)'ın da buyurduğu üzere:
"Oruç bir
kalkandır" ve "cinsel arzuyu kıran bir araçtır." Yani oruç
takvanın sebebidir. Çünkü arzuları öldürür.
6- Sayılı Günler:
Yüce Allah'ın:
"Sayılı günlerde" buyruğu el-Ferra'ya göre "yazıldı"
buyruğunun ikinci mef'ulüdür. Bunun "yazıldı" buyruğu dolayısıyla zarf
olduğu için mansub olduğu da söylenmiştir. Yani oruç sizin üzerinize sayılı
günlerde farz kılındı, demektir.
Sayılı günler ise
Ramazan ayıdır. Bu, Hz. Muaz'dan varid olan rivayetten farklı bir hususa
delalet etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
[ - ]
"Sizden kim. hasta
veya yolcu olursa onlar sayısınca başka günlerde (oruç tutsun)" buyruğuna
dair açıklamalarımızı onaltı başlık halinde sunacağız:
1- Hastanın Orucu:
Yüce Allah'ın bu
buyruğunda "hasta olursa" diye sözü geçen hastanın iki durumu vardır.
Birincisinde hasta herhangi bir şekilde oruç tutamaz. O takdirde bunun orucunu
açması vaciptir. İkinci durumda ise zarar ve zorlukla birlikte oruç
tutabilmesidir. Böyle bir kimsenin orucunu açması müstehaptır. Buna rağmen
cahil dışında kimse oruç tutmaz.
İbn Sarin der ki: İnsan
hasta adını hakedecek duruma geldi mi oruç açması da sahih olur. Bu ifade
yolcunun yolculuk sebebiyle yolculuğun ruhsatından istifade edebilmesine
kıyasen kullanılmıştır. İsterse oruç açmayı gerektiren bir zaruret bulunmasın.
Tarif b. Temmam el-Utaridi der ki: Ramazan ayında Muhammed b. Sirin'in yanına
girdim yemek yediğini gördüm. Yemeği bitirince şöyle dedi: Benim bu parmağım
ağrıyordu.
İlim adamlarından pek
çok kimse de şöyle demiştir: Oruçlu eğer kendisini rahatsız edecek, kendisine
eziyet verecek bir hastalığa yakalanmış ya da bu hastalığın uzamasından
korkuyor ya da daha da artmasından çekiniyor ise oruç açması sahih olur.
İbn Atiyye der ki: İmam
Malik'in mezhebine mensup yetkin ilim adamlarının kabul ettikleri görüş budur
ve onlar bu görüşü esas kabul eder ve buna göre tartışırlar. Ancak İmam
Malik'in kullandığı ifade ise, kişiye ağır gelen ve onu bir dereceye kadar
rahatsız eden hastalık, şeklindedir.
İbn Huveyzimendad ise
şöyle demektedir: Oruç açmayı mübah kılan hastalık ile ilgili İmam Malik'ten
gelen rivayet farklı farklıdır. Bir seferinde: Oruç tutmaktan dolayı telef
korkusudur, derken bir diğer seferinde: Hastalığın ağır olması, oruçla birlikte
hastalığın artması ve aşırı derecede zorluk çekmek halidir, demiştir.
Mezhebinde sahih olan budur. Zahirin gereği de budur. Çünkü herhangi bir
hastalık özel olarak sözkonusu edilmemiştir. Dolayısıyla oruç açmak bütün
hastalıklarda mübahtır. Delil ile tahsis edilen baş ağrısı, sıtma ve oruç ile
birlikte sıkıntı teşkil etmeyen azıcık hastalık bunlardan müstesnadır.
el-Hasen der ki:
Hastalıktan dolayı ayakta namaz kılamayacak ise oruç açar. Bu görüş en-Nehai
tarafından da ifade edilmiştir.
Bir kesim de şöyle der:
Bizzat hastalığın zarüreti kişiyi oruç açmak zorunda bırakmazsa hastalıktan
dolayı orucunu açamaz. Oruç ile birlikte bu zarurete katlanabiliyor ise orucunu
açmaz. Bu Şafii (yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun)nin de görüşüdür.
Derim ki: İbn Sirin'in
görüşü Yüce Allah'ın izniyle bu hususta en mu'tedil olan görüştür. Buhari der
ki: Neysabur'da iken Ramazan ayında hafif bir şekilde rahatsızlanmıştım. İshak
b. Raheveyh bir grup arkadaşıyla birlikte benim ziyaretime geldi ve bana şöyle
dedi: Ey Abdullah, orucunu açtın mı? Ben: Evet deyince şöyle sordu: Ruhsatı
kabul etmeyecek kadar zayıf düşmekten mi korktun? Ben dedim ki: Bize Abdan
İbnu'l Mübarek anlattı, o İbn Cüreyc'den şöyle dediğini nakletti: Ata 'ya:
Hangi hastalıktan dolayı oruç açabilirim, diye sordum. O: Hangisi olursa, dedi.
Nitekim Yüce Allah: "Sizden kim. hasta veya yolcu olursa .. " diye
buyurmuştur. Buhari der ki: İshak bu hadisi bilmiyordu.
Ebu Hanife de der ki:
Kişi oruçlu iken orucunu açmadığı takdirde gözünün ağrısının ya da sıtmasının
artmasından korkarsa orucunu açar.
2- Yolcunun Oruç Tutması:
Yüce Allah'ın:
"Veya yolcu olursa ... " buyruğunda sözü geçen ve oruç açmayla namazı
kısaltmanın caiz olduğu yolculuk hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri
vardır. Bununla birlikte yolculuğun cihad ve hac gibi itaat yolculugu olması
halinde, hükümde ittifak ve icma halindedirler. Akrabalık bağını gözetmek ve
zaruri geçim talebi maksadıyla yapılan yolculuklar da bunlar gibidir.
Ticaret ve mübah
maksatlarla yapılan yolculuklar hakkında ise men' ve caiz kabul etmek açısından
farklı görüşler vardır. Caiz kabul eden görüşler daha tercihe değerdir.
İsyankarın yolculuğu
hususunda ise caiz olup olmaması açısından farklı görüşler vardır. Caiz
olmayacağı görüşü daha tercihe değer bulunmuştur. Bu açıklamalar İbn Atiyye'ye
aittir.
İmam Malik'e göre oruç
açmak için gereken uzaklık, namazı kısaltmak için gereken uzaklıktır. Bunun
miktarı hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İmam Malik bir gün
ve bir gecelik yoldur demiş, daha sonra bundan dönerek: Kırksekiz mildir
demiştir. İbn Huveyzimendad der ki: Maliki mezhebinin zahir olan görüşü budur.
Bir seferinde İmam Malik kırkiki mil demiştir. Bir seferinde otuzaltı mil
demiştir. Bir seferinde bir gün bir gecelik yolculuk demiştir. Ondan iki günlük
mesafe de rivayet edilmiştir. Bu, Şafii'nin de görüşüdür. Kimi zaman kara ile
denizdeki yolculuk arasında fark gözeterek denizde bir gün bir gecelik
yolculuk, karada ise kırksekiz mil demiştir. Maliki mezhebinde otuz mil görüşü
de vardır. Mezhep dışı üç millik görüş de vardır.
İbn Ömer, İbn Abbas ve
es-Sevri üç günlük yolculukta oruç açılır demiştir. Bu görüşü İbn Atiyye
nakletmiştir.
Derim ki: Buhari'deki
ifade ise şöyledir: İbn Ömer ve İbn Abbas dört beridlik bir mesafede oruç açar
ve namazlarını kısaltırlardı, ki bu da onaltı fersahlık bir mesafedir.
3- Yolculuk Yapacak
Olanın Geceden Oruç Açmayı Niyet Etmesi:
İlim adamları ittifakla
yolcunun Ramazan ayında geceden oruç tutmamayı kararlaştırmasının caiz
olmadığını belirtmişlerdir. Çünkü yolcu ikamet edenin hilafına niyet etmekle yolcu
olmaz. Ancak fiilen ve bu işi yapmakla yolcu olur. İkamet edenin ise belli bir
fiil işlemesine gerek yoktur. Çünkü ikamete niyet ettiği takdirde derhal mukim
olur. Zira ikametin ayrıca bir amele ihtiyacı yoktur. O bakımdan aralarında
fark vardır.
Yine yolculuğa
çıkacağını ümit eden kimsenin yolculuğa çıkmadan önce orucunu açmasının caiz
olmayacağı hususunda da ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Şayet
orucunu açarsa İbn Habib'in dediğine göre: Eğer yolculuğu için hazırlığını
yapmış ve hareket için gerekli tedbirlerini almış ise herhangi bir sorumluluğu
yoktur. İbn Habib bu görüşünü Esbağ ve İbn el-Macuşun'dan nakletmektedir.
Herhangi bir engel yolculuğa çıkmasını önlerse o takdirde üzerine keffaret
düşer. Bundan kurtulabilmesi için ise yolculuk yapması yeterlidir.
İsa'nın İbnu'l-Kasım'dan
rivayetine göre ise ona düşen sadece bir günlük kaza etmektir. Çünkü o oruç
açmakla te'vilde bulunmaktadır.
Eşheb de şöyle der:
İster yolculuğa çıksın isterse çıkmasın keffaret diye herhangi bir sorumluluğu
olmaz.
Suhnun da der ki:
İsterse yolculuğa çıksın isterse çıkmasın keffaret ödemesi gerekir. Bu ise
yarın ay hali olacağım deyip bundan dolayı orucunu açan kadın durumundadır.
Ancak Suhnun daha sonra Abdülmelik ile Esbağ'ın görüşlerini kabul eder ve şöyle
der: Hayır, böyle bir yolculuk niyeti taşıyan bir kimse kadın gibi değildir.
Çünkü erkek dilediği takdirde yolculuğa çıkabilir. Kadın ise kendi isteğiyle ay
hali olamaz.
Derim ki: İbnu'l-Kasım
ile Eşheb'in keffaret olmadığına dair görüşleri güzel bir görüştür. Çünkü böyle
bir kimse kendisi için yapması caiz olan bir işi yapmıştır. Ve kişinin zimmeti
(sorumluluktan) beridir. Kişinin zimmetinde ancak yakin ile herhangi birşey
sabit olur (yani yakin ile bir borcu ödeme sorumluluğu ortaya çıkar). Böyle bir
görüş ayrılığı varken ise yakin olmaz. Diğer taraftan Yüce Allah'ın: "Veya
yolcu olursa" buyruğunun gereği de budur. (Yani üzerine keffaret düşmemesi
gerekir).
Ebu Ömer ise der ki: Bu,
ilim adamlarının bu mes'ele ile ilgili görüşlerinin en sahih olanıdır. Çünkü
böyle bir kimse maksatlı olarak orucun hürmetini çiğnemiş değildir. O sadece
te'vilde bulunan bir kimsedir. Eğer yolculuk niyetiyle birlikte oruç yemek
-yola çıkmasından önce olduğundan dolayı- üzerine keffareti gerektiriyor
olsaydı, yola koyulması üzerinden bu keffareti düşüremezdi. Bu konu üzerinde
düşündüğümüz takdirde bunun Yüce Allah'ın izniyle böyle oldı!ğunu görürüz.
Diğer taraftan Darakutni
şunu rivayet etmektedir: Bize Ebu Bekr enNeysaburı anlattı, bize İsmail b.
İshak b. Sehl Mısır'da anlattı, bize İbn Ebi Meryem anlattı, bize Muhammed b.
Ca'fer anlattı, bana Zeyd b. Eslem haber vererek dedi ki: Bana Muhammed b.
el-Münkedir, Muhammed b. Kab'dan haber vererek, onun şöyle dediğini bildirdi:
Ramazan ayında Enes b. Malik'in yanına vardım. Yola çıkmak istiyordu. Bineği
hazırlanmış, yolculuk elbisesini giyinmişti. Güneş de batmak üzereydi.
Kendisine yemek getirilmesini istedi, ondan yedi sonra da bineğine bindi. Ben
ona: Bu yaptığın sünnet midir? dedim, o: Evet dedi. (Darakutni, II, 188
)
Yine Enes'ten şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Bana Ebu Müsa dedi ki: Yolculuğa çıktığın zaman
oruçlu çıktığını geri dönüp (evine) girdiğinde de oruçlu girdiğini haber aldım.
Ben sana: Çıktığında oruçsuz olarak çık, girdiğinde de oruçsuz olarak gir diye
bildirmedim mi? (Darakutni, II, 188)
Hasan-ı BasrI de der ki:
Yolculuğa çıkmak istediği gün dilediği takdirde evinde orucunu açabilir.
Ahmed de der ki:
Beldesinin evlerinden uzaklaştı mı orucunu açar.
İshak ise şöyle der:
Hayır, ayağını bineğinin üzerine koymakla birlikte orucunu açar.
İbnu'I-Münzir der ki:
Ahmed'in görüşü sahihtir. Çünkü fukaha şöyle der: Güne sağlıklı olarak başlayıp
sonradan hastalanırsa günün geri kalan kısmında orucunu açar. Aynı şekilde güne
mukım olarak başlayıp sonradan yolculuğa çıkarsa yine orucunu açabilir.
Bir kesim ise şöyle
demektedir; İsterse fiilen yolculuğa başlamış olsun o gün orucunu açmaz.
ez-Zühri', Mekhul, Yahya el-Ensarı, Malik, el-Evzai, Şafii, Ebu Sevr ve re'y
sahipleri de bu görüştedir.
Ancak orucunu açtığı
takdirde hükmü hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Hepsi orucunu kaza eder
fakat keffaret ödemez, derler. Malik der ki: Çünkü yolculuk sonradan ortaya
çıkan bir mazerettir. Daha sonra başgösteren hastalık gibidir. Şu kadar var ki
İmam Malik'in arkadaşlarından birisinin görüşüne göre hem kazasını yapar, hem
de keffarette bulunur. Bu İbn Kinane ve el-Mahzümı'nin de görüşüdür. el-Baci,
bu görüşü ŞafIi'den de nakletmektedir. İbnu'l Arabı de bu görüşü tercih etmiş
ve benimsemiştir. Bunu şöyle açıklamaktadır:
Çünkü yolculuk ibadetin
lazım oluşundan sonra ortaya çıkmış bir özürdür. Ayrıca yolculuk, hastalık ve
ay halinden farklıdır. Çünkü hastalık kişiye oruç açmayı mübah kılar. Hayız ise
oruç tutmayı kadına haram kılar. Yolculuk ise oruç açmayı yolcu ya mübah
kılmaz. O bakımdan orucun hürmetini (saygınlığını) ihlal ettiğinden dolayı
keffaret orucu tutması gerekir.
Ebu Ömer ise şöyle
demektedir: Ancak bu görüşün hiçbir kıymeti yoktur.
Çünkü Yüce Allah
Kitab'ta ve sünnette yolcu ya oruç açmayı mübah kılmıştır. "Orucunu
açmaz" diyenlerin bu hükmü ise oruca başladığından dolayı açmamasının
müstehap olduğunu ifade etmek içindir. Bununla birlikte eğer Allah'ın müsaade
ettiği ruhsatı kabul eder ve uygularsa kazasını yapması gerekir. Keffarette
bulunmas'ının ise açıklanabilir bir tarafı yoktur.
Keffarette bulunmayı
gerekli görenler Allah'ın da Rasülünün de vacip kılmadığını vacip görmüşlerdir.
İbn Ömer'den ise bu mesele hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: Yolcu
olarak yola çıktığı takdirde dilerse o gününün orucunu açar. Bu aynı zamanda
Şa'bi, Ahmed ve İshak'ın da görüşüdür.
Derim ki: Buhari, bu
mes'eleyle ilgili şu şekilde bir başlık kullanır: "İnsanlar kendisini
görsünler diye yolculukta oruç açan." Daha sonra İbn Abbas'ın şu şekildeki
hadisini nakleder: Rasülullah (sa) Medine'den Mekke'ye gitmek üzere yola çıktı.
Usfan denilen yere varıncaya kadar oruçlu idi, daha sonra kendisine su
getirilmesini istedi. İnsanlara göstersin diye suyu elleriyle kaldırdı ve
orucunu açtı. Mekke'ye varıncaya kadar bu böyle oldu. Hz. Peygamber bunu
Ramazan ayı'nda yapmış idi.
Bu hadisi Müslim de İbn
Abbas'tan rivayet etmiş ve o hadiste şöyle demiştir: Daha sonra Hz. Peygamber
içinde içecek bulunan bir kap getirilmesini istedi. İnsanlar onu görsünler diye
gündüzün o kaptan içti, sonra da orucunu açtı ve Mekke'ye gelinceye kadar bu
böyle oldu.
İşte bu buyruklar açık
birer nastırlar. Dolayısıyla buna muhalif olan görüşler kendiliğinden sakıt olur.
Başarı Allah'tandır.
Bu hadis aynı zamanda
oruç niyeti yolculukta yerine gelmez, diyenlere karşı da bir delildir. Hz.
Ömer, İbn Abbas, Ebu Hureyre ve İbn Ömer'den bu görüş (yolculukta orucun
olmayacağı görüşü) rivayet edilmiştir. İbn Ömer der ki: Yolcu iken oruç tutan
kimse ikamet edince kazasını yapar. Abdurrahman b. Avf'tan da, yolculukta oruç
tutan mukim iken orucunu açan gibidir der.
Zahir ehlinden bir grup
ilim adamı da bu görüştedir. Delil olarak da Yüce Allah'ın: "Onlar
sayısınca başka günlerde (oruç tutsun)" buyruğunu delil gösterirler ki
ileride buna dair açıklamalar gelecektir. Ayrıca Ka'b b. Asım'ın şu rivayetini
de delil gösterirler: Peygamber (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim:
"Yolculukta oruç tutmak iyilikten değildir."
Yine bu hadis şu görüş
sahiplerine karşı da delildir: Yolculukta iken oruç tutmayı geceden niyet eden
bir kimse herhangi bir mazereti bulunmasa dahi orucunu açabilir. Mutarrif de bu
görüştedir. Şafii'nin iki görüşünden birisi de budur. Hadis ehlinden bir
topluluk da bu görüştedir.
İmam Malik böyle bir
kimsenin hem kazasını tutmasını hem de keffaret orucu tutmasını vacip görürdü.
Çünkü böyle bir kimse oruç açmak ve oruç tutmakta muhayyer idi. O oruç tutmayı
tercih edip geceden oruç tutmayı niyet edince artık oruç açamaz olur. ÖZürsüz
olarak kasten orucunu açtığı takdirde hem kaza etmesi, hem de keffaret orucu
tutması gerekir. İmam Malik'ten böyle bir kimsenin keffaret orucu tutması
gerekmediğine dair rivayet de gelmiştir. İmam Malik'in arkadaşlarının çoğunun
görüşü budur. Şu kadar var ki Abdülmelik şöyle demiştir: Şayet hanımıyla cima
ederek oruç açarsa keffaret öder. Çünkü böyle bir davranış yolculuğa karşı onu
güçlendirmez ve onun için mazeret de değildir. Çünkü yolcu olan kimseye oruç
açmasının mübah kılınması bu sayede yolculuğa karşı güçlensin diyedir.
Irak ve Hicazlı diğer
fukaha ise şöyle demektedir: Böyle bir kimseye keffaret düşmez. Bunlar arasında
es-Sevri, el-Evzai, Şafii, Ebu Hanife ve sair Kufeli alimler de vardır. Bu
açıklamaları Ebu Ömer yapmıştır.
4- Yolculukta Oruç
Tutmak mı Daha Faziletlidir, Oruç Açmak mı?
İlim adamları yolculukta
oruç açmak mı oruç tutmak mı daha faziletli olduğu hususunda farklı görüşlere
sahiptirler. Malik ve Şafii kendilerinden gelen bazı rivayetlerde şöyle
demektedirler: Gücü yeten kimse için oruç tutmak daha faziletlidir. Maliki
mezhebinin özü, bu konuda yolcunun muhayyer bırakılması şeklindedir. Şafii
mezhebinde de durum bundan ibarettir. Şafii ve ona uyanlar böyle bir kimse
muhayyerdir, derler ve bu konuda yolcunun durumuna göre farklı hüküm vermezler.
İbn Uleyye de bu görüştedir. Çünkü Enes (r.a) yolu ile gelen hadiste şöyle
demektedir: Ramazan ayında Peygamber (s.a.v.) ile birlikte yolculuk yaptım,
Oruç tutan oruç tutmayanı ayıplamadığı gibi oruç tutmayan da oruç tutanı ayıplamamıştır.
Bu hadisi Malik, Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
Resulullah (s.a.v.)'ın
iki arkadaşı Osman b. Ebi'l-As es-Sakafi ile Enes b. Malik'in şöyle dedikleri
rivayet edilmektedir: Yolculukta oruç tutmak gücü yeten için daha faziletlidir.
Bu aynı zamanda Ebu Hanife ve arkadaşlarının da görüşüdür.
İbn Ömer ile İbn
Abbas'tan ruhsat daha faziletlidir, dedikleri rivayet edilmiştir. Said b.
el-Müseyyeb, eş-Şa'bi, Ömer b. Abdülaziz, Mücahid, Katade, Evzai, Ahmed ve
İshak da bu görüşü ifade etmişlerdir. Bütün bunlar oruç açmak daha faziletlidir
derler. Gerekçe olarak da Yüce Allah'ın: "Allah size kolaylık diler,
güçlük dilemez" (el-Bakara, 185) buyruğunu gösterirler.
5- Ramazanda Oruç
Tutamadığı Gün Kadar Ramazan Dışında Tutar:
Yüce Allah'ın:
"Onlar sayısınca başka günlerde (oruç tutsun)" buyruğunda hazf
vardır. Yani sizden her kim hasta ya da yolcu olur ve oruç açarsa bunların
kazasını yapsın, demektir.
İlim adamlarının
çoğunluğuna göre bir şehir halkı yirmidokuz gün oruç tutsalar ve o şehirde hasta
birisi bulunup sıhhatine kavuşmasa yirmidokuz gün kaza eder.
Aralarında Hasen b.
Salih b. Hayy'in da bulunduğu bir topluluk ise o günlerin sayısına bakmaksızın
bir aya bir ay karşılık olarak kaza eder demiştir.
el-Kiya et-Taberı ise
bu, doğru olmaktan uzaktır, der. Çünkü Yüce Allah: "Onlar sayısınca başka
günlerde" diye buyurmuştur. Sair günlerden bir ay oruç tutar dememiştir.
Yüce Allah'ın: "Onlar sayısınca" diye buyurması, Ramazan ayında oruç
tutmadığı gün sayısına eşit olarak kaza etmesi gerektiğini ifade eder.
Ramazanın bir kısmında oruç açtığı takdirde Ramazandan sonra, oruç açtığı gün
sayısınca kaza etmesi gerektiği hususunda ise bir şüphe yoktur. Ramazan boyunca
oruç tutmayan bir kimsenin hükmünün de aynı şekilde günlerinin sayısına itibar
etmesi gerekir.
6- Onlar Sayısınca ...
Ayet-i kerimede geçen
"onlar sayısınca" kelimesi bir mübtedanın haberi olmak üzere
merfudur. Yani bunun hükmü, veya vacip, onlar sayısınca .. oruç tutmaktır. Ona düşen
o günler sayısınca oruç tutmaktır, şeklindeki bir takdir de doğru olur. Kisai
bu kelimenin mansup olmasının caiz olacağını söyler. Yani o kimse diğer
günlerde oruç tutmadığı günler sayısınca oruç tutsun, demektir. Anlamının;
böyle bir kimsenin o günler sayısınca oruç tutması gerekir, olduğu da
söylenmiştir.
Burada "o günler
sayısınca oruç" taktirindeki ifadeden, muzaf olan "oruç"
anlamındaki kelime hazfedilerek "sayısınca" anlamındaki
"iddet" kelimesi onun yerini almıştır. "İddet" kelimesi,
"saymak" anlamındaki "add" kelimesinden "fi'le"
vezninde olup, ma'dut (sayılan) anlamındadır.
Kadının iddet beklemesi
de (sayılı günler olduğundan) aynı kökten gelmektedir.
"Başka günlerde ...
" buyruğunda, "başka" anlamındaki kelime Sibeveyh'e göre
munsarıf değildir. Çünkü bu kelime (naksı dolaysıyla) adldir. (Tarif için gelen
elif-Iam düşer; o bakımdan munsarıf olmaz). Çünkü bu kabilden olup
"Fual" vezninde olan kelimeler aslında elif-L'im'lı gelirler:
el-Kubas, el-Fudal gibi. el-Kisai ise bu kelime "aher" kelimesinden
adI'dir. Hamsa ve humar demek gibi. Munsarıf olmaması bundandır.
Bir başka görüşe göre,
munsarıf olmayışı "cuma'" vezninde olduğundan dolayıdır ve bu
buyrukta "günler"in sıfatıdır. Bu kelime "iddet: sayısınca"
kelimesinin sıfatı olduğu sanılmasın diye "uhra" gelmemiştir.
"Uhar"ın,
"uhra"nın çoğulu olduğu da söylenmiştir. Adeta "günler"
önce "uhra" diye nitelendirilmiş; sonra çoğul yapılarak
"uhar" diye nitelendirilmiş gibidir.
"Eyyam:
günler" kelimesinin sıfatı (çoğul müennes hükmünde olduğundan) müennes
gelmesi gerektiği için "uhar" diye sıfatlanmış olduğu da
söylenmiştir.
7- Kaza Oruçları
Peşpeşe mi Tutulur, Ayrı Ayrı Tutulabilir mi?
Kaza tutulan oruçların
peşpeşe tutulmasının vücübu hususunda iki ayrı görüş vardır. Bunları Darakutni
Sünen'inde kaydetmektedir: Aişe (r.anha)dan şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Yüce Allah'ın: "Onlar sayısınca peşpeşe- başka günlerde" buyruğu
nazil oldu ve sonra "peşpeşe" kelimesi neshedildi. Darakutni, bu
sahih bir isnaddır der. (Darakutni, II, 192)
Ebu Hureyre'den de şöyle
dediği rivayet edilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Her kimin
üzerinde Ramazan ayından tutması gereken bir miktar oruç var ise onu peşpeşe
tutsun ve kesintiye uğratmasın." (Darakutni, II, 192)
Bu hadisin isnadında
Abdurrahman b. İbrahim vardır ki rivayet ettiği hadisleri zayıftır.
Bu hadisi İbn Abbas'tan
Ramazan orucunun kazasını yapma bölümünde senedini kaydederek: "Onu
istediğin gibi tut" diye rivayet etmektedir. İbn Ömer ise: "Ne
şekilde oruç tutmadı isen, o şekilde o günleri tut" demiştir. (Darakutni,
II, 192)
Ebu Ubeyde b. el-Cerrah,
İbn Abbas, Ebu Hureyre, Muaz b. Cebel ve Amr b. el-As'tan da bu söz senediyle
birlikte rivayet edilmiştir. (Darakutni, II, 192, 193)
Muhammed b.
el-Münkedir'den de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bana ulaştığına göre
Resulullah (s.a.v.)'a Ramazan orucunun (kazasının) parça parça ayrılması
hakkında soru soruldu da şu şekilde cevap vermiştir: "Bu sana kalmış
birşeydir. Sizden herhangi birinizin üzerinde ödemesi gereken bir borç varken o
bir dirhem iki dirhem verip ödeyecek olursa ne dersin? Bu kişi borcunu ödemiş
olmaz mı? Allah affedip mağfiret etmeye daha bir layıktır.' Bu hadisin isnadı
hasendir. Şu kadar var ki mürseldir ve muttasıl olarak sabit değildir.
(Darakutni, II, 194)
İmam Malik'in
Muvatta"ında Nafi'den gelen rivayete göre Abdullah b. Ömer şöyle dermiş;
Hastalık ya da yolculuk dolayısıyla Ramazan ayında arka arkaya oruç açan bir
kimse kazasını da arka arkaya tutar.
el-Baci ise (Muvatta' şerhi
olan) el-Münteka adlı eserinde şöyle demektedir: "Bu ifadenin vacip olanın
hangisi olduğunu haber verme kastıyla olması ihtimal dahilinde olduğu gibi
müstehab olanı haber vermek istemesi de muhtemeldir. Fukahanın çoğunluğu arka
arkaya tutmasının müstehab olduğu görüşündedir. Ayrı ayrı tutarsa da yerine
gelir. Malik ve Şafii'nin görüşü budur. Bu görüşün sahih oluşuna delil Yüce
Allah'ın: "Onlar sayısınca başka günlerde" buyruğudur ve burada
özellikle ayrı ayrı veya peşpeşe diye söz etmemiştir. Kaza yapan bir kimse bu
günleri dağınık olarak kaza etse sair günlerden tutmadığı günler sayısınca oruç
tutmuş olur ve bunun da yeterli olması icabeder."
İbnu'l Arabi de şöyle
der: Arka arkaya oruç tutmak Ramazan ayında vaciptir. Çünkü Ramazan ayı oruç
tutmak için tayin edilmiştir. Orucun kazasında ise tayin sözkonusu değildir. O
bakımdan ayrı ayrı tutmak da caizdir.
8- Orucun Kazasının
Hükmü:
Yüce Allah'ın:
"Onlar sayısınca başka günlerde .. " diye buyurması tutulmayan
oruçların belli bir zaman tayini sözkonusu olmaksızın kazasının vacip olduğunu
göstermektedir. Çünkü burada lafız bütün zamanlar hakkında serbest bir şekilde
kullanılmıştır. Özel olarak bir zamana tahsis edilmiş değildir.
Buhari ile Müslim'deki
rivayete göre Hz. Aişe şöyle demiş; Bazen Ramazan ayından üzerimde borç oruç
kaldığı olurdu. Rasülullah (s.a.v.) ile olan ilgilenmem dolayısıyla ancak
Şa'ban ayında kazasını yapabiliyor idim. Bir diğer rivayette ise: "Bu
Rasülullah (s.a.v.) dolayısıyla böyle oluyordu" ifadesi de vardır.
İşte bu başlı başına bir
nas ve ayet-i kerimeyi daha ileri derecede açıklayan bir buyruktur. Ayrıca bu,
Davud (ez-Zahiri)nin: İki "Şevval'in ikinci gününde(n itibaren) orucunu
kaza etmesi gerekir" görüşünü de reddetmektedir. Davud'a göre kazasını
tutmaksızın ölen günahbirdır. Buna dayanarak şunları söyler: Eğer bir köle azad
etmesi gerektiği halde belli bir bedel karşılığında satılan bir köle bulur ise
onu bırakıp bir başkasını satın alma hakkı yoktur. Çünkü onun üzerinde farz
olan bulacağı ilk köleyi azad etmektir. Başkasını azad etmesi onun için yeterli
olmaz. Eğer kendisinin kölesi varsa bir başka köle satın alması caiz değildir.
Şayet yanındaki köle (azad edilmeden) ölürse -muayyen bir köle azad etmeyi
adayıp da ölmesi halinde bu adağın batıl olması halinde olduğu gibi- köle azad
etmesi batıl olmaz. Ancak bu hadis onun görüşünün bozuk olduğunu
göstermektedir.
Kimi usul alimleri şöyle
demektedir: Şevvalin ikinci gününün geçmesinden sonra (üzerinde kaza borcu olan
kimse) ölse kazasını yapma azmi bulunması şartıyla günahkar olmaz. Sahih olan
görüş böyle bir kimsenin günahkar ve kusurlu olmayacağı şeklindedir. cumhurun
görüşü de budur. Şu kadar var ki, ölüm gelip de üzerinde farz borç kalmasın
diye oruç kazasını erken yapması müstehaptır.
9- Bir Sonraki
Ramazana Kadar Kazasını Yapamazsa:
Ramazan ayından kazasını
yapması gereken birtakım borcu olup da bayramdan sonra o günler sayısınca oruç
tutması mümkün olan günler geçtiği halde o da oruç tutmayı ertelese daha sonra
da bir başka Ramazana kadar orucunun kazasına imkan vermeyen bir engel ile
karşılaşırsa, böyle bir kimsenin fakirlere yemek yedirmesi gerekmez. Çünkü bu
kişi kendisi için caiz olan ertelemeyi yapmakla kusurlu hareket etmiş olmaz.
Malikı mezhebine mensup Bağdat alimlerinin görüşü budur. Bunu el-Müdevvenetle yer
alan İbnu'l-Kasım'ın bir görüşü olarak kabul ederler.
10- Ramazan Orucunu
Şa'ban Bitinceye Kadar Kaza Etmezse:
Ramazan ayı orucunun
kazasını, yapıldığı en son vakit olan Şa'ban ayından sonrasına kazasını tehir
edecek olursa bundan dolayı bir keffaret gerekir mi, gerekmez mi? Malik, Şafii,
Ahmed ve İshak gerekir, derler. Ebu Hanife, el-Hasen, en-Nehai ve Davud
gerekmez, demişlerdir.
Derim ki: Buhari de bu
görüştedir. Çünkü Buhari şöyle demektedir: Ebu Hureyre'den mürsel olarak ve İbn
Abbas'tan böyle bir kimsenin yemek yedirmesi gerektiğini kabul ettikleri
zikredilmekte ise de, Yüce Allah yemek yedirmekten söz etmemekte, sadece:
"Onlar sayısınca başka günlerde" diye buyurmaktadır.
Derim ki: Ebu
Hureyre'den müsned olarak bir diğer Ramazana erişinceye kadar önceki Ramazandan
kalma borcunu kaza etmekte kusurlu davranan kimse hakkında şöyle dediği rivayet
edilmiştir: O senenin Ramazan ayı orucunu herkesle birlikte tutar, oruç açtığı
ayın günlerini de (sonradan) tutar ve her bir gün için bir yoksula yemek
yedirir. Bunu Darakutni rivayet etmiş ve isnadı sahihtir, demiştir. (Darakutni,
II, 197)
Yine Ebu Hureyre'den
Peygamber (s.a.v.)'a merfu olarak rivayet edildiğine göre Ramazan ayında
hastalığından dolayı oruç açan sonra da sağlığına kavuşup bir diğer Ramazana
ulaşıncaya kadar kazasını yapmayan kişi hakkında şöyle buyurmuş: "Önce
yeni idrak ettiği ayın orucunu tutar, sonra da oruç açtığı ayın orucunu tutup
her bir gün için bir yoksula yemek yedirir." Bu hadisin isnadında İbn
Nafi' ile İbn Vecih vardır ki her ikisi de zayıf ravidir. (Darakutni, II, 197)
11- Bir Sonraki
Ramazana Kadar Hastalığı Devam Edenin Orucu:
Bir diğer Ramazan
gelinceye kadar hastalığı devam edip sıhhatine kavuşmayacak olursa durum ne olur?
Bu hususta Darakutni'nin İbn Ömer'den rivayetine göre böyle bir kimse her bir
güne karşılık bir yoksula bir mud buğday yedirir; sonra da kaza etmesi
gerekmez. (Darakutni, II, 196)
Yine Darakutni Ebu
Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Eğer iki Ramazan arası sağlığına
kavuşamayacak olursa önceki Ramazanın yerine oruç tutar, ikincisinin yerine de
yoksula yemek yedirir, ayrıca kaza etmesi gerekmez. Eğer sağlığına kavuşmakla
birlikte bir diğer ramazan gelip yetişinceye kadar oruç tutmazsa yeni Ramazanın
orucunu tutar ve önceki ramazan yerine yoksula yemek yedirir. Eğer (ikinci
Ramazanda) oruç açarsa onun kazasını yapar. Bunun da isnadı sahihtir.
(Darakutni, II, 197, 198)
Mezhebimize mensup ilim
adamları ise şöyle demektedir: Ashab-ı kiramın bu konudaki görüşleri kıyasa
muhaliftir. Ama onlar delil olarak gösterilebilir. İbn Abbas'tan gelen rivayete
göre, adamın birisi ona gelmiş ve iki Ramazan süresiyle hastalandım, demiştir.
İbn Abbas ona: Senin hastalığın iki Ramazan arası hep devam etti mi yoksa ikisi
arasında sağlığına kavuştuğun oldu mu, diye sormuş. Adam ona: Hayır sağlığıma
kavuştuğum oldu, deyince İbn Abbas ona: İki Ramazan kadar oruç tut ve altmış
tane yoksula yemek yedir. İşte bu onun: "Eğer hastalığı devam edecek
olursa üzerinde kaza yükümlülüğü yoktur" görüşünden ayrıdır. Bu, onların
gebe ve süt emziren kadın hakkındaki görüşlerini de andırmaktadır. Onlara göre
bu durumdaki kadınlar yoksula yemek yedirirler fakat ayrıca oruçlarını kaza
etmezler. Nitekim ileride' ("Oruç tutmaya gücü yetmeyenler ... "
buyruğunu açıklarken) gelecektir.
12- Fakire Yedirilecek
Miktar:
Bu durumda olan kimseye
yoksula yemek yedirmesi gerektiği kanaatinde olanlar yedirmesi gereken mi-ktar
hakkında farklı görüşlere sahiptirler, Ebu Hureyre, el-Kasım b. Muhammed, Malik
ve Şafii: Her bir gün için bir mud (buğday) yedirir derken, es-Sevrı: Her bir
gün için yarım sa' (buğday) yedirir, demiştir.
13- Ramazanın Kazasını
Yapanın Oruç Açması veya cima Etmesi:
Ramazan ayının orucunu
kaza ederken oruç açan ya da cima eden kimseye ne gerektiği hususunda farklı
görüşler vardır. Malik der ki: Unutarak Ramazanın kazasından bir gün oruç açan
bir kimsenin o günü kaza etmesi dışında herhangi bir sorumluluğu yoktur, O
gününün orucunu devam ettirmesi -ilgili görüş ayrılıkları dolayısıyla-
müstehabtır. Daha sonra onun kazasını yapar.
Kasten orucunu açarsa
günahkar olur ve onun için sadece o günün kazasını yapmak gerekir. Bununla
birlikte oruçlu imiş gibi devam etmesine gerek yoktur. Çünkü bu durumda
oruçlunun uzak durması gereken şeylerden böylesine uzak durmasının anlamı
yoktur. Zira kasten oruç açtığından dolayı bütün ilim adamlarına göre bu kimse
oruçlu değildir.
Keffarete gelince, Malik
ve arkadaşları arasında böyle bir durumda keffaretin gerekmediği hususunda
görüş ayrılığı yoktur. İlim adamlarının çoğunluğunun görüşü de budur. Malik der
ki: Hanımına yaklaşmak veya bir. başka sebep dolayısıyla Ramazan kazası olarak
tuttuğu bir günde oruç açan bir kimse için keffaret yoktur. Onun üzerinde
sadece o günün kazasını yapmak sözkonusudur.
Katade de şöyle
demektedir: Ramazan kazasını tutarken cima eden kimsenin hem o günü kaza etmesi
hem de keffaret gerekir. İbnu'l-Kasım'ın Malik'ten rivayet ettiğine göre
Ramazan kazasını tutarken oruç açan kimsenin iki gün oruç tutması gerekir.
İbnu'l-Kasım önceleri bu şekilde fetva verirken daha sonra bu görüşten
vazgeçmiş; daha sonra da şöyle demiş: Kaza orucunun kazasını yaparken kasten
oruç açarsa onun yerine iki gün oruç tutar. Tıpkı hanımı ile cima etmek
suretiyle haccını ifsad eden kimsenin haccını ifsad etmesi ve bir sonraki sene
haccederken aynı şekilde hanımı ile cima edip tekrar haccını ifsad edenin iki
tane hacc yapmakla mükellef olması gibi.
Ebu Ömer (İbn
Abdil-Berr) de der ki: Hac hususunda İbn Vehb ile AbdüImelik ona (İbnu'l-Kasım'a)
muhalefet etmişlerdir. Hakkında ihtilaf edilen bir hüküm esas alınarak kıyas
yapılması gerekmemektedir. Bence doğrusu -en iyi bilen Allah'tır- her iki halde
de o kimse için sadece bir günün kazası gerekir. Çünkü onun tutması gereken tek
bir gündür ve bu günü iki defa ifsad etmiştir.
Derim ki: Yüce Allah'ın:
"Onlar sayısınca başka günlerde" buyruğunun gerektirdiği de budur.
Ramazan ayının kazasını yaparken if tar ettiği günün yerine ne vakit tam bir
gün oruç tutarsa o vakit üzerinde vacip olanı yerine getirmiş olur. Onun yerine
getirmesi gereken başka bir yükümlülük yoktur. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
14- Ramazan Ayında
Orucunu Açan ve Vefat Edenin ya da Yolculuğa Çıkıp Yolculuğunda Ölenin Durumu:
Ramazan ayında bir
hastalık sebebiyle oruç açıp da o hastalığı sonucu ölen veya yolculuğa çıkıp da
o yolculuğunda ölen bir kimse için herhangi bir sorumluluğun sözkonusu
olmayacağı cumhur tarafından kabul edilmiştir. Tavus ve Katade ise iyileşmeden
önce vefat eden hasta hakkında onun yerine (mirasçıları tarafından oruç
tutamadığı günler sayısınca) yemek yedirilir, demişlerdir.
15- üzerinde
Ramazandan Oruç Borcu Olduğu Halde Ölenin Hükmü:
üzerinde Ramazan ayından
kaza etmesi gereken borcu olup da ölen kişinin hükmü hakkında farklı görüşler vardır.
Malik, Şafii ve Sevri der ki: Kimse kimsenin yerine oruç tutmaz.
Ahmed, İshak, Ebu Sevr,
Ebu Ubeyd ve Zahiriler, başkası onun yerine oruç tutar. Şu kadar var ki onlar
bu durumu adak orucuna has olarak kabul etmişlerdir. Buna benzer bir görüş Şafii'den
de rivayet edilmiştir.
Ahmed ve İshak, Ramazan
ayının kazası ile ilgili olarak onun adına yemek yedirilir, derler. Oruç
tutulacağını kabul edenler Müslim'in Hz. Aişe'den rivayet ettiği şu hadis-i
şerifi delil gösterirler.
Rasülullah (s.a.v.) buyurdu
ki: "Her kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse onun velisi yerine
'oruç tutar."
Şu kadar var ki bu
buyruk oruca dair genel bir hükümdür.
Bunu yine Müslim
tarafından rivayet edilen İbn Abbas'ın şu rivayeti tahsis etmektedir: Bir kadın
Rasülullah (s.a.v.)'a gelip şöyle der: Ey Allah'ın Resülü, benim annem üzerinde
adak borcu olduğu halde vefat etti. -Bir rivayette ise "bir ay oruç
borcu" denilmektedir.- Ben onun yerine oruç tutayım mı? Hz. Peygamber
şöyle buyurdu: "Eğer annenin üzerinde ödemesi gereken bir borç olsaydı sen
de onun adına bu borcu ödeseydin bu onun adına bir ödeme olur muydu ne
dersin?" Kadın: Evet deyince Hz. Peygamber: "Annenin yerine oruç
tut" diye buyurdu.
İmam Malik ve ona uygun
görüş belirtenler Yüce Allah'ın: 'Hiçbir (günah) yüklenici bir diğerinin yükünü
yüklenmez. '' (el-En'am, 164); "Ve insan için kendi çalıştığından başka
birşey yoktur. ''(en-Necm, 39); "Herkesin kazandığı yalnız kendisine
aittir'' (el-En'am, 164) ile Nesai'nin İbn Abbas'tan naklettiği şu hadisi delil
gösterirler. Buna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kimse kimse adına
namaz kılamaz. Kimse kimse adına oruç tutamaz. Fakat her bir gün yerine onun
adına bir mud buğday (yoksullara) yedirir."
Derim ki: Bu hadis-i
şerif umumidir. Hz. Peygamber'in: "Kimse kimse adına oruç tutamaz"
buyruğu ile Ramazan orucunun kastedilmiş olması ihtimal dahilindedir. Adak
orucu ise caizdir. Buna delil ise İbn Abbas tarafından rivayet edilen hadis ile
başkalarıdır.
Yine Müslim'in
Sahih'inde yer alan ve Büreyde yoluyla gelen bir hadis-i şerif İbn Abbas'ın
hadisine benzerdir. Bu hadisin bazı rivayet yollarında şöyle denmektedir:
Annemin üzerinde iki ay oruç borcu vardır. Ben onun yerine oruç tutabilir
miyim? Hz. Peygamber: "Onun yerine oruç tut" diye buyurunca kadın şöyle
der: Annem hiçbir şekilde haccetmedi, onun yerine hac edebilir miyim? Hz.
Peygamber: Onun yerine haccet" diye buyurur.
Burada kadının:
"İki ay" demesi - doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya - Ramazan
olması ihtimalini uzaklaştırmaktadır. İmam Malik lehine gösterilebilecek en
güçlü delil Medinelilerin uygulamasıdır. Celi kıyas ta bunu desteklemektedir. O
da şudur: Oruç bedeni bir ibadettir. Malın bu ibadette herhangi bir ilgisi
yoktur. Böyle bir ibadet kimin adına vacip olmuşsa onun yerine başkası tarafından
yapılamaz. Bu (kıyas) hac ile çürütülemez. Çünkü haccın yerine getirilmesinde
malın bir katkısı vardır.
16- Yolculukta Oruç
Olmaz Diyenlerin Delilleri:
Oruç yolculukta olmaz ve
yolculukta oruç tutanın mutlaka kaza etmesi gerekir diyenler, bu ayeti delil
gösterirler. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizden kim hasta veya
yolcu olursa onlar sayısınca başka günlerde (oruç tutsun)." Yani onun
başka günler sayısınca oruç tutmak yükümlülüğü vardır, demektir ve bu durumda
ifadede hazf veya söylenmeyen kelimeler yoktur.
Bu görüşün savunucuları
ayrıca Hz. Peygamber'in: "Yolculukta oruç tutmak iyilik değildir"
hadisini de delil gösterirler. Ve derler ki: İyilik olmayan birşey günah
demektir. İşte bu da Ramazan orucunun yolculuk halinde caiz olmadığının
delilidir.
Cumhur'un görüşüne göre
ise bu buyrukta az önceden de geçtiği gibi "yolculuğa çıkıp da orucunu
açarsa" şeklinde mahzuf bir ifade vardır ki sahih olan da budur. Çünkü
Enes yoluyla gelen hadiste o şöyle demiştir: Ramazan ayında Resulullah (s.a.v.)
ile birlikte yolculuğa çıktım. Oruçlu oruç tutmayanı ayıplamadığı gibi, oruç
tutmayan da oruçluyu ayıplamıyordu. Bu hadisi Malik, Humeyd et-Tavil'den o Enes
yoluyla rivayet etmiştir.
Müslim ise Ebu Said el-Hudrı'den
şöylece rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.) ile birlikte Ramazan ayının
onaltıncı günü gazaya çıktık. İçimizden kimisi oruç tuttu, kimisi tutmadı. Oruç
tutan tutmayanı ayıplamadığı gibi oruç tutmayan da oruç tutanı ayıplamadı.
[ - ]
"Oruç tutmaya gücü
yetmeyenler de bir fakir doyumu fidye versinler. Bununla beraber kim hayır
yaparsa işte bu, onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin için daha
hayırlıdır, eğer bilirseniz" buyruğuna dair açıklamalarımızı da beş başlık
halinde sunacağız:
1- Kıraat Farkları:
Yüce Allah'ın:
"Oruç tutmaya gücü yetmeyenler de .. " anlamına gelen buyruğunda yer
alan (...) kelimesini cumhür "tı" harfini esreli, "ya"
harfini sakin (yani med harfi) olarak okumuştur ...
İbn Abbas'tan gelen
meşhur kıraate göre "tı" harfini şeddesiz, vav harfini şeddeli
olarak, "zorlukla bu oruca güç yetirenler" anlamında: (...) şeklinde
okumuştur.
Mücahid'in de (...)
şeklinde okuduğuna dair bir rivayet gelmiş ise de bu batıldır ve imkansız bir
kıraattir. Çünkü burada fiil: (...) dan alınmadır. Bu fiilde "vav"
harfinin bulunması gereklidir ve lazımdır. Bu fiilde "ye" harfinin
herhangi bir alakası yoktur.
Ebu Bekr el-Enbari der
ki: Ahmed b. Yahya en-Nahvı, Ebu Züeyb'e ait olan şu beyiti bize okudu:
"Takatinin fevkinde katlan denildi, çünkü o Dopdoludur ona gelen (ve ondan
alan)ın ona zararı olmaz."
Görüldüğü gibi şair
burada (...) kelimesinde -ki ayet-i kerimede işaret edilen kelime ile aynı
köktendir- "vav" harfini açıkça söylemiş bulunmaktadır. Bu da bunun
yerine "ye" harfini kullananın, doğru bir şekilde kelimeyi
kullanmadığını ortaya koyar.
İbnu'I-Enbarı-İbn
Abbas'tan bu kelimeyi "ye" harfini üstün "tı" ve ikinci ye
harfini fethalı ve şeddeli olarak (...) şeklinde okuduğumı rivayet etmektedir
ki aynı anlama gelmektedir.
Yine İbn Abbas'tan Hz.
Aişe, Tavus ve Amr b. Dinar'dan (...) şeklinde "ye" harfi fethalı ve
"tı" harfi şeddeli ve üstün olarak okunduğu rivayet edilmektedir ki
dilde bu da doğru bir okuyuştur. Çünkü bunun aslı (...) şeklindedir. "Te"
harfi sakin kılınıp "tı" harfine idğam edildikten sonra,
"tı" harfi şeddeli olur. Ancak böyle bir okuyuş Kur'an-ı Kerim'den
-onun Kur'an'dan olduğunu kabul edenlere hilafen- değildir. Bu ancak açıklayıcı
mahiyette bir okuyuştur.
Medinelilerle Şamlılar
"Doyumu fidye" buyruğunu izafet terkibi şeklinde (...) diye ve
"Yoksul" kelimesini de çoğul olarak (...) diye okumuşlardır.
Buharı, Ebü Davüd ve
Nesai'nin Ata'dan onun da İbn Abbas'tan rivayetine göre bu kelimeyi tekil
olarak (...) şeklinde okumuştur ki bu güzel bir okuyuştur. Çünkü bir gün ile
ilgili hükmü açıklamaktadır.
Ebu Ubeyd bu okuyuşu
tercih etmiştir. Aynı zamanda Ebu Amr, Hamza ve Kisai'nin okuyuşu da bu
şekildedir. Ebu Ubeyd der ki: Böylelikle bu okuyuş her bir gün için bir yoksulu
yedirme gereğini açıklamış olmaktadır. Burada tek bir yoksul pek çok yoksul
anlamına anlaşılabilmekle birlikte çoğul olarak zikredildiği takdirde tek bir
yoksul yedirmeyi ifade etmez. "Yoksullar" şeklinde çoğul olarak
kullanıldığı takdirde bir günde bunlardan kaç kişiye yemek yedirileceği -ayetin
dışında bir delil olması müstesna- ayetten anlaşılmamaktadır.
Bu kelimenin
"yoksullar" diye çoğul olarak okunması da şöyle açıklanabilir: Oruç
tutmaya gücü yetmeyenler çoğul olup da onlardan her birisi bir miskine yemek
yedirmek durumunda olduğundan dolayı burada da "miskin (yoksu!)"
kelimesi çoğul gelmiştir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: ''Muhsana
olan kadınlara iftira atanlar sonradan dört şahit getiremeseler o kimselere
seksen(er) değnek vurun." (en-Nur, 4) Yani onlardan her birisine ayrı ayrı
seksen değnek vurun demektir. Yoksa sözü geçen seksen değnek hepsine tevzi
edilecek anlamına değildir. Bilakis her birisine seks ener değnek vurulacaktır,
demektir. Bu anlamdaki açıklamaları Ebu Ali yapmıştır.
Çoğul şeklindeki okuyuşu
en-Nehhas tercih ederek şöyle demiş: Ebu Ubeyd'in yaptığı tercih reddedilir.
Çünkü böyle bir anlam delaletten zaten anlaşılmaktadır. Yüce Allah'ın:
"Oruç tutmaya gücü yetmeyenler de fakirleri doyurmak üzere fidyeler
versinler" ifadesinde "Fakirler" buyruğunun çoğul gelmesi
halinde her gün bir yoksul yedirmek anlamına geldiği zaten bilinen bir
husustur. Bu şekildeki bir okuyuş ise, çoğul olan bir kelimenin yine çoğul olan
kimseler ile bağlantılı olduğunu ifade etmek içindir.
en-Nehhas der ki: Ebu
Ubeyd ise (...) şeklindeki okuyuşu tercih etmiştir. Çünkü "yemek,
doyum" fidyenin kendisidir. Yemeğin bir sıfat olması da caiz değildir.
Çünkü yemek bir cevher (öz)dür. Ancak bedel olması caizdir. Bundan da daha açık
bir okuyuş ise izafe yapılarak (...) şeklinde okunmasıdır. Çünkü (...) kelimesi
müphemdir. Yemek ve başka şeyler hakkında da kullanılabilir. O bakımdan böyle
bir ifade "ipek elbise" demek kabilinden olur.
2- Ayetin Bu Bölümüyle
Kimler Kastedilmiştir?
Mensuh mu, Değil mi?
İlim adamları bu ayet-i kerimeden neyin kastedildiği hususunda farklı görüşlere
sahiptir. Bunun mensuh olduğu da söylenmiştir. Buhari rivayet ediyor; İbn
Numeyr dedi ki: Bize el-A'meş anlattı, bize Amr b. Murre anlattı, bize İbn Ebi
Leyla anlattı. Bize Muhammed (s.a.v.)'ın ashabı şunu anlattılar: Ramazan (orucu
emri) nazil oldu, bu onlara ağır geldi. Oruca gücü yeten kimseler arasından bir
yoksula yemek yedirdi mi orucu terkederdi. Bu hususta onlara ruhsat verildi,
daha sonra bunu: "Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" buyruğu
neshetti.
Buna göre cumhurun
kıraati olan (...); "ona gücü yetenler" anlamına gelir. Çünkü orucun
farziyyeti önce; dileyen oruç tutar, dileyen de bir yoksula yemek yedirir,
şeklinde idi.
İbn Abbas da şöyle der:
Bu ayet-i kerime özel olarak yaşlılar ve acizler için -oruç tutmaya güçleri
yetmekle birlikte oruç açan- bir ruhsat olmak üzere nazil oldu, daha sonra ise
Yüce Allah'ın: ''Sizden her kim bu aya erişirse orucunu tutsun"
(el-Bakara, 185) buyruğu ile neshedildi ve böylelikle aralarından oruç tutmaktan
acze düşenler dışındakiler hakkında bu ruhsat ortadan kalktı.
el-Ferra der ki:
"Onagücü yetenler" buyruğundaki zamirin "oruc"a ait olması
caizdir (mealde olduğu gibi). Yani oruç tutmaya gücü yetenler oruç açtıkları
vakit yoksul yedirirler. Daha sonra bu Yüce Allah'ın: "Oruç
tutmanız..." buyruğu ile neshedildi. Bu buyruğun fidyeye ait olması da
caizdir. Yani fidye ödemeye gücü yetenler fidye öderler, demektir.
Hasta ve hamile gibi
karşı karşıya kaldıkları zorluklarla birlikte sıkıntı ile oruç tutmaya katlananlar
anlamında (...) şeklindeki okuyuşa gelince; bu gibi kimseler oruç tutabilmekte
fakat karşı karşıya kaldıkları bir sıkıntı ile beraber buna güç
yetirebilmektedirler. İşte bu halde olanlar oruç tutarlarsa bu onlar için
yeter. Bununla birlikte fidye verirlerse bunu da yapabilirler demektir.
İbn Abbas da -eğer ondan
gelen senet sahih ise-: "Ona gücü yetenler" kelimesini ona sıkıntı
çekmekle beraber güç yetirebilenler bu uğurda kendilerini meşakkate sokanlar
diye tefsir etmiştir. Ondan bu tefsiri nakleden bazı kimseler Kur'an'daki bir
okuyuş' diye araya sokmuştur.
Ebü Davüd da İbn
Abbas'tan: "Oruç tutmaya gücü yetenler" buyruğu hamile ve süt emziren
kadınlar hakkındadır, dediğini nakletmektedir.
Yine ondan gelen bir
rivayete göre: "Oruç tutmaya gücü yetenler de bir fakir doyumu fidye
versinler" buyruğu hakkında şöyle demiş: Bu önceleri oruç tutmaya gücü
yeten kocamış yaşlı kadın ve erkek hakkında oruç açıp her bir gün yerine bir
yoksul doyurmak şeklinde bir ruhsat olarak nazil olmuştur. Gebe ve süt emziren
kadın da çocuklarına bir zarar geleceğinden korktukları takdirde onlar da oruç
açar ve yemek yedirirler.
Darakutni de yine İbn
Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Kocamış yaşlıya oruç açıp her bir
gün için bir yoksula yemek yedirmesi için ruhsat verildi. Ayrıca kaza etmesi de
gerekmez, İşte bu rivayetin senedi sahihtir (Darakutni, II, 205)
Yine İbn Abbas'tan gelen
rivayete göre o şöyle demiştir: "Oruç tutmaya gücü yetmeyenler de bir
fakir doyumu fidye versinler" buyruğu neshedilme miştir. Burada sözkonusu
olan oruç tutmaya gücü yetmeyen kocamış yaşlı kadın ve erkek hakkındadır.
Bunlar her bir gün için bir yoksula yemek yedirirler. Bu da sahihtir.
(Darakutni, II, 205)
Yine ondan gelen
rivayete göre, hamile veya süt emziren kendisine ait olan bir umm velede şöyle
demiştir: Sen oruç tutmaya gücü yetmeyen kimselerdensin. Senin üzerine düşen
bunun cezasını (karşılığını yani fidyeyi) vermektir, bununla birlikte sana kaza
etmek düşmez. Bu rivayetinde senedi sahihtir. (Darakutni, II, 206)
Bir diğer rivayette de -
şüphe sözkonusu olmaksızın - süt emziren bir umm veledi vardı. Oruç tutması ona
oldukça ağır geldiğinden orucunu açması ve ayrıca da kaza yapmamasını emretti.
Bu da sahihtir. (Darakutni, II, 207)
Derim ki: Sahih
senetlerle İbn Abbas'tan sabit olduğuna göre bu ayet-i kerime neshedilmemiş ve
sözü geçen kimseler hakkında muhkem bir ayettir. Bununla birlikte birinci görüş
de aynı şekilde sahihtir. Şu kadar var ki orada neshin tahsis anlamına olma
ihtimali vardır. Çünkü mutekaddimler (önceki alimler)in neshi tahsis anlamında
kullandıkları pek çoktur, Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Hasan-ı Basri ile Ata b.
Ebi Rebah, ed-Dahhak, en-Nehai, ez-Zühri, Rabia, el-Evzai ve re'y ashabı derler
ki: Hamile ve süt emziren kadın oruç açar ve bununla birlikte yoksula yemek
yedirmekle yükümlü değildirler. Onlar oruç açıp sonradan kazasını yapan hasta
durumundadırlar. Ebu Ubeyd ile Ebi Sevr de bu görüştedir. Bu görüşü Ebu Ubeyd
Ebu Sevr'den nakletmiş, İbnu'l Münzir de tercih etmiştir. Aynı zamanda bu oruç
açan hamile hakkında İmam Malik'in de kabul ettiği görüştür. Süt emziren kadına
gelince eğer oruç açacak olursa, hem kaza etmesi hem de fakire yedirmesi
gerekir.
Şafii ve Ahmed ise şöyle
demektedirler: Hamile ve süt emziren kadın oruç açar bununla birlikte hem yemek
yedirir hem de kazasını yapar. İlim adamları oruç tutmaya gücü yetmeyen yahutta
oldukça ağır sıkıntılarla birlikte tutabilen yaşlı ve kocamış kimselerin oruç
açabilecekleri hususunda icma etmiş, ancak sorumluluklarının ne olduğu
hususunda farklı görüşe sahiptirler.
Rabia ve Malik der ki:
üzerlerine herhangi bir sorumluluk yoktur. Ancak Malik şöyle der: Bununla
birlikte her bir gün için bir yoksul yedirecek olsalar, bu benim daha hoşuma gider.
Enes, İbn Abbas, Kays b.
es-Saib ile Ebu Hureyre de; bunların fidye ödemeleri gerekir, demişlerdir. Bu
aynı zamanda Şafii'nin, re'y ashabının, Ahmed ve İshak'ın da görüşüdür. Onlar
bu görüşleriyle ashab-ı kiramın bu durumda olanlar hakkındaki görüşlerine ve
Yüce Allah'ın: "Sizden kim hasta veya yolcu olursa onlar sayısınca başka
günlerde (oruç tutsun)" buyruğuna uyarak bu görüşü belirtmişlerdir. Çünkü
bundan sonra Yüce Allah: "Oruç tutmaya gücü yetmeyenler de bir fakir
doyumu fidye versinler" diye buyurmaktadır. Bunlar (yani oldukça yaşlılar)
ise hasta da değildir, yolcu da değildir. O halde bunların fidye ödemeleri
vacip olur.
İmam Malik'in görüşünün
deliline gelince: Böyle bir kimse kendi yapısında bulunan bir özür dolayısıyla
oruç açmaktadır ki bu da yaşlılık ve kocamışlıktır. O bakımdan bunun da tıpkı
yolcu ve hasta gibi fakirlere yemek yedirmesi gerekmez. Bu görüş aynı zamanda
es-Sevri ve Mekhul'den rivayet edilmiş olup İbnu'l-Münzir de bu görüşü tercih
etmiştir.
3- Fidyenin Miktarı:
Sözü geçen kimseler
hakkında fidye ödemeyi kabul eden kimseler fidyenin miktarı hususunda farklı
görüşlere sahiptirler. İmam Malik der ki: Ödemeleri gereken fidye oruç açtığı
her bir gün için Peygamber (s.a.v.)'ın müddü ile bir müddür. Şafii de bu
görüştedir. Ebu Hanife ise şöyle demektedir: Her bir gün için ödemesi gereken
keffaret ya bir sa' hurma veya yarım sa' buğdaydır.
İbn Abbas'tan da yarım
sa' buğday diye rivayet gelmiştir. Bunu da Darakutni zikretmektedir.
(Darakutni, II, 207)
Ebu Hureyre'den de şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Her kim oldukça yaşlanır oruç tutmaya gücü yetmezse
her bir gün için bir mud buğday ödesin. (Darakutni, II, 208)
Enes b. Malik'ten de
rivayet edildiğine göre bir sene oruç tutmaya gücü yetmedi. Bunun üzerine
büyükçe bir tencere yemek pişirdi, sonra da otuz tane fakir çağırarak hepsinin
karnını doyurdu. (Darakutni, II, 207)
4- "Hayır
Yapmak'' dan Kasıt:
Yüce Allah'ın:
"Bununla beraber kim hayır yaparsa işte bu, onun için daha
hayırlıdır" buyruğu ile ilgili olarak İbn Şihab şöyle der: Her kim oruç
tutmakla birlikte yoksula da yemek yedirmek isterse .. Mücahid de: Yemek
yedirirken bir müdden daha fazlasını verirse demektir, diye açıklamıştır.
İbn Abbas da:
"Bununla beraber kim. hayır yaparsa" yani başka bir yoksul daha
doyurursa bu onun için daha hayırlıdır diye açıklamıştır. Bunu Darakutni
zikretmiş: Sahih ve sabit bir isnad ile nakledilmiştir, demiştir. (Darakutni,
II, 205)
Ayet-i kerimedeki ikinci
"hayır" kelimesi üstünlük belirten bir sıfattır. Biraz sonra gelen
üçüncü "hayır" kelimesi de böyledir. İlk olarak geçen
"hayır" kelimesi de aynı şekildedir.
İsa b. Ömer ile Yahya b.
Vessak, Hamza ve Kisai de: "(...)" şeklinde tı harfi şeddeli ve ayn
harfi sakin olarak muzari fiil diye okumuşlardır. Diğerleri ise (...) şeklinde
mazi bir fiil olarak okumuşlardır.
5- Oruç Tutmanız
Hayırlıdır:
Yüce Allah'ın:
"Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" buyruğu, oruç sizin için
daha hayırlıdır, demektir. Ubeyy de bu şekilde okumuştur. Anlamı da şudur: Fidye
ödemekle birlikte oruç tutmanız oruç açmaktan daha hayırlıdır. Bu ise neshten
önce idi. Bir görüşe göre de "oruç tutmanız" yani sıkıntı vermeyen
yolculuk ve hastalık halinde oruç tutmanız, daha hayırlıdır, anlamına gelir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Özetle; bu buyruk oruç tutmaya teşvik hükmünü
ifade eder. Yani bunu bilin ve oruç tutun, demektir.
(Kurtubi tefsiri Bakara
183. ayet sayfasından alıntı)