SÜNEN İBN-İ MACE

Bablar Konular Numaralar

KİTABU İKAMETİ’S-SALAT

<< 906 >>

DEVAM: 25- NEBİ (S.A.V.)'E SALAVAT GETİRME BABI

 

حَدَّثَنَا الحسن بْن بيان. حَدَّثَنَا زياد بْن عَبْد اللّه. حَدَّثَنَا المسعودي، عَن عون بْن عَبْد اللّه، عَن أبي فاختة، عَن الأسود بْن يزيد، عَن عَبْد اللّه بن مسعود؛ قَالَ:

 - إذا صليتم على رَسُول اللَّهِ صَلَى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسلَّمْ فأحسنوا الصلاة عليه. فإنكم لا تدرون لعل ذلك يعرض عليه. قال فقولوا له: فعلمنا. قال، قولوا: اللهم اجعل صلاتك ورحمتك وبركاتك على سيد المرسلين وإمام المتقين وخاتم النبيين، مُحَمَّد عبدك ورسولك، إمام الخير، وقائد الخير، ورسول الرحمة. اللهم ابعثه مقاماً محموداً يغبطه به الأولون والآخرون. اللهم صَلِّ عَلَى مُحَمَّد وعلى آل مُحَمَّد كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إِبْرَاهِيم وعلى آل إبراهيم إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ. اللهم بَارِكْ عَلَى مُحَمَّد وعلى آل مُحَمَّد كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إَبْرَاهِيم وعلى آل إبراهيم إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ.

 

فِي الزَوائِد: رجاله ثقات. إلا أن المسعودي اختلط بآخر عمره، ولم يتميز حديثه الأول من الآخر، فاستحق الترك، كما قاله ابن حبان.

 

Abdullah bin Mes'ud (r.a.)'den şöyle demidir:

 

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e salavat getirmek istediğiniz zaman, O'na güzelce salavat getiriniz. Çünkü şüphesiz siz bilemezsiniz. Umulur ki getirdiğiniz salavat O'na arzedilir.'

 

Ravi demiştir ki: İbn-i Mes'ud (r.a.)'ın yanındakiler kendisine:

 

Şu halde (güzel salavatı) bize öğret, dediler. İbn-i Mes'ud (r.a.) (onlara) dedi ki: şöyle söyleyiniz::

 

اللهم اجعل صلاتك ورحمتك وبركاتك على سيد المرسلين وإمام المتقين وخاتم النبيين، مُحَمَّد عبدك ورسولك، إمام الخير، وقائد الخير، ورسول الرحمة. اللهم ابعثه مقاماً محموداً يغبطه به الأولون والآخرون. اللهم صَلِّ عَلَى مُحَمَّد وعلى آل مُحَمَّد كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إِبْرَاهِيم وعلى آل إبراهيم إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ. اللهم بَارِكْ عَلَى مُحَمَّد وعلى آل مُحَمَّد كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إَبْرَاهِيم وعلى آل إبراهيم إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ.

 

Not: Zevaid'de: Bu senedin ricali sıkadır. Fakat ravi el-Mesudi ömrünün sanlarında ihtalat'a düşmüştür. Bu arızası olmadan önceki hadisleriyle, bir birinden ayırd edilmemiştir. Bu sebeple hadislerinin terk edilmesi haktır. İbn-i Hibban da böyle demiştir: diye bilgi verilmiştir.

 

AÇIKLAMA: Bu hadis zevaid türündendir. Yani İbn-i Mace'den başka diğer Kütüb-i Sitte sahibIeri tarafından rivayet edilmemiştir.

 

Bu babta geçen hadislerde Nebi (s.a.v.) üzerine getirilecek salavatı şerife kelimeleri rivayet edilmiştir. Rivayet olunan lafızlar arasında az bir fark görülmektedir Ka'b Ucre (r.a.)'den rivayet edilen 904 nolu hadisteki salavat lafızları, müteaddit senedIerle ve az kelime farkıyla rivayet edilmiştir.

 

Hadislerde sahabilerin Nebi (s.a.v.)'e: 'Sana edilecek selam lafzını bildik' demekle teşehhüdde okunacak selam lafzını kasdetmişlerdir. Nebi (s.a.v.) onlara teşehhüdü öğretirken bu meyanda teşehhüdün bir parçası olan ''Esselamu aleyke ... ''yi öğretmiştir.

 

Sahabiler, Nebi (s.a.v.)'e salavat getirmeyi sormuşlardır. Ebu Humeyd (r.a.)'in hadisinde sahabiler: 'Biz sana salavat getirmekle emrolunduk, demişlerdir. Sahabiler bu emirle:"Şüphesiz, Allah ve O'nun melekleri Nebi (Muhammed)'e salat ederler. Ey iman edenler! Siz (de) Ona salat ve selam ediniz.'' [Ahzab 56] ayetini kasdetmişlerdir.

 

Bazılarına göre sahabiler. salatın nasıl olacağını sormuşlardır.Çünkü salat; Dua, rahmet ve ta'zim gibi çeşitli manalara gelir. Nebi (s.a.v.)'e getirilecek salatın hangi manada kullanılacağını öğrenmek istemişlerdir. Fakat bu yorum pek tutarlı değildir. Çünkü sahabiler: 'Nasıl salat...' demişlerdir. Bu deyiş, getirilecek salavat kelimelerinin öğrenilmesi isteğine delalet eder.

 

Kutubi: Sahabiler, salavat ile kasdedilen mananın ne olduğunu bilirlerdi. Ancak bunun hangi kelimelerle ifade edilmesinin daha layık olduğunu bilmedikleri için salavat kelimelerini sormuşlardır, demiştir.

 

EI-Fetih'te: Sahabileri, bu soruyu sormaya sevkeden neden şudur: Selam, teşehhüd meyanında belirli bir lafızIa öğretilmiştİ. O da: ''Esseıamü aleyke ... '' lafzıdır. Sahabiler, selamın belirli bir lafzının bulunduğunu öğrenince salavatında özel bir lafızIa olacağını anladılar. Sahabiler, salavat lafzını selam lafzına kıyaslıyarak tesbitine girişmediler. Çünkü sorunu Nebi (s.a.v.)'e intikal ettirmek suretiyle nass yoluyla öğrenmek mümkündü. Bu imkan varken kıyas yoluna gitmediler. Özellikle zikirlere ait lafızlar genellikle kıyasın dışında kalırlar. Nitekim müracaat neticesinde durum öyle çıktı. Çünkü Nebi (s.a.v.) onlara selam lafzına benzer bir lafız öğretmedi. Yani onlara: ''Essalatu aleyke eyyuhennebiyyu... '' veya benzeri bir cümle öğretmedi. Selam lafzına hiç benzemeyen: ''Allahümme salli... ''yı öğretti.

 

 

SALAVATIN MANASI:

 

''Allahümme salli ala Muhammedin'' cümlesi, çeşitli şekillerde açıklanmıştır, EI-Menhel yazarı: 'Teşehhüdden sonra Nebi (s.a.v.)'e salat babı'nda salavatın manası ile ilgili olarak şöyle der: ''Allahümme salli ala Muhammedin ... ,,(yani: Allahım Muhammed'in zikrini yüceltmek, dinini yaymak ve şeriatini ibka etmekle O'nu dünya'da azametli kıl. Ahirette de O'na bol sevab vermek, ümmeti hakkında şefaatçı kılmak ve Makam-ı Mahmud'a yükseltmekle; faziletini te'yid etmekle O'nu yücelt.

 

Ebu'1-Aliye: Allah'ın Nebi (s.a.v.)'e salatı, meleklerin yanında ondan övgü ile bahsetmesidir, demiştir.

 

İbn-i Abbas ve Dahhak: Allah'ın Nebi (s.a.v.)'e salatı, O'na rahmet etmesidir, demişlerdir.

''Ve ala ali Muhammed'in = Ve Muhammed'in alini yucelt.'' Şu halde O'nun aline salat da yüceltmek demektir. Ancak herkesin yüceltilmesi, layık olduğu mertebeye göredir.

Nebi (s.a.v.)'in ali ile kimlerin kasdedildiği hususunda ihtilaf vardır:

 

Bazıları: Nebi (s.a.v.)'in ali; sadaka almaları haram kılınan Ben-i Haşim ve Ben-i Muttalib sülalesine mensub, Nebi (s.a.v.)'in yakınlarıdır, demişlerdir. Şafii de böyle demiştir.

 

Bir kısım alimlere göre yalnız Ben-i Haşim sülalesine mensub, Nebi (s.a.v.)'in yakınlarıdır.

Bir kısım alimlere göre aIi ile, Nebi (s.a.v.)'in mü'min olan bütün yakınları kasdedilmiştir.

Kadi Ebi Tayyib ile el-Ezheri'nin anlattıkları bir kavle göre Nebi (s.a.v.)'e tabi olan bütün müslümanlar kasdedilmiştir. Süfyan-i Sevri de böyle demiştir. Diğer bir kavle göre Nebi (s.a.v.)'in ali, takva sahibi müslümanlardır.

 

Yukarıda anlatılan kavilleri uzlaştırmak mümkündür. Şöyle ki:

 

Yerine göre al ile başka manalar kasdedilebilir. Mesela dua yapılırken al ile bütün müslümanlar kasdedilebilir. Zekat bahsinde, al denilince, zekat alması haram kılınmış olan, Nebi (s.a.v.)'in mü'min yakınları kasıtedilir. Medh-u sena edilirken al ile takva sahipIeri kasdedilir.

 

''Kema salIeyte ala ibrahime = İbrahim'e salat ettiğin gibi.''

 

Salavat cümlesi, tümüyle ele almdığı zaman, meali özetle şöyle olur:

 

Allah'ım! İbrahim (a.s.)'a salat ettiğin gibi Muhammed (s.a.v.)'e ve aline de salat et.''

 

Bu cümleyle ilgili olarak şöyle bir soru hatıra gelebilir: Benzetme cümlelerinde genel prensip; zayıfm kuvvetIiye benzetilmesidir. Mesela Ali cesarette arslan gibidir, denilir. Burada Nebimiz (s.a.v.)'e ve aline istenen salat, İbrahim (a.s.)'ın salatına benzetilmiştir. Halbuki Nebiimiz (s.a.v.), İbrahim (a.s.) dahil bütün Nebilerden efdal olduğu gibi O'nun için istenen salat da, bilumum Nebilerin salatlarından üstündür. Hal böyle iken, Nebi (s.a.v.)'in salatı nasıl İbrahim (a.s.)'in salatına benzetilir?

 

Bu soruya bir çok cevap verilmiştir. Biz, bir kaçına özetle değineceğiz:

 

1- Benzetme, salatın değerine ve miktarına değil, salatın asIına aittir. Bunda da bir sakınca yoktur. Nitekim Kur'an' da bunun benzerleri vardır. Mesela:

 

a) Ramazan orucuna ait ayette '' .. Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı... ''[Bakara 183]) buyurulmuştur. Bu ayetteki benzetme orucun aslına aittir. Orucun zamanına ve şekline ait degildir.

 

b) Başka bir ayette: ''.. Nuh'a ve ondan sonraki Nebilere vahiy ettiğimiz gibi, şüphesiz sana da vahiy ettik.'' [Nisa 163] buyurulmuştur. Bu ayetteki benzetme ve vahiy etme aslına aittir. Vahyin çeşitlerine, değerlerine, mahiyetine, önemine ve kapsamına ait değildir .

 

c)...Allah sana ihsan ettiği gibi Sen de ihsan et." [Kassas: 77] Bu ayette de benzetme iyiliğin aslına aittir. Değerine ve miktarına ait değildir.

 

2- Salavattaki benzetme, Peygamberimizin aline ait salavat ile İbrahim (a.s.)'a ait salavat arasındadır. Nebiimiz (s.a.v.)'e ait salavat, benzetmenin dışında kalır. Bu cevaba göre salavatın meali şöyle olur: Allah'ım! Muhammed (s.a.v.)'e salat et. Ve İbrahim (a.s.)'a ettiğin gibi Muhammed (s.a.v.)'ın aline de salat et."

 

3- Benzetme, salavat cümlesinde anılanların mecmuuna aittir. Yani: "Şu cemaata salat ettiğin gibi bu cemaata da .saıat et. Çünkü İbrahim (a.s.)'ın alinden Nebiler çoktur. Nebiimiz (s.a.v.) de O'nun alinden olan bir Nebidir.

 

EI-Hedy yazarı: Nebiimiz, İbrahim (a.s.)'ın alindendir.  '....' [Ali İmran: 33] ayetinin tefsirinde İbn-i Abbas (r.a.): Muhammed (s.a.v.), İbrahim (a.s.)'ın alindendir, demiştir.

 

Şu halde biz, İbrahim (a.s.)'a ve Nebiimiz (s.a.v.)'in de dahil olduğu İbrahim (a.s.)'ın aline salat edildiği gibi,. özel olarak Nebiimiz (s.a.v.)'e ve aline salat edilmesini istemiş oluyoruz.

 

SALAVATTA İBRAHİM (A.S.)'IN ANILMASINIln HİKMETİ :

 

Bütun Nebiler içinde İbrahim (a.s.)'ın seçilerek salavatta anılmasının sebebi, peygamberimiz (s.a.v.)'den sonra kendisinin, diğer Nebilerden efdal olmasıdır.

 

İkinci sebep, Mi'rac gecesi Nebiimiz (s.a.v.) bütün Nebileri görmüş, Onlarla selamlaşmıştır. İbrahim (a.s.)'dan başka hiç bir Nebi, Nebiimiz (s.a.v.l'in ümmetine selam göndermemiştir. Onun bu iyiliğine mükafat olsun diye her namazda Ona sena edilmesini Nebi (s.a.v.) bize emretmiştir.

 

El-Ayni, üçüncü bir sebep olarak şöyle demiştir: 'Deniliyor ki: İbrahim (a.s.) Kabe'yi bina ettikten sonra Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmetine dua ederken: ''Allah'ım! Muhammed (s.a.v.)'in ümmetinden bu beyt-i tavaf edene benden selam hibe et.'' demiş. Onun ehli ve evladı da bu şekilde dua etmişler. Biz de onların bu iyi davranışına karşılık olmak üzere, namazda onları anmakla emrolunmuşuzdur.'

 

''Ve barik ala Muhammed'in ve ala ali Muhammed'in = Muhammed (s.a.v.)'e ve aline bereketler fazlasıyla hayırlar ve ikramlar eyle.''

 

Bazıları: Bu parçadan maksad, Nebi (s.a.v.) ve alinin tezkiye edilmeleri, her türlü kusurdan temizlenmeleri ve korunmalarıdır, demişlerdir. Bir kısım alimler de: Bundan maksad, hayır üzerinde sebat etmelerini sağlamaktır.

 

''İnneke hamidun mecid = Şüphesiz Sen en yüce hamd ve senaya layıksın. Azamet ve celal sahibisin.''

 

'Mecid' kelimesinin asıl manası, şerefli kimse demektir. Burada kasdedilen mana, azamet ve celal sahibi demektir.

 

İbn-i Mes'ud (r.a.)'ın hadisindeki salavatın baş kısmı. diğer hadislerde bulunmadığı için bu kısmın kısa mealini okuyucularımıza takdim edeyim:

 

"Allah'ım salatını, rahmetini ve bereketlerini, Resullerin büyüğü, muttakilerin imamı ve Nebilerin sonuncusu olan sevgili kulun ve Resulün Muhammed'e kıl. O Muhammed ki hayrın imamı, hayrın öncüsü ve rahmet Resulüdür. Allah'ım! O'nu, önce gelen ve sonra gelen (tüm insan) ların gıpta ettikleri Makam-ı Mahmud'a (büyük şefaat makamına) gönder ... ''

 

NAMAZDAKİ SAıAVAT'IN FIKHİ HÜKMÜ :

 

Her namazın son teşehhüdünden sonra Allahümme salli. .. ve Barik ... duasını okumak, Hanefi ve Maliki mezhebIerine göre sünnetir.' Şafii ve HanbeIi mezhebIerine göre son teşehhüdden sonra Nebiimiz (s.a.v.)'e salavat getirmek farzdır. Üç dört rek'atli namazların ilk teşehhüdlerinden sonra sünnettir. En azı 'Allahümme saIli ala Muhammed'dir. Son teşehhüd'den sonra 'Allahümme salli.. ve Barik ... 'in tamamını okumak ise sünnettir.

 

EI-Menhel yazarı, teşehhüd'den sonraki salavatın şer'i hükmü ile ilgili olarak özetle şöyle der:

''Teşehhüd'den sonra Nebi (s.a.v.)'e salavat getirmek vacibtir, (farzdır) diyenler, bu babta rivayet olunan hadisleri delil gösterirler. Ömer bin el-Hattab, oğlu AbduIlah, İbn-i Mes'ud, Şa'bi, Muhammed bin Ka'b el-Kurezi, Ebü Ca'fer el-Bakır, el-Hadi, el-Kasım, Şafii, Ahmed, İshak ve İbnü'l-Mevvaz (r.anhum). bununla hükmetmişlerdir. İbnü'l-Arabi de bu kavli seçmiştir. Fakat bu babtaki hadisler, teşehhüd'den sonra salavatın vacibliğine tam delil değildir. Çünkü bu hadislerde namazdan bahis yoktur. Sadece Nebi (s.a.v.)'e salavat getirilmesi emredilmiştir. Namazın dışında da olsa bir defa salavat getirmekle bu emir yerine getirilmiş oluyor. Şu var ki; İbn-i Hibban, Hakim, Beyhaki, İbn-i Huzeyme ve Darekutni'nin tahriç ettikleri İbn-i Mes'ud (r.a.)'ın hadisindeki şu ilave delil gösterilebilir:

 

(Ya Resulallahl).  Biz namazımızda sana salavat getirdiğimiz zaman nasıl getirelim ... ?'' Bu ziyade, hadiste anılan salavatın yerinin namaz olduğunu tayin etmiş olur. Ama yerinin teşehhüd'den sonra olduğunu ifade etmez. Ancak Beyhaki şöyle demekle salavatın yerinin teşehhüdden sonra olduğunu, biraz yakınlaştırmıştır. Nebi (s.a.v.)'e salat ve selam getirilmesini emreden Ahzab suresi 56. ayet nazil olduğunda :Nebi (s.a.v.) teşehhüddeki selam Iafızlarını sahabilere öğretmişti. Bu esnada sahabiler nasıl salavat getireceklerini Ona sordular. Nebi (s.a.v.) de onlara öğretti. Mesele böyle cereyan ettiği için, daha önce öğretilmiş olan teşehhüdden sonra nasıl salavat getirileceğinin kasdedildiği söylenebilir.

 

Bu gruptaki alimler, başka bir kaç delil göstermişlerse de gösterilen deliller, teşehhüdden sonra salavat okumanın vacibliğine tam olarak delalet etmez."

 

Nevevi: Teşehhüdden sonra salavat'ın vacib olduğuna hükmedenIerin delillerinden birisi de Ebu Abdillah ile Ebu Hatim'in kendi sahihlerinde Fadale bin Ubeyd (r.a.)'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir:

 

'Nebi (s.a.v.) bir adamın namaz kıldığını görmüş, bu şahıs Allah'a hamd ve temcid etmemiş, Nebi. (s.a.v.)'e de salavat getirmemiş, Nebi (s.a.v.) de:

 

''Bu şahıs acele etti.'' buyurarak adamı çağırmış ve: ''Sizden birisi namaz kıldığında önce Rabbine hamd ve sena etsin; Nebi (s.a.v.)'e salavat getirsin; bundan sonra, istediği duayı etsin." buyurmuştur.'   El-Hakim: Bu hadis, Müslim'in şartı üzere sahihtir, demiştir.'' der.

 

El-Menhel yazarı, daha sonra şöyle der: Cumhura göre namazda teşehhüdden sonra Nebi (s.a.v.)'e salavat getirmek vacib değildir. Ebu Hanife, Onun arkadaşları, Malik, Sevri, Evzai ve Nasır böyle hükmeden alimlerdendirler.

 

Bunların delili, İbn-i Mes'ud (r.a.)'in teşehhüd hakkındaki (899 nolu) hadisidir. Nebi (s.a.v.) bu hadiste belirtildiği gibi İbn-i Mes'ud (r.a.)'a yalnız teşehhüdü öğretmiştir. Bazı rivayetIere göre hadiste şu mealde bir ilave de vardır:

 

''Sen bunu söylediğin zaman veya bunu bitirdiğin zaman namazını bitirmiş olursun. Kalkmak istersen kalkabilirsin. Oturmak istersen oturabilirsin.'' Bir rivayette de şöyle bir ilave vardır;

 

"Teşehhüdden sonra biriniz beğendiği duayı seçebilir,''

 

Eğer teşehhüdden sonra Nebi (s.a.v.)'e salavat getirmek vacib olsaydı, Nebi (s.a.v.) İbn-i Mes'ud (r.a.)'a onu da öğretecekti. Çünkü öğretim yerinde vacibin beyanı geciktirilmez. Teşehhüdü rivayet eden sahabilerden, Nebi (s.a.v.)'in onlara teşehhüdden sonra salavat getirilmesini öğrettigine dair bir şey de rivayet edilmemiştir."

 

Hanefi mezhebine göre teşehhüdden sonra okunan salavatın en faziletli şekli şöyledir: ''Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala al-i seyyidina Muhammed. Kema salleyte ala seyyidina İbrahime ve ala al-i İbrahim. İnneke Hamidun Mecid ve barik ala seyyidina Muhammedin ve ala al-i seyyidina Muhammed. Kema barekte ala seyyidina İbrahime ve ala al-i seyyidina İbrahim. İnneke Hamidun Mecid.''

 

Şafii medıebine göre; de en makbul olan Iafız böyledir. Şu farkla ki ilk ''İnneke Hamidun Mecid''  Iafzı yoktur.

 

EI-Behcetu'l-Kebir şerhinde naklen beyan edildiğine göre bundan da efdal olan salavat lafızları vardır. Yukarıda da işareı edildiği gibi salavat lafızları hakkında bir çok rivayet vardır. Hepsi de makbuldür