DEVAM: 25- NEBİ
(S.A.V.)'E SALAVAT GETİRME BABI
حَدَّثَنَا
الحسن بْن
بيان.
حَدَّثَنَا
زياد بْن
عَبْد اللّه.
حَدَّثَنَا
المسعودي، عَن
عون بْن عَبْد
اللّه، عَن
أبي فاختة،
عَن الأسود
بْن يزيد، عَن
عَبْد اللّه
بن مسعود؛
قَالَ:
-
إذا صليتم على
رَسُول
اللَّهِ
صَلَى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسلَّمْ
فأحسنوا
الصلاة عليه.
فإنكم لا
تدرون لعل ذلك
يعرض عليه.
قال فقولوا
له: فعلمنا.
قال، قولوا:
اللهم اجعل صلاتك
ورحمتك
وبركاتك على
سيد المرسلين
وإمام المتقين
وخاتم النبيين،
مُحَمَّد
عبدك ورسولك،
إمام الخير،
وقائد الخير،
ورسول الرحمة.
اللهم ابعثه
مقاماً
محموداً
يغبطه به
الأولون
والآخرون.
اللهم صَلِّ
عَلَى
مُحَمَّد
وعلى آل
مُحَمَّد كَمَا
صَلَّيْتَ
عَلَى
إِبْرَاهِيم
وعلى آل إبراهيم
إِنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ.
اللهم بَارِكْ
عَلَى
مُحَمَّد
وعلى آل
مُحَمَّد
كَمَا بَارَكْتَ
عَلَى
إَبْرَاهِيم
وعلى آل
إبراهيم إِنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ.
فِي
الزَوائِد:
رجاله ثقات.
إلا أن
المسعودي اختلط
بآخر عمره،
ولم يتميز
حديثه الأول
من الآخر،
فاستحق
الترك، كما
قاله ابن
حبان.
Abdullah bin
Mes'ud (r.a.)'den şöyle demidir:
Resulullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e salavat getirmek istediğiniz zaman, O'na
güzelce salavat getiriniz. Çünkü şüphesiz siz bilemezsiniz. Umulur ki
getirdiğiniz salavat O'na arzedilir.'
Ravi demiştir ki:
İbn-i Mes'ud (r.a.)'ın yanındakiler kendisine:
Şu halde (güzel
salavatı) bize öğret, dediler. İbn-i Mes'ud (r.a.) (onlara) dedi ki: şöyle
söyleyiniz::
اللهم اجعل
صلاتك ورحمتك
وبركاتك على
سيد المرسلين
وإمام
المتقين
وخاتم
النبيين،
مُحَمَّد
عبدك ورسولك،
إمام الخير،
وقائد الخير،
ورسول الرحمة.
اللهم ابعثه
مقاماً
محموداً يغبطه
به الأولون
والآخرون.
اللهم صَلِّ
عَلَى
مُحَمَّد
وعلى آل
مُحَمَّد
كَمَا
صَلَّيْتَ
عَلَى
إِبْرَاهِيم
وعلى آل
إبراهيم إِنَّكَ
حَمِيدٌ
مَجِيدٌ.
اللهم
بَارِكْ
عَلَى مُحَمَّد
وعلى آل
مُحَمَّد
كَمَا
بَارَكْتَ عَلَى
إَبْرَاهِيم
وعلى آل
إبراهيم
إِنَّكَ حَمِيدٌ
مَجِيدٌ.
Not: Zevaid'de:
Bu senedin ricali sıkadır. Fakat ravi el-Mesudi ömrünün sanlarında ihtalat'a
düşmüştür. Bu arızası olmadan önceki hadisleriyle, bir birinden ayırd
edilmemiştir. Bu sebeple hadislerinin terk edilmesi haktır. İbn-i Hibban da
böyle demiştir: diye bilgi verilmiştir.
AÇIKLAMA: Bu hadis zevaid türündendir. Yani İbn-i Mace'den
başka diğer Kütüb-i Sitte sahibIeri tarafından rivayet edilmemiştir.
Bu babta geçen
hadislerde Nebi (s.a.v.) üzerine getirilecek salavatı şerife kelimeleri rivayet
edilmiştir. Rivayet olunan lafızlar arasında az bir fark görülmektedir Ka'b
Ucre (r.a.)'den rivayet edilen 904 nolu hadisteki salavat lafızları, müteaddit
senedIerle ve az kelime farkıyla rivayet edilmiştir.
Hadislerde
sahabilerin Nebi (s.a.v.)'e: 'Sana edilecek selam lafzını bildik' demekle
teşehhüdde okunacak selam lafzını kasdetmişlerdir. Nebi (s.a.v.) onlara
teşehhüdü öğretirken bu meyanda teşehhüdün bir parçası olan ''Esselamu aleyke
... ''yi öğretmiştir.
Sahabiler, Nebi
(s.a.v.)'e salavat getirmeyi sormuşlardır. Ebu Humeyd (r.a.)'in hadisinde
sahabiler: 'Biz sana salavat getirmekle emrolunduk, demişlerdir. Sahabiler bu
emirle:"Şüphesiz, Allah ve O'nun melekleri Nebi (Muhammed)'e salat ederler.
Ey iman edenler! Siz (de) Ona salat ve selam ediniz.'' [Ahzab 56] ayetini
kasdetmişlerdir.
Bazılarına göre
sahabiler. salatın nasıl olacağını sormuşlardır.Çünkü salat; Dua, rahmet ve
ta'zim gibi çeşitli manalara gelir. Nebi (s.a.v.)'e getirilecek salatın hangi
manada kullanılacağını öğrenmek istemişlerdir. Fakat bu yorum pek tutarlı
değildir. Çünkü sahabiler: 'Nasıl salat...' demişlerdir. Bu deyiş, getirilecek
salavat kelimelerinin öğrenilmesi isteğine delalet eder.
Kutubi:
Sahabiler, salavat ile kasdedilen mananın ne olduğunu bilirlerdi. Ancak bunun
hangi kelimelerle ifade edilmesinin daha layık olduğunu bilmedikleri için
salavat kelimelerini sormuşlardır, demiştir.
EI-Fetih'te:
Sahabileri, bu soruyu sormaya sevkeden neden şudur: Selam, teşehhüd meyanında
belirli bir lafızIa öğretilmiştİ. O da: ''Esseıamü aleyke ... '' lafzıdır.
Sahabiler, selamın belirli bir lafzının bulunduğunu öğrenince salavatında özel
bir lafızIa olacağını anladılar. Sahabiler, salavat lafzını selam lafzına
kıyaslıyarak tesbitine girişmediler. Çünkü sorunu Nebi (s.a.v.)'e intikal
ettirmek suretiyle nass yoluyla öğrenmek mümkündü. Bu imkan varken kıyas yoluna
gitmediler. Özellikle zikirlere ait lafızlar genellikle kıyasın dışında
kalırlar. Nitekim müracaat neticesinde durum öyle çıktı. Çünkü Nebi (s.a.v.)
onlara selam lafzına benzer bir lafız öğretmedi. Yani onlara: ''Essalatu aleyke
eyyuhennebiyyu... '' veya benzeri bir cümle öğretmedi. Selam lafzına hiç
benzemeyen: ''Allahümme salli... ''yı öğretti.
SALAVATIN
MANASI:
''Allahümme
salli ala Muhammedin'' cümlesi, çeşitli şekillerde açıklanmıştır, EI-Menhel
yazarı: 'Teşehhüdden sonra Nebi (s.a.v.)'e salat babı'nda salavatın manası ile
ilgili olarak şöyle der: ''Allahümme salli ala Muhammedin ... ,,(yani: Allahım
Muhammed'in zikrini yüceltmek, dinini yaymak ve şeriatini ibka etmekle O'nu
dünya'da azametli kıl. Ahirette de O'na bol sevab vermek, ümmeti hakkında
şefaatçı kılmak ve Makam-ı Mahmud'a yükseltmekle; faziletini te'yid etmekle
O'nu yücelt.
Ebu'1-Aliye:
Allah'ın Nebi (s.a.v.)'e salatı, meleklerin yanında ondan övgü ile
bahsetmesidir, demiştir.
İbn-i Abbas ve
Dahhak: Allah'ın Nebi (s.a.v.)'e salatı, O'na rahmet etmesidir, demişlerdir.
''Ve ala ali
Muhammed'in = Ve Muhammed'in alini yucelt.'' Şu halde O'nun aline salat da
yüceltmek demektir. Ancak herkesin yüceltilmesi, layık olduğu mertebeye
göredir.
Nebi
(s.a.v.)'in ali ile kimlerin kasdedildiği hususunda ihtilaf vardır:
Bazıları: Nebi
(s.a.v.)'in ali; sadaka almaları haram kılınan Ben-i Haşim ve Ben-i Muttalib sülalesine
mensub, Nebi (s.a.v.)'in yakınlarıdır, demişlerdir. Şafii de böyle demiştir.
Bir kısım
alimlere göre yalnız Ben-i Haşim sülalesine mensub, Nebi (s.a.v.)'in
yakınlarıdır.
Bir kısım
alimlere göre aIi ile, Nebi (s.a.v.)'in mü'min olan bütün yakınları
kasdedilmiştir.
Kadi Ebi Tayyib
ile el-Ezheri'nin anlattıkları bir kavle göre Nebi (s.a.v.)'e tabi olan bütün
müslümanlar kasdedilmiştir. Süfyan-i Sevri de böyle demiştir. Diğer bir kavle
göre Nebi (s.a.v.)'in ali, takva sahibi müslümanlardır.
Yukarıda
anlatılan kavilleri uzlaştırmak mümkündür. Şöyle ki:
Yerine göre al
ile başka manalar kasdedilebilir. Mesela dua yapılırken al ile bütün
müslümanlar kasdedilebilir. Zekat bahsinde, al denilince, zekat alması haram
kılınmış olan, Nebi (s.a.v.)'in mü'min yakınları kasıtedilir. Medh-u sena
edilirken al ile takva sahipIeri kasdedilir.
''Kema salIeyte
ala ibrahime = İbrahim'e salat ettiğin gibi.''
Salavat
cümlesi, tümüyle ele almdığı zaman, meali özetle şöyle olur:
Allah'ım! İbrahim
(a.s.)'a salat ettiğin gibi Muhammed (s.a.v.)'e ve aline de salat et.''
Bu cümleyle
ilgili olarak şöyle bir soru hatıra gelebilir: Benzetme cümlelerinde genel
prensip; zayıfm kuvvetIiye benzetilmesidir. Mesela Ali cesarette arslan
gibidir, denilir. Burada Nebimiz (s.a.v.)'e ve aline istenen salat, İbrahim
(a.s.)'ın salatına benzetilmiştir. Halbuki Nebiimiz (s.a.v.), İbrahim (a.s.)
dahil bütün Nebilerden efdal olduğu gibi O'nun için istenen salat da, bilumum
Nebilerin salatlarından üstündür. Hal böyle iken, Nebi (s.a.v.)'in salatı nasıl
İbrahim (a.s.)'in salatına benzetilir?
Bu soruya bir
çok cevap verilmiştir. Biz, bir kaçına özetle değineceğiz:
1- Benzetme,
salatın değerine ve miktarına değil, salatın asIına aittir. Bunda da bir
sakınca yoktur. Nitekim Kur'an' da bunun benzerleri vardır. Mesela:
a) Ramazan
orucuna ait ayette '' .. Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç
farz kılındı... ''[Bakara 183]) buyurulmuştur. Bu ayetteki benzetme orucun
aslına aittir. Orucun zamanına ve şekline ait degildir.
b) Başka bir
ayette: ''.. Nuh'a ve ondan sonraki Nebilere vahiy ettiğimiz gibi, şüphesiz
sana da vahiy ettik.'' [Nisa 163] buyurulmuştur. Bu ayetteki benzetme ve vahiy
etme aslına aittir. Vahyin çeşitlerine, değerlerine, mahiyetine, önemine ve
kapsamına ait değildir .
c)...Allah sana
ihsan ettiği gibi Sen de ihsan et." [Kassas: 77] Bu ayette de benzetme
iyiliğin aslına aittir. Değerine ve miktarına ait değildir.
2- Salavattaki
benzetme, Peygamberimizin aline ait salavat ile İbrahim (a.s.)'a ait salavat
arasındadır. Nebiimiz (s.a.v.)'e ait salavat, benzetmenin dışında kalır. Bu
cevaba göre salavatın meali şöyle olur: Allah'ım! Muhammed (s.a.v.)'e salat et.
Ve İbrahim (a.s.)'a ettiğin gibi Muhammed (s.a.v.)'ın aline de salat et."
3- Benzetme,
salavat cümlesinde anılanların mecmuuna aittir. Yani: "Şu cemaata salat
ettiğin gibi bu cemaata da .saıat et. Çünkü İbrahim (a.s.)'ın alinden Nebiler
çoktur. Nebiimiz (s.a.v.) de O'nun alinden olan bir Nebidir.
EI-Hedy yazarı:
Nebiimiz, İbrahim (a.s.)'ın alindendir.
'....' [Ali İmran: 33] ayetinin tefsirinde İbn-i Abbas (r.a.): Muhammed
(s.a.v.), İbrahim (a.s.)'ın alindendir, demiştir.
Şu halde biz,
İbrahim (a.s.)'a ve Nebiimiz (s.a.v.)'in de dahil olduğu İbrahim (a.s.)'ın
aline salat edildiği gibi,. özel olarak Nebiimiz (s.a.v.)'e ve aline salat
edilmesini istemiş oluyoruz.
SALAVATTA
İBRAHİM (A.S.)'IN ANILMASINIln HİKMETİ :
Bütun Nebiler
içinde İbrahim (a.s.)'ın seçilerek salavatta anılmasının sebebi, peygamberimiz (s.a.v.)'den
sonra kendisinin, diğer Nebilerden efdal olmasıdır.
İkinci sebep,
Mi'rac gecesi Nebiimiz (s.a.v.) bütün Nebileri görmüş, Onlarla selamlaşmıştır.
İbrahim (a.s.)'dan başka hiç bir Nebi, Nebiimiz (s.a.v.l'in ümmetine selam
göndermemiştir. Onun bu iyiliğine mükafat olsun diye her namazda Ona sena
edilmesini Nebi (s.a.v.) bize emretmiştir.
El-Ayni, üçüncü
bir sebep olarak şöyle demiştir: 'Deniliyor ki: İbrahim (a.s.) Kabe'yi bina
ettikten sonra Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmetine dua ederken: ''Allah'ım!
Muhammed (s.a.v.)'in ümmetinden bu beyt-i tavaf edene benden selam hibe et.''
demiş. Onun ehli ve evladı da bu şekilde dua etmişler. Biz de onların bu iyi
davranışına karşılık olmak üzere, namazda onları anmakla emrolunmuşuzdur.'
''Ve barik ala
Muhammed'in ve ala ali Muhammed'in = Muhammed (s.a.v.)'e ve aline bereketler
fazlasıyla hayırlar ve ikramlar eyle.''
Bazıları: Bu
parçadan maksad, Nebi (s.a.v.) ve alinin tezkiye edilmeleri, her türlü kusurdan
temizlenmeleri ve korunmalarıdır, demişlerdir. Bir kısım alimler de: Bundan
maksad, hayır üzerinde sebat etmelerini sağlamaktır.
''İnneke
hamidun mecid = Şüphesiz Sen en yüce hamd ve senaya layıksın. Azamet ve celal
sahibisin.''
'Mecid'
kelimesinin asıl manası, şerefli kimse demektir. Burada kasdedilen mana, azamet
ve celal sahibi demektir.
İbn-i Mes'ud
(r.a.)'ın hadisindeki salavatın baş kısmı. diğer hadislerde bulunmadığı için bu
kısmın kısa mealini okuyucularımıza takdim edeyim:
"Allah'ım
salatını, rahmetini ve bereketlerini, Resullerin büyüğü, muttakilerin imamı ve
Nebilerin sonuncusu olan sevgili kulun ve Resulün Muhammed'e kıl. O Muhammed ki
hayrın imamı, hayrın öncüsü ve rahmet Resulüdür. Allah'ım! O'nu, önce gelen ve
sonra gelen (tüm insan) ların gıpta ettikleri Makam-ı Mahmud'a (büyük şefaat
makamına) gönder ... ''
NAMAZDAKİ
SAıAVAT'IN FIKHİ HÜKMÜ :
Her namazın son
teşehhüdünden sonra Allahümme salli. .. ve Barik ... duasını okumak, Hanefi ve
Maliki mezhebIerine göre sünnetir.' Şafii ve HanbeIi mezhebIerine göre son
teşehhüdden sonra Nebiimiz (s.a.v.)'e salavat getirmek farzdır. Üç dört
rek'atli namazların ilk teşehhüdlerinden sonra sünnettir. En azı 'Allahümme
saIli ala Muhammed'dir. Son teşehhüd'den sonra 'Allahümme salli.. ve Barik ...
'in tamamını okumak ise sünnettir.
EI-Menhel
yazarı, teşehhüd'den sonraki salavatın şer'i hükmü ile ilgili olarak özetle
şöyle der:
''Teşehhüd'den
sonra Nebi (s.a.v.)'e salavat getirmek vacibtir, (farzdır) diyenler, bu babta
rivayet olunan hadisleri delil gösterirler. Ömer bin el-Hattab, oğlu AbduIlah,
İbn-i Mes'ud, Şa'bi, Muhammed bin Ka'b el-Kurezi, Ebü Ca'fer el-Bakır, el-Hadi,
el-Kasım, Şafii, Ahmed, İshak ve İbnü'l-Mevvaz (r.anhum). bununla
hükmetmişlerdir. İbnü'l-Arabi de bu kavli seçmiştir. Fakat bu babtaki hadisler,
teşehhüd'den sonra salavatın vacibliğine tam delil değildir. Çünkü bu
hadislerde namazdan bahis yoktur. Sadece Nebi (s.a.v.)'e salavat getirilmesi
emredilmiştir. Namazın dışında da olsa bir defa salavat getirmekle bu emir
yerine getirilmiş oluyor. Şu var ki; İbn-i Hibban, Hakim, Beyhaki, İbn-i
Huzeyme ve Darekutni'nin tahriç ettikleri İbn-i Mes'ud (r.a.)'ın hadisindeki şu
ilave delil gösterilebilir:
(Ya
Resulallahl). Biz namazımızda sana
salavat getirdiğimiz zaman nasıl getirelim ... ?'' Bu ziyade, hadiste anılan
salavatın yerinin namaz olduğunu tayin etmiş olur. Ama yerinin teşehhüd'den
sonra olduğunu ifade etmez. Ancak Beyhaki şöyle demekle salavatın yerinin
teşehhüdden sonra olduğunu, biraz yakınlaştırmıştır. Nebi (s.a.v.)'e salat ve
selam getirilmesini emreden Ahzab suresi 56. ayet nazil olduğunda :Nebi
(s.a.v.) teşehhüddeki selam Iafızlarını sahabilere öğretmişti. Bu esnada
sahabiler nasıl salavat getireceklerini Ona sordular. Nebi (s.a.v.) de onlara
öğretti. Mesele böyle cereyan ettiği için, daha önce öğretilmiş olan
teşehhüdden sonra nasıl salavat getirileceğinin kasdedildiği söylenebilir.
Bu gruptaki
alimler, başka bir kaç delil göstermişlerse de gösterilen deliller, teşehhüdden
sonra salavat okumanın vacibliğine tam olarak delalet etmez."
Nevevi:
Teşehhüdden sonra salavat'ın vacib olduğuna hükmedenIerin delillerinden birisi
de Ebu Abdillah ile Ebu Hatim'in kendi sahihlerinde Fadale bin Ubeyd (r.a.)'den
rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir:
'Nebi (s.a.v.)
bir adamın namaz kıldığını görmüş, bu şahıs Allah'a hamd ve temcid etmemiş,
Nebi. (s.a.v.)'e de salavat getirmemiş, Nebi (s.a.v.) de:
''Bu şahıs
acele etti.'' buyurarak adamı çağırmış ve: ''Sizden birisi namaz kıldığında
önce Rabbine hamd ve sena etsin; Nebi (s.a.v.)'e salavat getirsin; bundan
sonra, istediği duayı etsin." buyurmuştur.' El-Hakim: Bu hadis, Müslim'in şartı üzere
sahihtir, demiştir.'' der.
El-Menhel
yazarı, daha sonra şöyle der: Cumhura göre namazda teşehhüdden sonra Nebi
(s.a.v.)'e salavat getirmek vacib değildir. Ebu Hanife, Onun arkadaşları,
Malik, Sevri, Evzai ve Nasır böyle hükmeden alimlerdendirler.
Bunların
delili, İbn-i Mes'ud (r.a.)'in teşehhüd hakkındaki (899 nolu) hadisidir. Nebi
(s.a.v.) bu hadiste belirtildiği gibi İbn-i Mes'ud (r.a.)'a yalnız teşehhüdü
öğretmiştir. Bazı rivayetIere göre hadiste şu mealde bir ilave de vardır:
''Sen bunu
söylediğin zaman veya bunu bitirdiğin zaman namazını bitirmiş olursun. Kalkmak
istersen kalkabilirsin. Oturmak istersen oturabilirsin.'' Bir rivayette de
şöyle bir ilave vardır;
"Teşehhüdden
sonra biriniz beğendiği duayı seçebilir,''
Eğer
teşehhüdden sonra Nebi (s.a.v.)'e salavat getirmek vacib olsaydı, Nebi (s.a.v.)
İbn-i Mes'ud (r.a.)'a onu da öğretecekti. Çünkü öğretim yerinde vacibin beyanı
geciktirilmez. Teşehhüdü rivayet eden sahabilerden, Nebi (s.a.v.)'in onlara
teşehhüdden sonra salavat getirilmesini öğrettigine dair bir şey de rivayet
edilmemiştir."
Hanefi mezhebine
göre teşehhüdden sonra okunan salavatın en faziletli şekli şöyledir:
''Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala al-i seyyidina Muhammed. Kema
salleyte ala seyyidina İbrahime ve ala al-i İbrahim. İnneke Hamidun Mecid ve
barik ala seyyidina Muhammedin ve ala al-i seyyidina Muhammed. Kema barekte ala
seyyidina İbrahime ve ala al-i seyyidina İbrahim. İnneke Hamidun Mecid.''
Şafii medıebine
göre; de en makbul olan Iafız böyledir. Şu farkla ki ilk ''İnneke Hamidun
Mecid'' Iafzı yoktur.
EI-Behcetu'l-Kebir
şerhinde naklen beyan edildiğine göre bundan da efdal olan salavat lafızları
vardır. Yukarıda da işareı edildiği gibi salavat lafızları hakkında bir çok
rivayet vardır. Hepsi de makbuldür