DEVAM: 41- AŞURE GÜNÜ
OHUCU BABI
حَدَّثَنَا
سهل بْن أبي
سهل.
حَدَّثَنَا
سُفْيَان بْن
عيينة، عَن
أيوب، عَن
سعيد بْن جبير،
عَن ابن عباس؛
قَالَ:
-
قدم النَّبي
صلَّى اللَّه
عليه وسلَّم
المدينة. فوجد
اليهود
صياماً. فقال
((ما هذا؟))
قالوا: هذا
يوم أنجى
اللَّه فيه
موسى، وأغرق
فيه فرعون،
فصامه موسى
شكراً. فقال
رَسُول
اللَّهِ
صَلَى اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسلَّمْ:
((نحن أحق
بموسى منكم))
فصامه، وأمر
بصيامه.
İbn-i Abbas
(r.a.)'dan; Şöyle demiştir: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine'ye hicret
buyurduktan sonra oradaki yahudileri (aşure günü) oruçlu olarak buldu. Ve: «Bu
ne oruçtur?» diye sordu. Yahudiler: Bu gün Allah'ın Musa'yı (düşmanlarından)
kurtardığı ve Firavun'u boğdurduğu gündür. Musa (A.S.) (Allah'ın bu lütfuna)
şükür olarak bu gün oruç tutmuştur, dediler. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem): *Biz Musa'ya sizden ziyade yakın ve hak sahibiyiz» buyurdu. Ve o gün
oruç tuttu. O gün oruç tutmayı da emretti.
Diğer tahric:
Bu hadisi Tirmizi'den başka Kütüb-İ Sitte sahipleri ve Beyhaki benzer
lafızlarla rivayet etmişlerdir.
AÇIKLAMA: Aişe (r.anha)'nın 1733 nolu hadisini Kütüb-i Sitte
sahipleri, Beyhaki ve Darimi de uzun ve kısa metinler halinde rivayet etmişlerdir.
Uzun olan rivayetlerde Aişe (r.anha) mealen şöyle diyor: "Aşure günü;
Kureyşin, cahiliyyet devrinde oruçla geçirdiği bir gündür. ResuluIlah (s.a.v.)
de cahiliyyet devrinde (yani Peygamberlikten veya hicretten önce) o gün oruç
tutardı. Medine'ye hicret buyurunca Aşure gÜnÜ orucuna devam etti. Ve o gün
oruç tutmayı emretti. Ramazan orucu farz kılınınca artık farz oruç Ramazan
orucu oldu. Ve Aşure'yi bıraktı. Artık dileyen Aşure orucunu tuttu, dileyen
tutmadı."
El-Menhel
yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde özetle şöyle der': Bu hadısin zahiri,
Aşure günü orucunun, ilk zamanlarda vacib olduğuna, sonra Ramazan orucunun farz
kılınmasıyla onun vacibliğinin nesh edildiğine delalet ediyor.
Ebu Hanife ve
Şafii'nin arkadaşlarından bir cemaat bununla hükmetmişlerdir.
Bir kısım Şafii
alimleri: Aşure orucu meşrü kılındığı günden beri sünnettir. Bu ümmete hiç
vacib kılınmamıştır. Lakin ilk zamanlarda çok önemli müstehab idi. Ramazan
orucu farz kılınınca o müstehab oldu, demişlerdir.
Birinci görüş,
daha kuvvetlidir. Bu durumu 1735 nolu hadis bahsinde anlatacağız.
İbn-i Abbas
(r.anh)'ın yukarıdaki 1734 nolu hadisini Tirmizi'den başka Kütüb-İ Sitte
sahipleri ve Beyhaki benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.
Peygamber
(s.a.v.) Rebiul evvel ayında Medine'ye hicret buyurmuş ve hicretin ikinci yılı
Aşure günü yahudilerin oruç tuttuğunu görmüştür. Peygamber (s.a.v.) Musa (a.s.)'a yahudilere
nisbeten çok daha yakın olduklarını, Musa (a.s.)'ın sünnetini ihya etmenin,
öncelikle kendilerinin hakkı olduğunu bildirmiştir. Çünkü biz müslümanlar, Musa
(a.s.)'ın kitabına inanırız. Ve dinin temel hükümlerinde bizim kitabımız ile
Musa (a.s.)'ın asıl kitabı arasında bir aykırılık yoktur. Onun içindir ki Allah
Teala Peygamberimize: ... (mealen) ''Kendilerine kitabı hüküm ve peygamberlik
verdiğimiz o kimseler, Allah'ın hidayet ettiği zatlardır. Sen de onların bu
hidayet yolunu takib et ... '' (En'am: 90) buyurmuştur.
Şöyle bir soru
hatıra gelebilir: Yahüdiler kafir oldukları için verdikleri haberler reddedilmeye
mahkümdur. Bununla beraber Peygamber (s.a.v.) onların verdiği haberi doğrulamış
olmuyor mu? Buna şöyle cevap verilebilir: Yahüdilerin verdikleri haberin
doğruluğu, gelen bir vahiy ile bildirilmiş olabilir. Veya onlardan müslümanlığı
kabul eden Abdullah b. Selam (r.anh) gibi zatlar tarafından haber verilmiş
olabilir. Yahut bu haber en ufak bir şüpheye mahal bırakmıyacak tarzda tevatür
haddine ulaşmış çok kimse tarafından bildirilmiş olabilir.