6- KARŞILIĞINI UMMAK
SÜRETİYLE BİR ŞEY'İ HİBE EDEN'İN BABI
حدّثنا
عَلِيُّ بْنُ
مُحَمَّدٍ،
وَ مُحَمَّدُ
بْنُ
إِسْمَاعِيلَ،
قَالاَ: ثنا
وَكِيْعٌ. ثنا
إِيْرَاهِيْمُ
بْنُ
إِسْمَاعِيْلَ
بْنِ
مُجَمِّعِ
بْنِ
جَارِيَةَ
اْلأَنْصَارِيِّ،
عَنْ عَمْرِو
بْنِ
دِيْنَارٍ،
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ؛
قَالَ: قَالَ
رَسُولُ
اللهِ صلى
الله عليه
وسلم: ((الرَّجُلُ
أَحَقُّ
بِهِبَتِهِ
مَالَمْ
يُثَبْ
مِنْهَا)).
في الزوائد:
إسناده
إبراهيم بْنُ
إسماعيل بْنُ
مجمع، وهو
ضعيف.
Ebû Hureyre
(r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu, demiştir: «Karşılığı verilmedikçe adam, verdiği hibeyi geri alma
hakkına sahiptir.»
Not: Zevaid'de
şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan İbrahim bin İsmail bin Mücenuni'
zayıftır.
AÇIKLAMA: Zevaid türünden olan bu hadisi Darekutni de rivayet etmiştir.
Bu babın
başlığında, hibenin karşılığının alınması umudu söz konusu edildiği halde
hadisin metninde anılan umuda dair bir sarahat (açıklık) yoktur. Bab'ın başlığı
böyle olunca, müellifimizin böyle yorum yaptığı sonucuna varılır. Şu halde,
kişi hibe ederken karşılığını alacağını umarak ve bu niyeti taşıyarak hibede
bulunmuş ise, karşılığı kendisine verilmedikçe hibesini geri alma hakkına sahib
olduğu manası ve hükmü çıkarılabilir. Tuhfe yazarının beyanına göre Malik, Ömer
(r.a.)'den şu mealde bir eser rivayet etmiştir; "Kim karşılığını alacağını
umarak bir hibede bulunursa, karşılığı verilmedikçe, hibesi geri verilmeye
mahkümdur." "El-Hafız; Hakim
ve İbn-i Hazm bu eser sahihdir, demişlerdir. İbn-i Hazm bu hadisin benzerini
merfu olarak Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir. Tabarani de bunun benzerini
İbn-i Abbas'dan gene merfu olarak rivayet etmiştir. Şevkani bu rivayetleri
naklettikten sonra; Eğer bu hadisler sahih iseler, hibenin geri alınamıyacağına
dair hadislerin hükmünü hususileştirmiş olurlar ve netice itibariyle şu hüküm
çıkarılır; Karşılığı verilmemiş iken hibenin geri alınması caiz olmuş olur,
demiştir.
Hadis, hibenin
karşılığının alınmasının meşruluğuna da delalet eder. Zaten Buhari, Tirmizi ve
Ebu Davud'un Aişe (r.anha)'dan rivayet ettikleri bir hadiste Resul-i Ekrem'in
hediyeyi kabul ettiği ve karşılığında hediye verdiği belirtilmektedir.
Avnü'l-Mabüd'da belirtildiği gibi kadim kavlinde Şafii ve bazı Maliki alimler
Aişe'nin sözü edilen hadisini delil göstererek; Karşılığının verilmesini söz
konusu etmeden hediye veren, fakat hediyesinin karşılıksız bırakılmıyacağını
uman kimsenin hediyesine karşılık verilmesi vacibtir. Mesela bir fakirin bir zengine
hediye vermesi gibi. Fakat zenginin fakire verdiği hediyenin karşılığını vermek
vacib değildir. Çünkü böylesi karşılık beklemez, demişlerdir. Hadisin buna
delalet etmesinin yönü Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in hediyeleri karşılıksız
bırakmamasıdır. Fakat bu görüşte olmayan alimler; Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in bu
prensibi bunun vacibliğine delalet etmez, demişlerdir.
Hanefiler ve
cedid kavlinde Şafii; Karşılık almak üzere ve bu maksadla verilen hediye
geçersizdir. Çünkü mechul bir satış hükmündedir, demişlerdir. Diğer taraftan
hediyenin amacı bir bağışta bulunmaktır. Karşılık beklemek ise bağış anlamına
uygun değildir. En-Neyl'de bu bilgi verilmiştir.
Turbeşti de;
Fazla bir karşılık beklemek üzere verilen hediyeyi kabul etmek mekruhtur,
demiştir.
Şerhü's-Sünne'de
de: Karşılığının verilmesi şart koşulmaksızın verilen hediyenin hükmü hususunda
alimler ihtilaf etmişlerdir. Bazıları Aişe (r.anha)'nın hadisini delil
göstererek: Hediyenin karşılığını vermek gerekir, demişlerdir. Bazıları da
hediye verenleri üç kısımda mütalaa etmişlerdir; Mali durumu iyi olanın
kendisinden dun olan bir kimseye verdiği hediye bir ikramdır, karşılığını
vermek gereksizdir. Kişinin kendi emsaline verdiği hediye de böyledir. Yani
karşılık vermeye gerek yoktur. Mali durumu daha iyi olana verilen hediye ise
karşılıksız bırakılmamalıdır. Çünkü bu durumda verilen hediyenin karşılığı
beklenebilir.
Hediyenin
karşılığının değeri ise örf ve adete göre takdir ve tesbit edilir. Bir kavle
göre verilen karşılık, hediyenin değerine denk olmalıdır. Diğer bir kavle göre
hediye sahibini razı edecek bir karşılık verilmelidir.