DEVAM: 15- YARAYI
TEDAVİ ETMEK BABI
حدّثنا
عَبْدُ
الرَّحْمنِ
بْنُ
إِبْرَاهِيمَ.
حدّثنا ابْنُ
أَبِي
فُدَيْكٍ
عَنْ عَبْدِ
الْمُهَيْمِنِ
بْنِ
عَبَّاسِ
ابْنِ سَهْلِ
بْنِ سَعْدٍ
السَّاعِدِيِّ،
عَنْ أَبِيهِ،
عَنْ
جَدِّهِ؛
قَالَ: إِنِّي
لأَعْرِفُ،
يَوْمَ
أُحُدٍ، مَنْ
جَرَحَ
وَجْهَ رَسُولِ
اللهِ صلى
الله عليه
وسلم. وَمَنْ
كَانَ
يُرْقِيءُ
الْكَلْمَ
مِنْ وَجْهِ
رَسُولِ
اللهِ صلى
الله عليه
وسلم
وَيُدَاوِيهِ.
وَمَنْ
يَحْمِلُ
الْمَاءَ فِي
الْمِجَنِّ. وَبِمَا
دُووِيَ بِهِ
الْكَلْمُ
حَتَّى
رَقَأَ. قَالَ:
أَمَّا مَنْ
كَانَ
يَحْمِلُ
الْمَاءَ فِي
الْمِجَنِّ،
فَعَلِيٌّ.
وَأَمَّا
مَنْ كَانَ
يُدَاوِي
الْكَلْمَ،
فَفَاطِمَةُ.
أَحْرَقَتْ
لَهُ، حِينَ
لَمْ
يَرْقَأْ،
قِطْعَةَ
حَصِيرٍ
خَلَقٍ.
فَوَضَعَتْ
رَمَادَهُ عَلَيْهِ
فَرَقَأَ
الْكَلْمُ.
Sehl bin Sa'd
es-Sâidî (r.a.)'den; Şöyle demiştir: (And olsun ki) Ben Uhud (savaşı) günü
kimin Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in mübarek yüzünü yaraladığını
ve kimin Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in mübarek yüzündeki yaranın
kanını durdurup tedavi ettiğini, kimin kalkanda su taşıdığını ve yaranın ne ile
tedavi edilmek suretiyle kanın durduğunu şüphesiz bilirim. Sehl demiştir ki:
Kalkanda su taşıyan zât, Ali (bin Ebi Tâlib r.a.) idi. Yarayı tedavi eden de
Fâtime (r.anha) idi. Kan durmayınca Fâtime (r.anhâ), kanı durdurmak için eski
bir hasır parçasını yakıp külünü yaranın üzerine koydu. Yaranın kanaması
böylece durdu.
AÇIKLAMA: Müellifimizin iki senedie rivayet ettiği Sehl (r.a.)'ın hadisini Buhari.
Müslim ve Tirmizi de benzer IMızlarla rivayet etmişlerdir.
Hadiste geçen
bazı kelimeleri açıklayalım: Rebaiye : Ön dişler ile azı dişi arasındaki
diştir. Her insanın ağzında altlı üstlü ikişer ön dişleri bulunur. Bunlar ile
köpek dişi arasında kalan altlı ve üstlü birer dişine de Rebaiye denilir. Ön
dişlere Seniyye. köpek dişine de Nab denilir. Bazı rivayetIere göre Resul-i
Ekrem (s.a.v.)'in kırılan dişi sağ alt tarafındaki Rebaiye dişi idi.
Beyda: Miğfer
demektir. Micen de kalkandır. İrka ise durdurmaktır. Kan irkası, kanı onu
durdurmak demektir.
Uhud savaşında
Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in mübarek yanağını yaralayan ve dişini kıran düşmanın
ismi hakkında değişik rivayetler vardır. El-Hafız bu rivayetleri Meğazi
kitabının
19. babında
nakletmiş olup 21. babında bu feci suçu işleyen kişinin AbduIIah bin Kam'a
isimli habis olduğunu söylemekle bu görüşü tercih etmiştir.
Anılan mel'un
herif, Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in bedduasına ınüstehak olmuş ve memleketine
dönüşünde bir dağın zirvesinde otlatılan davar sürüsü içine girerek dolaşırken
sürüden bir teke ona hücum ederek yüksek bir kayadan aşağıya atmak suretiyle
paramparça etmiştir.
Fatıma
(r.anha)'nın Uhud savaşının olduğu yere gitmesiyle ilgili olarak el-Hafız,
Taberani'den şu rivayette bulunmuştur: Uhud savaşı günü müşrikler defolup g:
ttikten sonra kadınlar sahabilere yardım etmek üzere Uhuda çıktılar. Fatıma
(r.anha) da çıkan kadınlar arasında idi. Resul-i Ekrem (s.a.v.) 'i görünce O'nu
kucakladı ve yaralarını su ile yıkamaya başladı. Fakat yıkamakla kanın gittikçe
arttığını görünce bir hasır parçasını yaktı ve külünü yaraya yapıştırdı,
böylece kanı durdurdu.
Nevevi de bu
hadisin izahı bölümünde özetle şu bilgiyi verir: Uhud savaşında Resül-i Ekrem
(s.a.v.)'in yaralanması ve dişinir. kınlması olayı bir takım hikmetleri ifade
eder. Şöyle ki: Nebilerin sevabının çOğalması ve ümmetIerinin sıkıntılara
tahammül etmelerine örnek olmaları için Allah (Azze ve Celle) onlara
hastalıklar ve belalar verir. El .. Kadı demiş ki: Hikmetlerden biri de
Nebilerin birer kulolduklarını, diğer insanların başına gelebilen sıkıntıların
kendilerinin de başlarına gelebileceğini hatırlatmak ve şeytanın vesveselerine
fırsat bırakmamaktır.
Bu hadisten
çıkan diğer hükümler:
1. Savaşta
miğfer ve zırhlı elbise giymek gibi tedbirleri almak müstehab olup İslamdaki
tevekkül prensibine aykırı değildir.
2. Tedavi olmak
ve yaralan ilaçlamak müstehabtır. Bu da tevekküle aykırı değildir.