SÜNEN İBN-İ MACE

Bablar Konular Numaralar

KİTABU’Z-ZÜHD

<< 4312 >>

DEVAM: 37- ŞEFAAT HAKKINDA GELEN HADİSLER BABI

 

حدّثنا نَصْرُ بْنُ عَلِيٍّ. ثنا خَالِدُ بْنُ الْحَارِثِ. ثنا سَعِيدٌ عَنْ قَتَادَةَ، عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ؛ أَنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ:

 ((يَجْتَمِعُ الْمُؤْمِنُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُلْهَمُونَ ((أَوْ يَهُمُّونَ. شَكّ سَعِيدٌ)) فَيَقُولُونَ: لَوْ تَشَفَّعْنَا إِلَى رَبِّنَا فَأَرَاحَنَا مِنْ مَكَانِنَا! فَيَأْتُونَ آدَمَ فَيَقُولُونَ: أَنْتَ آدَمُ أَبُو النَّاسِ. خَلَقَكَ اللهُ بِيَدِهِ. وَأَسْجَدَ لَكَ مَلاَئِكَتَهُ. فَاشْفَعْ لَنَا عِنْدَ رَبِّكَ يُرِحْنَا مِنْ مَكَانِنَا هذَا. فَيَقُولُ: لَسْتُ هُنَاكُمْ ((وَيَذْكُرُ وَيَشْكُو إِلَيْهِمْ ذَنْبَهُ الَّذِي أَصَابَ. فَيَسْتَحْيِ مِنْ ذلِكَ)) وَلكِنِ ائْتوا نُوحاً. فَإِنَّهُ أَوَّلُ رَسُوٍ بَعَثَهُ اللهُ إِلَى أضهْلِ الأَرْضِ. فَيَأْتُونَهُ. فَيَقُولُ: لَسْتُ هُنَاكُمْ ((وَيَذْكُرُ سُؤَالَهُ رَبَّهُ ما ليس لَهُ بِهِ عِلْمٌ. وَيَسْتَحْيِ مِنْ ذلِكَ)) وَلكِنِ ائْتُوا خَلِيلَ الرَّحْمنِ إِبْرَاهِيمَ. فَيَأْتُونَهُ. فَيَقُولُ: لَسْتُ هُنَاكُمْ. وَلكِنِ ائْتُوا مُوسى. عَبْداً كَلَّمَةُ اللهُ وَأَعْطَاهُ التَّوْرَاةَ. فَيَأْتُونَهُ. فَيَقُولُ: لَسْتُ هُنَاكُمْ ((وَيَذْكُرُ قَتْلَهُ النَّفْسَ بِغَيْرِ النَّفْسِ)) وَلكِنِ ائْتُوا عِيسى. عَبْدَ اللهِ وَرَسُولَهُ وَكَلِمَةَ اللهِ وَرُحَهُ. فَيَأْتُونَهُ. فَيَقُولُ: لَسْتُ هُنَاكُمْ. وَلكِنِ ائْتُوا مُحَمَّداً. عَبْداً غَفَرَ اللهُ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَمَا تَأَخَّرَ. قال، فَيَأْتُونِي فَأَنْطَلِقُ. ((قَالَ، فَذَكَرَ هذَا الْحَرْفَ عَنِ الْحَسَنِ قَالَ: فَأَمْشِي بَيْنَ السِّمَاطَيْنِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ)) قَالَ، ثُمَّ عَادَ إِلَى حَدِيثِ أَنَسٍ. قَالَ ((فَأَسْتَأْذِنُ عَلَى رَبِّي فَيُؤْذَنُ لِي. فَإِذَا رَأَيْتُهُ وَقَعْتُ سَاجِداً. فَيَدَعُنِي مَاشَاءَ اللهُ أَنْ يَدَعَنِي. ثُمَّ يُقَالُ: ارْفَعْ يَا مُحَمَّدُ! وَقُلْ تُسْمَعْ. وَسَلْ تُعْطَهُ. وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ. فَأحْمَدُهُ بِتَحْمِيدٍ يُعَلِّمُنِيهِ. ثُمَّ أَشْفَعُ. فَيَحُدُّ لِي حَداً. فَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ. ثُمَّ أَعُودُ الثَّانِيَةَ. فَإِذَا رَأَيْتُهُ وَقَعْتُ سَاجِداً. فَيَدَعُنِي مَاشَاءَ اللهُ أَنْ يَدَعَنِي. ثُمَّ يُقَالُ لِي: ارْفَعْ مُحَمَّدُ! قُلْ تُسْمَعْ وَسَلْ تُعْطَهْ. وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ. فَأَرْفَعُ رَأْسِي. فَأَحْمَدُهُ بِتَحْمِيدٍ يُعَلِّمُنِيهِ. ثُمَّ أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِي حَدّاً فَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ. ثُمَّ أَعُودُ الثَّالِثَةَ. فَإِذَا رَأَيْتُ رَبِّي وَقَعْتُ سَاجِداً. فَيَدَعُنِي مَاشَاءَ اللهُ أَنْ يَدَعَنِي.

ثُمَّ يُقَالُ: ارْفَعْ مُحَمَّدُ! قُلْ تُسْمَعْ وَسَلْ تُعْطَهْ وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ. فَأَرْفَعُ رَأْسِي فَأَحْمَدُهُ بِتَحْمِيدٍ يُعَلِّمُنِيهِ. ثُمَّ أَشْفَعُ. فَيَحُدُّ لِي حَداً. فَيُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ. ثُمَّ أَعُودُ الرَّابِعَةَ فَأَقُولُ: يَا رَبِّ! مَا بَقِيَ إِلاَّ مَنْ حَبَسَهُ الْقُرْآنُ)).

قَالَ يَقُولُ قَتَادَةَ عَلَى أَثَرِ هذَا الْحَدِيثِ: وَحَدَّثَنَا أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ؛ أَنَّ رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ ((يَخُرجُ مِنَ النَّارِ مَنْ قَالَ: لاَإِلهَ إِلاَّ اللهُ، وَكَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ شَعِيرَةٍ مِنْ خَيْرٍ. وَيَخْرُجُ مِنَ النَّارِ مَنْ قَالَ: لاَإِلهَ إِلاَّ اللهُ، وَكَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ بُرَّةٍ مِنْ خَيْرٍ. وَيَخْرُجُ مِنَ النَّارِ مَنْ قَالَ: لاَإِلهَ إِلاَّ اللهُ، وَكَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ خَير)).

 

Enes bin Malik (r.a.)'den rivayet edildiğine göre; Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: Mu'minler kıyamet günü toplanarak: Rabbimize bir şefaatçi göndersek de Rabbimiz bizi bu (sıkıntılı) yerimizden rahata kavuştursa, diyecekler (Bunu söylemeleri için Allah tarafından) gönüllerine İlham edilir (veya onlar bu sıkıntıya gereken önemi verirler. — Bu tereddüd ravi Said'e aittir—). Bunun üzerine mu'minler adem (Aleyhisselam)'a varırlar ve (ona) :

 

Sen adem'sin, bütün insanların babasısın, Allah seni eliyle yarattı ve meleklerini sana secde ettirdi. Artık (ne olur) bizim için Rabbin katında şefaat et de bizi şu (sıkıntılı) yerimizden (kurtarıp) rahata kavuştursun, derler. Fakat adem (Aleyhisselam) :

 

Ben sizin dediğiniz (şefaat) makamında değilim (ve adem vaktiyle işlediği hatayı onlara yakınarak anlatarak bundan dolayı haya eder) ve lakin Nuh'a gidiniz. Çünkü O, Allah'ın yer yüzündekilere gönderdiği ilk resul (elçi)dir, der. Bunun Üzerine mu'minler Nuh (Aleyhisselam)'a varırlar. O da:

 

Ben sizin dediğiniz (şefaat) mevkiinde değilim, (ve Nuh, hakkında bilgisi olmayan bir şeyi — ki oğlunun aile ferdlerinden oluşu dolayısıyla tufanda boğulmaması isteğidir— Rabbinden dilediğini anlatır ve bundan dolayı haya eder) ve lakin Halilu'r-Rahman (yani Allah'ın dostu) İbrahîm (Aleyhisselam)'ın yanına gidiniz, der. Sonra mu'minler İbrahîm Nebi'ye varırlar. Fakat O da :

 

Ben sizin dediğiniz şefaat mevkiinde değilim. Ve lakin Allah'ın kendisi ile konuştuğu ve Tevrat'ı verdiği kulu Musa (Aleyhisselam)'a gidiniz, der. O da :

 

Ben orada (yani şefaat makamında) yokum (ve Musa bu arada vaktiyle kısas durumu olmaksızın bir adam'ı öldürdüğünü anlatır) ve lakin siz, Allah'ın kulu, resulü, kelimesi ve ruhu (denilen) İsa (Aleyhisselam)'m yanına gidiniz, der. Bunun üzerine mu'minler İsa'ya varırlar. O da :

 

Ben sizin dediğiniz şefaat makamında yokum ve lakin Muham-med (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e, Allah'ın kendisinin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışladığı (o yüce) kul'a gidiniz, der. Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

 

Bunun üzerine mu'minler benim yanıma gelirler. Ben de kalkıp giderim (ravi demiştir ki: Şeyhim:

 

"Ve mu'minlerden İki saf arasında yürürüm" buyruk cümlesini el-Hasan'dan naklen anlattı). Ravi demiştir ki sonra Enes (r.a.)'ın hadisine döndü. Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) (sözüne devamla) buyurdu ki :

 

Bunun üzerine ben Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isterim. Bana izin verilir. Sonra Rabbimi gördüğüm zaman hemen secdeye kapanının. Allah dilediği sürece beni secde halinde bırakır. Sonra (bana):

 

(Başını) kaldır Ya Muhammed! Ve söyle, işitilirsin; iste, istediğin verilir ve şefaat et, şefaatin kabul olunur, buyurulur. Bunun üzerine ben (başımı secde'den kaldırarak) O'na, Zatının bana öğrettiği bir hamd şekliyle hamdederim. Sonra (genel ve özel) şefaatta bulunurum. Bunun üzerine Rabbim bana bir sınır (ve çerçeve) çizer. Ben de o sınır (yani ölçü) içinde kalanları cennete dahil ederim. Sonra ikinci defa (şefaat için) dönerim ve O'nu görünce secdeye varırım, Allah beni dilediği kadar secdede bırakır. Sonra bana :

 

(Başını) kaldır (ya) Muhammedi Söyle, dinlenirsin iste, istediğin verilir ve şefaat et şefaatin kabul olunur, buyurulur. Bunun üzerine ben de başımı kaldırıp O'na bana öğrettiği bir hamd şekliyle hamdederim. Sonra (tekrar) şefaat ederim. Rabbim benim (şefaat edeceğim kimseler) için bir sınır (ve çerçeve) çizer. Ben de o Ölçü içine girenleri cennete dahil ederim. Sonra üçüncü defa (şefaat etmeye) dönerim ve Rabbimi görünce secdeye kapanırım. Rabbim beni dilediği kadar (secdede) bırakır. Sonra :

 

(Başmı) kaldır (ya) Muhammedi Söyle, işitilirsin; iste, istediğin verilir ve şefaat et, şefaatin kabul olunur, buyurulur. Ben de başımı kaldırıp O'na bana öğrettiği biçimde hamdederim. Sonra şefaat ederim. Allahım (yine) bana bir sınır tayin eder. Ben de onları cennete dahil ederim. Sonra dördüncü kez (Rabbimin huzuruna) dönerek:

 

Ya Rabbî (cehennemde) Kur'an'ın hapsettiği (yani ebedi olarak cehennemde kalmalarına hükmettiği) kişilerden başka hiç kimse kalmadı, diyeceğim.

 

Ravi demiştir ki: Katade bu hadîsin hemen arkasında şöyle dedi :

 

Ve Enes bin Malik (r.a.), Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu da bize rivayet etti :

 

Kalbinde bir arpa (tanesi) ağırlığınca hayır (yani iman) bulunduğu halde "la ilahe illallah = Allah'tan başka ilah yoktur" diyen herkes cehennemden çıkacaktır. Keza: kalbinde bir buğday (tanesi) ağırlığınca hayır (yani iman) bulunduğu halde "La ilahe illallah" diyen herkes cehennemden çıkacaktır. Kalbinde zerre ağırlığı kadar hayır (yani iman) bulunup da "La ilahe illallah" diyen herkes de cehennemden çıkacaktır."

 

 

Diğer tahric: Bu hadisi Buhari, Tefsir, Tevhid ve Rikak bölümlerinde ve Müslim İman bölümünde,  Nesai de Tefsir bölümünde benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

 

AÇIKLAMA:    Bu hadis Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in en büyük şefaatını beyan eder. Bu şefaat, hem mahşer halkının mahşerde daha fazla bekletilmemesi, hesapların görülmesine bir an önce başlanması, hem de cehenneme müstahak olan ve bazı rivayetlerde belirtildiği gibi fiilen cehenneme girmiş durumda olan günahkar bazı mu'minlerin bağışlanıp cennete kavuşturulması için edilen bir şefaattır. Bu nedenle buna Şefaat-ı uzma, yani azametli ve büyük şefaat ismi verilmiştir.

Şefaatın bir kaç çeşit olduğu yolunda özlü bilgi bundan önceki hadislerin izahında verilmişti.

 

Hadisin bazı önemli noktalanın belirtmekle yetineceğim. Çünkü ihtiva ettiği bütün hususlan gereği gibi izah etmek en az beş on sayfa alır.

 

Hadisin baş kısmında kıyamet günü mu'minlerin bir araya gelerek mahşer sıkıntı ve kederinden bir an önce kurtulmak için Allah'a bir şefaatçı, ricacı bulma işini görüşecekleri belirtilir. Bu konuyu görüşme teşebbüsü ya Allah tarafından onların gönüllerine konulan bir ilham neticesinde veya onların mahşerdeki sıkıntı ve kederin vahametini ve önemini düşünmeleri sonucunda vuku bulmuştur. Bu noktadaki tereddüd, yani Resul-i Ekrem (s.a.v.) böyle mi buyurdu yoksa şöyle mi buyurdu, yolundaki şüphe ravi Said'e aittir.

 

Allah Teala'nın mu'minlerin kalbIerine önce Adem (a.s.)'a ve sırayla diğer Nebilere başvurmayı ilham etmesinin ve baştan Hz. Muhammed (s.a.v.)'e müracaat etmeleri için onlara ilham vermemesinin sebebi, Peygamberimizin üstünlüğünü ilan etmektir. kanaatındayım. Bazı şarihler de. aynı kanaatı belirtirler. Çünkü eğer mu'minler hiç bir Nebie başvurmadan doğruca Resul-i Ekrem (s.a.v.)'e müracaat etseydiler, diğer Nebilerin de bu işi yapma gücüne sahip olmalarına ihtimal verilirdi. Fakat mu'minler önce Adem Nebiden başlamak süretiyle sırayla seçkin Nebilere başvurup olumsuz cevab aldıktan sonra Hz. Muhammed (s.a.v.)'e müracaat edince ve O'ndan olumlu cevab alınca bu durum Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in üstün faziletini, Allah katındaki kıymet ve nazlılığını, yüce rütbesini ortaya. kor. Bu hal, Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in bütün Nebilerden, tüm meleklerden ve ne kadar yaratık varsa hepsinden üstün olduğuna delildir. Çünkü Şefaat-ı uzrna denilen bu büyük şefaat işine O'ndan başka hiç bir kimse girişemez, buna. cesaret edemez ve gücü yetmez.

 

Adem (a.s.) ile onu takip eden diğer Nebiler (Aleyhimisselam)'ın "Ben sizin dediğiniz şefaat mevkIinde değilim", biçiminde verdikleri cevabın hikmet ve sebebi hakkında Nevevi, Kadi iyaz'dan özetle şu bilgiyi nakleder: Nebiler, bu cevabı tevazu, yani alçak gönüllülük ve şefaat işinin ağırlığını idrak ettikleri için söylemişler. Bu cevab, şefaat yetkisinin kendilerinde olmadığına ve başka zatta bulunduğuna sırayla işaret mahiyetinde de olabilir. Nebilerin söz konusu genel şefaat yetkisinin Hz. Muhammed (s.a.v.)'e mahsus olduğunu bildikleri ve mu'minleri birbirlerine havale etmek süretiyle onları asıl yetkili zata yollama metodunu takip etmiş oldukları da muhtemeldir.

 

Mu'minler Resul-i Ekrem (s.a.v.)'e müracaat edince O'nun hemen işe girişmesi ve acele etmesi sebebine gelince, bu yetki ve üstün makarnın kendisine ait olduğunu bilmesidir.

Müellifimizin rivayetine göre şefaat işi için mu'minlerin baş vurdukları Nebilerden Adem (a.s.) işlemiş olduğu günahı, yani ağaçtan yemesi hatasını, Nüh (a.s.) bilmediği bir şeyi .Alıah'tan dilemesi, yanl gemiye binmeyen oğlunun kendi aile ferdIerinden olduğu gerekçesiyle ve ailesinden olanların tufanda boğulmayacaklarına dair ilahi vaade istinaden oğlunun kurtulmasını Allah'tan dilemesi hatasını ve Musa (a.s.) da İsrail ile Kıpti kavga ederken aralarına girip kıptiyi defetmesi neticesinde kıbti kişiyi öldürmesi hatasını mazeret göstererek Allah'a karşı yüzlerinin olmadığını beyan etmişlerdir.

 

NEBİLER GÜNAH İŞLEMİŞLER Mİ? İŞLEMELERİ MÜMKÜN MÜ?

 

Nevevi, Müslim'in şerhinde bu hadisi izah ederken bu konuda Kadi iyaz'dan naklen şu bilgiyi verir. Biz biraz özetleyerek önemine binaen buraya aktaralım: Alimler bütün Nebilerin Nebilik dönemlerinden önceki hayatlarında küfür üzerinde bir an bile bulunmadıkları hususunda ittifak halindedir. Küfür dışında kalan günahlara gelince, yine bütün alimler tüm Nebilerin büyük günahlardan masum ve pak oldukları noktası üzerinde ittifak etmişlerdir. Ancak günahsızlıklan akıl yönünden mi din ve şeriat yönünden mi sabit olduğu noktasında görüş ayrılığı olmuştur ki bu farklı görüş, neticeyi değiştirmez.

 

Nebilerden küçük günahların meydana gelip gelmemesi meselesi ise bu husustaki görüşler şöyledir: Bütün Nebiler mertebelerine gölge düşürücü, onları küçültücü ve mürüvvetlerini zedeleyici en ufak günahlardan bile pak ve münezzeh oldukları hususunda alimler arasmda bir ihtilaf yoktur. Hepsi bu noktada da ittifak halindedir.

 

Yukarda sıraladığımız günahlar ilişında kalan basit hatalara ve önemsiz isabetsizliklere gelince fıkıhçılarıb, hadisçilerin ve kelamcıların selef ve halef sayılan alimlerinin büyük çoğunluğuna göre bu tür hataları işlemeleri de caizdir. Yanimümkündür. Bunların delilleri ise bazı ayetlerin ve hadislerin zahiri manalandır. Fakat imamlarımız durumundaki muhakkik fıkıhçılar ve kelamcılar tüm Nebilerin büyük günahlardan olduğu gibi her nevi küçük günahlardan da masum olduklarına hükmetmişler ve bazı ayetler ile bazı hadislerde görülen durumu inceleyerek: Nebilerden görülen bu hal ya bir te'vil neticesinde veya yanılma eseri yahut Allah'tan aldıklan izinle meydana gelmiş, bir kısmı da NEbuik döneminden önce vuku bulmuş, demişlerdir. Hak olan mezheb de budur.

 

Birlikte bakalım: Nebilere isnad edilen hatalar nelerdir: Bunlar, Adem (a.s.)'ın unutarak cennetteki ağaçtan yemesi, Nuh (a.s.)'ın kafir olan kavmi aleyhinde bedduada bulunması, Musa (a.s.)'ın izinsiz olarak bir kariri öldürmesi ve İbrahim (a.s.)'ın kendi kavminin şerrinden korunması için tevriye yollu olup aslında doğru olan söz söylemesidir.

 

Şu saydığım hangisi başka insanlar için günah sayılır. Aslında hiç birisi günah sayılmaz. Bununla beraber onlar bu işleri Allah'tan izin almadan işledikleri için üzülüp korkmuşlar, haya etmişler ve yüce mertebeleri ile bağdaşmadığı için bazılarından dolayı Allah tarafından kınanmışlar. Hepsi bu kadardır.

 

Bu hadise göre, yer yüzündeki insanlara gönderilen ilk Resul, yani elçi durumundaki Nebi Nuh (a.s.)'dır. Ondan önce Adem (a.s.) ve Şit (a.s.) gelmişler ise de bu iki Resulden Adem (a.s.), yalnız kendi evladının irşadı için gönderilmişti. Evladı içinde küfür üzerinde olan yoktur. Onun halefi durumundaki Şit (a.s.) da öyle idi. Yani sadece o günkü mu'minlere Allah'a itaat yolunu göstermek ve iman esaslarını öğretmekle görevli idi. Fakat Nuh (a.s.)'a gelince o, yer yüzündeki kufiirleri imana davet etmek üzere gönderilmiş bir resul ve elçi idi: Bu bilgi de Kadi iyaz'dan naklen verilmiştir.

 

"Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlanmış"'.olması" meselesine gelince bu ifadenin benzeri Fetih suresinin ikinci ayetinde de bulunur. Alimler bu ifadenin manası hususunda müteaddid yorumlar ve beyanlarda bulunmuşlar. Kadi i yaz: Bir kavle göre geçmiş günahlardan maksad, NEbuik döneminden önceki dönemde faraza olabilen kusur, gelecek günahlardan maksad da NEbuik dönemindeki günahslZlık halidir. Diğer bir kavle göre bundan maksad O'nun ümmetinin günahlarıdır. Bu ifade böyle yorumlarursa günahların bağışlanmasından maksad ümmetin bir kısmının bağışlanması veya tümünün cehennemde ebedi kalmaktan muaf tutulmasıdır. Bir başka kavle göre bundan maksad Resul-i Ekrem (s.a.v.)'dan bir yanılma veya te'vil yoluyla meydana gelen hallerdir. Taberi bu kavli nakletmiş ve Kuşeyri de bunu tercih etmiştir. Bir diğer görüşe göre bundan maksad O'nun babası Adem (a.s.)'ın geçmişte işlemiş olduğu hata ve gelecekte ümmetinin işleyeceği günahlardır. Bazılarına göre maksad şudur: Faraza O'ndan bir kusur veya hata meydana gelse bile bundan dolayı bir muahaza edilmemesidir. Başka bir görüşe göre maksad O'nun her türlü kusur ve hatadan pak ve nezih olduğunu ifade etmekdir. Allah en iyi bilendir, demiştir.

 

Hadise göre Resul-i Ekrem (s.a.v.) şefaat için dördüncü defa Allah'ın huzuruna çıktığında: Ya Rabbi! Kur'an'ın hapsettiği kimselerden başkası (cehennemde) kalmadı, diyecek. Buhari ve Müslim'deki bir rivayete göre hadisin ravisi Katade; "Kur'an'm hapsettiği" ifadesinden maksad cehennemde ebedi kalması vacib olan kimselerdir, demiştir.

 

Bu ifadeden maksad haklarında hiç bir kimsenin şefaatının kabul edilmemesi Kur'an veya O'nun açıklaması hükmünde olan sünnetle sabit olan kimseler de olabilir. Yani bazı günahkar mu'minler olabilir ki Allah hiç bir şefaatçı ve aracı olmaksızın sırf lutuf ve keremiyle azad eder, cehennemden çıkarıp cennetlik eder.

 

Hadisin sonlarında yine Katade'nin Enes bin Malik (r.a.)'den rivayet ettiği parağraf Buhari ve Müslim'de İman kitabı bölümlerinde ayrı olarak rivayet edilmiştir. Ahmed'in rivayeti buradaki gibidir.

 

Hadisin bu parağrafında Tevhid kelimesini diliyle sayleyip de kalbinde bir arpa veya bir buğday ya da bir zerre ağırlığı kadar hayır bulunan kimselerin netice itibariyle cehennemden çıkacakları müjdeleniyor. Buradaki hayırdan maksad imandır. Sindi'nin belirttiği gibi bazı rivayetlerde hayır kelimesi yerine iman kelimesi bulunur. Yani Tevhid kelimesini diliyle söyleyen kişinin kalben de inanması gerekir. Şayet münafıklıkla Tevhid kelimesini getirir, fakat kalbinde zerre miktarı iman yoksa böyle bir kimse mu'min sayılmaz ve kafirdir. Haliyle cehennemde ebedi kalır.

Tevhid kelimesi yanında Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Nebiliğine iman etmek ve şehadet kelimesini getirmek de gerekir. Sadece Allah'ın varlığını bildigini kabul ve ikrar etmek bilindiği gibi mu'min sayılmak için yeterli değildir. Bu hususta bir çok hadis ve ayet mevcuttur. Maksadın böyle olduğ'unu hatırlatmakabilinden belirtmekte fayda mülahaza ettiğim için bu noktaya işaret ettim,