ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

AHKAF

16

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ أَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجاوَزُ عَن سَيِّئَاتِهِمْ فِي أَصْحَابِ الْجَنَّةِ وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ

 

16. İşte bunlar, yaptıklarını en güzeli ile kabul ettiğimiz cennetlikler arasında kötülüklerini affettiğimiz kimselerdir. (Bu) kendilerine verilmiş gerçek bir sözdür.

 

"İşte bunlar, yaptıklarını en güzeli ile kabul ettiğimiz, cennetlikler arasında kötülüklerini affettiğimiz kimselerdir" buyruğunda geçen "kabul ettiğimiz" anlamındaki buyruk ile "affettiğimiz" anlamındaki buyruk, genel olarak her ikisinde de ötreli "ye" harfi ile okunmuştur. ("Kabul olunan ... affolunan" demek olur). Ayrıca "ye" harfi üstün olarak: "Kabul buyurduğu ... affettiği" diye de okunmuştur. Zamir her ikisinde de Yüce Allah'a racidir. Hafs, Hamza ve el-Kisai ise her iki fiili de "nun" harfi ile: "Kabul ettiğimiz ... affettiğimiz" diye okumuşlardır. (İkinci fiil) o günahlarını affederiz, bağışlarız, demektir. Asıl anlamı itibariyle: "Bir şeyin üzerinde durulmayıp geçilmesi" demektir.

 

Bu ayet-i kerime, bundan önce geçen: "Biz insana ... tavsiye ettik" (Ahkaf, 15) buyruğunun sonuna kadar, belli kimseler hakkında kayıtlı olmayıp herkes hakkında genel olarak indiğinin delilidir. el-Hasen'in görüşü de budur.

 

"Kabul ettiğimiz" iyiliklerini kabul edip kötülüklerini affettiğimiz kimseler demektir. Zeyd b. Eslem -ki bunu merfu bir rivayet olarak da zikrederdedi ki: Onlar İslam'a girdiler mi iyilikleri kabul olunur ve kötülükleri bağışlanırdı.

 

Şöyle de açıklanmıştır: Ayet-i kerimede geçen): "En güzeli" itaatler arasından sevabı gerektiren işlerdir. Mübah olan güzel şeylerde ise ne sevab, ne de ceza vardır. Bu açıklamayı İbn İsa nakletmiştir.

 

"Cennetlikler arasında" buyruğundaki: "Arasında" buyruğu "beraber" demek olup cennetliklerle beraber, onlarla birlikte ... anlamındadır. Mesela: "Bütün şehir halkı arasında sana da ikram eder, iyilikte bulunurum" derken, onlarla birlikte ... demektir.

 

"Gerçek bir sözdür" buyruğunun nasb ile gelmesi, kendisinden öncekileri tekid edici bir mastar (meful-i mutlak) olduğundan dolayıdır. Bu da şu demektir: Allah iman ehline iyilikte bulunanlarının iyiliklerini kabul etmek, kötülükte bulunanları da affetmeyi, gerçek bir söz olarak vaadetmiştir. Bu ("gerçek bir söz" anlamındaki ibare) bir şeyin kendi kendisine izafe edilmesi kabilindendir. Çünkü "gerçek" Yüce Allah'ın vaadettiği o sözün kendisidir. Bu da "bu yönüyle" Yüce Allah'ın: "Kesin bilgi veren hakkın" (el-Vakıa, 95) buyruğuna benzemektedir. Kufelilere göre bu böyledir. Basralılara göre ise ifade: "Gerçek söz ile yahut gerçek kitab ile verilen vaad" takdirinde olup, mevsuf hazfedilmiştir. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce başka bir yerde (İbrahim, 22. ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

 

"Kendilerine verilmiş" dünyada rasuller aracılığı ile verilmiş söz demektir ki, bu da cennettir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Ahkaf 17-18

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR