SAHİH-İ MÜSLİM |
SALAT |
159- AMR BİN ABESE'NİN
MÜSLÜMAN OLUŞU BABI
1927- Bana Ahmed b. Cafer el-Ma'kiri de tahdis etti, bize Nadr b.
Muhammed tahdis etti, bize İkrime
b. Ammar tahdis etti, bize Şeddad b. Abdullah Ebu Ammar ve Yahya b. Ebu Kesir, Ebu Umame'den tahdis
etti. -İkrime dedi ki: Şeddad, Ebu Umame
ve Vasile ile karşılaşmış, Şam'da da Enes ile arkadaşlığı olmuştur. Ayrıca onun
faziletinden söz etmiş ve onu hayırla yad edip övmüştür.- Ebu
Umame dedi ki: Amr b. Abese
es-Sülemi dedi ki: Ben cahiliye döneminde iken
insanların dalalet üzere olduklarını ve putlara ibadet eden halleri ile (hak
adına) bir şeye sahip olmadıklarını düşünüyordum. Derken Mekke'de bir adamın
bazı haberler verdiğini işittim. Bunun üzerine bineğimin sırtına bindim, onun
yanına gittim. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in gizlenip saklanmakta olduğunu,
kavminin ise ona karşı cüretkarlık gösterdiklerini gördüm. Bu sebeble kendimi gizleyip saklayarak kimseye fark
ettirmemeye çalıştım. Nihayet Mekke'de iken onun yanına girebildim.
Kendisine: Sen nesin?
dedim. O: "Ben bir Nebi'yim" dedi. Ben: Nebi nedir? dedim. O:
"Allah beni Resul olarak gönderdi" dedi. Ben: Senin ile neyi
gönderdi, dedim. O: "Beni akrabalık bağını gözetmek, putları kırmak,
Allah'ın tevhid edilmesi ve O'na hiçbir şeyin ortak
koşulmaması emri ile gönderdi" dedi. Ben: Bu yolda seninle birlikte kim
var, dedim. O: "Hür bir kimse ile köle bir kimse" dedi.
(Amr)
dedi ki: O gün onunla birlikte kendisine iman edenler arasında Ebu Bekir ve Bilal vardı. Ben: Ben sana uymak istiyorum,
dedim. O: "Hayır, bugün senin buna gücün yetmez, benim halimi ve
insanların durumunu görmüyor musun? Ama ehlin arasına geri dön, benim açığa
çıktığım ı (açıktan davette bulunduğumu) işitecek olursan yanıma gel"
buyurdu. Bunun üzerine ben de ailemin yanına döndüm.
Derken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldi. O sırada ailem arasında
bulunuyordum. O Medine'ye gelince bu sefer haberleri yoklamaya, insanlara (ona
dair) soru sormaya başladım. Nihayet Medine ahalisinden Yesriblilerden
bir topluluk yanıma geldi. Ben: Şu Medine'ye gelen adam ne yaptı? dedim.
Gelenler: İnsanlar hızlıca etrafında toplanıyorlar, kavmi onu öldürmek
istemişti de buna güçleri yetmedi, dediler.
Bunun üzerine Medine'ye
gittim, huzuruna girdim. Ey Allah'ın Resulü!
Beni tanıyor musun?
dedim: O: "Evet, sen Mekke'de benimle karşılaşan kişisin" buyurdu.
Ben de: Evet, dedim. Sonra: Ey Allah'ın Nebisi! Allah'ın sana öğrettiği benim
ise bilmediğim hususları bana haber ver. Bana namazdan haber ver, dedim. O da
şöyle buyurdu: "Sabah namazını kıl, sonra güneş doğuncaya hatta
yükselinceye kadar namaz kılma. Çünkü güneş doğduğu zaman şeytan ın iki boynuzu arasında doğar ve o vakitte kafirler ona
secde ederler. Sonra mızrağın gölgesi doğuya ve batıya kaymadığı, güneşin tam
tepede bulunduğu vakte kadar namaz kılabilirsin. Çünkü namaz şahid olunan ve hazır olunandır. Bu vakitten sonra namaz
kılma, çünkü o vakitte cehennem kızdırılır, gölge dönüp gelince yine namaz kıl.
Çünkü namaza şahit olunur, hazır olunur. İkindi namazını kılıncaya kadar
(namazını kılabilirsin) sonra güneş batıncaya kadar namaz kılma. Çünkü güneş
şey tan ın iki boynuzu arasında batar ve o vakit
kafirler de ona secde eder. "
(Amr)
dedi ki: Ey Allah'ın Nebisi! Ya abdest? Bana ondan da söz et, dedim. Şöyle
buyurdu: "Sizden bir kimse abdest suyunu yaklaştırıp (abdest alıp) ağzına
su alıp çalkalar, burnuna su alıp burnunu temizleyecek olursa mutlaka yüzünün,
ağzının ve burun deliklerinin günahları akıp gider. Sonra Allah'ın kendisine em
rettiği şekilde yüzünü yıkarsa şüphesiz yüzünün
günahları da su ile birlikte sakalının etrafından akar. Sonra ellerini
dirseklerine kadar yıkarsa mutlaka su ile birlikte ellerinin günahları parmak
uçlarından akıp gider. Sonra başına mesh ederse mutlaka başının günahları su
ile birlikte saçının uçlarından akar, gider. Sonra ayaklarını topuklarına kadar
yıkarsa şüphesiz ayaklarının günahları su ile birlikte parmak uçlarından akıp
gider. Eğer kalkıp namaz kılar, Allah'a hamd ve
senada bulunup Allah'a layık olduğu şekli ile şanını yüceltir, kalbini (başka
şeylerden uzaklaştırarak boşaltıp) kalbi ile yalnız Allah'a yönelirse mutlaka
annesinin kendisini doğurduğu günkü şekli ile günahından uzaklaşmış olur.
"
Amr b. Abese bu hadisi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabından
Ebu Umame'ye tahdis etti. Ebu Umame kendisine: Ey Amr b. Abese!
Söylediklerine bir dikkat et. Tek bir makama karşılık mı bu adama bunlar
verilir? deyince Amr şöyle dedi: Ey Ebu Umame! Gerçekten yaşlandım,
kemiğim inceldi, ecelim de yaklaştı. Ne Allah'a ne de Allah'ın Resulü'ne yalan
söylemeye ihtiyacım var. Ve eğer ben bunu Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den
bir, iki, üç defa -bu şekli ile yedi defa saydı- işitmemiş olsaydım ebediyyen bu hadisi rivayet etmezdim. Ama ben bunu bundan
daha çok defa dinlemişimdir, dedi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Bize
Ahmed b. Cafer el-Ma'kiri tahdis etti." Makir'e mensubtur. Makir, Yemen
taraflarında bir yerin adıdır.
"Kavmi ona karşı
cüretkar idi." Bütün asıl nüshalarda cüretten türeyen hemzeli cüretkar
anlamındaki "cerı"in çoğulu olarak "cürea" şeklindedir. Cüret ise, ileri gitmek ve zulümle
hegemonya kurmak demektir. Humeydi ise el-Cehm Beyne Sahihayn adlı eserinde
bu lafzı "firaa" şeklinde zikretmiştir ki
bu da öfkeli, kızgın, gamlı, kederli kimseler arbk
ona karşı sabır ve tahammül edemeyecekleri ve bu halleri de bedenlerinde iz
bırakacak şekilde görüldüğü bir hali anlatır. Ama doğrusu bu lafzın cim harfi
ile cürea şeklinde olduğudur.
"Ona: Sen nesin,
dedim" ibaresi asıl yazmalarda "ma ente: sen nesin" şeklindedir. "Men ente: Sen kimsin" dememesinin sebebi ise ona zatı
hakkında değil sıfatı hakkında soru sormuş olmasından dolayıdır. Sıfat ise akıl
sahibi olmayan varlıklar arasındadır.
"Beni akrabalık
bağını gözetmek ... ile gönderdi" Burada akrabalık bağlarını koruyup
gözetmenin teşvik edildiğine dair açık bir delalet bulunmaktadır. Çünkü Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
akrabalık bağını tevhid ile birlikte zikretmiştir.
Ona cüzi meseleleri zikretmeyip sadece önemli olanlarını söyledi ve işe
akrabalık bağını gözetmek (sıla-i rahim) ile başladı.
"O gün onunla
birlikte Ebu Bekir ve Bilal vardı" ibaresi her
ikisinin faziletine delildir. Bunların ilk müslüman
olanlar olduklarını söyleyenler de bunu delil gösterebilirler.
"Ben: Ben sana
uymak istiyorum, dedim ... O zaman yanıma gel, buyurdu" Yani ben ona:
İslam'ı burada açığa çıkarmak ve seninle ikamet etmek üzere sana uyuyorum,
dedim. Allah Resulü: Müslümanların gücü zayıf olduğundan ötürü ve biz Kureyş kafirlerinin sana yapacakları eziyetlerden
korktuğumuz için buna gücümüz yetmez ama sen ecrini almış bulunuyorsun, müslümanlığını sürdürmeye devam et ve kavmine geri dön.
Bulunduğun yerde müslümanlığını sürdür. Nihayet benim
açığa çıktığım ı (güçlendiğini) öğrendiğin zaman yanıma gel, demektir.
Bu ifadeler Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
bir mucizesini ihtiva etmektedir ki o da onun bir gün gelip açığa çıkıp
güçleneceğini ona haber vermesi mucizesidir.
"Ey Allah'ın
Resulü! Beni tanıdın mı? dedim ... Evet, dedi" bundan daha öncesinde
olumsuzluk ifadesi geçmemiş olsa bile (olumlu anlamda) "bela" ile
cevap vermenin doğru olduğu ve bu lafız ile bir şeyi doğrulamanın da sahih
olacağı anlaşılmaktadır, mezhebimizin sahih görüşü de budur. Bazı mezheb alimlerimiz ise ondan önce olumsuz bir ifadenin
geçmesini şart koşmuşlardır.
"Ey Allah'ın
Resulü! Bana, sana Allah'ın öğrettiklerinden haber ver, dedim" Yani bana
Onun hükmünü, o hükmün niteliklerini bildir ve onu bana açıkla.
"Sabah namazını
kıl, sonra ... namaz kılma" Burada
"Çünkü namaza tanık
olunur ve hazır bulunulur. " Melekler namazda hazır olurlar. Bu sebeble kabul edilme ihtimali ve rahmetin gerçekleşme
ihtimali daha yüksektir.
"Mızrağın gölgesi
doğuya ve batıya kaymadan ... Çünkü namaza tanık olun ur, hazır
bulunulur." Mızrağın gölgesinin doğuya ya da batıya kaymamasının anlamı
doğu ve batı tarafında değil de gölgesinin kuzey tarafında, onun tam karşısında
bulunması halidir. Bu da istiva halinde böyledir.
Hadis-i şerifde güneşin zevali sona erinceye kadar o vakitte namaz
kılmak açıkça yasaklanmış bulunmaktadır. Şafii'nin ve ilim adamlarının büyük
çoğunluğunun görüşü de budur. Ancak Şafii, cuma günündeki istiva halini istisna
etmiş bulunmaktadır. Burada Kadi İyaz'ı,
hem bu hadisin açıklaması hem de ilim adamlarının görüşleri ile ilgili
şaşırtıcı bazı açıklamaları vardır. Buna dikkat çekişimizin sebebi bu
açıklamalara kanılmamasıdır.
"Cehennemin
kızdırılması"nın manası ise cehennem ateşinin ileri derecede körüklenip yakdıp kızdırılmasıdır.
Arap dili bilginleri
"cehennem"in arapça mı yoksa arapça dışındaki bir dilden mi alınmış bir isim olduğu
hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bunun "yuhumet"
den türetilmiş arapça bir isim olduğu söylenmiştir.
Bu ise görünüşün çirkin olması, hoş olmaması demektir. Bunun arapların kullandıkları derin kuyu anlamındaki "birul ciham" dan alındığı da
söylenmiştir. Buna göre cehennem lafzı özel isim ve müennes olduğundan dolayı munsarıf değildir. Çoğunluk ise bu kelime
Arapçalaştırılmış, arapça olmayan bir isimdir. Alem
ve ucme (özel isim ve arapçadan
başka bir dilden gelmiş) olmasından dolayı ise munsarıf
değildir.
"Gölge gelince
namaz kıl ... " Gölgenin gelmesi, doğu tarafında görülmesi, kayması
demektir. Gölge (fey) zevalden sonrası hakkında
kullanılan özel bir tabirdir. lıl (yine gölge
anlamında) lafzı ise hem zevalden öncesi hem de sonrası hakkında kullanılır.
Bununla ilgili oldukça güzel açıklamalar vardır ki bunları Tehzibu'l-Esma
adlı eserimde genişçe kaydetmiş bulunmaktayım.
"İkindi namazını
kılıncaya kadar" bu ifadeden yasağın ikindi vaktinin girmesi ile girmediği
aynı zamanda başka bir kimsenin namazı ile de girmediğine delil bulunmaktadır.
Mekruh oluş ise her kişi için ikindi namazını kılmasından sonra sözkonusudur. Öyleki eğer ikindi
namazını ilk vaktinden sonra kılacak olursa ikindi namazından önce nafile
kılmak onun için mekruh olmaz.
"Burnuna su çekip
onu dışarı çıkarırsa" yani burnuna aldığı suyu atarsa, buna dair
açıklamalar taharet bahsinde geçmiş bulunmaktadır.
"Mutlaka günahları
yüzünden, ağzından ve burun deliklerinden akar."
Bu şekilde "harrat: akar" olarak zapt ettiğimiz gibi. Kadi İyaz da İbn
Cafer dışında bütün ravilerden böylece nakletmiştir. İbn Ebu Cafer ise bunu cim harfi
ile "cerat: akar" diye rivayet etmiştir.
Birincisinin anlamı düşer olup ikincisinin anlamı da açıktır. Günahlardan
maksat ise küçük günahlardır. Daha önce taharet bölümünde geçtiği gibi büyük
günahlardan uzak kalındığı taktirde demektir.
"Hayaşim: burun delikleri" "hayşum"un
çoğulu olup burnun dik kısmı demektir. Hayaşim'in
burnun dibinde burun ile dimağ arasında ince kemikler (kıkırdaklar) olduğu da
söylenmiştir. Daha başka açıklamalar da yapılmıştır.
"Sonra ayaklarını
yıkar" buradan bütün ilim adamlarının farz olan ayakların yıkanmasıdır,
şeklindeki görüşlerinin lehine delil bulunmaktadır. Şia ise farz olan onları meshetmektir derken, İbn Cerir, ikisi arasında muhayyerdir demiş. Zahiri
alimlerinden kimisi ise hem yıkamak hem meshetmek icab eder demişlerdir.
"Eğer ben bunu Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir yahut iki defa ... ama ben bunu kendisinden
bundan daha çok sayıda işitmiştim. " Bu sözlerin açıklaması şu açıdan zor
görülebilir: Bu ifadelerin zahirinden onun ancak yedi defadan daha fazla bir
hadisi işitmiş olanın hadisi rivayet edebileceği kanaatinde olduğu
anlaşılmaktadır. Halbuki bilinen şu ki, bir hadisi sadece bir defa dinlemiş
olan kimsenin onu rivayet etmesi caiz olur. Hatta eğer muayyen olarak o
rivayete ihtiyaç olursa o rivayeti nakletmesi ona vaciptir. Buna şu şekilde
cevap verilir: Yani eğer ben bu hadisin doğruluğundan muhakkak olarak emin
olmayıp kesinlikle buna kanaat getirmemiş olsaydım, ben bunu asla nakletmezdim.
Onun bu kadar defayı sözkonusu etmesi ise halinin
şeklini beyan etmek içindir. Yoksa bunun şart olduğunu anlatmak istememiştir.
Allah en iyi bilendir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
160- NAMAZINIZ
İÇİN GÜNEŞİN DOĞUŞUNU VE BATIŞINI ARAŞTIRIRCASINA GECİKTİRMEYİN BABI