SAHİH-İ MÜSLİM |
HAC |
85- MEDİNE'NİN FAZİLETİ,
NEBİ (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'İN MEDİNE HAKKINDA BEREKET İLE DUA ETMESİ
MEDİNE'NİN, MEDİNE AVININ, AĞACININ (KESİLMESİNİN) HARAM KILINDIĞININ VE
MEDİNE'NİN HAREM SINIRLARININ BEYANI BABI
3300-454/1- Bize Kuteybe b. Said tahdis etti, bize Abdulaziz -yani
b. Muhammed ed-Deraverdi- Amr b. Yahya el-Mazini'den tahdis etti, o Abbad b.
Temim'den, o amcası Abdullah b. Zeyd b. Asım'dan rivayet ettiğine göre
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şüphesiz İbrahim Mekke'yi haram
kıldı ve Mekkelilere dua etti. Ben de İbrahim'in Mekke'yi haram kıldığı gibi
Medine'yi haram kılıyorum ve ben Medine'nin sa'ına ve müd'üne İbrahim'in
Mekkelilere yaptığı duanın iki misli ile dua ettim" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
2129
3301-455/ ... Bunu bana Ebu Kamil el-Cahderı de tahdis etti, bize
Abdu!aziz -yani b. el-Muhtar- tahdis etti. (H.) Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe de
tahdis etti, bize Halid b. Mahled tahdis etti, bana Süleyman b. Bilal tahdis
etti. H.) Bunu bize İshak b. İbrahim de tahdis etti, bize el-Mahzumi haber
verdi, bize Vuheyb tahdis etti. Hepsi Amr b. Yahya'dan -ki o el-Mazini'dir- bu
isnad "e tahdis etti. Vuheyb'in hadisi rivayeti, ed-Deraverdi'nin
rivayetinde olduğu gibi "İbrahim'in dua ettiğinin iki misli ile (dua
ettim)" şeklindedir. Süleyman, Bilal ile Abdulaziz b. el-Muhtar ise
rivayetlerinde: "İbrahim'in dua ettiği misli ile (dua ettim)"
şeklindedir.
3302-456/2- Bize Kuteybe
b. Said de tahdis etti, bize Bekr -yani b. Sudar- İbn el-Had'dan tahdis etti, o
Ebu Bekr b. Muhammed'den, o Abdullah b. Amr b. Osman'dan, o Rafi' b. Hadic'den
şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Şüphesiz İbrahim Mekke'yi haram kıldı, ben de onun -ki Medine'yi
kastediyor- iki kara taştığının arasını haram kılıyorum" buyurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
3303-457/3- Bize
Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb de tahdis etti, bize Süleyman b. Bilal, Utbe b.
Müslim'den tahdis etti, o Nafi' b. Cübeyr'den rivayet ettiğine göre Mervan b.
el-Hakem insanlara hutbe verdi, Mekke'yi, Mekke halkını, Mekke'nin haram
oluşunu sözkonusu etti ama ne Medine'yi ne Medinelileri ne Medine'nin haram
oluşunu sözkonusu etti. Bunun üzerine Rafi b. Hadic yüksek sesle ona dedi ki:
Sana ne oluyor da senin Mekke'yi, Mekke halkını ve oranın haram oluşunu
sözkonusu ettiğin halde Medine'yi, Medine halkını ve oranın haram oluşunu
sözkonusu etmiyorsun. Halbuki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Medine'nin iki karataşlığı arasını haram kılmıştır. Bu da yanımızdaki bir
havlan işi deride yazılıdır. İstersen onu sana okutabilirim dedi. Mervan sustu,
sonra da: Ben bunun bir kısmını dinlemişimdir dedi.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
3304-458/4- Bize Ebu
Bekr b. Ebu Şeybe ve Amr en-Nakid ikisi Ebu Ahmed'den tahdis etti. Ebu Bekr
dedi ki: Bize Muhammed b. Abdullah el-Esedi tahdis etti, bize Süfyan, Ebu
Zubeyr'den tahdis etti, o Cabir'den şöyle dediğini rivayet etti: Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Muhakkak İbrahim Mekke'yi haram kıldı. Ben
de Medine'yi iki karataşlığı arasını haram kılıyorum. Onun bitkisi koparılmaz,
av hayvanı avlanılmaz" buyurdu.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: (3300)
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Şüphesiz İbrahim Mekke'yi haram
kıldı" buyruğu Mekke'nin haram kılınışı, İbrahim (aleyhisselam) zamanında
olmuştur diyenlerin görüşlerine bir delildir. Sahih olan ise Mekke'nin Allah'ın
gökleri ve yeri yarattığı günde haram kılınmış olduğudur. Mesele az önce
yeterince açıklamaları ile geçmiş bulunmaktadır, İbrahim'in burayı haram
kılması hususunda da iki ihtimali sözkonusu etmişlerdir. Bu ihtimallerden
birincisine göre İbrahim (aleyhisselam) Yüce Allah'ın kendisine bu hususta
verdiği emri ile burayı haram kılmıştır. Kendi içtihadı ile değildir. İşte
bundan dolayı haram kılmayı kimi zaman ona izafe etmiştir, kimi zaman da yüce
Allah'a İkinci görüşe göre de İbrahim (aleyhisselam) Mekke için Allah'a dua
edince Yüce Allah da duası sebebi ile Mekke'yi haram kılmıştır. Bundan dolayı
haram kılış ona izafe edilmiştir.
"Ve şüphesiz ben de
İbrahim'in Mekke'yi haram kıldığı gibi Medine'yi haram kıldım. " Sonra da
Müslim bu manadaki diğer hadisleri zikretmektedir. İşte bu hadisler Medine'nin
avının ve ağaçlarının haram kılınması hususunda Şafii, Malik ve onlara
muvafakat edenlerin görüşlerine açık bir delildir. Ebu Hanife ise bunun mübah
olduğunu kabul etmiş ve bu görüşüne de ''Ey Ebu Umeyr! Ne yaptı Muğayr"
hadisini delil göstermiştir. Bizim mezhep alimlerimiz ise buna iki şekilde
cevap vermişlerdir: Birisine göre bu Muğayr ile ilgili hadis Medine'nin haram
kılınışından önceki bir hadise hakkında olabilir. İkinci cevaba göre bu kuşu
Medine'nin harem bölgesinde değil de haremin dışındaki (hill)inde avlamış olma
ihtimali vardır. Ama böyle bir cevap onların benimsedikleri usüllere göre onlar
için bağlayıcı değildir. Çünkü Hanefilerin görüşüne göre harem bölgesi
dışındaki bir av hayvanını ihramlı olmayan bir kimse harem bölgesinin içerisine
sokacak olursa artık o hayvan hakkında da harem bölgesinin hükümleri cereyan
eder. Ama onların bu asıl dayanakları oldukça zayıftır ve buna dair delil ile
onlara cevap verilir. Maliki, Şafii ve cumhurun meşhur olan görüşüne göre
Medine'nin avında ve ağacında tazminat sözkonusu değildir. Aksine bu sadece
tazminat sözkonusu olmaksızın bir haramdır.
İbn Ebu Zi'b ve İbn Ebu
Leyla ise şöyle demektedir: Böyle bir avda tıpkı Mekke'nin haramlığında olduğu
gibi ceza gerekir. Bazı Maliki alimleri de böyle demişlerdir. Şafii'nin de bu
hususta bir kadim görüşü vardır. Buna göre katilin elinde bulunanlar alınır
(selbedilir). Çünkü bundan sonra Müslim'in zikrettiği Sa'd b. Ebi Vakkas'ın
rivayet ettiği hadis bunu ifade etmektedir.
Kadı Iyaz dedi ki:
Ashab-ı kiramdan sonra kadim mezhebinde Şafii'den başka bunu söyleyen
olmamıştır. Allah en iyi bilendir.
(3302) "Şüphesiz İbrahim
Mekke'yi haram kıldı muhakkak ben de onun (Medine'yi kastediyor) iki kara
taşlığı arasını haram kılıyorum." Dilbilginleri ve garibul hadis
alimlerinin söylediklerine göre iki "labe" iki harre demektir. Harre
ise kara taşlıklı yer demektir. Medine'nin biri doğuda biri batıda olmak üzere
iki harresi bulunmaktadır. Medine de bu iki karataşlık arasındadır. Bu
karataşlığa labe, llibe ve nlibe dahi denilir. Bunlar üç meşhur söyleyiştir.
Labe'nin azlık çoğulu "labat" diye gelir. Çokluk çoğulu ise Iab ve
llib diye gelir.
"Şüphesiz ben onun
iki karataşlığı arasını haram kılıyorum. " Yani ben iki karataşlığın
kendisini ve ikisi arasında olanları haram kılıyorum. Maksat ise Medine'yi
haram kılmaktır, iki labesini değil.
(3304) "Onun otu
koparılmaz, avı avlanılmaz" bu da Medine'nin avının ve ağacının haram
oluşu hususunda cumhurun görüşünün lehine açıkça delalet etmektedir. Bu
husustaki Ebu Hanife'nin farklı görüşü de daha önce geçmiş bulunmaktadır.
"İdah" her dikenli ağaca denilir. Tekili idahetun ve adiyetün diye
gelir. Allah en iyi bilendir.
3305-459/5- Bize Ebu
Bekr b. Ebu Şeybe de tahdis etti, bize Abdullah b. Numeyr tahdis etti, (H.)
Bize İbn Numeyr de tahdis etti, bize babam tahdis etti, bize Osman b. Hakim
tahdis etti, bana Amir b. Sa'd babasından şöyle dediğini tahdis etti:
RasuluIlah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben Medine'nin iki kara taşlığı
arasında ağacın kesilmesini ve avının öldürülmesini haram kılıyorum"
buyurdu. Ayrıca şunları da söyledi: "Eğer bilseler Medine onlar için daha
hayırlıdır. Her kim ondan yüz çevirip onu bırakacak olursa mutlaka Allah da
onun yerine Medine'ye ondan daha hayırlısını getirir. Her kim Medine'nin
sıkıntısına, açlığına, meşakketine katlanacak olursa mutlaka ben de kıyamet
gününde onun için bir şefaatçi yahut bir şahit olurum. "
Diğer tahric: Bunu
Yalnız Müslim rivayet etmiştir
AÇIKLAMA: "Her
kim onun sıkıntısına, açlığına, meşakketine katlanacak olursa mutlaka kıyamet
gününde ona bir şefaatçi yahut bir şahit olurum." Dil bilginlerinin
açıklamalarına göre "le'va" zorluk, sıkıntı ve açlık demektir. Cim
harfi fethalı olarak "cehd" ise meşakket, zorluk demektir. Cim
harfinin ötreli söylenişi az rastlanılır. Güç ve takat anlamında ise aynı lafız
cim harfi ötreli olarak "cühd" diye telaffuzu meşhur olmakla birlikte
fethalı söyleyiş (cehd) olarak da nakledilmiştir.
RasuluIlah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in: "Mutlaka ona bir şefaatçi yahut bir şahit
olurum" buyruğu ile ilgili olarak Kadı Iyaz -yüce Allah'ın rahmeti ona-
dedi ki: Ben eskiden bu hadisin anlamına dair soru sormuş ve şefaati genel olup
onu ümmeti için saklamış olduğu halde neden Medine sakinlerine özellikle
şefaati tahsis etmiş olduğunu soruşturdum. Benim bu soruma rahatlatıcı, ikna
edici ve bir kaç sahife dolduracak kadar bir cevap verilmiş olup bu cevaba
vakıf olan herkes de onun doğruluğunu kabul etmiş bulunmaktadır. Ben bu cevabın
burası için uygun düşecek önemli bazı noktalarını kaydetmek istiyorum.
Üstadlarımızdan birisi
dedi ki: "Ev: yahut" burada şüphe ifade eder ama bize göre daha güçlü
olan bunun şüphe ifade etmeyeceğidir. Çünkü bu hadisi Cabir b. Abdullah, Sa'd
b. Ebu Vakkas, İbn Ömer, Ebu Said, Ebu Hureyre, Umeys kızı Esma, Ebu Ubeyd kızı
Safiyye Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den bu lafız ile rivayet
etmişlerdir. Hepsinin yahut da onlardan rivayeti nakledenlerin tamamının şüphe
ifade eden bu lafzı ittifakla rivayet etmeleri ve bunu tek bir kip şeklinde
birbirlerine uygun olarak nakletmeleri uzak bir ihtimaldir. Aksine daha
kuvvetli görülen Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bu hadisi bu
şekilde söylemiş olduğudur. Ya kendisine bu cümle bu şekilde öğretilmiş
olmalıdır yahut da burada "ev: veya, yahut" taksim için
kullanılmıştır. Bu durumda Medine'lilerin bir kısmı için şahit, geri kalanları
için de şefaatçi olacak demektir. İsyankarlar için şefaatçi, itaatkarlar için
de şahit olacaktır. Yahut da kendisi hayatta iken ölenler için bir şahit,
kendisinden sonra ölenler için de bir şefaatçi olacaktır veya başka bir surette
sözkonusu olacaktır.
Kadı Iyaz (devamla) dedi
ki: Bu ise onun kıyamet gününde günahkarlara yahut ilim adamlarına yapacağı
şefaatten ve ümmetin tamamına yapacağı şahitlikten ayrı bir özelliktir. Nitekim
Uhud şehitleri hakkında da: "Ben bunlara şahidim" buyurmuştur.
Böylelikle onlara bütün bunlardan ayrı fazladan bir özellik verilmiş yahut
makam ve mevkileri yükseltilmiş demek olur. Ya da hadisteki "ev:
veya" lafzı vav anlamında da olabilir. Bu durumda Medine'liler için hem
şefaatçi hem şahit olur. Diğer taraftan: "Mutlaka ben onun için bir şahit
yahut onun için bir şefaatçi olurum" diye de rivayet edilmiştir. (Devamla)
dedi ki: Eğer bizler üstadlarımızın söyledikleri şekilde "ev: veya"
kelimesi şüphe anlamında kabul edecek olursak şayet sahih lafız "bir şahit
olurum" laizı ise itiraz sözkonusu olmaz. Çünkü şahit mücerred olarak
başkaları için saklanmış şefaatten ayrı bir özelliktir. Eğer sahih olan lafız
"şefaatçi" lafzı ise Medineliler o zaman şefaatin genel özelliği ve
bütün ümmet için saklanmış olması ile birlikte böyle bir özelliğe de sahip olurlar.
Bu da ümmetinden belirli kimselerin ateşten çıkartılması ve bazılarının kıyamet
gününde şefaati sayesinde afiyet ve esenliğe kavuşturulması şeklindeki genel
şefaatten ayrı bir şefaati olur. Böylelikle onun Medineliler için yapacağı
şefaat derecelerin artırılması yahut hesabın hafifletilmesi ya da Yüce Allah'ın
bu kabilden diledikleri bir şekil ile yahut da kıyamet gününde onlara türlü
ikramlara mazhar kılınarak taltif edilmesi ile de olabilir. Arşın gölgesinde
gölgelendirilmeleri yahut rahat içerisinde ve minberler üzerinde bulunmaları ya
da cennete çabucak götürülmeleri yahut bunun dışında bazıları için sözkonusu
olan bazıları için olmayan türlü ikram ve taltiflere mazhar kılınmaları sureti
ile olabilir. Allah en iyi bilendir.
"Bir kimse ondan
yüz çevirerek onu bırakacak olursa mutlaka Allah onun içinde ondan hayırlısı
olanı koyar." Kadı Iyaz dedi ki bunun anlamı hususunda ihtilaf edilmiştir.
Bunun Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in hayatı boyunca özel bir durum
olduğu söylendiği gibi bazıları bu ebediyyen genel bir hususiyettir demiştir ve
bu açıklama daha sahihtir.
3306-460/6- Bize İbn Ebu
Ömer de tahdis etti, bize Mervan b. Muaviye tahdis etti, bize Osman b. Hakim
el-Ensari tahdis etti, bana Amir b. Sa'd b. Ebi Vakkas'ın babasından haber
verdiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu dedikten
sonra hadisi İbn Numeyr'in hadisi ile aynen zikretti. Ayrıca hadiste şunları da
ekledi: "Herhangi bir kimse Medinelilere bir kötülük yapmak isteyecek
olursa mutlaka Allah onu ateşte kurşun gibi eritir yahut tuzun suda erimesi
gibi eritir. "
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Bir
kimse Medinelilere bir kötülük yapmak isterse ... " Kadı Iyaz bu fazlalık
yani "ateşte" ibaresi bu fazlalığın sözkonusu edilmediği diğer
hadislerde görülen açıklanması zor hususu ortadan kaldırmakta ve böylelikle bu
eritmenin ahiretteki hükmü olduğunu beyan edip açıklığa kavuşturmaktadır.
Bundan kasıt şu da olabilir: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hayatta iken
Medine'ye kötülük vermek isteyen bir kimseye karşı müslümanlar yeteri kadar
karşı koyarlar ve böylelikle kurşunun ateşte eridiği gibi onun da hile ve
tuzağı eriyip gider. Ayrıca lafızda tehir ve takdim de olmuş olabilir. Yani
Allah o kimseyi kurşunun ateşte eridiği gibi eritir. Bu ceza ise Medine'ye kötülük
vermek isteyen kimseye dünyada verilecek bir ceza olur ve Allah bu cezasını
geciktirmez. Hiçbir şekilde ona imkan ve güç ihsan etmez. Aksine onu fazla bir
zaman geçmeden yok eder. Nitekim Umeyye oğulları zamanında Medine'ye karşı
savaş açanların durumu bu şekilde olup bitmiştir. Müslim b. Ukbe gibi. O
Medine'den ayrılıp gittiği sırada ölüp gitmişti. Sonra da onun akabinde onu
Medine'nin üzerine gönderen Muaviye'nin oğlu Yezid de helak olmuş gitmişti.
Onların yaptıklarının aynısını yapmaya kalkışmış diğerleri de böyle olmuştur.
Bir diğer görüşe göre maksat Medine'ye ani bir şekilde baskın yaparak kötülük
yapmak isteyen kimseler kastedilmiştir. Böyle birisinin işi Medine'nin
haramlığını mübah kabul etmiş bir takım emirlerin yaptıkları gibi açıkça yapmaya
kalkışanların aksine tam olarak gerçekleşmez.
3307-461/7- Bize İshak
b. İbrahim ve Abd b. Humeyd de birlikte Akadl'dE!n tahdis etti. Abd dedi ki:
Bize Abdulmelik b. Amr haber verdi, bize Abdullah b. Cafer, İsmail b.
Muhammed'den tahdis etti, o Amir b. Sa'd'dan rivayet ettiğine göre Sa'd,
Akik'deki köşküne binip gitti. Orada ağaç kesen yahut yapraklarını silken bir
köle görünce derhal onun elinde ne varsa almış. Sa'd dönünce kölenin sahipleri
onun yanına gelerek kölelerinden aldıklarını kölelerine ya da kendilerine
vermesi için konuşunca Sa'd şöyle demiş: Ben Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in bana nefel (ganimet) olarak vermiş olduğu bir şeyi geri vermekten
Allah'a sığınırım diyerek onlara aldıklarını geri vermeyi kabul etmemişti.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
AÇIKLAMA: "Sa'd
bineğine binip Akik'deki köşküne gitmiş ... " Bu hadis Malik, Şafii, Ahmed
ve büyük çoğunluğun Medine avını ve ağaçlarının -daha önce geçtiği gibi- haram
kılınışı hususundaki kanaatleri lehine açık bir delildir. Bu hususta yine
kendisinden naklen açıkladığımız üzere Ebu Hanife muhalefet etmiştir. Burada
Müslim Sahihi'nde Medine'nin haram kılınmış olduğunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den merfu rivayetler ile Ali b. Ebi Talib, Sa'd b. Ebi Vakkas, Enes b.
Malik, Cabir b. Abdullah, Ebu Said, Ebu Hureyre, Abdullah b. Zeyd, Rafi' b.
Hadic ve Sehl b. Huneyf'in rivayetleri ile de zikretmiş bulunmaktadır.
Müslim'den başkaları ise yine başkalarından gelen rivayetleri kaydetmişlerdir.
Bu sebeple bu oldukça yaygın (müstefiz) sahih hadislere muhalefet edenlerin bu
aykırı kanaatlerine itibar edilmez.
Bu hadiste Şafii'nin:
Medine'nin harem bölgesi içerisinde avlanan yahut ağacını kesen bir kimsenin
elinde ne varsa hepsi alınır şeklindeki kadim görüşünün lehine de bir delil
vardır. Sa'd b. Ebi Vakkas ile ashab-ı kiram'dan bir topluluk da böyle
demişlerdir. Kadı Iyaz dedi ki: Ashab-ı kiramdan sonra bu görüşü Şafii'nin
kadim görüşü dışında söyleyen kimse olmamıştır. Çeşitli bölgelerdeki fukaha
imamlar ise ona muhalefet etmişlerdir.
Derim ki: Eğer sünnet
onun görüşünü destekliyorsa başkalarının ona muhalefet etmelerinin bir zararı
olmaz. Esasen onun bu kadim görüşü bu hususta hadisin sabit olması ve ashab-ı
kiramın da ona uygun uygulamaları sebebi ile tercih olunan görüşüdür. Diğer
taraftan bunu bertaraf edecek herhangi bir delil de sabit değildir. Mezhep
alimlerimiz der ki: Eğer bizler tazminat ödenme keyfiyeti hususunda Şafii'nin
kadim görüşünü kabul edecek olursak bunun iki şekli sözkonusudur: Birincisine
göre avın ağacın ve otun tıpkı Mekke haremindeki tazminat gibi tazminatını
öder. Bu iki görüşün daha sahih ve onun bu kadim görüşünü esas alarak fer'i
meseleler üzerinde dııran cumhur da kesin olarak bu avlayıcı kişinin ağaç ve
bitki kesen kişinin her şeyinin alınacağı (selbedileceğini) kat'i bir ifade ile
söylemişlerdir. Buna göre burada sözü geçen seleb (her şeyini selb edip
almak)dan iki husus kastedilir. Birincisine göre sebel sadece bu kişinin
elbiseleridir. Bu husustaki iki görüşün daha sahih ve cumhurun kesin olarak
söylediği ise tıpkı kafirlerden öldürülen kimsenin selebi gibidir. Bunun
kapsamına atı, silahı, nafakası ve bunun dışında öldürülen kimsenin selebinin
kapsamına giren diğer hususlar da dahldir. Selebin harcama yerine gelince
mezhep alimlerimizin bu hususta üç gçrüşü vardır. Bunların sahih olanına göre
seleb onu alanındır. Sa'd (r.a.)'ın hadisine uygun olan budur. İkinci görüşe
göre bu Medine yoksullarına aittir, üçüncüsüne göre de beytü'l-mala aittir.
Eğer onu selb edecek olursa avretini örtecek kısmı dışında üzerindeki her
şeyini alır. Hatta avretini örtecek kısmının alınacağı bile söylenmiştir.
Mezhep alimlerimiz der ki: Sadece avlanması sebebi ile onun üzerindekiler
alınır (selbedilir). Av hayvanını telef etmiş olması ile olmaması arasında bir fark
yoktur. Allah en iyi bilendir.
3308-462/8- Bize Yahya
b. Eyyub, Kuteybe b. Said ve İbn Hucr da birlikte İsmail'den tahdis etti, İbn
Eyyub dedi ki: Bize İsmail b. Cafer tahdis etti, bana el-Muttalib b. Abdullah
b. Hantab'ın azadlısı Amr b. Ebu Amr'ın haber verdiğine göre o Enes b. Malik'i
şöyle derken dinlemiştir: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ebu
Talha'ya: "Bana köleleriniz arasından hizmet edecek bir
-le bul" buyurdu.
Ebu Talha beni bineğinin arkasına bindirerek çıkarıp gitti. Ben de Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e konakladığı her yerde hizmet ediyordum. Hadiste
şunları da söyledi: Sonra Medine'ye geldi. Uhud'u görünce: "İşte bu bizi
seven, bizim de kendisini sevdiğimiz bir dağdır" buyurdu.
Medine'ye yaklaşınca da:
''Allah'ım, ben İbrahim'in Mekke'yi haram kıldığı gibi iki dağının arasını
haram kılıyorum. Allah'ım, onların müdlerini ve sa'larını mübarak eyle"
buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
2889, 3367, 4084, 7333; Tirmizi, 3922
AÇIKLAMA: "Nihayet
Uhud'u görünce: Bu bizi seven, bizim de kendisini sevdiğimiz bir dağdır
buyurdu." Doğru ve tercih edilen anlamı Uhud'un gerçek anlamda bizi
sevdiği şeklindedir. Yüce Allah ona kendisi vesilesi ile sevgi duyacağı bir
özellik kazandırmıştır. Nitekim yüce Allah: "Ve şüphesiz o taşların bir
kısmı Allah korkusundan aşağıya yuvarlanır. " (Bakara, 74) buyurduğu gibi
kurumuş hurma kütüğünün Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e duyduğu özlem
dolayısı ile inlemesi, çakıl taşlarının tesbih getirmesi, taşın Musa
(aleyhisselam)'ın elbisesini alıp gitmesi, Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in: Gerçekten ben Mekke'de Nübüvvetten önce bana selam eden bir taşı
biliyorum buyruğu, aynı şekilde birbirinden uzak iki ağacı çağırınca bir araya
gelmeleri, Uhud dağının sarsılması üzerine sakin ol Uhud, senin üzerinde ancak
ya bir Nebi veya bir sıddık vardır demesi, koyunun kolunun onunla konuşması
buna örnek olduğu gibi Şanı Yüce Allah'ın: "Onu ham di ile tesbih etmeyen
hiçbir şey yoktur, ama sizler onların tesbihlerini anlayamazsınız." (İsra,
44) buyruğu da bunu göstermektedir. Bu ayet-i kerimenin anlamı hususunda doğru
olan da her bir şeyin kendi durumuna göre gerçek manada Allah'ı tesbih ettiği
ama bizim bunu anlamadığımızdır. İşte bunlar ve benzerleri bizim ve
muhakkiklerin bu hadisin anlamı hususunda yaptığımız Uhud'un bizi gerçek manada
sevdiği şeklindeki açıklamamızın doğru olduğunun tanıklarıdır. Bir diğer görüşe
göre de kasıt Uhud ehli bizi sever şeklindedir. Muzaf hazfedilmiş ve
muzafulileyh onun yerine geçirilmiştir. Allah en iyi bilendir.
3309- .. ./9- Bunu bize
Said b. Mansur ve Kuteybe b. Said de tahdis edip dediler ki: Bize Yakub -o b.
Abdurrahman el-Kari'dir- Amr b. Ebu Amr'dan tahdis etti, o Enes b. Malik'den, o
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den aynısını rivayet etmekle birlikte o:
"Şüphesiz ben onun iki karataşlığının arasını haram kılıyorum"
buyurmuştur.
3310-463/10- Bunu bize
Hamid b. Ömer tahdis etti, bize Abdulvahid tahdis etti, bize Asım tahdis edip
dedi ki: Enes b. Malik'e: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'yi
haram kıldı mı? dedim. O: Şurasından itibaren şuraya kadar arasını evet. Kim
orada bir günah işleyecek yahut günah işlemiş birisini barındıracak olursa
dedikten sonra bana: İşte bu çok ağırdır deyip (şunları ekledi): Kim orada bir
günah işleyecek olursa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun
üzerine olsun. Allah ondan kıyamet gününde farz olsun, nafile olsun hiçbir
ibadetini kabul etmeyecektir."
(Ravi) dedi ki: İbn Enes
ise: Yahut herhangi bir günahkarı barındıranı" dedi.
Diğer tahric: Buhari,
1867, 7306
AÇIKLAMA: "Kim
orada bir günah işler yahut bir günahkarı barındırırsa Allah'ın, meleklerin ve
bütün insanların laneti ona olsun." Kadı Iyaz dedi ki: Hadisin anlamı
şudur. Kim orada bir günah işleyip yahut da yanına gelip sığınan bir günahkarı
alıp koruyacak olursa demektir. Kadı lyaz devamla dedi ki:
Burada (sığındı
anlamındaki) eva fiili "ava" diye de hem geçişli hem geçişsiz
anlamları hakkında kullanılır. Fakat geçişsiz olandan "eva" şekli
daha meşhur ve daha fasihtir. Geçişli olanında ise ava şekli ise daha meşhur ve
daha fasihtir.
Derim ki: Kur'an'ı
azimuşşanda her iki konuda da daha fasih olan şekli kullanılmıştır. Yüce Allah:
"Gördün mü biz o kayaya sığındığımız zaman" (Kehf, 63) diye
buyurmakla birlikte geçişli olanı da: "Biz her ikisini de yüksek bir yerde
barındırdık." (Müminun, 50) buyurmaktadır.
Kadı Iyaz dedi ki: Bu
lafız ancak dal harfi kesreli olarak: "muhdisen: günah işleyen" diye
rivayet edilmiştir. Sonra Kadı Iyaz şunları eklemektedir: İmam Mazeri dedi ki:
Bu lafız dal harfi kesreli ve fethalı olmak üzere (muhdissen ve muhdesen)
şeklinde iki türlü rivayet edilmiştir. Dal harfini fethalı (muhdes) diye
rivayet edenler bununla bizzat ihdasın (günahın) kendisini kastederler. Kesreli
(muhdisen) diye rivayet edenler ise hades (denilen) günahı işleyen kimseyi
kastederler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Allah'ın laneti
... üzerine olsun" buyruğuna gelince bu da böyle bir işi işleyen için çok
ağır bir tehdittir. İlim adamları bunu, böyle bir işin büyük günahlardan
olduğuna delil göstermişlerdir. Çünkü lanet ancak büyük günah hakkında
sözkonusu olur. Bu da şu demektir: Şanı Yüce Allah onu lanetlediği gibi aynı
şekilde melekler de bütün insanlar da onu lanetlerler. Bu ise böyle bir
kimsenin Yüce Allah'ın rahmetinden uzaklığını en ileri derecede belirten bir
ifadedir. Çünkü sözlükte lanet, kovmak ve uzaklaştırmak anlamındadır. İlim
adamlarının dediklerine göre burada lanetten kasıt işlediği günah sebebi ile
hak ettiği azap ve ilk sıralarda cennetten kovulup uzaklaştırılmaktır. Yoksa bu
lanet Yüce Allah'ın rahmetinden tamamen uzaklaştırılan kafirlerin lanetlenmesi
gibi değildir. Allah en iyi bilendir.
"Allah kıyamet
gününde ondan farz olsun nafile olsun hiçbir ibadeti kabul etmez." Kadı
Iyaz dedi ki: el-Mazeri dedi ki: İlim adamları buradaki bu iki lafzın (farz
ibadet anlamı verilen sarf ile nafile ibadet anlamı verilen adl lafızlarını)
tefsiri hususlarında farklı görüşlere sahiptirler. Sarf farz ibadet adl nafile
ibadet olduğu söylendiği gibi Hasan-ı Basri: sarf nafile ibadet adı farz ibadet
diye cumhurun görüşünün aksini söylemiştir. Asmai sarf tevbe etmek adı fidye
(kurtulmalık) diye açıklamıştır. Bu açıklama Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den de rivayet edilmiştir. Yunus ise: Sarf kazanç, adı ise fidyedir
diye açıklamıştır. Ebu Ubeyde adı hile ve çare diye açıklamıştır. Adlin misil
ve denk anlamında olduğu, sarfın ise diyet adlin de fazlalık olduğu da
söylenmiştir.
Kadı Iyaz dedi ki: Bunun
anlamının karşılık olarak kabul edilse dahi razı olunacak şekilde farz ve
nafilesinin kabul edilmeyeceği anlamında olduğu söylendiği gibi burada kabul
bunlar sebebi ile günahın keffaret olması anlamında olduğu da söylenmiştir.
Buradaki fidyenin sahih hadiste sabit olduğu gibi aziz ve celil Allah'ın
günahkarlar arasından dilediği kimselere lütfedeceği şekilde bir Yahudi ya da
bir Hristiyanı fidye olarak cehenneme atılması karşılığında cehennemden
dilediğini kurtarması halinin aksine kendisine karşılık olarak fidye
verebileceği bir değer bulamaması anlamında da olabilir.
Hadisin sonundaki:
"İbn Enes: Yahut bir günahkarı barındırırsa dedi.'' İbaresi nüshaların bir
çoğunda bu şekilde: "İbn Enes ... dedi" şeklindedir. Bazılarında ise
"İbn" lafzı zikredilmeksizin "Enes ... dedi" şeklindedir.
Kadı İyaz der ki: genel olarak üstadlarımızın nushalarında "İbn Enes ...
dedi" şeklinde "İbn" lafzı ile birlikte sabit olmuştur. Doğrusu
budur. İbn Enes ise babasının bu fazlalığı zikrettiğini söylemiştir. Çünkü
hadisin başından sonuna kadar anlatımı Enes'in sözüdür. Enes'in kendi kendisinin
eksik bıraktığını telafi edecek bir ifade kullanmasının anlamı yoktur. Bununla
birlikte bu kafız rivayetlerin bir çoğunda Enes'in sözlerinden sonra yer
almaktadır. Ancak Semerkandi'nin nüshasında bu lafız yer almamıştır. Bu lafzın
orada bulunmaması muhtemelen doğru olan şeklin kendisini ifade eder. Bundan
dolayı hadisin son kısmında bu ek ifade yer almıştır. Kadı Iyaz'ın açıklamaları
burada sona ermektedir.
3311-464/11- Bana Zuheyr
b. Harb tahdis etti, bize Yezid b. Harun tahdis etti, bize Asım el-Ahvel haber
verip dedi ki: Enes'e: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'yi haram
kıldı mı? dedim. O: Evet, orası haramdır. Onun otu koparılmaz. Kim bunu yaparsa
Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir" dedi.
3312-465/12- Bize
Kuteybe b. Said, Malik b. Enes'den, kendisine İshak b. Abdullah b. Ebu
Talha'dan diye okunan rivayetler arasında tahdis etti. O, Enes b. Malik'den
rivayet ettiğine göre Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'ım,
onların ölçeklerini, onların sa'larını, onların müd'lerini bereketli kıl"
buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
2130, 7331
AÇIKLAMA: "Allah'ım,
onların ölçeklerini, onların sa' larını, onların müd'lerini bereketli
kıl." Kadı Iyaz dedi ki: Burada bereket artıp çoğalmak, fazlalaşmak
anlamındadır. Sebat ve kalıcılık manasına da gelir. Bu bereketin dini anlamda
olması ihtimali de vardır. 0 taktirde bereket, yüce Allah'ın zekat ve keffaret
gibi haklarının yerine getirildiği bu miktarlar ile alakalı olur. Bu durumda
-şeriatın kalıcılığı ve sebatı suretiyle bunlarla hüküm verildiği gibi-
bunların da sebat ve kalıcıkları için dua anlamında olur. Bereketin bu ölçekler
ile ortaya çıkan ölçme ve miktarın çoğaltılması anlamında dünyevi olma ihtimali
de vardır. Böylelikle bu ölçeklerin bir kısmı Medine'nin dışında yeterli
olmayacağı kadarı Medine'de yeterli olur. Yahut da bereket ticaret ve benzeri
karlı işlerdeki tasarruf ile Medine'nin gelir ve mahsullerinin bunlarla çokça
ölçülmesi (yani gelirlerin çok olması) anlamına gelmesi ihtimali de vardır. Ya
da önceleri geçim darlığı içerisinde iken geçimlerinin rahatlaması ve
bollukları sebebi ile mahsullerin bu ölçeklerle çokça ölçülmesi şeklinde de
olabilir. Bu bollukları ise Yüce Allah'ın kendilerine nasip ettiği fetihler ve
lütfundan onlara verdiği genişlik verimli ülkelere sahip olmaları, Şam, Irak,
Mısır ve başka yerlerin bol verimli kırsal kesimlerde sahip olmaları sureti ile
olmuştur. Bunun sonucunda da Medine'ye taşınan yük yük mahsuller çoğalmış,
onların da geçimleri genişlemiş oldu. Nihayet bu bereket bizzat bu ölçeklerin
kendisinde ortaya çıktı. Onların müdleri arttı ve Haşimi müd halini aldı. Bu
ise Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in müddünün iki katı yahut bir buçuk
katıdır. Bütün bunlar Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yaptığı duanın
açıkça kabul edildiğini göstermektedir. Kadı İyaz'ın açıklamaları bunlardır.
Bütün bunlardan görünen
şu ki bereket Medine'den ölçülen şeyin bizzat kendisindedir. Öyle ki Medine'de
bir müd başka yerlerde yetmediği kimselere yetebilmektedir. Allah en iyi
bilendir.
3313-466/13- Bana Zuheyr
b. Harb da tahdis etti, bize İbrahim b. Muhammed es-Sami de tahdis edip dediler
ki: Bize Vehb b. Cerir tahdis etti, bize babam tahdis edip dedi ki: Yunus'u
ez-Zühri'den tahdis ederken dinledim O Enes b. Malik'den şöyle dediğini
nakletti: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Allah'rm, Mekke'deki
bereketin iki katını Medine'de taktir buyur."
Diğer tahric: Buhari,
1885
AÇIKLAMA: "İbrahim
b. Muhammed es-Sami" nisbeti sin harfi iledir. (eş-Şami değil es-samidir)
.
3314-467/14- Bize Ebu
Bekr b. Ebu Şeybe, Zuheyr b. Harb ve Ebu Kureyb birlikte Ebu Muaviye'den tahdis
etti. Ebu Kureyb dedi ki: Bize Ebu Muaviye tahdis etti, bize A'meş, İbrahim
et-Teymi'den tahdis etti, o babasından şöyle dediğini nakletti: Ali b. Ebu
Talib bize bir hutbe verip dedi ki: Her kim bizim yanımızda Allah'ın kitabı ve
bu sahife dışında okuduğumuz bir şeyler bulunduğunu iddia edecek olursa -ravi
dedi ki: (sözünü) ettiği sahife ise kılıcının kınında asılı duruyordu- yalan
söylemiş olur. Bu sahifede develerin yaşları ve yaralamalar ile alakalı bazı
hususlar vardır. Yine bu sahifede Nebi {Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şöyle
buyurduğu yazılıdır: "Medine :4yr dağı ile Sevr dağı arasında haramdır.
Kim orada bir günah işler yahut günah işlemiş birisini barındıracak olursa
Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti ona olsun. Kıyamet gününde
Allah onun farz bir ibadetini de nafile bir ibadetini de kabul etmeyecektir.
Müslümanların zimmeti birdir. Onların en alt mertebelerinde olanları dahi onu
yerine getirmeye çalışır. Kim babasından başka birisinden olduğunu iddia eder
yahut kendisini hürriyete kavuşturanlardan başkasına kendisini nisbet ederse
Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti ona olsun. Allah kıyamet
gününde onun ne farz bir ibadetini, ne nafile bir ibadetini kabul eder. "
Ebu Bekr ile Zuheyr'in
hadisi rivayetleri "onların en alt mertebelerinde olanları onu yerine
getirmeye çalışır" sözü ile sona ermektedir. İkisi de hadisin bundan
sonrasını zikretmedikleri gibi her ikisinin hadisinde; "kılıcının kınında
asılı bulunan" ibaresi de yer almamaktadır.
Diğer tahric: Buhari,
1870, 3172, 3179, 6755, 7300; Müslim, 3773; Ebu Davud, 2034; Tirmizi, 2127
AÇIKLAMA: "Ali
b. Ebu Talib (radıyallahu anh) bize bir hutbe verip dedi ki: Her kim bizim
yanımızda Allah'ın kitabı ile bu sahifenin dışında okuduğumuz bir şeyin
bulunduğunu iddia edecek olursa yalan söylemiş olur." Bu ifadeler Ali
(radıyallahu anh) tarafından Rafızilerin ve Şia'nın iddialarını, onların güya söylediğini
söyleyip uydurdukları iftiralarını açıkça çürütmektedir. Güya Ali (r.a.)'a Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ilmin sırlarına, dinin kurallarına şeriatın
hazinelerine dair ; ek çok hususu vasiyet yolu ile bildirmiş ve ehl-i beytine
başkalarına bildirmediği çeşitli hususları özel olarak bildirmiştir. Ancak
bütün bunlar batıl iddialardır, aslı astarı olmayan bozuk uydurmalardır.
Bunların çürütülmesi
için de Ali (r.a.)'ın bu sözü yeterlidir. Ayrıca bu hadiste ilmin yazılmasının
caiz olduğuna delil vardır ki buna dair açıklama az önce geçmiş idi.
"Medine Ayr ile
Sevr arası haramdır." Ayr harfi fethalı, ye harfi sakin olmak üzere
"ayr" bilinen bir dağın adıdır. Kadı Iyaz dedi ki: Musab b. ez-Zubeyr
ve başkaları dedi ki: Medine'de Ayr ile Sevr diye iki dağ yoktur. Seve
Mekke'dedir. ez-Zubeyr dedi ki: Ayr Medine tarafında bir dağın adıdır. Kadı
İyaz dedi ki: Buhari kitabının ravilerinin çoğunluğu ayrı zikretmiş
bulunmaktadır. Sevr dağına gelince onlardan kimileri bu şekilde söz etmiş,
kimileri ise onun yerinde bir şey yazmadan boşluk bırakmışlardır. Çünkü onlar
burada Sevr adının zikredilmesinin hata olduğuna inanmışlardır. el-Mazeri dedi
ki: Kimi ilim adamının dediğine göre burada "Sevr" ismi ravinin bir
yanılmasıdır. Sevr Mekke'dedir. Doğrusu ise Uh!ld'a kadar şeklinde olmasıdır.
Kadı İyaz dedi ki: Ebu Ubeyd de böyle demiştir. Hadisin aslı Ayr'dan Uhud'a
kadar" şeklindedir. Kadı Iyaz'ın naklettikleri bunlardır.
Hafız Ebu Bekr el-Hazi
mi ve ondan başka diğer imamlar da böyle demişlerdir: Bunun aslı "Ayr'dan Uhud'a
kadar" şeklindedir.
Derim ki: Sevr'in bir
zamanlar orada bulunan bir dağın adı olma ihtimali vardır. Bu ya Uhud'un adı
idi ya da başka bir dağın. Sonradan bu isim unutulmuş olabilir. Allah en iyi
bilendir.
Şunu da bilelim ki bu
rivayette az önce geçtiği gibi Ayr ile Sevr yahut Uhud arası diye ifade
edilmektedir. Daha önce geçen Enes'in rivayetinde ise: "Allah'ım, ben iki
dağının arasını haram kılıyorum" diğer rivayetlerde de "İki
karataşlığı arası" denilmektedir. İki karataşlıktan kasıt ise önceden
geçtiği üzere iki harredir. Bütün bu hadisler iki karataşlığı arası ifadesi ile
Medine'nin doğu ile batı cihetleri arasındaki hareminin sınırlarını beyan
etmektedir. İki dağı arasındaki ifade de kuzey ile güney cihetlerinden harem
sınırlarını beyan etmektedir.
"Müslümanların
zimmeti birdir, onların en alt mertebelerinde olan dahi onu yerine getirmek
için uğraşır." Burada zimmetten kasıt emandır. Bu da müslümanların kafir
kimseye verdikleri emanın sahih ve geçerli olduğudur. Müslümanlardan herhangi
bir kimse ona böyle bir eman verecek olursa o kişi müslümanların emanı altında
olduğu sürece başkalarının ona zarar verecek şekilde taarruz etmeleri haramdır.
Eman vermenin bilinen şartları vardır. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'in: "Onun gereğini yerine getirmek için en alt mertebelerinde
olanları dahi uğraşır" ifadesi kadının ve kölenin verdiği eman sahihtir,
çünkü her ikisinin de emanı hür erkeklerin emanından daha alt mertebededir
diyen Şafii ve ona muvafakat edenlerin görüşlerinin lehine bir delildir.
"Her kim babasından
başkasından olduğunu iddia eder yahut da kendisini hürriyete kavuşturan
mevlalarından kendisini ayrı nisbet ederse ... üzerine olsun. " Bu
buyruklar da insanın kendisini babasından başkasına nisbet etmesinin yahut da
hürriyete kavuşturulmuş kölelerin kendisini hürriyete kavuşturanlardan
başkasına nisbet etmesinin ağır bir haram olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Çünkü böyle bir davranış nimete karşı bir nankörlüktür. Miras, vela, diyet ve
buna benzer çeşitli hakların kaybolmasına zemin hazırlamanın yanında ayrıca
akrabalık bağlarını da koparır, anne babaya da kötü muameleyi ihtiva eder.
3315-468/15- Bana Ali b.
Hucr es-Sa'di de tahdis etti, bize Ali b. Mushir haber verdi, (H.) Bana Ebu
Said el-Eşe c de tahdis etti, bize Veki' tahdis etti, hepsi birlikte A'meş'den
bu isnad ile Ebu Kureyb'in Ebu Muaviye'den diye naklettiği hadisi sonuna kadar
yakın bir şekilde tahdis etti. Ayrıca hadiste şunları da ekledi: "Her kim
bir müslümanın verdiği em anı bozacak olursa Allah'ın, meleklerin ve bütün
insanların laneti onun üzerine olsun. Kıyamet gününde ondan farz bir ibadetini
de nafile bir ibadetini de kabul etmeyecektir. " Her ikisinin de
hadisinde: "Her kim babasından başkasına kendisini nisbet ederse"
ibaresi yoktur. Ayrıca Veki'in rivayetinde kıyamet günü sözkonusu edilmemiştir.
AÇIKLAMA: "Kim
bir müslümanın verdiği emanı bozarsa Allah'ın ... Ianeti üzerine olsun."
Yani bunun verdiği bir emanı bozan ve müslümanın eman verdiği bir kafire
taarruz eden bir kimse demektir. Dil bilginleri der ki: Bir kimsenin ahdini
bozmak halinde kişi: "ehfertu el vecire" ve bir kimseye eman
verilmes: halinde "hafertu errecule" denilir.
3316- .. ./16- Bana
Abdullah b. Ömer el-Kavariri ve Muhammed b. Ebi Bekr el-Mukaddemi de tahdis
edip dediler ki: Bize Abdurrahman b. Mehdi tahdis etti, bize Süfyan, A'meş'den
bu isnad ile İbn Müshir ve Veki'in hadisine yakın olarak tahdis etti. Bundan
sadece: "Her kim kendisini hürriyete kavuşturanlardan başkalarına
kendisini nisbet ederse" sözü ile buna lanetin okunması kısmını
zikretmedi.
3317-469/17- Bize Ebu
Bekr b. Ebu Şeybe tahdis etti ... Ebu Hureyre, Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem)'den şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Medine, haremdir. Kim orada
bir günah işler yahut bir günahkarı barındıracak olursa Allah'ın, meleklerin ve
bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Kıyamet gününde Allah ondan farz
bir ibadetini de nafile bir ibadetini de kabul etmeyecektir. "
Diğer tahric: Müslim,
3771 -buna yakın-; Ebu Davud, 5114 -buna yakın-
3318-470/18- Bize Ebu
Bekr b. en-Nadr b. Ebu'n-Nadr tahdis etti, bize Ebu'n-Nadr tahdis etti, bana
Ubeydullah el-Eşcai, Süfyan'dan tahdis etti, o A'meş'den bu isnad ile aynısını
rivayet etti ama: "kıyamet gününde" demeyip şunları ekledi:
"Müslümanların zimmeti ise birdir. Onların en alt mertebede olanları onu
yerine getirmeye çalışır. Her kim bir müslümanın verdiği ahdi bozarsa Allah'ın,
meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerinedir. Kıyamet gününde Allah
ondan farz ibadetini de nafile ibadetini de kabul etmeyecektir. "
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
3319-471/19- Bize Yahya
b. Yahya tahdis edip dedi ki: Ben Malik'e, İbn Şihab'dan okudum. O Said b.
el-Müseyyeb'den, o Ebu Hureyre'den rivayet ettiğine göre şöyle derdi: Eğer ben
geyiklerin dahi Medine'de atladıklarını görsem onları ürkütmem. Çünkü
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onun iki karataşlığı
haramdır" buyurmuştur.
Diğer tahric: Buhari,
1873; Tirmizi, 3921
AÇIKLAMA: "Geyiklerin
Medine'de otladığını görsem onları ürkütmem." Burada lafzi anlamı atlamak
olmakla birlikte gidip geldiklerini görsem demektir. Ürkütmem, onları
korkutmam, onları ürkütüp kaçmalarına sebep olmam anlamındadır.
3320-472/20- Bize İshak
b. İbrahim, Muhammed b. Rafi' ve Abd b. Humeyd de tahdis etti. İshak dedi ki:
Bize Abdurrezzak haber verdi, bize Ma'mer, ez-Zühri'den tahdis etti, o Said b.
el-Müseyyeb'den, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etti: Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'nin iki kara taşlığını haram bölge kıldı.
Ebu Hureyre dedi ki: Ben iki karataştığı arasında geyikleri görsem dahi onları
ürkütmem. Ayrıca Medine çevresinde on iki millik bir uzaklığı koruluk olarak
tespit etti.
Yalnız Müslim rivayet
etmiştir
3321-473/21- Bize
Kuteybe b. Said, Malik b. Enes'den kendisine Süheyl b. Ebi Salih'den rivayetle
okunanlar arasında tahdis etti. (Süheyl) babasından, o Ebu Hureyre'den şöyle
dediğini rivayet etti: İnsanlar ilk mahsulü gördüklerinde onu Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e getirirlerdi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) onu alınca: "Allah'ım" bize mahsullerimizde bereket ihsan
eyle. Medine'mizi bizim için mübarek kıl. Bizim için sa'ımızı mübarek eyle.
Bizim müddümüzü bereketli kıl. Allah'ım, şüphesiz ki İbrahim senin kulun,
halilin ve nebindir. Ben de senin kulun ve nebinim. O sana Mekke için dua etti,
ben de sana Medine için. Onun Mekke için dua ettiğinin aynısıyla ve bir o
kadarı ile dua ediyorum. "
Ebu Hureyre dedi ki:
Sonra onun en küçük çocuğunu çağırır ve o mahsulü ona verirdi.
Diğer tahric: Tirmizi,
3454
AÇIKLAMA: "İnsanlar
ilk mahsulü gördüklerinde ... Medinemizi bizim için mübarek kıl... " İlim
adamlarının dediklerine göre onlar bunu Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
mahsule, Medine'ye, sa'a ve müdde dua etmesini arzu ettikleri için böyle
yapıyorlardı. Ayrıca mahsullerde zekat hakkı ve başka haklar bulunduğundan
diğer taraftan bağ ve bahçelerden alınacak mahsulleri tahmin eden kimseleri
(harisun) göndermesi için de meyvelerin olgunlaşmaya başladığını ona bildirmek
için de böyle yapıyorlardı.
3322-474/22- Bize Yahya
b. Yahya tahdis etti... Ebu Hureyre'den rivayetine göre Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'e alınan ilk mahsul getirilir, o da şöyle derdi: ''Allah'ım,,
bizim için Medinemizi, mahsullerimizi, müddümüzü, sa'ımızı bereket üstüne bereketle
mübarek kıl." Sonra o mahsulü orada bulunan çocukların en küçüğüne
verirdi.
Diğer tahric: İbn
Mace, 3329
AÇIKLAMA: "Sonra
onu huzurunda bulunduğu çocukların en küçüğüne verirdi." Bu ifade Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ahlakının ne kadar üstün olduğunu, şefkat ve
merhametinin kemalini, büyük ve küçük olanlara ne kadar yumuşak davrandığını,
özellikle de onu daha çok arzu etmesi, canının daha çok çekmesi ve bunu daha
çok istemesi dolayısı ile o küçük çocuğa bunu vermesi açıkça ifade etmektedir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
86- MEDİNE'DE
YERLEŞMEYE, ONUN SIKINTILARINA KATLANMAYA TEŞVİK BABI