İBNÜ’L-ESİR el-Kamil fi’t-Tarih |
|
TEVVABİN'İN DURUMU
HİCRİ
64.YIL
Denildiğine
göre Hz. Hüseyin'in öldürülmesinde ve İbn Ziyad'ın enNuhayle'de bulunan karargahından
dönüp Kufe'ye girmesinden sonra Şia'ya mensup olanlar yaptıklarından dolayı,
kendilerini kınamaya ve pişmanlık duymaya başladılar. Hz. Hüseyin'i davet edip
O'nu yardımsız bırakmakla, çağrısını kabul etmeyip sonunda yakınlarında
öldürülmelerine sebep teşkil etmekle büyük bir hata işlemiş olduklarını
gördüler. Bu utançlarının ve günahlarının ancak O'nu öldürenleri öldürmekle
yahut da bu uğurda ölmeleriyle kalkabileceğine kanaat getirdiler. Bu bakımdan
Şia'nın ileri gelenleri olan beş kişinin etrafında toplandılar. Söz konusu bu
beş kişinin biri Huzaalı Süleyman bin Surad idi. Süleyman'ın Sanablliği de
vardır. Diğeri Fezareli Müseyyeb bin Necebe olup Hz. Ali'nin arkadaşlarındandı.
Bir üçüncüleri Ezdli Abdullah bin Sa'ad bin Nüfeyl, dördüncüleri Bekir bin
Vail'in Teymoğulları'na mensup Abdullah bin Val, beşincileri ise Rifa'a bin
Şeddad el-Beceli idi. Bunlar Hz. Ali'nin en hayırlı arkadaşları idiler.
Süleyman bin Surad'ın evinde toplandılar. Söze Müseyyeb bin Necebe başladı.
Allah'a hamd ettikten sonra şöyle konuştu:
"Bizler
uzun bir ömürle ve çeşitli fitnelere maruz kalmakla imtihan edildik. Dileriz ki
yarın Rabbimizin kendilerine şöyle diyeceği kimselerden olmayalım: ''Bizler
sizleri öğüt almak isteyen bir kimsenin öğüt alabileceği kadar uzun bir süre
yaşatmadık mı?" (Fatır suresi, 37). Müminlerin emiri Ali şöyle demişti:
"Allah'ın ademoğluna verip de özür kabul etmeyeceği ömür 60 yıldır.
Halbuki aramızda bu yaşa gelmemiş olan hiç bir kimse yoktur. Bizler kendi
kendimizi temize çıkartırken aldanış içerisindeydik. Allah bizleri resulünün
kızının oğlunun bulunduğu her bir durumda yalancı olduğumuzu görmüş bulunuyor.
Halbuki ondan önce mektupları ve elçileri bize gelmiş, başında da, sonunda da
açık olarak kendisine yardımcı olmamızı istemişti, fakat bizler kendimizi
tercih edip O'na karşı cimrilik ettik. Sonunda bizim yanı başımızda öldürüldü.
Bizler O'na ne ellerimizle destek olduk, ne de dilimizle O'nun için mücadele
ettik. Ne mallarımızla güçlendirdik, ne de aşiretlerimizden O'na yardımcı
olunmasını istedik. Peki, sevgilisinin çocuğu, zürriyeti ve nesli bizim
aramızda öldürülmüşken Rabbimize karşı özrümüz ne olacak! Allah'a yemin ederim,
O'nun katillerini ve onlara yardımcı olanları öldürmediğiniz yahut da bu yolda
siz öldürülmediğiniz sürece hiç bir özrünüz kabul edilmeyecektir. Böyle
yaparsanız belki Rabbimiz bizden razı olur. Ve ben bundan sonra bile O'nun bizi
cezalandırmayacağından emin değilim. Ey Kavm! Başınıza aranızdan birini
getiriniz. Sizin mutlaka kendisine sığınacağınız bir emiriniz ve etrafında
toplanacağınız bir bayrağınız olmalıdır."
Rifa'a
bin Şeddad da kalkıp şöyle konuştu:
"Gerçek
şu ki, Yüce Allah seni söylediklerinle doğruya iletmiştir ve sen en doğru işe
başlamış oldun; çünkü fasıklarla cihad etmeye ve büyük günahtan tövbeye çağırdın.
Senin bu söylediğin dinlenip kabul edilmiştir ve sözüne icabet edilmiştir.
"İşlerinizi kendisine sığınacağınız bir adama ve etrafında toplanacağınız
bayrağına havale ediniz." dedin. Biz de senin görüşündeyiz. Eğer bu adam
sen olursan, şunu bil ki, bizim tarafımızdan kabul edilen bir kimsesin. Bizler
sana samimiyetle itaat ederiz. Cemaatİmiz arasında sevilen bir kimsesin. Şayet
sen ve arkadaşlarımız da uygun görecek olursanız, bizler bu işi şianın piri ve
Resulullah (s.a.v.)'ın arkadaşı, geçmişi bulunan Ruzaalı Süleyman bin Surad'a
veririz. O Süleyman ki, savaşında ve dininde övülen, kararına güvenilen bir
kimsedir."
Abdullah
bin Sa'ad da aynı şekilde konuştu ve Müseyyeb ile Süleyman'dan övgü ile söz
etti. Bunun üzerine Müseyyeb: "Sizler isabet etmiş bulunuyorsunuz,
işinizin başına Süleyman bin Surad'ı getiriniz!" dedi.
Bunun
üzerine Süleyman Allah'a hamd ettikten sonra şöyle konuştu:
"İmdi,
ben yaşamanın zorlaştığı, musibetin büyüdüğü, zulmün bu şianın faziletli olan
kimselerini kapsadığı bu dönemde sonumuzun gelmesinden ve daha hayırlı bir
döneme ulaşamamaktan korkuyorum. Bizler Peygamberimiz (s.a.v.)'in ailesi
fertlerinin gelmesi için boyunlarımızı uzatıyor, onlara yardım edeceğimizi vaat
ediyor ve buraya gelmeleri için teşvik ediyorduk; fakat onlar bizim yanımıza
gelince gevşek davrandık, aciz kaldık, aldattık ve bizim aramızda
Peygamberimizin oğlu, soyu, özü ve kanının bir parçası olan evladı
öldürülünceye kadar bekledik. Feryat edip adalet istedi, verilmedi. Fasıklar
O'nu oklarının hedefi ve mızraklarının talimgah halkası haline getirdiler.
Üzerine çullanarak üstündeki eşyalarını aldılar. Haydi, silkininiz, Rabbiniz
size gazap etmiş bulunuyor. Artık Allah'ı razı etmeden hanımlarınıza,
çocuklarınıza dönmeyiniz. Allah'a yemin ederim, O'nu öldüren kimselerle
çarpışmadan sizden razı olacağını zannetmiyorum. Şunu söyleyeyim:
Ölümden
korkmayınız, çünkü ölümden kim korkmuşsa kesinlikle zelil olmuştur. Sizler
İsrailoğulları'na Peygamberleri: "Sizler kendi öz nefislerinize
zulmettiniz" dediği zaman gibi olunuz. Peygamberleri onlara şöyle demişti:
''O halde sizleri yaratana tövbe ediniz ve bunun için kendi kendinizi
öldürünüz.'' (Bakara suresi, 54) Onlar büyük günahlarından kendilerini ölümden
başka hiç bir şeyin kurtaramayacağını anlayınca dizlerinin üzerine çöktüler ve
boyunlarını uzattılar. Sizler de onların çağrıldıkları bu gibi bir şeye
çağrılırsanız ne yaparsınız? Haydi, kılıçlarınızı bileyin ve mızraklarınıza
dişlerini takın. ''Onlara karşı kuvvetten ve bağlanıp beslenen atlardan gücünüz
yettiği kadar hazırlık yapınız.'' (Enfal suresi, 60). Ve bu hazırlığınızı savaş
için davet edileceğiniz zamana kadar yapmağa devam edin. "
Bunun
üzerine Halid bin Sa'ad bin Nufeyl şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim,
Rabbimi razı edeceğini ve beni günahımdan kurtaracağını bilseydim kendimi
öldürürdüm. Ben burada hazır olan herkesi şahit tutuyorum, düşmanımla
çarpışacağım silahımın dışında malik olduğum her şey Müslümanlar için bir
sadakadır. Bununla onları fasıklarla yapacakları çarpışmalarda güçlerine güç katmak
için yapıyorum!"
Kinaneli
Ebu'l-Mu'temir bin Habs bin Rabia da kalkıp aynı şeyleri söyleyince Süleyman
şöyle dedi: "Sizin bunu yapmanız yetiyor. Kim böyle bir şey yapmak
istiyorsa vereceği bağışları Temimli Abdullah bin Val'e götürsün. Vermek istediğiniz
her şey O'nun yanında toparlanıp bir araya gelince biz taraftarlarınızdan
İhtiyaç sahibi ve fakir kimseleri donatırız."
Süleyman
bin Surad bu konuda Huzeyfe bin el-Yeman'ın oğlu Sa'ad'e mektup yazarak
verdikleri kararı bildirdi ve O'nu kendisiyle birlikte bulunan Meda'in şiası
ile birlikte kendilerine yardımcı olmak üzere davet etti. Hz. Huzeyfe'nin oğlu
Sa'ad Meda'in'de bulunan şiaya bu mektubu okuyunca onlar bu daveti kabul
ettiler. Süleyman bin Surad'a mektup yazarak kendisine doğru hareket etmekte
olduklarını ve O'na yar-dımcı olacaklarını bildirdiler.
Süleyman
aynı şekilde Sa'ad bin Huzeyfe'ye yazdığına benzer bir mektubu Abdlı Müsenna
bin Muharribe'ye de yazdı. Müsenna O'na şöyle cevap verdi:
"Bizler
şia topluluğu olarak sizin vermiş olduğunuz bu kararınızdan dolayı Allah'a hamd
ettik. Allah'ın izniyle bizler uğrunda harekete geçtiğin maksat için, yanında
olacağız." Mektubunun alt tarafında da şu beyitleri eklemişti:
''Gözetle,
sana geliyorum haber vererek Boynu uzun, şimşek gibi kükreyen aslan sırtında.
Geniş sırtlı, güçlü ve yüksektir o, Dizginleri zorluyor, güçlükle atılıyor.
Korkunun yanaşamadığı yiğitlerle geliyorum; Savaş ateşini orakla biçer bunlar,
hiç usanmadan. Güven kardeşim, bunların niyeti Allah 'tır, Kılıcın keskin
tarafıyla vurur, bu günahsızlar.''
Bunların
bu işe ilk başlamaları 61 yılında Hz. Hüseyin'in öldürülmesinden sonra olmuştu.
Onlar savaş araçlarını ve halkı gizlice Hüseyin'in kanını talep etmek üzere
hazırlamağa devam edip durdular. Onların bu çağrılarını kabul eden oluyordu. Bu
hal Muaviye'nin oğlu Yezid 84 yılında ölünceye kadar devam etti. Yezid öldükten
sonra arkadaşları Süleyman'ın yanına gelerek şöyle dediler: "Şu azgın
ölmüş bulunuyor. Artık durum gevşektir, arzu edecek olursan Amr bin Hureys'in
üzerine hücum ederiz." Amr o zaman İbn Ziyad'ın Küfe'deki vekili
bulunuyordu. Şöyle devam ettiler: "Ondan sonra açıktan açığa Hüseyin'in
kanını talep eder, onu öldürenlerin peşine düşer ve herkesi, kendileri için
değerli ve hakları alınmış olan bu ehl-i bey te davet ederiz."
Süleyman
bin Surad onlara şu esvabı verdi: "Acele etmeyiniz. Ben sizin sözünü
ettiğiniz konuları inceledim. Hüseyin'i öldürenlerin Küfe'nin şereflileri,
Arapların iyi ata binenleri olduklarını gördüm. Hüseyin'in kanı bunlardan
istenecektir. Sizin ne istediğinizi bildikleri takdirde herkesten çok bunlar
size karşı olurlar. Diğer taraftan sizden bana tabi olanlara baktım, gördüm ki,
şayet açıktan açığa ortaya atılacak olurlarsa bunlar intikamlarını alamazlar,
kendilerini rahatlatamazlar ve düşmanlarının keseceği bir deve durumuna
düşerler. Ben bunun yerine sizlere şunu teklif ediyorum: Sizler
propagandacılarınızı etrafa yayınız ve insanları bu davaya çağırınız."
Onlar
da bu teklifi kabul ettiler. Yaptıkları çağrıyı Yezid'in ölümünden sonra pek
çok kişi kabul etti.
Daha
sonra Kufeliler Amr bin Hüseyin'i Kufe'den çıkartıp, İbn ezZübeyr'e bey'at
ettiler. Süleyman ve arkadaşları da insanları davet etmeğe devam ediyorlardı.
Yezid'in
ölümünün üzerinden altı ay geçince Muhtar bin Ebi Ubeyd Ramazan'ın ortalarında
Küfe'ye geldi. Diğer taraftan ensardan Abdullah bin Yezid de Ramazan'ın
bitmesine sekiz gün kala İbn ez-Zübeyr tarafından Kufe'ye emir olarak geldi.
Bununla birlikte İbrahim bin Muhammed bin Talha da Küfe'nin haracını toplamak
göreviyle gelmişti.
Bunun
üzerine Muhtar halkı Hz. Hüseyin'i öldürenlerle çarpışmağa davet etmeğe ve
şöyle demeğe başladı: "Ben sizin yanınıza Mehdi Muhammed bin Hanefiye'nin
yanından, O'nun veziri ve emini olarak geldim." Şiadan bir grup kimse
O'nun yanına döndü. Muhtar şöyle diyordu: "Süleyman açıkça isyan edip hem
kendisini hem de beraberindekileri ölüme götürmek istiyor, çünkü O savaş
konusunda basiret sahibi değildir."
Abdullah
bin Yezid bu günlerde Kufe'de kendisine karşı bir ayaklanma olacağı haberini
aldı. O'na Muhter'ı hapsetmesi söylendi ve serbest bırakacak olursa sonunun iyi
olmayacağı korkusuyla tehdit edildi.
Bunun
üzerine Abdullah şöyle dedi: "Onlar bizimle savaşacak olurlarsa biz de
onlarla savaşırız. Fakat bize ilişmezlerse onların peşine düşmeyiz. Bunlar
Ali'nin oğlu Hüseyin'in kanını istiyorlar, Allah bunlara merhamet buyursun.
Onlar emniyet içerisindedirler, açıkça çıksınlar ve Hüseyin'i öldürenlerin
üzerine gitsinler. (İbn Ziyad'ı kastederek) Bu adam onların üzerine giderken
ben onların yardımcısı idim. Şu Hüseyin'i, sizin en hayırlılarınızı ve sizlerin
benzerlerinizi öldüren İbn Ziyad şimdi size yönelmiş bulunuyor. Onlar O'nun
yanından Menbiç Köprüsü'nden itibaren ayrıldılar. O'nunla savaşmak ve bunun
için hazırlanmak, sizin gücünüzü birbirinize karşı kullanarak birbirinizi
öldürmenizden ve sonunda düşmanınızın sizinle zayıf halinizle karşılaşmasından
daha iyidir. Zaten İbn Ziyad'ın isteği de budur. Allah'ın yarattıklarının en
azılı düşmanı sizin üzerinize gelmiş bulunuyor. Söyleyin bana, yedi sene
idareci olarak başınızda kalıp, sizin iffetli ve dinine bağlı kimselerinizi
öldürmekten geri kalmayanlar kimlerdi, babası ve kendisi değil mi? Sizi öldüren
O'dur ve sizler ne gördüyseniz O'ndan gördünüz. Kanını istemiş olduğunuz
kimseyi öldüren şahıs işte sizin üzerinize geliyor. Siz de O'nu keskin
kılıcınızla ve heybetinizle karşılayınız. Silahınızı, kılıcınızı O'na karşı
kullanınız, birbirinize karşı değil! Ben size samimiyetle öğüt veriyorum.
"
Mervan,
İbn Ziyad'ı önce Cezire üzerine, oradaki işlerini bitirince de Irak'a
göndermişti.
Abdullah
bin Yezid sözlerini bitirdikten sonra İbrahim bin Muhammed bin Talha şunları
söyledi: "Ey insanlar! Sakın sizleri bu hilebazın söylemiş olduğu sözler
kılıç ve kuvvete karşı aldanışa düşürmesin. Allah'a yemin ederim, eğer bize
herhangi bir kimse karşı çıkacak olursa kesinlikle onu öldürürüz. Şayet bir
takım kimselerin bize karşı ayaklanacaklarına inanacak olursak, oğluna karşılık
babasını, babasına karşılık oğlunu öldürürüz. Arkadaşı arkadaşından, tanıyanı
tanıdığı kimselerden sorumlu tutarız. Sizler hakkı kabul edinceye ve itaat
altına girinceye kadar bunu böyle yaparız."
Bunun
üzerine hemen Müseyyeb bin Necebe ileri atılarak konuşmasını kesti ve şunları
söyledi: "Ey ahdi bozanların oğlu, sen bizleri kılıcınla ve kuvvetinle mi
tehdit ediyorsun? Allah'a yemin ederim, sen böyle bir tehdidi yapamayacak kadar
zelilsin. Seni bize karşı kin beslemenden dolayı kınamıyoruz, çünkü bizler
senin babam ve dedeni öl-dürdük. Sana gelince ey emır, sen gerçekten çok doğru
bir söz söylemiş bulunuyorsun."
Buna
karşılık İbrahim şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim, sen öldürüleceksin, bu
da (Abdullah bin Yezid'i kastediyor) seni aldatmış bulunuyor."
Bu
sefer Abdullah bin Val şöyle konuştu: "Sen niye bizimle emirimizin arasına
giriyor ve itiraz ediyorsun? Sen bizim emirimiz değilsin, sadece ve sadece
vergi toplamakla görevlisin. Haydi, git harcını topla! Şayet bu ümmetin işini
ifsat edecek olursan, zaten senin ebeveynin bunu ifsat etmişti ve onlar da en
kötü musibetlere uğradılar." Bu sefer İbrahim ile beraber olanlardan bazı
kimseler onlara hakaret ettiler ve karşılıklı olarak hakaretlerde bulundular.
Emir minberden inince İbrahim O'nu İbn ez-Zübeyr'e yazıp şikayette bulunmakla
tehdit etti. Arkasından Abdullah İbrahim'in evine giderek özür diledi, O da
özrünü kabul etti. Daha sonra Süleyman'ın arkadaşları açıktan açığa
silahlarını, çekerek ve hazırlıklarını yaparak ortaya çıktılar.
BİR SONRAKİ
SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA
HARİCİLERİN
ABDULLAH BİN EZ-ZÜBEYR'DEN AYRILMALARI VE YAPTIKLARI