İBNÜ’L-ESİR el-Kamil fi’t-Tarih

3. CİLT

 

HİCRETİN ALTMIŞ BEŞİNCİ YILI OLAYLARI (M. 684-685)

TEVVABİN'İN YÜRÜYÜŞÜ VE ÖLDÜRÜLMELERİ

 

HİCRİ 65.YIL

 

Huza'alı Süleyman bin Surad 65. yılda ortaya çıkmak isteyince arkadaşlarının ileri gelenlerine haber gönderdi ve onları yanına çağırdı. Rebiulahir ayı girince bunlarla birlikte harekete geçti, çünkü bu gece çıkış yapmak üzere birbirleriyle sözleşmişlerdi. ''en-Nuhayle'' denilen yere gelince bunun için gelmiş olan kimselerin arasında dolaştı, fakat onların sayılarından memnun olmadı. Bunun üzerine Kindeli Hakim bin Münkiz ile Kinaneli Velid bin Usayr'ı gönderdi. Bunlar Kufe'nin ortasında: "Ey Hüseyin'in intikamcıları!" diye seslendiler. Böylece bu iki kişi: "Ey Hüseyin'in intikamcıları!" diye seslenen ilk kişiler olmuşlardı. Ertesi gün Süleyman'ın yanına yaklaşık olarak mevcut askerleri kadar kimse daha geldi. Defterlerine bakıp da kendisine bey' at edenlerin sayısının on altı bin olduğunu görünce şöyle dedi: "Sübhanallah! On altı bin kişiden sadece dört bin kişi yanımıza geldi." Kendisine: "Muhtar insanları senden alıkoyuyor, iki bin kişi şu anda O'na tabi olmuş bulunuyor!" denilince:

 

"Yine de geriye on bin kişi kalıyor, bunlar mümin değil midirler? Bunlar Allah'ı, verdikleri söz ve ahideri hatırlamıyorlar mı?" dedi. Nuhayle'de üç gün süreyle kaldı ve bu süre zarfında gelip kendisine katılmayanlara haberciler gönderdi. Haber gönderdiği kimseler arasından da yaklaşık bin kişi daha gelip O'na katıldı. Bunu gören Müseyyeb bin Necebe ayağa kalkıp Süleyman'a şunları söyledi: "Allah sana merhamet buyursun. İstemeyerek gelenin sana faydası olmaz. Seninle ancak samimi bir niyet ile çıkmış olanlar çarpışırlar. O bakımdan kimseyi bekleme ve elini çabuk tut." Süleyman O'na: "Görüşün çok yerinde," diye cevap verdi.

 

Daha sonra Süleyman arkadaşlarının önüne dikilerek şöyle konuştu: "Ey insanlar! Kim bu çıkışıyla Allah'ın rızasını ve ahireti isteyerek çıkmışsa o bizdendir, biz de ondanız. O yaşarken de, ölürken de Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Kim de yalnız dünyayı isteyerek çıkmışsa, Allah'a yemin ederim ki, bizler Allah'ın rızası dışında hiç bir ganimet ve hiç bir mal ele geçirecek değiliz. Yanımızda da ne altın, ne gümüş, ne de herhangi bir mal vardır. Beraberimizde olan sadece omuzlarımızdaki kılıçlarımız ve ancak bize yetecek olan azığımızdır. Bunun dışında herhangi bir niyete sahip olan kimseler bizimle birlikte kalmasın." Arkadaşları dört bir yandan şöyle seslendiler: "Bizler dünyayı istemiyoruz, dünya için de çıkmadık. Biz yalnız tövbe etmek ve Peygamberimiz Resulullah (s.a.v.)'ın kızının oğlunun kanını istemek üzere çıktık."

 

Süleyman yola koyulmağa karar verince Abdullah bin Sa'ad bin Nufeyl O'na şunları söyledi: "Benim bir görüşüm vardır. Eğer bu görüş doğru ise buna muvaffak kılan elbette Allah'tır; doğru değilse bu benim kendi nefsimdendir. Bizler Hüseyin'in kanını istemek üzere çıktık. O'nun bütün katilleri ise Küfe'de bulunuyor. Bunlardan bazıları Ömer bin Sa'ad ile ordunun dörtte birlerinin başındakiler ve kabile reisleridir. Bizler nereye gidiyoruz ve asıl intikamı nasıl bırakıyoruz?" Bütün arkadaşları: "İşte asıl doğru olan görüş budur!" dediler.

 

Süleyman ise şöyle dedi: "Ben bu görüşü paylaşmıyorum. Asıl katil O'nun üzerine askerleri yığın yığın gönderen, teslim olmadıkça ve hakkında verdiği kararı uygulamadıkça kesinlikle O'na eman vermeyeceğini söyleyen şu fasık oğlu fasık Ubeydullah bin Ziyaddır. Haydi, Allah'ın bereketi ile yola koyulun ve O'nun üzerine gidin. Allah sizlere zafer verecek olursa ondan sonra gelecek olan kimseleri yenmenin bizim için daha kolay olacağını ümit ederiz. Aynı şekilde şehrinizin halkının da kolaylıkla size itaat edeceklerini umarız. O zaman onlar Hüseyin'in kanına iştirak etmiş olan kimseleri araştırıp bulurlar, onları öldürürler ve bu konuda herhangi bir akılsızca davranışa ve aldanışa düşmezler. Şayet şehit düşecek olursanız sizler haramları helal sayan kimselerle çarpışmış olarak öldürüleceksiniz. Allah'ın yanındaki mükafat ise iyiler için daha hayırlıdır. Ben sizlerin bütün gayretlerinizi bu şekilde onun kanını helal sayanlardan başkasına yöneltmenizi istemiyorum. Sizler şayet kendi şehir halkınızla çarpışacak olursanız, herkes şu manzarayla karşılaşacak. Kimisi kardeşini, kimisi babasını, kimisi dostunu, kimisi de öldürmeyi arzuladığı kimseyi öldürecektir. Haydi, Allah'tan hayırlısını isteyin ve yolunuza gidin!"

 

Abdullah bin Yezid ile İbrahim bin Muhammed bin Talha İbn Surad'ın çıkışını haber alınca Küfe halkının eşrafı ile birlikte yanına gittiler. Ancak Hz. Hüseyin'in kanının dökülmesine iştirak etmiş bulunanlar Süleyman'dan korktukları için onlarla birlikte olmadı. O sıralarda Ömer bin Sa'ad bunlardan korktuğu için emirlik sarayında kalıyordu. Abdullah ile İbrahim Süleyman'ın yanına varınca Abdullah Süleyman'a şunları söyledi: "Gerçek şu ki, Müslüman Müslümanın kardeşidir; ona ne hainlik eder, ne de onu aldatır. Sizler hem bizim kardeşimiz, hem de Allah'ın yarattıkları arasında en çok sevdiğimiz hemşerilerimizsiniz. Sizi kaybetmek istemiyoruz. Cemaatimizden ayrılmak suretiyle bizim sayımızı azaltmanızı da arzulamıyoruz. Haydi, bizler de hazırlanıncaya kadar bizimle birlikte kalınız. Düşmanımız bizim üzerimize gelecek olursa, hep birlikte cemaat olarak karşı çıkar ve O'nunla savaşırız."

 

Ayrıca Abdullah gitmeyip de kalacak oldukları takdirde Süleyman'a ve arkadaşlarına Cuha'nın haracını tahsis etti. İbrahim bin Muhammed de aynı şeyleri söyledi. Süleyman ikisine de cevap olarak şöyle dedi: "İkiniz de samimi olarak öğüt verdiniz ve bize gerçekten sağlıklı bir görüş vermek için elinizden geleni yaptınız. Bizler Allah adına ve O'nun için hareket ediyoruz. Allah'tan doğruyu bulmak için bir kararlılık talep ediyoruz ve gitmekten başka bir görüşümüz de yoktur."

 

Bu sefer Abdullah O'na şöyle dedi: "Peki, sizinle birlikte oldukça kalabalık bir birlik hazırlayıp gönderinceye kadar bekleyiniz, böylelikle düşmanımıza karşı kalabalık bir asker grubu ile karşı çıkmış olacaksınız."

 

O sırada Ubeydullah bin Ziyad'ın Şam'dan bir ordu ile gelmekte olduğu haberini almışlardı. Fakat Süleyman durmadı. 65. yılın Rebiulahir ayının beşinci (19 Kasım 684 M.) günü cuma akşamı yola koyuldu. Daha sonra Daru'l-Ehvaz'a vardı. Oraya vardığında pek çok kişi onları terk edip geride kalmıştı. Bunun üzerine Süleyman şöyle konuştu: "Ben sizleri bırakıp da geride kalanlarla birlikte olmayı arzu etmiyorum. Zaten onlar sizinle birlikte çıkmış olsaydılar , sadece gevşekliğinizi artırırlardı. O bakımdan Allah onların sizinle birlikte gelmelerinden hoşlanmamış, onları geciktirmiş ve bu işin faziletini sizlere tahsis etmiştir."

 

Daha sonra Hz. Hüseyin'in kabrine varıncaya kadar yollarına devam ettiler. Hz. Hüseyin'in kabrine vardıklarında hep bir ağızdan feryat ve figana başladılar. O güne kadar bu kadar çok ağlayan kimse görülmüş değildi. O'na rahmet okuyup durdular ve kendisini yardımsız ve desteksiz bıraktıklarından, O'nunla birlikte savaşmadıklarından dolayı tövbe ettiler. Kabrinin yanında bir gün, bir gece kaldılar ve bu süre içerisinde ağladılar, dua ettiler, O'na ve arkadaşlarına rahmet okudular. Kabri başında söyledikleri sözler arasında şunlar da vardır:

 

"Allah'ım, şehit oğlu şehit olan, mehdi oğlu mehdi ve sıddık oğlu Sıddik olan Hüseyin'e rahmet buyur, Allah'ım, bizler seni şahit tutuyoruz ki onların dini, onların yolu üzereyiz. Onları öldürenlerin düşmanıyız, onları sevenlerin dostlarıyız. Allah'ım, biz peygamberimizin kızının oğlunu yardımsız bıraktık. Sen bizim bu konuda geçmiş günahımızı affet, tövbemizi kabul et! Hüseyin'e ve onların şehit ve sıddik olan arkadaşlarına merhamet buyur! Bizler seni şahit tutuyoruz ki, onların dini ve uğrunda öldürüldükleri dava üzereyiz. Şayet sen bize mağfiret etmeyecek ve merhamet buyurmayacak olursan elbette ki zarara uğrayanlardan oluruz."

 

Hz. Hüseyin'in kabrine baktıkça onların kinleri artıyordu.

 

Tek tek kabrinin yanına gidip vedalaşır gibi yaptıktan sonra yollarına koyuldular. Vedalaşmak isterken kabri başında olan izdiham Hacer-i Esved'İ öpmek için olan izdihamdan daha fazla oluyordu. Bilahare Enbar yolunu tuttular. Abdullah bin Yezid onlara bir mektup yazdı. Bu mektubun bir kısmı şöyledir:

 

"Ey kavmimiz! Düşmanınıza itaat etmeyiniz. Sizler kendi mıntıkanızda hayırlı kimselersiniz. Düşmanımız ne zaman sizi eline geçirecek olursa, şehrinizin ileri gelenleri olduğunuzu bilecekler ve bu onların geride kalanlara karşı iştahlarını kabartacaktır. Ey kavmimiz! ''Şayet onlar size karşı zafer kazanacak olurlarsa sizleri taşa tutarlar. Yahut da sizi kendi dinlerine çevirirler ve bir daha ebediyen felah bulamazsInız.'' (Kehf suresi, 20). Ey kavmim! Ellerimizle elleriniz birdir. Ne zaman söz birliği edecek olursak düşmanımıza karşı zafer kazanırız. Ayrılığa düşecek olursak bizlere muhalif olanlara karşı gücümüz zayıflar. Ey kavmimiz! Benim bu nasihatimi yanlış anlayarak aldanışa düşmeyiniz ve emrime muhalefet etmeyiniz. Bu mektubum sizlere okunur okunmaz, yanıma geliniz. Vesselam."

 

Bunun üzerine Süleyman ve arkadaşları şöyle dediler: "Biz henüz şehrimizden dışarıya çıkmamışken bile bu teklifi kabul etmemiştik. Kendimizi cihada alıştırmışken ve düşmanımızın arazisine yaklaşmışken bu bizim için kabul edilebilecek bir görüş olamaz." Bunun üzerine Süleyman mektup yazıp teşekkür etti ve O'nu övdükten sonra şunları söyledi: "Bizimle birlikte olan bu topluluk kendilerini Allah'a adamış olmaktan dolayı müjdelenmiş kabul ediyorlar. Onlar büyük günahlarından tövbe etmiş, Allah'a yönelmiş, O'na tevekkül etmiş ve Allah'ın kendileri için takdir ettiği şeye razı olmuş bulunuyorlar."

 

Abdullah, Süleyman'ın bu mektubunu alınca şöyle dedi: "İşte bunların hepsi kendilerini ölüme attılar. Onlar hakkında alacağımız ilk haber öldürüldükleri olacaktır. Allah'a yemin ederim, onlar şerefli ve Müslüman olarak öldürüleceklerdir. "

 

Daha sonra savaşa hazır olarak Karkisiya'ya varıncaya kadar yollarına devam ettiler. Karkisiya'nın başında Kilablı Züfer bin Haris bulunuyordu. Züfer onlara karşı kendisini savunmaya almış ve kalenin dışına çıkmamıştı. Süleyman Müseyyeb bin Necebe'yi kendilerine alış veriş yapacakları bir pazar kurulmasını istemek üzere O'na gönderdi. Müseyyeb, Karkisiya kapısına vardı ve kendisini tanıttıktan sonra Züfer'in yanına girmek için izin istedi. Züfer'in oğlu Hüzeyl babasının yanına vararak şöyle dedi: "Bu güzel görünümlü bir adamdır. Adı Müseyyeb bin Necebe olup senin yanına girmek için izin istiyor." Züfer oğlu Hüzeyl'e şöyle karşılık verdi: "Yavrucuğum, sen O'nun kim olduğunu bilmiyor musun? Bu bütün Mudar'ın en iyi atlısıdır. Şayet Mudar'ın eşrafından on kişi sayılacak olursa onlardan bir tanesi bu olur. Bunun da ilerisinde o oldukça dindar ve abid bir insandır. O'na izin ver." Bunun üzerine Hüzeyl Müseyyeb'e izin verdi. Müseyyeb Züfer'in yanına girince Züfer O'nu yanına oturttu ve durumunu sordu. Müseyyeb durumunu bildirdikten sonra kararlarından söz etti. Züfer şöyle cevap verdi: "Şehrin kapılarını sadece bizimle mi, yoksa başkalarıyla mı sa-va şmak istediğinizi öğrenmek için kapattık, yoksa üzerimize yapılan bir hücuma karşılık vermekten aciz değiliz. Üstelik sizinle de çarpışmak istemiyoruz, çünkü sizin salih ve güzel bir işinizin olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz."

Züfer daha sonra oğluna emir vererek şehir dışında bir pazar kurulmasını söyledi. Ayrıca Müseyyeb'e de bin dirhem ile bir at verilmesini emretti. Müseyyeb parayı reddetti, fakat atı kabul etti ve: "Şayet, atım topallayacak olursa belki ona ihtiyacım olur." diyerek kabul edişinin sebebini açıkladı.

 

Züfer onlara oldukça fazla miktarda ekmek, yem ve un gönderdi. Öyle ki Süleyman ile birlikte olanların kamçı veya elbise gibi bir şeyalmak isteyenler dışında, pazara gitmeğe ihtiyaçları kalmadı.

 

Ertesi günü yollarına koyuldular. Züfer onları uğurlamak için çıktığında Süleyman'a şunları söylemişti: "Rakka'dan beş komutan yola koyulmuş bulunuyor. Bunlar Husayn bin Numeyr, Şürahbil bin Zu'l-Kela', Edhem bin Muhriz, Has'amlı Cebele bin Abdullah ve Ubeydullah bin Ziyad'dır. Beraberlerindeki asker dikenler ve ağaç yaprakları kadar çoktur. Eğer bizim şehrimize girmeyi arzu ediyorsanız sizinle birlikte oluruz. Düşman üzerimize gelecek olursa hep birlikte onlarla savaşınz." Süleyman Züfer'e şu cevabı verdi: "Bizim şehrimizin halkı da aynı şeyi istediler, fakat onların da bu tekliflerini kabul etmedik."

 

Züfer o zaman şöyle söyledi: "O halde Aynu'l-Verde'ye onlardan önce varmağa çalışınız. Burası bir pınar başıdır. Şehir arkanızda kalsın; öbür meskun yerler, su ve malzeme de önünüzde ve elinizin altında olsun. Sizinle aramızda bulunan bölgeden ve her şeyden kendinizi emniyette kabul ediniz. Mesafeleri kat ediniz. Allah'a yemin ederim, ben sizden daha kerim hiç bir topluluk görmedim. Onlardan daha önce varacağınızı ümit ediyorum. Onlarla savaşacak olursanız sakın düzlükte, karşılıklı ok atarak veya mızrak kullanarak savaşmayınız, çünkü onlar sayıca sizden daha fazladırlar ve etrafınızı sarıp kuşatmayacaklarından emin değilim. Sakın önlerinde durmayın, sizleri yere yıkarlar. Onlara karşı askerlerinizi dizip saf düzeni de almayınız; çünkü ben sizinle birlikte piyade görmüyorum, halbuki onlarla birlikte hem piyade, hem de süvari vardır, biri ötekini korur. O bakımdan onlara karşı küçük birlikler ve küçük müfrezeler halinde karşılaşmalar yapınız. Daha sonra o birlikleri onların sol kanatları ile sağ kanatları arasında dağıtınız. Her bir birlik ile birlikte ve onun hemen yanı başında bir başka birlik olsun. Bu iki birlikten birisinin üzerine hamle yapılacak olursa ikinci birlik onların üzerine gider ve onlara bir parça rahat nefes aldırır. Böylelikle her bir birlik istediği zaman açılır, istediği zaman da daralır. Şayet tek bir saf olacak olursanız ve onların piyadeleri üzerinize gelecek olurlarsa, bu yapılan hücumu püskürteceğiniz zaman saf bozulur ve işte o vakit yenilgiden başka bir şeyle de karşılaşmamış olursunuz." Daha sonra vedalaştı ve onlara dua etti. Onlar da dua ettiler ve O'nu övdüler.

 

Bilahare hızlı bir şekilde yollarına koyuldular. Aynu'l-Verde'ye vardılar ve batı tarafına konakladılar. Orada beş gün kalıp hem kendileri dinlendi, hem de bineklerini dinlendirdiler.

 

Diğer taraftan Şamlılar askerleri ile birlikte Aynu'l-Verde'ye doğru geldiler ve Aynu'l-Verde'den bir gün bir gece mesafede durdular. Süleyman arkadaşlarına bir konuşma yaparak ahiretten söz edip şevklerini artırdıktan sonra şunları söyledi: "Şunu biliniz ki, gece gündüz yorgunluk nedir, dinlenmek nedir bilmeden takip edip durduğunuz düşmanınız yaklaşmış bulunuyor. Karşılaşacak olursanız samimi olarak onlarla savaşınız ve sabırlı olunuz, çünkü muhakkak Allah sabredenlerle beraberdir. Hiç biriniz sakın onlara arkasını dönerek kaçmasın, ancak bir savaş hilesi olarak yerini değiştirmesi yahut da bir başka savaşan gruba katılmak için yerinden ayrılması hali müstesna. Kaçan bir kimseyi öldürmeyiniz, yaralı bir kimsenin de işini bitirmeyiniz. Davet etmeniz gereken bir kimseyi esir aldıktan sonra sizinle çarpışması hali müstesna, öldürmeyiniz, çünkü Ali'nin, bu davetin kendilerine ulaşması gereken kimselere karşı uygulaması böyle idi."

 

Daha sonra onlara şöyle dedi: "Şayet ben öldürülecek olursam komutan Müseyyeb bin Necebe'dir. O da öldürülecek olursa komutan Abdullah bin Sa'ad bin Nüfeyl'dir. O da öldürülürse o zaman komutan Abdullah bin Val'dir. O da öldürülürse komutan Rifa'a bin Şeddad olsun. Allah, vermiş olduğu ahitte duran kişilere merhamet buyursun!"

 

Süleyman, ardından dört yüz atlı ile birlikte Müseyyeb'i gönderip şunları söyledi: "Onların askerlerinin öncüleriyle karşılaşıncaya kadar yoluna devam et. Onları görür görmez üzerlerine baskın yap. Başarı kazanırsan mesele yok, aksi takdirde geri dön. Sakın atından inme ve seninle birlikte olanlardan herhangi birinin atından inmesine yahut da yaya olarak birisi ile karşılaşmasına imkan verme, başka çare bulamaman hali müstesna."

 

Müseyyeb bütün gün ve gece yoluna devam etti ve seher vakti konakladı.

Sabah olunca arkadaşlarını dört bir yana göndererek karşılaştıkları kimseyi getirmelerini istedi. Derken bir Bedevi Arap getirdiler. Kendilerine en yakın askerin nerede bulunduğunu sorunca Bedevi: "Şamlıların sana en yakın askeri birlikleri Şurahbil bin Zu'l-Kela'nın birliğidir. Buradan bir mil uzaklıktadır. Şurahbil ile Husayn arasında ihtilaf çıkmış bulunuyor. Husayn kendisinin cemaat ile birlikte olduğunu ileri sürerken Şurahbil bunu kabul etmiyor. İşte bu ikisi şu anda İbn Ziyad'ın emirlerini beklemektedirler."

 

Bunun üzerine Müseyyeb ve beraberindekiler hızlıca yola koyuldular.

 

Hiçbir şeyden haberli bulunmadıkları bir sırada onlara yaklaştılar, askerlerinin bir kanatları üzerine hamle yaptılar ve bozguna uğratıp geri çekilmek zorunda bıraktılar. Müseyyeb bizzat kendisi onlardan bazı kimseleri öldürdü. Oldukça fazla sayıda Şamlı askeri yaraladılar ve bineklerini aldılar. Şamlılar karargahlarını bırakıp kaçıştılar ve bozguna uğradılar. Müseyyeb'in askerleri istediklerini ganimet olarak aldıktan sonra yanlarında oldukça fazla mal ile birlikte Süleyman'ın yanına döndüler.

 

İbn Ziyad durumu haber alınca, alelacele Husayn bin Numeyr'i yola koydu. Husayn hızlı bir şekilde on iki bin askerle yoluna devam etti. Süleyman'ın arkadaşları da Cumadelula ayının bitmesine dört gün kala onlara karşı çıktı. Süleyman'ın askerlerinin sağ kanadının başında Abdullah bin Sa'ad, sol kanadının başında Müseyyeb bin Necebe bulunuyordu. Merkezde de kendisi vardı. Diğer taraftan Husayn askerlerinin sağ kanadının başına Cümle bin Abdullah, sol kanadının başına Rabia bin Muharik el-Ganevi'yi komutan yaptı. Her iki taraf birbirine yaklaşınca Şamlılar Süleyman' ı ve beraberindekileri Abdulmelik bin Mervan etrafında toplanmağa çağırırken, Süleyman'ın arkadaşları ise Şamlılara Abdulmelik'e olan bey'atlerini bozmayı, Ubeydullah bin Ziyad'ı kendilerine teslim etmeyi ve Irak'ta bulunan İbn ez-Zübeyr taraftarlarını çıkartarak işi Peygamber (S.A.V.)'in Ehl-i Beyt'ine iade etmeyi teklif ettiler. Ancak her iki taraf da karşı tarafın tekliflerini kabul etmedi. Daha sonra Süleyman'ın sağ kanadı Husayn'ın sol kanadına, sol kanadı da onun sağ kanadına hücum etti. Süleyman da merkezde bulunan askerlerle birlikte hücuma geçti. Şamlılar kendi karargahlarına kadar geri çekilmek zorunda kaldılar. Gece karanlık basıncaya kadar Süleyman'ın arkadaşlarının üstünlüğü devam etti.

 

Ertesi gün sabah olunca İbn Zu'l-Kela komutasında sekiz bin kişilik bir ordu gelip Husayn'a katıldı. Onlara bu yardımcı kuvveti Ubeydullah bin Ziyad göndermişti. Süleyman'ın arkadaşları karargahlarından çıkıp daha şiddetlisi olamayacak bir şekilde bütün gün çarpıştılar. Sadece namaz kılmak için savaşa ara veriyorlardı. Akşam olunca iki taraf birbirlerinden ayrıldı. Her iki tarafta da oldukça fazla yaralı vardı. Vaizler Süleyman'ın askerleri arasında dolaşarak onları savaşa teşvik ediyordu.

 

Sabah olunca Edhem bin Muhriz el-Bahili İbn Ziyad tarafından gönderilen on bin asker ile birlikte Şamlılara yardımcı kuvvet olarak geldi. Cuma günü kuşluk vakti olup güneş yükselinceye kadar şiddetli bir şekilde çarpıştılar. Daha sonra Şamlılar büyük kalabalıklar halinde üzerlerine atılıp her taraftan onları sardılar. Süleyman arkadaşlarının çektikleri sıkıntıları ve karşılaştıkları musibetleri görünce atından inip onlara şöyle seslendi: "Ey Allah'ın kulları! Rabbi'ne erken kavuşmak isteyen ve günahından tövbe etmeyi arzulayan yanıma gelsin." Daha sonra kılıcının kınını kırıp attı. Pek çok kişi atından indi ve aynı şekilde kılıçlarının kınlarını kırarak O'nunla beraber yürüdü. Şamlılarla çarpıştılar. Şamlılardan çok sayıda kişi öldürüldü ve yaralandı. Husayn onların sabırla ve metanetle çarpıştıklarını görünce piyadeleri ok atmak üzere ileri gönderdi. Atlılarla piyadeler Süleyman'ın ve arkadaşlarının etrafını sardılar. Süleyman, Yezid bin Husayn'ın attığı bir okla önce yere düştü, daha sonra ileri atıldı ve arkasından bir daha yere düşüp öldü. Allah rahmet eylesin!

 

Süleyman'ın öldürülmesi üzerine bayrağı Müseyyeb bin Necebe aldı.

 

Süleyman'a rahmet diledikten sonra O da öne geçti, sancak elinde olduğu halde bir süre çarpıştı. Sonra geri döndü ve tekrar hamle yaptı. Aynı şeyi defalarca tekrarladıktan ve pek çok kişi öldürdükten sonra O da öldürüldü. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.

 

Müseyyeb öldürülünce sancağı Abdullah bin Sa'ad bin Nufeyl eline aldı ve her ikisine de rahmet okuduktan sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: ''Onlardan kimisi sözünü yerine getirmiş, sözünde durmuştur. Kimisi de beklemektedir ve onlar hiçbir değişiklik yapmadılar.'' (Ahzab suresi, 23).

Beraberinde bulunan Ezdliler Abdullah'ın çevresini sardılar. Onlar bu şekilde çarpışmakta iken üç atlı gelerek Sa'ad bin Huzeyfe'nin Medain halkından yüz yetmiş kişi ile birlikte gelmekte olduğunu haber verdiler. Ayrıca Basra halkının Abdlı Müsenna bin Muharribe komutasında üç yüz kişi ile birlikte geldiklerini bildirdiler. Bu haber herkesi oldukça sevindirdi ve Abdullah bin Sa'ad: "Keşke bizler henüz hayattayken gelip bize yetişseler!" temennisinde bulundu.

 

Gelen elçiler kardeşlerinin öldürülmüş olduklarını görünce oldukça üzüldüler ve istircada bulunduktan sonra onlarla birlikte çarpıştılar. Abdullah bin Sa'ad bin Nufeyl, Rabia bin Muharik'in kardeşinin oğlu tarafından öldürüldü. Halid bin Sa'ad bin Nufeyl de kardeşini öldürenin üzerine hamle yapıp kılıçla yaraladı. Ancak öbürü boynuna sarılınca arkadaşları Halid'in üzerine hamle yaptılar ve oldukça kalabalık oldukları için kendisini kurtarıp Halid'i öldürdüler. Sancağın yanında hiç bir kimse kalmamıştı. Abdullah bin Val'e seslendilerse de O'nun yanında bir grup ile birlikte savaşmakta olduğunu gördüler. Rifa'a bin Şeddad hamle yaptı ve Abdullah'ın etrafındaki Şamlıları dağıttı. Böylelikle Abdullah gelip sancağı almak imkanını bulmuş oldu. Daha sonra arkadaşlarına şunları söyledi: "Sonunda ölüm bulunmayan hayatı, hiç bir şekilde yorgunluk bulunmayan. rahatı, hiç bir kederin söz konusu olmayacağı sevinci kim arzu ediyorsa Allah'ın haram kıldığı kanın dökülmesini helal kabul eden bu kimselerle savaşmak suretiyle, haydi, Allah'a ve Cennete varmaya yaklaşsın!" O'nun bu seslenişi ikindi vakitlerinde idi. Arkadaşlarıyla birlikte hamle yaptılar, pek çok kişi öldürdüler ve onları etraflarından dağıttılar.

 

Daha sonra Şam halkı dört bir taraftan üzerlerine hücum edip etraflarını sardılar ve sonunda onları karargahlarının bulunduğu yere kadar geri püskürttüler. Karargahlarına ancak bir tek taraftan hücum edilebiliyordu. Akşam olunca savaşmak görevini Edhem bin Muhriz el-Bahili üzerine aldı. Edhem, atlı ve piyadeleriyle onların üzerine hamle yaptı, sonunda İbn Val'in yanına vardı. Bu sırada İbn Val şu mealdeki ayeti okumaktaydı: ''Sakın Allah yolunda öldürülmüş olanları ölüler sanma.'' (Al-i İmran suresi, 169) Edhem bin Muhriz bundan oldukça öfkelendi ve Abdullah'ın üzerine bir hamle yaparak eline bir darbe indirdi. Abdullah'ın eli kesildİkten sonra Edhem yana çekilerek şöyle dedi: "Zannederim ki keşke ailem yanımda olsaydı diye düşünüyorsun." Fakat İbn Val O'na şöyle cevap verdi: "Çok yanlış bir zanda bulunuyorsun. Allah'a yemin ederim ki senin günahının artması, benim de ecrimin çoğalması için senin elinin benim elimin yerinde olmasını istemiyorum." Edhem buna da kızdı, köpürdü, üzerine bir hamle daha yaptı ve Abdullah'ı öldürdü. Edhem bulunduğu noktadan daha da ileriye gitti. Abdullah bin Val fakih ve abid kimselerden idi.

 

Abdullah öldürüldükten sonra Rifa'a bin Şeddad el-Beceli'nin yanına gittiler ve O'na: "Şu sancağı al" dediler. Rifa'a onlara: "Şimdi hep birlikte geri dönelim, belki Allah onların kötülüklerinin gerçekleşeceği günde bizi bir araya getirir." dedi. Fakat Abdullah bin Avf bin el-Ahmer O'na şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim, şayet sen geri dönecek olursan bizler helak olur gideriz. Bunlar bizim omuzlarımıza binerler ve son kişimiz ölünceye kadar bir fersahlık mesafe bile alamayız. Bizden kurtulan olsa bile Araplar onu yakalar ve daha bir yakınlaşmak için onlara takdim ederler, o da eli kolu bağlı olarak öldürülür. İşte güneş batmak üzeredir. Atlarımızın sırtında bunlarla çarpışmamıza devam edelim. Geceleyin karanlık basınca, atlarımıza biner ve sabah oluncaya kadar yolumuza devam ederiz. Ağır ağır gideriz, kimin yaralı arkadaşı varsa onu taşır ve ondan sonra da gideceğimiz yolu bilmiş oluruz."

 

Rifa'a O'na: "Görüşün oldukça yerindedir." diye cevap verdikten sonra Şamlılarla çetin bir şekilde çarpışmağa başladı. Şamlılar onları gece karanlık basmadan önce tümden yok etmek istedilerse de şiddetli bir şekilde çarpışmalarından dolayı böyle bir İmkanı elde edemediler. Kinaneli Abdullah bin Uzeyr beraberinde henüz küçük yaştaki oğlu Muhammed olduğu halde ileri atılıp Şamlılarla çarpıştı. Arkasından Şamlılar arasında bulunan Kinaneoğulları'na seslendi ve Kufe'ye ulaştırmaları için çocuğunu onlara teslim etti. Kinaneoğulları eman vermeyi teklif ettilerse de kabul etmedi ve öldürülünceye kadar onlarla çarpışmasına devam etti.

 

Akşam vakti Himyerli Kerib bin Yezid yüz arkadaşı ile birlikte ileri atıldı ve Şamlılarla çok şiddetli bir şekilde çarpıştı. Himyerli İbn Zu'l-Kela hem O'na, hem de arkadaşlarına eman vermeyi teklif edince kendilerine şöyle dedi:

 

"Bizler dünyada zaten eman içerisinde idik. Şimdi ahirette eman içerisinde olmayı arzu ederek çıkmış bulunuyoruz." Arkasından öldürülünceye kadar Şamlılarla çarpışmalarına devam ettiler. Sahr bin Hilal el-Müzeni de Müzeyneli üç kişi ile birlikte ileri atıldı ve öldürülünceye kadar çarpışmalarına devam ettiler.

 

Akşam olunca Şam halkı karargahlarına geri döndü. Rifa'a ise atı yaralanmış veya ölmüş kimselerle yaralı düşmüş savaşçıları teker teker tespit etti ve onları yakınlarına teslim ettikten sonra geri kalanlarla birlikte aynı gece yola koyuldu. Husayn sabah olunca onlarla karşılaşmak üzere çıktı, fakat onları göremeyince arkalarından kimseyi göndermedi. Bunlar Karkisiya'ya varıncaya kadar yollarına devam ettiler. Züfer burada kalmalarını teklif etti ve üç günlük bir süre boyunca orada kaldılar. Züfer onlara misafirperverlik gösterdi, üç gün sonra gerekli yol azıklarını verdi ve Kufe'ye kadar gittiler.

 

Daha sonra Sa'ad bin Huzeyfe bin el-Yeman Medain halkı ile birlikte Hit denilen yere kadar geldi. Orada durumu haber alınca geri döndü ve Basralılarla birlikte Abdlı Müsenna bin Muharribe'yle Sandılda denilen yerde karşılaştı, O'nu da durumdan haberdar etti. Rifa'a kendilerine gelinceye kadar orada kaldılar ve O'nu karşıladılar. Karşılıklı olarak ağladılar ve bir gün bir gece kaldıktan sonra dağıldılar. Herkes kendi şehrine ayrılıp gitti.

 

Rifa'a Kufe'ye vardığında Muhtar hapiste bulunuyordu. Muhtar O'na şöyle bir mektup gönderdi: "Allah'ın ayrıldıkları zaman ecirlerini yükselttiği, öldürüldükleri zaman da yaptıklarından razı olduğu bu kimselere merhaba diyorum. Kabe'nin Rabbi olan Allah'a yemin ediyorum ki, herhangi birinizin attığı her adım ve çıktığı her tepeden dolayı almış olduğu sevap dünyadan daha büyüktür. Gerçekten Süleyman üzerine düşen görevi yapmış bulunuyor. Allah da O'nun ruhunu kabzetti. O, gerçekten kendi ruhunu peygamberlerin, sıddiklerin, şehitlerin ve salihlerin ruhuna katmış bulunuyor. Fakat bununla birlikte O, kendisiyle zafere erişeceğiniz lideriniz değildir. Hem emir, hem memur, hem emin, hem de me'mun benim. Zorbaları öldürecek olan benim, din düşmanlarından intikam alacak benim. Şu anda elim kolum bağlı ise de hazırlıklı olunuz, insanlardan hazırlanmalarını isteyiniz ve şimdiden sizlere müjdeler olsun. Ben sizleri Allah'ın kitabına, Peygamberinin sünnetine, Ehl-ı Beyt'in kanını istemeğe, zayıfları korumağa ve bu kanları akıtmayı helal kabul edenlere karşı cihada çağırıyorum. Vesselam."

 

Süleyman ve beraberindekilerle çarpışma ve onların öldürülmesi Rebiulahir ayında (Kasım-Aralık 684 M.) olmuştu.

 

Abdülmelik bin Mervan Süleyman'ın öldürülmesi ve arkadaşlarının da bozguna uğratılması haberini alınca minbere çıktı, Allah'a hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle konuştu: "Allah Irak halkından ileri gelen, fitne tohumunu eken ve sapıklığın başı olan Süleyman bin Surad'ı helak etmiş bulunuyor. Kılıçlar Müseyyeb'in başını darmadağın etti. Ayrıca Allah onlar arasından büyük, hem kendisi sapık, hem başkalarını saptırıcı iki ileri gelen kimseyi de öldürmüştür. Bunlar Ezdli Abdullah bin Sa'ad ile Bekrli Abdullah bin Val'dir. Onlardan sonra artık kendilerini koruyabilecek durumları kalmamıştır."

 

Bu konuda Hemdan Aşası, o sıralarda gizli okunan ve açıklanmayan şu şiiri söylemişti:

 

''Ey Um GalibI Bir hayal gördün de Uzak bir sevgiliden bizim yerimize selam verdiler sana. Hala kederdeyim, hala senden Ayrılmanın üzüntüsü var içimde. Tesellisi yok kuşluk vakti gibisin O güzel yüzlü, beyaz tenlilerle birlikte; Çok susamış, içi geçmiş olarak görünen bize, Beli bükülmüş ve incelmiş olarak, Hafif nemli ıslak değnek gibi gençleri, Bulutlar arasında kaybolan kuşluk güneşi gibi, Bulut örtünce etrafından Bir kısmı görülünce diğeri kayboldu, diğeri. İşte sevgim, işte aşkım, işte arzum ... Ayrılmayan bu dostluk ne kadar güzel! Allah gençlikten ve onu anmaktan ayırmasın; Genç ve tazeleri vurgunca sevmekten de ... Fakat sevdiğime sitem ettikçe Yanaklarımı ıslatması artıyor, Ben onları unutmadım, hep hatırımdalar Şerefli mevkili ve çok abid olanların musibetini. Samimi olarak takva yolunu seçtiler ve Allah'ı. -Zaten Allah korkusu en iyi kazançtır- Dünyayı bıraktı, ona dalmadı, Mertebeleri yükselten Allah'a tövbe etti. Bıraktı dünyayı ve "Onu bıraktım" dedi, "Hayatta oldukça dönecek değilim ona. Ben herkesin kaybetti diye üzüldüğüne üzülmem, Şevkle ele geçirmek istediklerini de istemem!" Askerleriyle birlikte yürüyüp Yola koyuldu İbn Ziyad'a doğru, Takva ve akıl sahipleriyle birlikte ... Kahraman, imdada koşan ve asillerle Yürüdüler; takvayı isteyerek kimi, Kimi de tövbe etmişti dünden. Karşılaştılar Aynul- Verde 'de, Biçtiler onu beyaz keskin kılıçlarla. Yemen kılıçlarıydı hem, bazen bileği kesen, Bazen de uzun boylu atlarla gittiler üzerlerine. Sonra Şam'dan bir grup daha geldi onlara, Her taraftan deniz dalgaları gibi gruplar .... Fazla geçmeden başları yok edildi. Kimse kurtulmadı onlardan bir kaç kişi dışında. Sabır ehli yıkıldı yere; sonra da Sam ve güney rüzgarı esiverdi üzerlerine, Huza'alı başkan düştü yere, Hiç çarpışmamış ve savaşmamış gibi. Şamoğulları 'nın başı ve süvarisi de, Şenue 'nin başı olan birliklere yol gösteren de Bişroğlu Amr, Velid ve Halid Zeyd bin Bekr ve Huleys bin Galib ... Her kavmin lideri isabet aldı, Soylu ve şerefin zirvesindeki herkes de. Kabul etmediler düşüren darbeden başkasını, Ve yerini bulan keskin kılıçlar vurmaktan başkasını. Said 'in Amir'i darmadağın ettiği gün, Atılgan bir aslandan daha yiğitti. Ey lrak'taki ordunun askerleri! Yüklü bulutların sularını içesiniz. Sakın atlılarımız, koruyucularımız gitmesin uzağa, Kılıçlar karşıdan geliverince, Yasağı helal kabul edenleri

Öfkelendirdiler ve öyle öldüler.''

 

Denildiğine göre Süleyman ve onunla birlikte olanlar Rabiu'lahir ayında öldürülmüştü.

 

Bu şiirde sözü edilen Huza'alı, Süleyman bin Surad'dır. Şamoğulları'nın başı ise Fezareli Müseyyeb bin Necebe, Şenue'nin başı Abdullah bin Sa'ad bin Nufeyl olup, Ezdli Şenue'dendir. Teymli diye söz ettiği kişi Abdullah b Val olup, Sa'lebe bin Ukabe bin Sa'ad bin Ali bin Bekr bin Vail'in oğlu olan Teym-ül Lat'a mensuptur.

 

Velid Kinaneli Asir'in oğludur. Halid ise Abdullah'ın kardeşi olan Halid bin Sa'ad bin Nufeyl'dir.

 

BİR SONRAKİ SAYFA İLE DEVAM ETMEK İÇİN AŞAĞIDAKİ İSME TIKLA

 

MERVAN'IN ÇOCUKLARI ABDÜLMELİK VE ABDÜLAZİZ'E VELİAHTLIK İÇİN BEY'AT EDİLMESİ

 

 

BU YILIN DİĞER OLAYLARI:

 

MERVAN'IN ÇOCUKLARI ABDÜLMELİK VE ABDÜLAZİZ'E VELİAHTLIK İÇİN BEY'AT EDİLMESİ

 

İBN ZİYAD VE HUBEYŞ'İN ASKERİ BİRLİKLERİ

 

MERVAN BİN HAKEM'İN ÖLÜMÜ VE OĞLU ABDÜLMELİK'İN O'NUN YERİNE GEÇMESİ

 

MERVAN'IN NİTELİKLERİ, NESEBİ VE O'NUNLA İLGİLİ BAZI HABERLER

 

NAFİ' BİN EZRAK'IN ÖLDÜRÜLMESİ

 

MÜHELLEB'İN HARİCİLERLE SAVAŞMASI

 

NECDE BİN AMİR EL-HANEFİ

 

NECDE'YE KARŞI MUHALEFET, ÖLDÜRÜLMESİ VE EBU FUDEYK'İN BAŞA GEÇMESİ

 

MUS'AB'IN MEDİNE VALİLİĞİ'NE TAYİN EDİLMESİ

 

İBN EZ-ZÜBEYR'İN KABE'Yİ BİNA ETMESİ

 

İBN HAZİM İLE TEMİMOĞULLARI SAVAŞI